1. YAZARLAR

  2. Günay Maden Bulut

  3. Savrulan Bir Kuşağın Öyküsü: Seni Dinleyen Biri

Günay Maden Bulut

Yazarın Tüm Yazıları >

Savrulan Bir Kuşağın Öyküsü: Seni Dinleyen Biri

Şubat 2008A+A-

Romanı yazılmamış dönem olarak anılan 1980'li yılların romanı sonunda yazıldı. Oldukça buğulu bir dönemi Cihan Aktaş gibi bir kalemden okumak heyecan verici. 'Bana Uzun Mektuplar Yaz' adlı roman çalışmasından sonra ikinci romanı bu yazarın. Dönemin üniversiteli Müslüman bayanlarının arayışlarını ve hayal kırıklıklarını konu alan öykülerinden sonra kaleme alınmış olan bu roman sıradan bir roman olmanın ötesinde siyasal roman olma özelliğini de taşıyor. Darbeyle uyanılmış günlerin hemen ertesi. Nice kıyımların yaşandığı sokaklar sakinleşse de öğrenci evlerinde, yurt kantinlerinde ve sohbetin koyulaştığı çay evlerinde kitaplardan pasajların paylaşıldığı hareketli zamanlar. Sınanmış sistemlerin tutarsızlıkları yeni soruları getiriyor beraberinde. Alınıp verilen kitaplar, tutulmuş ders notları yeni dönüşümlere hazırlıyor birilerini. İsimler değil yalnızca değişen-değiştirilen. Kılık kıyafetler, duruş ve yürüyüşler değişiyor. Okumaya aç insanlar, hayatın sahih okumalarını keşfe çalışıyorlar. Okudukça çoğalıyor inançları. Konuşuyorlar, hayatın kısa bir imtihan anı olduğuna inandırmak istiyorlar herkesi. Amaçları çok şeye sahip olarak değil en az şeye gereksinim duyarak yaşamak. İhtiyaçların sınırsız değil, insanın aç gözlü olduğuna inanıyorlar. Yeterince hayat tecrübeleri olmasa da yürekleri inançla dolu. Herkes öğrenirse hepimiz değişiriz. Hepimiz inanırsak zulüm kalmaz dünyada diye düşünüyorlar. Bir sofrada açlığı giderecek olandan fazla olan her lokmanın bir başkasının sofrasında bulun(a)mayan olduğuna yürekten inanıyorlar. Zamanın israf edilemeyecek kadar değerli ve az olduğunu biliyorlar. Emeklerin geçici estetik, lüks ve refah kaygıları peşinde değil, insanlığın ebedi kurtuluşu uğruna harcanması gerektiğine inanıyorlar. Afgan dağlarında ot kökleriyle hayata tutunarak, savaşan mücahitleri yüreklerinde hissediyorlar. Gazali'nin, Mısırlı, İranlı, Pakistanlı yazarların dini meseleleri konu alan kötü tercümelerle farklı isimlerle piyasaya sürülmüş eserlerini en küçük ayrıntıları kaçırmamacasına okuyorlar. Bilgi kirliliğinden korkarak, ilk insanın duyumsadıklarını duyabilmek adına tasavvufa ve sufizme ilgi duyuyorlar. Mütevazı, dingin ve tutarlı bir hayata katılma ve kendilerinden bir şeyler katabilmek adına hicret ediyorlar. Sade ve gösterişsiz yuvalar kurup evleniyorlar.

Romanda birden çok kahramanı birinci dereceden konuşturan yazar, akıcı ve sıcak bir dil kullanmış. Yazarın öykülerindeki o 'bize dair eleştirel'ci dilin bir hayli uzağındaki kitabı bitirdiğinizde hüzünle kayıp bir neslin mi yoksa hiç kaybolmayacak bir neslin mi romanı bu diye soruyorsunuz kendinize.  İç içe geçmiş ilişkilerde pek çok sosyal olayın irdelendiği romanla iki meleği hep omuzlarında hisseden kahraman oluveriyorsunuz. Babasının faize yatırdığı para gelirleriyle geçindirdiği evini terk ederek sayısız öğrenci evlerinin misafiri olan Meral'le birlikte bodrum katlarında, gecekondu mahallelerinde güvenliksiz öğrenci evlerinde sıcak sohbetlere katılıyorsunuz. Okumaların yetersizliğine, tartışmaların kısırlığına hayıflanıyorsunuz. Ortak duyarlılıkları yaşadığınız bir neslin tecrübesini yeterince size ulaştıramamalarına kırılganlaşıyor, "Biz ne yapmalıyız?"ı sorguluyorsunuz.

Olaylar, polisler, yasaklar,  yayınlar, kitap evleri, abiler, şeyhler, hocalar içinde çıkmaz sokaklarda yol arayan gençlerin samimiyeti de kafa karmaşıklığı da çok belirgin kitapta. Modernizmin ve geleneğin karşısında başka bir kadın, başka bir aile modeli arayan genç kızlara başkalığı yüzeysel olarak sunmayı vaat eden delikanlılar var karşılarında. Gelinlik giymeden, resmi nikah kıymadan iki şahitle, iki yer minderi ve iki tencere ile de bir aile olunabileceğine inanarak kurulan evlilikler yaygınlaşıyor.

"Resim yapmak günah mıdır? Bir bayan 90 km'den fazla yola tek başına gidebilir mi? Kadın nasıl kendini fark ettirmeden yürüyebilir? En makul kıyafet nasıl olmalıdır? Felsefe okunabilir mi? Müzik dinlemek caiz midir? Oy verilebilir mi? Cihad için Afganistan'a gitmeli miyiz? Faizsiz finans nasıl olur? Tahkiki imana nasıl ulaşılır?" gibi dönemin favori sorularına cevap arayan genç kızlar okullarını bırakıp mahalle aralarında, gecekondu semtlerinde verilen geleneksel vaazlara katılmaktadırlar. Dinin hurafelerden arındırılması ve yeşil kuşak gibi Müslümanlar üzerinden yürütülen toplum projelerine karşı topluma bilinç kazandırmayı amaçlıyorlar. İnancı bir vazgeçiş olarak algılıyor kahramanlar. En önce isimlerinden vazgeçiyorlar. Evrim Ayşe'ye, Selda Zehra'ya dönüşüyor. Romanın en önemli kahramanı Meral, bir namaz sonrası yaptığı duada "Allah'ım senin için vazgeçmeye devam edeceğim. Bana nelerden vazgeçilmesi gerektiğini öğret, hatalı vazgeçmelerden de koru beni!" diye yakarmakta.

Dönemin üniversitelerinde bayan ve erkek öğrencilerin konuşma ve tartışma imkanları daha rahat ve nitelikli gözükse de sınırların net olmadığı anlaşılıyor. Okul arkadaşlığının görüşmelerde önemli yer tuttuğu izleniyor. Bir bitirme çalışması, bir proje ödevi için evli arkadaşlarında toplanıp topluca çalışabiliyorlar, aynı masada oturup yemek yiyebiliyorlar. Bu ilişkilerde ideolojik sınırlar çok keskin gözükmüyor. Oysa darbeden hemen önce ideolojileri uğruna kardeşlerin birbirlerini öldürdüğü anfilerdeler henüz. Lale ve nişanlısı darbe mahkumlarından olup işkencede ölen Birtane ile kurulu diyaloglarda sol söylemin ritüellerine ulaşılıyor. Sol kesim bazı hususlarda kendilerini İslamcılara yakın hissediyorlar. Amerikan emperyalizmine karşı çıkıyorlar. Ezilen halk için kendilerini feda etmekten çekinmeyeceklerini belirtiyorlar.

Bir dergi çevresinde bir araya gelmiş ve ortak duyarlılıkları olan bu insanların zaman içinde farklı mecralara sürüklenen arayışları dur durak bilmiyor. İyi bir okur olma sonrasında Belçikalı sufinin öğretisiyle tanışarak ümmi yaşama uğruna okulunu bitirmekten vazgeçip Siirt'e yerleşmeye karar veren Halil, yaşanan savrulmanın bir örneği. Meral'i iki şahit eşliğinde evlenmeye razı edemeyen Halil, Siirt'te bir şeyhin tekkesinde okuma yazma bilmeyen bir kızla evlenecektir. Daha sonra bu yaşamayla ikna olamayacak, okulu bitirip Urfa'da baraj altında kalacak tarihi eserlerin kurtarılması projelerinde çalışacaktır. Bu kez de Meral'i ikinci eş olarak Urfa'ya götürmeye ikna edemeyecektir. Ve artık o, bir siyasi partinin kadrosundadır.  Kültürel etkinliklerin, sıra gecelerinin, parti çalışmalarının içinde yeniden faal bir hayata başlayabilirler pekala Meral'le birlikte. Karısını ve çocuğunu ise hiçbir zaman benimseyememiştir. Zaten Meral en baştan Siirt'te ümmice yaşama teklifini kabul etmiş olsaydı böyle bir hatayı da yapmamış olacak(mış)tır. Şeyhin konağından İstanbul'a taşınan Halil'in eşi Muhlise, kocasının dünyasına ayak uydurmak için değişmektedir. Çarşafının yerine pardösü giymiş, kuaföre gidip güzelleşmiş, okuma yazma kurslarına katılmıştır.  Aslında değişen yalnızca o değildir. Herkes değişmektedir. Meral'in dönüşüp bilinçlenmesinde en fazla etkisi olan Evrim Ayşe kumaş perukla okulunu bitirmiş, bir şirketin ücra köşesinde düşük ücretle çalışmaktadır. Ancak hak ettiği saygıyı görememekte hâlâ çaycı yalnızca ona 'sen' diye hitap edebilmektedir. Cemile'nin şairane duygularla gerçekleşen evliliği heyecanını yitirmiş ve şiir yazma yeteneği de yitip gitmiştir. Diğer arkadaşları birinci tekil şahıs hikayelerle aile sırlarını ifşa eden yazılar yüzünden kocasıyla kavgalar yaşamış, kağıt ve daktiloya küsüp sözlü kültür çalışmaları yürütmektedirler. Bir başkası zaten aile sayılamayacak bir yıkıntının üstüne kuma gitmekte beis görmemiş; bir diğeri aşk uğruna aşkın ve paylaşımın olmadığı bir evliliği yıkmaya hazırlanmaktadır. Ve bin bir meşakkati bulunan imtihan sürüp gitmekteyken herkes bir şekilde dönüşümden nasiplenmektedir. Meral'in annesinin dediğine göre babası bile kızına karşı daha bir yumuşamıştır.

Kitap içerisinde başörtüsü yasağına karşı duruşlar hususu yüzeysel kalıyor. Yer yer miting ve bildirilerden söz edilse de başörtüyü tercih eden bayanların eylem meydanlarındaki diyaloglarına rastlanmıyor. Dönemin konuşulan konuları arasında Filistin sorunu da dikkat çekmiyor. Erkek egemen ilişkiler ve buna dayalı savrulmalar daha belirgin olarak ön plana çıkıyor. Hep tartışmaların ortasında erkekler var. Arif ve Yılmaz abilerin dergi politikaları konusundaki aykırı düşünceleri bayanların konuşmalarına girse de gündem belirleme ve karar mekanizmasında yer almıyorlar.  Bayanlar kermes düzenlemek, yardım toplamak, ev toplantıları ve vaazlar dışında dışında fazlaca etkin değiller ancak hep fırtınanın ortasındalar. Dergilerde yazı yazmaya çalışanların yazıları sansür ediliyor. Evlenen bayanlar kendileri gibi düşündükleri(!) eşlerinin baskılarına ve hayatın getirdiği yeni sorumluluklara bir yere kadar direnip, sonunda ev merkezli hayata razı oluyorlar. Sözgelimi Betül başörtü yasağı nedeniyle ilahiyatçı olamadığı gibi Hz. Aişe ile ilgili kitabını yayınlayacak yayınevi de bulamamıştır. Bu nedenle eşine itaat etmek ve evini iyi idare etmek dışında sorumluluklarının da olduğunu kabul ettiremediği için ayrıldığı gelenekçi nişanlısıyla evliliği bir çıkış yolu olarak bulmuştur. Yine cemaatlerde abilerin önceliği ve liderlik tahakkümü göze çarpıyor. Ayrışmalar belirli şahıslar etrafında bölünerek çoğalma şekline dönüşüyor. İyi eğitilmemiş gençlerin yetenekleri yönlendirilemiyor, abartılı övgüler bir süre sonra hayatta karşılık bulamadığı için hayal kırıklıklarını ve savrulmaları çoğaltıyor. Yapılanmalar sağlıklı bir temele oturtulamıyor. Bundan ise en çok yaralanan bayanlar oluyor. Erkekler hayatlarını yeniden şekillendirirken kadınlar evin, çocuğun yükünü de omuzlayarak el yordamıyla hayatı götürmeye çalışıyorlar ya da hataları yineliyorlar. Ailelerine dönemeyen genç bayanlar henüz palazlanmakta olan dindar işadamlarına ikinci eş olmayı, aileleri parçalamayı başka bir yanlış olarak yapıyorlar. Ve buna kitabın öncelikleri dururken ruhsatlarını kullanan erkekler dur demiyor. Kur'an ölçütlerinde kurulmamış dengesiz bay-bayan ilişkileri de bunu destekliyor. Toplumun genel kabulleri reddediliyor, hayatlar sil baştan kuruluyor. Aileler bölünüyor, eşler ayrılıyor. Çocuklar babalarını kınıyor, babalar evlatlarını reddederek sokağa atıyorlar. Akrabalık bağları koparılıp, arkadaşlıklar yalnız inanç-fikir kardeşliğine dönüşüyor. Kitap, aynı zamanda temelde insan özelde aile diyaloglarındaki kitabi dengesizliği de gözler önüne sermektedir.

Uyuşturucunun, fahşanın, yoksulluğun, çarpık kentleşmenin, faili meçhullerin, mafyanın, yerel yönetimlerin, sosyal-siyasal politikaların ötekileştirdiklerinin, cemaatleşmelerin, göçmen kamplarının, kirli savaşların, vb. pek çok olgunun içinde en fazla günübirlik yaşayan, her olaydan etkilenmeye hazır, inançlarıyla yaşadığı toplumun içinde var olma mücadelesi veremeyen zayıf kişilikli bireyler göze çarpıyor. En çok bu noktada siyasi bir dönemin romanı olmaktan çıkıp Meral'in kişiliğiyle karakter sahibi kızları/kadınları temsile dönüşüyor roman. Acemilikler, acelecilikler, eksik okumalar, yönlendir(il)meler, tekfir ve aşağılamalar sonucunda hiç kimse olduğu yerde kalamıyor, kaldığı yerden ötekine ulaşamıyor. Bir tek Meral iki meleğinin şahitliğinde içselleştiremediği hiçbir adımı atmıyor. Sorguluyor yaptıklarını ve yapacaklarını. Hatalarına rağmen duygularının değil doğrularının sesi galip geliyor. Umut vaat ediyor mülteci ruhuyla toplu kaygıların arasına sıkışmış tekil kaygıları resmedebilmenin imkanlarını araştıracağı geniş zamanlara  dair. Belki de burada gizlidir aktarılması gerekenler bir sonraki nesle. Bir lokma bir hırkaya talip nesilden sonra gelen kuşak modernitenin imkanlarını sonuna kadar kullanmakta bir beis görmemektedir. Bir sonraki nesil bunu da aşmış, tümüyle sınırsız ancak görüntüsel kalıplarda bir din olgusunu içselleştirmiştir. Başında örtü ile Tarkan konserine katılabilen bir gençliğe Kur'an neslini inşa sorumluluğunu omuzlarında hisseden müminlerin sunacağı tutarlı yaşamı ve sözleri olmalıdır. Bireyler en önce aileden temel ahlak yargılarını alacaktır. İnanışlar ise bu temellerin üzerinde yükselecektir. Bu nedenle toplumsal hayatta karşılığı bulunan hak hukuk gözetme, iyilik (iyi insan, iyi eş, iyi evlat, iyi anne-baba), tutarlılık ve sadakatin çocuklarımıza verilecek öncelikli Kuran-i olgular  olduğunu göz ardı etmemeliyiz. Terk ederek değil var olarak kabul görmenin, kendini kabul ettirmenin sınırlarını zorlayan sağlam duruşlu bireyler olmayı aşılamalıyız onlara. Aksi halde hüzünle okunacak romanlar çıksa da hayata aktarılacak bir şahitlik örneği asla çıkarılamayacaktır. Yaşadığımız ülkedeki tevhidi bilinçlenme sürecinde önemli bir kilometre taşı olan kuşağın çabalarını küçümseyemeyiz. Ancak bu kitap inançlarıyla sınanıp realiteye teslim olmuş bir neslin değil, hayatın her aşamasını Kur'an merkezinde okuyamadığı için savrulan bir kuşağın kaybedimleri ile daha bir anlamlanmaktadır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR