1. YAZARLAR

  2. Asaf Hüseyin

  3. Toplumsal Yapılanmada Kur'an'ın Rolü - 2

Toplumsal Yapılanmada Kur'an'ın Rolü - 2

Mayıs 1991A+A-

- Müslümanların malları ve canlarıyla savaşabilmeleri için öncelikle kendi aralarında homojen birliktelikler kurmaları gerekir sanıyorum. Biz bu birlikteliğe ümmet diyoruz. Ümmetin mücadele süreciyle nasıl bir oluşum sağlayacağını ve günümüz şartlarında nasıl bir mübadele örneği vermesi gerektiğini açıklar mısınız?

-Bir kişiyle bir kültür oluşamaz, en az iki kişi ve daha fazlası gerekir. Yakın çevrenizde kaç kişi varsa bunlarla ilk başta Kur'an'a dayalı itikadi bir birliktelik oluşturulur yani ümmetin en küçüğü budur. Fakat gerçeklik olarak Kur'an'ı kabul ettikten sonra bu yapının yanı sıra yardımcı olacak öğeler lazımdır. Nedir bunlar? Kendi aramızda sağlıklı birliktelik kurmak yani öncelikle Kur'an'a dayalı itikadi vahdeti sağlamak Vahdet derken tartışmayacağız, düşünmeyeceğiz manasında bir vahdet anlayışı anlaşılmamalı, iman ediyorsak bir araya gelmeli, birlikte olmalıyız. Yoksa bölünürüz ve ayrılırız. 'Allah'ın ipine toptan sarılın ve ayrılmayın. Müslümanların şu andaki durumu maalesef ayetin emrettiği konumda değildir.

Oluşturacağımız vahdetten sonra, ikinci unsur bilgi kültürüdür. Bilgiye karşı aç olmalıyız; bilgi nerede ve nasıl elde ediliyorsa mümkün olduğu kadar bilgi edinmeliyiz. Bu. dünyanın yaratılışından başlayıp, nükleer silahlara kadar, çok geniş bir açılımdır. Bu bilgiye sahip olmak için elimizden geleni yapmamız gerekir, itikadi boyutta birlikteliğimizi sağladığımız ümmet dediğimiz bu grupla birlikte bilgilenmeyi sağlamamız gerekir, itikadi boyuttaki birliktelik diye ısrar ediyorum, çünkü söz konusu bu birliktelik olmaksızın kesin ve net bir eylem birliği ortaya koyamazsınız. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de Rasulü (s)'ne şöyle dua etmesini buyurmuştur: Rabb'im, ilmimi artır. (20/Tâhâ, 114). Rasulullah'tan bildirilen bir hadiste ilim tahsili her Müslüman erkek ve kadına tarzdır. ilkesinin benimsendiğini görüyoruz. Dolayısıyla hepimiz bilgilenmek zorundayız ve bunu yaparken de karşımızdaki yapıyı düşünmeliyiz. Yani onlar bizi yok etmek için bilgiyle donanmış bir şekilde üstümüze geliyorlar Dolayısıyla biz de onlara karşı koyabileceğimiz bilgiyi edinmeliyiz. Ve bunun için elimizden geleni yapmalıyız.

Vahdeti sağlamış ve bilgilenme yolunda çalışan bu grup üçüncü olarak siyasi duyarlılık ve bilince de sahip olmalıdır. Allah adaleti ve iyiliği emreder. Burada adalet deyince biraz durup bakmalıyız çevremize: Siyasi adalet yok, hukuki adalet yok, fakat tüm bunlara rağmen biz oturuyoruz. Biz Kur'an'a sarılıyoruz. Ona iman ediyoruz, işte iman ettiğimiz Kur'an'da Allah bize bunu bir tavsiye şeklinde önermiyor, bizatihi emrediyor. Burada bize düşense adaleti tesis etmek için elimizden geleni yapmaktır.

Bu grubun sahip olması gereken son kültür unsuru da kenetleşme. olayı sahiplenme, kendini adama ve vaade bağlılıktır. Yoksa Kur'an'da bildirilen inananlar: '(Cihad hakkında) bir sure indirilmeli değil miydi?' derler. Fakat hükmü açık bir sure (suretun muhkemetun) indirilip de onda savaştan söz edilince kalplerinde hastalık bulunanların sana ölümden bayılıp düşen kimsenin bakışı gibi baktıklarını görürsün. (47/Muhammed. 20; ayrıca 4/Nisa, 77) ayetindeki insanların durumuna düşeriz. Böyle Müslümanlık olmaz. Bir kişi Müslüman olduğu zaman şehadete hazır olmalıdır. Her şeyini vermelidir Çünkü yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din de yalnız Allah'ın oluncaya kadar savaşmakla emrolunuyorsunuz.

Bulunduğumuz şartların durumuna göre her zaman bir savaşım vermemiz gereklidir. Çünkü küfür yönetimi, zulmedenler başımızdayken, çevremizde zulüm, küfür hakimken ve fitne yeryüzünde kalkıncaya kadar savaşmak emredilmişken nasıl olur da rahat rahat oturabilirsiniz. Hıristiyan kesişleri veya hahamları gibi veya içine kapanmış, dünyadan elini eteğini çekmiş sufiler gibi. tamam onlar sükunet ve mutluluk içinde yaşıyorlar ama bakın çevrenizde ümmetin durumuna Aç, yokluk ve sefillik içinde kıvranıyor, zulüm altında inliyor, başlarındaki yöneticiler zalim Sizler bunlara tahammül edemezsiniz. Yani siz hem Allah'a, Kur'an'a inanacaksınız ve Allah'ın, zulme karşı durulması gerektiğini beyan eden ayetlerini Kur'an'da okuyacak ve hem de bunlara rağmen sessiz kalacaksınız. Bu kesinlikle Kur'anı manada bir Müslümanlık değildir.

- Sayın Asaf Hüseyin, bize en güzel örneklik eden ve bulunduğu cahili ortam içinde tebliğ ve mücadelenin en güzelini sergileyen Hz. Peygamber'in mücadelesinden ve cahili dediğimiz o ortamın günümüzle nasıl bir yansımasının olduğunu şöyle genel hatlarıyla ve kısa örnekleriyle bize aktarır mısınız?

-Sorduğunuz bu sorunun tam cevabını şu anda üzerinde durduğum bir çalışmamda geniş bir şekilde inceliyorum. Şöyle özel halinde anlatmaya çalışayım.

- Çok memnun oluruz, efendim.

-Hz. Peygamber'in yaşam sürecine şöyle bir kuşbakışı göz gezdirelim Hz. Peygamber kırk yaşına kadar belli bir toplum içinde yaşadı. O toplumun içinde bir yapı ve yaşayan bir kültürü vardı. Kırk yaşına geldiğinde vahiyle muhatap oldu. O vakte kadar hiç bir şey yapmamış, hiç bir şey söylememişti. Vahiyle muhatap olduğunda içinde yaşadığı topluma baktı, toplumdaki yapıyı, yaşayan kültürü görelim, ilk olarak toplumda yaşayan şirk kültürünü gördü. Ondan sonra kabilecilik, kavmiyet asabiyet unsurunu gördü. Ondan sonra Yahudi ve Hıristiyanları gördü Ve genel olarak da cahili yaşantıyı gördü. Yani değiştirilmesi ve vahye göre şekillendirmesi gereken bir toplum gördü, işte bunları gördükten sonra Hz. Peygamber evinde yatmadı, uyumadı Eğer böyle yapmış olsaydı hiç bir zaman topluma doğruları götüremez ve davasında muvaffak olamazdı, işle tabi olunması gereken ve yaşantımızın şekillendirilmesi gereken Hz. Peygamber'in sünneti budur.

Hz. Peygamber kendisine gelen vahyi, bugün Topkapı Sarayı'nda gezerken gördüğümüz hat sanatlarıyla yazılmış levhalar gibi hüsn-ü hat ustalarına yazdırtmadı. Bugün Kur'an ayetleri güzel sanatlarda harika şekiller verilerek kaleme alınmış ki; Kur'an'ı okuyup anlamayacaksınız, sadece uzaktan bakarak oo, ne güzel yazılmış, şekiller verilmiş diye hayretler içerisinde sadece seyredeceksiniz. Oysa Hz Peygamber böyle mi yaptı? Hayır. O, toplumdaki şirki yıktı, tevhidi bina etti. Kabileceliği yıktı, yerine ümmet bilincini getirdi. Yahudi ve Hıristiyanları -maalesef bugün emperyalist Amerikan ordusuyla oraya geri geldiler ama- Arap yarımadasından dışarı çıkardı. Ve en son cahiliye toplumunu yıktı ve onun yerine de islam toplumunu getirdi, işte Hz. Peygamberin sireti budur, oysa bunun için önümüze ciltler dolusu kitaplar getiriyorlar. Halbuki ben bunu beş sayfada yazarım, ciltlerle uğraşmaya gerek yok.

- Sayın Asaf Hüseyin, şimdi de bize. Hz. Peygamber'in zamanındaki cahili ortamın günümüzdeki karşılıklarını ve özelliklerini anlatırsanız, memnun olacağız.

-Hz. Rasul'ün sünnetine bakalım, bir de kendi halimize bakalım. Nedir, Rasul'ün sünneti ve bizim ne yapmamız gerekir? Hz. Peygamber'in döneminde putlardan kurulu bir şirk düzeni vardı -bugün o şekildeki putlar yok, fakat- bugün de komünizm var, kapitalizm var, ateizm, laik ideolojiler var. Yani bu putların yerine beşeri ideolojiler var. Bugün mücadele verilmesi gereken şirk düzeni bunlardır. Bunlara karşı verilen mücadele şu anda tabancayla, topla, tüfekle olmayabilir. Bunların yerine zihin gücünüzü kullanarak mücadele verirsiniz. Bu da konuşarak, yazarak, yayın organlarını kullanarak olur.

Bugün kabilecilik yok ancak milliyetçilik var. Kabilecilik yerine, bilincini ortadan kaldıran milliyetçilikle mücadele etmek gerekir. Bununla nasıl mücadele edilebilir? Konuşarak, tartışarak, yazarak, insanlara ümmet bilinci vererek olur.

Üçüncü olarak bugün cahili ye devrindeki Yahudi ve Hıristiyanlık yok, ama onların yerine o manada Batı var. Cahiliye devrinde onlar için verilen mücadele, bugün halkı Müslüman olan ülkeleri sömüren Batı'ya karşı verilmelidir. Şayet bu mücadelede silahla savaşmak gerekiyorsa onlara karşı silahla savaşılır.

Ve son olarak da o zamanki cahiliye yerine bugünkü İslami cahiliye var. Nedir bunlar? Toplumsal bilinci zincire vuran gelenek ve göreneklerimiz, İslam adına çıkarılmış adetlerimiz. Kur'an'ı yaldızlarla yazıp süslemek veya evimizin yüksek bir köşesine asmak. Bu Pakistan'da aşırı bir şekilde yapılır. Eve gelen misafirlerde, bak ne kadar güzel evinde Kur'an var, bunlar Müslüman diye takdir ederler. Tabii bu İslami cehaleti gösteren bir örnek sadece. Bunu genişletmek ve örneklerim çoğaltmak mümkün, işte bunlarla mücadele etmek gerekir. Kur'an ve sahih sünnetten alacağımız doğrularla son derece eleştirel bir bakış açısına sahip olmamız lazım. Ve bize intikal eden şeyleri eleştirel bir şekilde değerlendirmemiz lazım.

- İslam dünyasının, Müslümanların kurtuluşunu ancak Batı'ya alternatif kurumlar oluşturarak gerçekleştirilebileceği; siyasi otorite için mücadele ertelenerek önceliğin mevcut düzenler içinde bu kurumları tesis ederek islam medeniyetinin kültürel yönüyle ihyasına verilmesi gerekliği Batıda yaşayan bir çok Müslüman düşünür tarafından savunuluyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

-Hz. Muhammed (s)'in şöyle buyurduğu rivayet ediliyor: Müslümanların dertleriyle dertlenmeyenler bizden değildir. Bu insanlar çok yaldızlı, süslü, büyük sözler söylüyorlar. Ama sorarım size; islam mimarisinin inceliği üzerindeki birikim Filistinli Müslümana ne yarar sağlar? İslam medeniyeti, islam bilgi felsefesi, islam sanatı üzerinde ciltlerle ahkâm kesen bu beyler niçin İslam ve emperyalizm üzerine tek bir cümle söylemiyorlar? Rene Guenon, Muhammed Arkoun, Seyyid Hüseyin Nasr, Fazlurrahman gibi insanlar bilmeden veya çoğu zaman da bilerek Batı emperyalizmiyle işbirliği içindedirler.

- S. Hüseyin Nasr'la Fazlurrahman arasında siyasi manada bir benzerlik olabilir. Ancak Kur'an'a ve geleneğe bakışları farklı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Siyasi boyutu olmayan her açıklama bir kere çok soyuttur. Çünkü toplumu nasıl değiştireceğine dair önerileri yoktur islam sanatı, islam kültür ve medeniyeti üzerine bir sürü kitap yazılıyor, araştırma ve inceleme yapılıyor. Ama bunların bizatihi uygulanacağı, ayak basacağı İslami bir zemin yok işte bunun için politik bilinç, siyasi bilinç mutlaka şarttır Yoksa içinde yaşadığımız cahili ortamı değiştiremeyiz. Çünkü, kendimizi, ailemizi, toplumumuzu, içinde yaşadığımız sosyal pratiği belirleyen siyasal güç var. Bu güce karşı belirleyeceğimiz stratejimiz, vereceğimiz cevabımız yoksa on tane Fazlurrahman olsun fark etmez. yine aynı cahili ortamda yaşıyorsunuz.

Rasul'ün sünnetine bakın, Rasul pekala Mekke'yi, Kureyş'i kabul ederdi Veya Bizans'a giderdi, onlara bir takım tavizler verirdi ve bunlar karşılığında onlardan alacağı tavizler doğrultusunda mücadelesini sürdürürdü. Onlarla uzlaşmaya da gidebilirdi ve bu doğrultuda islam'ı anlatabilirdi. Fakat o bunu yapmadı. O, bizatihi yapıyı hedefledi ve Mekke'de herhangi bir uzlaşmaya girmedi. Medine'ye hicret etti ve orada islam devletini kurdu Ondan sonra Bizans'ı, iran'ı tehdit etmeye, onlarla çatışmaya başladı. Ve Medine'den Mekke'ye geri döndü. Geri dönmek esastır Bırakıp gidemezsiniz, iman bunu gerektirir. Dönüp şu andaki durumumuza bir bakın, son derece acıklı, trajedik bir durumdayız. Çocuklarımız mezuniyetlerini kafir olan, inanmayan öğretim görevlilerinden alıyorlar. Ve bu öğretim görevlisi Müslüman olmadığı halde, tamam sen mezun oldun, İslam'ı anlatabilirsin diyor islam'ı anlatma iznini bile inanmayan birinden aldığımız bir haldeyken biz böyle davranamayız.

Bu meyanda İsmail Farukî'yle Şeriati'yi veya Fazlurrahman'la Şeriati'yi karşılaştırdığınızda toplumun değiştirilmesi açısından aralarındaki farkı görürsünüz. Somut olması için söylüyorum; bir Farukî'nin Tevhid adlı kitabını okuyun sonra bir de Şeriatı'nın Tevhidine bakın. Farkı siz kendiniz de göreceksiniz.

Topluma baktığımızda alim tabakası dediğimiz bir kesim görebiliyoruz. Bunlar iyi şeyler düşünebilirler, ancak bir merkez olan, bir öz olan vardır. Bir de çevresel olan, merkezden uzak olan şeyler vardır. Fazlurrahman merkeze, öze değil çevresel şeylere eğilmiştir. Fakat Şeriati'ye gelince olay çok farklılaşır. Fazlurrahman'ı okuyarak toplumu değiştiremezsiniz ancak, toplumu değiştirmek için Şeriatı gibi biri gereklidir. Her ikisinin de akademik lisanı vardır Ancak Şeriati konuların özüne temas etmiştir. Onu okuyan sizler gibi gençler bir toplumu değiştirmiştir. Topluma asıl kimlik kazandıranlar Şeriatı gibi insanlardır. Fazlurrahman gibileri ise ancak çevresel ve yüzeysel kalabilmişlerdir.

İran İslam inkılabından sonra ABD'ye kaçıp yerleşen ve orada üniversitede bir makamla ödüllendirilen S. Hüseyin Nasr saray gibi evde yaşıyor. Biz Kur'an'ı okuyor, onu anlamaya çalışıyorsak bunu hayata tatbik etmek için yapıyoruz Bir taraftan Müslüman halk haksızlığa uğruyor, zulmediliyor, tecavüze uğruyorsa ben o şekilde yaşayamam. Kur'an sırf entelektüel manada okunmamalıdır. Bizatihi pratiğe geçirmek, onunla toplumu değiştirmek gereklidir Kahire'de bir mezarlıkta çadırın içinde bir aileye rastladım. Sefalet içinde yaşıyorlardı. Bunlar böyle yaşarken diğerleri de zevk-ü sefa içerisinde yaşıyorlar, Nerede Kur'an? Nerede Kur'an'ın oluşturmaya çalıştığı toplum? Kur'an sadece kalplerde mi? işte bu zülüm, bu dengesizlik, bu adaletsizlik karşısında fildişi kulelerde kalıp, islam medeniyetinden bahsetmekle ortadan kaldırılamaz.

Kur'an'ı okuyun, tekrar tekrar okuyun, ümmet bu haldeyken pembe rüyalar görerek yatmayın Allah kalplerde olanı bilir. Kur'an'ı okuyun, Kur'an'a göre yaşayın, Kendinizi değiştirin, kendinize bir alan oluşturun. İslami bir zemin oluşturun ki başkaları da o alana gelebilsin, kurtulsun.

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR