Gülşen Demirkol Özer

Yazarın Tüm Yazıları >

Payitahttan

Mayıs 2011A+A-

Biz mi? Bizi mi soruyorsun. Biz aslında çok meşgulüz, yoğunuz, yorgunuz. Biz siz gibi değiliz. Özgürüz. Bugünler size bakıyoruz, işimiz yoksa izliyoruz. Anlamaya çalışıyoruz. Havuzdaki balıkların akvaryumdakilere baktığı gibi. Perde arkası ne diyoruz. Mutlaka perdenin arkası olmalı. Teoriler üretiyoruz. Sizi kefenlerinizi giyip tankların önünde tutanın ne olduğunu bulmaya çalışıyoruz. Bir gün önce mutfağında hamur kızartan kadının, kokusu üzerinden gitmeden sokakta oluşunu anlamaya…

Biz maslahat biliriz. 100 yıldır çalışıyoruz buna. Susmayı, sabretmeyi biliyoruz. Ne için sabrettiğimizi biraz unutmuş olabiliriz. Ama öyle deli fişek gibi hesapsız sokağa dökülmemeyi biliyoruz. Rızkımızın peşinden koşuyoruz. Ona halel gelmemesi için yutkunmayı prova ediyoruz her daim. Biz ki kimsenin beceremeyeceği kadar sinebiliyoruz. Bukalemun bizim yanımızda acemi kalır. Biz demokrat bir ülkenin demokratlaştırılan çocuklarıyız. Onlardan daha fazla demokrat olduğumuzu gösterebilmeliyiz. Mecliste kafa sayısı artırmalı, holdinglere patron olmalıyız. Biz mutluyuz.

Ortadoğulu kardeşim bakma yüzüme öyle. Sesine ses vermemizi bekleme. Biz bu oyunda başka bir roldeyiz. Biz partilerimizin kapatılmasına, onurumuzla oynanmasına, başımıza vurulmasına, kitabımızdan koparılmaya, başüstü dediğimiz ayetlerin söküp alınmasına susmayı iyi biliriz. Biz maslahat biliriz. Biz kendimizi biliriz. Haddimizi biliriz. Sen Ortadoğulu kardeşim , “kardeşim” diyerek birincil ilişki kuruyorsam da takmadığın kravatını fark etmediğimden, kelimelerimin avamlığını görmediğimden değil… Kardeşim diyorum, henüz tanımlanmış bir vatandaşlık statün olmadığından, belki de merhametimizden, bak merhametliyizdir biz. Biz sizin gözlerinizi çevirdiğiniz yerdeyiz. Payitahtta. Sizin önünüzdeyiz. Örneğiniz. Yolumuz uzun, karmaşık olabilir ama siz daha başında aceleci ve acemilik içindesiniz. Sivil toplum kavramını anlatmalıyız önce. Risksiz ve bedelsiz kazanım elde edebilmenin yollarını. Dikta rejiminden demokratik bir topluma geçmenizin güvenli bir yolunu bulabiliriz. Bizden mücadelenize destek, dökülen kanlara hayır diye bağırmamızı mı istiyorsunuz. Konuyla ilgili makaleler yazacağız elbette, paneller düzenleyeceğiz. Müsterih olunuz.

Biz pahalı otellerde toplantı organize ediyoruz. Öyle sizin hayal edebileceğiniz türde değil. Bir masaya pet şişe konup herkesin içmesini beklediğiniz türden değil, aralarda kokteyl verilenlerden. Biz böyle yaşamayı sevdik.

Biz bu oyunda yokuz. Oyunların kurallarına sağdığız. Biz sükûtu sevdik. Çayımızı sosyal tesislerde yudumlayabilmeyi, biz vekil olup ömür boyu imtiyaz sahibi olabilmeyi, biz AVM’lerde saygı duyulmayı, kültür-sanat ortamlarında boy göstermeyi, şaşaalı mekânlara girebilmeyi… Biz maslahatlarımızla, suskunluklarımızla, sandıkların sonuçlarıyla bugünlere geldik. Biz başka bir yol bilmeyiz, istemeyiz.

Bana Braveheart repliği ile konuşma! “Öyleyse evinize dönün, gidin! Bir süre yaşarsınız. Ama hayatınız boyu özgürlüğünüzü kazanma ihtimali olan o güne tekrar dönebilsem dersiniz…”  böyle mi diyorsun. Biz bu filmin sonunu öngörenlerdeniz işte. Kaybetmişti, başı kesilmişti değil mi kahramanın. Biz işte başımızı sevenlerdeniz. Psikolojide bizi “ öğrenilmiş çaresizlik” kavramlarıyla tanımlayabilirsin.

Bizden sesine en azından “ses” vermemizi mi istiyorsun. Bizim sesimiz mi? Geçmişte bir vakit yaptığımız eylemde kısılmıştı üzgünüm. Bak biz bilimden, sanattan, akademik dilden de iyi anlarız. Yıllardır uzmanlaştık. Bize bunlarla gel. Biz özgürlük için candan vazgeçebilme duygusunu tanımlayamıyoruz. Masa başı analizleri bizim için güvenli. Evet güvenli. İşte bizi anlayabileceğin kelime. Biz güvenliği severiz. Riskleri değil. Bu yüzden en azından size destek gösterisi diye yüzümüze baktığın şeyi yapamayız. Bu yüzden sesimizi yükseltemeyiz. Komşularımızı rahatsız edemeyiz. Sesimizi boş yere bekleme. Kaçırmayacağımız dizilerimiz başlamak üzere. Hürrem’in saç rengi, senin kanının renginden daha fazla yer işgal ediyor zihnimizde. Sen mi? En iyisi evine dön! Oyuna gelme! Bizi de rahat bırak. Bizi dinle. Bak sen teorimizi dinle: Evine dönersen çocuklarınla bir ömür yaşarsın, torunlarını görürsün. Bir gün eninde sonunda kadınlarınıza haklar verilecek, seçimlere gireceksiniz, her geçen gün daha çok oy alacaksınız. Kitaplarınız yakılmış olabilir, atalarınız katledilmiş olabilir ama sabredin bir gün siz de akvaryumunuzdan daha büyük bir havuza transfer edileceksiniz. Pozitif transfer yani: “Eski bilginin yeniyi desteklemesi.” Okyanus mu? Hayır, o kelime yok sözlükte, uzmanlarımıza soralım, onlar söylesin size de… Tanımlarınızda yanlışlık olmalı. İlahi nizamın hâkim olabileceği, diktatörlerin başına buyruk yaşamadığı bir dünya mı? Hayır, yok! Olsa olsa bir ütopya sizinki.

Ortadoğulu kardeşim! Bakma yüzümüze öyle… Biz çok yorgunuz, yorgunuz. Bugünlerde meclise adam koymalıyız. Hele bir de başörtülü koyabilirsek… Bir iki sıkıntımız var, onları da çözdük mü tamamdır. Bize bakma… Biz sesimizi yükseltemeyiz. Biz devletimizin kuralları içinde söz söyleyerek özgürüz. Daha fazlasını hayal edemeyiz. Biz hayallerimiz başladığı anda ikna ediliriz. Biz ikna olmuş, munis insanlarız. Biraz sonra Avrupa Birliği kriterlerine ulaşacağız. İnsan Hakları Mahkemesi’nde reddedilecek dava götürmüyor olacağız. Şimdi yüzümüzü sana dönüp tüm stratejisyenlerimize sırtımızı mı çevirelim? Entelektüellerimizi rezil mi edelim?

Bari bir dua mı? Peki, neden olmasın. Reklam arasında eda edeceğimiz namazlarda sizin için dua edeceğiz. Tez elden evinize dönersiniz diye. Bizim mutluluğumuz sizlere de nasip olsun diye. 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR