1. YAZARLAR

  2. Arif Hüseyni

  3. Pakistan Şii Hareketi

Pakistan Şii Hareketi

Haziran 1990A+A-

Allame Arif Hüseyin el-Hüseyni, Pakistan'da yükselen Şii hareketini temsil ediyor. Şii teşkilat Caferi Fıkhını Uygulama Hareketi [Tehrik-i Nifaz-i Fiqah-i Cafria, (TNFC)]'nin başkanı olarak Arif Hüseyni, İmam Humeyni ve İran İslam Devriminden ilham alan, geleneksel yapıya oranla daha politik genç nesil Şii liderliğini örnekliyor. Kırk yaşlarında bir Peştun olan Arif Hüseyni, Pakistan nüfusunun yaklaşık dörtte birini oluşturan Şiilerin yoğun olduğu Parachinar kökenli. İmam Humeyni'nin Irak'ta sürgünde iken ondört sene kaldığı Necef'te dini eğitimini tamamlayan Arif Hüseyni, taşra kökenli orta halli bir aileden geliyor.

Arif Hüseyni'nin Pakistan politik hayatında yükselişi 1960'lı yılların sonu ve 1970'li yıllarda Müftü Cafer Hüseyin liderliğindeki Şii hareketi bağlamında değerlendirilmelidir. Cafer Hüseyin, Şiileri belli bir ölçüde de olsa bir araya getirmişti, ama 1984'de ölümünden sonra TNFC'de bölünme oldu. Liderliğini Hamid Ali Müsavi'nin yaptığı daha gelenekçi ve Arif Hüseyni'nin başını çektiği ıslahatçı akımlar iki ana eğilim olarak partiyi böldü. Bununla birlikte her iki akım da kendilerini İmam Humeyni'nin izleyicileri olarak görüyorlar. Hüseyni'nin daha militan siyasi yaklaşımı gelenekçilerle bir takım sorunlar doğuruyorsa da, daha atak yeni nesil Şiiler arasında etkinliğini artırıyor. Temmuz 1987'de Arif Hüseyni TNFC'i dini baskı grubu kimliğinden sıyırarak politik bir parti olduklarını açıkladı. Arif Hüseyni önderliğinde gerçekleşen bu değişim kuşkusuz Pakistan siyasal hayatında önemli bir gelişmedir. Körfez Savaşı ve Afganistan hakkındaki yorumlarını da kapsayan bu görüşmede Arif Hüseyni, Meliha Lodhi'ye politikasını, partisinin çizgisini ve hareketinin amaçlarını açıklıyor.

- Tehrik-i Nifaz-i Fiqah-i Cafria [TNFC]'nin asıl kuruluş amacı nedir? Ve niçin Temmuz 1987'de bir siyasi parti olarak ilan ettiniz?

- 1947'de Pakistan bağımsızlığını kazanınca, Şiiler sorunlarına çözüm aramak ve haklarını korumak için biraraya gelme ihtiyacı hissettiler. Bunun sonucunda ilk olarak Şia Haklarını Koruma [Tehafuz-e Hukuk-e Şia, (THS)] adıyla bir örgüt kuruldu. 1960'larda Seyyid Muhammed Dehlevi liderliğinde adı Şii İstekleri Komitesi [Şia Mutalbat Committee] olarak değiştirilen teşkilat, yeni siyasal roller alarak hareketinin ivmesini arttırdı. 1973'de Dehlevi'nin ölümünden sonra eskiye oranla pasif de kalsa işlevini devam ettirdi. 1979'un başlarında Ziya ül-Hak'ın ülkede İslami yönetime geçildiğini ilan etmesinden sonra, Mart 1979'da Pencab'a bağlı Bakkar'da çok sayıda Şii temsilcinin katıldığı toplantıda Cafer Hüseyin oybirliğiyle başkan seçildi ve teşkilatın adı TNFC olarak değiştirildi.

6 Temmuz 1987'de Lahor'daki Kur'an ve Sünnet Konferansı'nda yaptığım açıklamayla ilgili sorunuza gelince, diyebilirim ki TNFC dini bir teşkilattır. Ne yazık ki din denilince bir kaç dogmadan oluşan inançlar akla geliyor. Oysaki gerçek dinin görüş açısı geniştir, politik, sosyal ve ekonomik ilişkileri kapsar. Politika dinin bir parçasıdır, ayrı düşünülemez. Teşkilatımızın kuruluş yıllarında olsun, Cafer Hüseyin devrinde olsun biz dini böyle anlıyorduk. Zaten Cafer Hüseyin dinin politika boyutunu son konuşmasında açıkça belirtti. Bizim 6 Temmuz 1987'de yaptığımız şey, bunu kurumlaştırmak oldu.

Biz Şii müslümanlarız, fakat aynı zamanda Pakistanlıyız. Pakistan vatandaşları olarak ülkemizin politik ve sosyal sorunlarından uzak kalamayız. Bu sebeple isteklerimizi gerçekleştirmek için politik hayatta aktif rol almaya karar verdik.

- Teşkilatınızın politik faaliyetlerinin hız kazanması Sünnilerden gelebilecek bir tepkiye sebep olabilir mi? Bu ihtimal sizi düşündürüyor mu?

- Bizim hareketimiz mezhepçiliği/fırkacılığı aşan bir harekettir. Bu noktada fırkacılık konusuna açıklık getirmek istiyorum. Bilindiği gibi müslümanlar arasında Sünni ve Şiiler var. Sünniler ayrıca Deobandi, Barelvi, Ehl-i Hadis ve daha başka şekillerde bölünmüş halde bulunuyorlar. Bu farklılaşmayı kimse görmezden gelemez. Biz diyoruz ki, Şiiler de Sünniler de Pakistan'da birlikte yaşasınlar. Ehl-i Hadis de, Deobandiler de başkaları da hep birlikte yaşasınlar. Dar görüşlülüğü bir kenara bırakarak birbirimizi tanımalı, birbirimizi sevmeliyiz. Hareketimizin bir amacı da fırkacılığı aşan bir İslam'ın hakim olmasıdır. Biz diğer mezhepleri, ekolleri tanımaktayız, aynı şeyi onlardan da bekliyoruz.

- Fakat %70 çoğunlukta Sünniliğin hakim olduğu Pakistan'da, dikkat çekici hareketlerde bulunan bir Şii teşkilatı karşı saldırılara hedef olabilir.

- Bu bir ihtimal. Şii hareketin politik sahada aktif olması çoğunluğu rahatsız edebilir. Fakat gruplarla görüşüp düzenli ilişkiler kurabilirsek, yanlış anlamaların önünü alabileceğimizi sanıyorum. Böylece oluşacak bir düşünce platformunda hareketimizi tanıtarak Sünni kardeşlerimizin bize hoşgörü ile bakmalarını sağlayabiliriz. Bunu gerçekleştirirsek artık bizi tehlike olarak görmekten vazgeçecek ve eminim yanımızda yer alacaklardır.

- Sünni dini liderleri ve politik teşkilatlarıyla yaptığınız temaslardan tatmin edici sonuçlar alabildiniz mi?

- Yaptığımız temaslar daha ilk aşamada ve yeni olmasına rağmen, gelişmeler ümit verici. Henüz hayal kırıklığına uğramış değiliz.

- Pakistan bağımsızlığını kazandığı zaman (1947) Şiilerin birlik olma ihtiyacı hissettiklerini söylediniz. Acaba neden böyle bir şeye ihtiyaç duydular? Şii olduklarından dolayı, Ülkedeki öbür müslümanlardan ayrı bir muameleye mi uğradılar ki kendi birlikteliklerini oluşturmak istediler?

- İlk zamanlarda, Aza Dari ile bağlantılı olarak bir teşkilat kurulması tartışılmıştı. (Aza Dari; her yıl Muharrem ayında gerçekleştirilen Şiilerin geleneksel matemidir. Sokak gösterilerini de kapsayan bu törenin yapılabilmesi için yönetimden onay almak gerekiyordu.) Ama sonraları Seyyid Muhammed Barelvi zamanında (1960'ların sonu), tartışmalar eğitim sistemi ve vakıf kanunlarıyla ilgili oldu. Ziya ül-Hak'ın Pakistan'da İslami sistem kurulmasına ilişkin açıklamasından sonra, tartışmalar nasıl bir İslami sistem olacağı konusuna kaydı. Nasıl Sünni kardeşlerimize Hanefi Fıkhının kuralları uygulanacaksa bize de Şiiler olarak, Caferi Fıkhının uygulanması gerektiğini düşündük. Zaten, 1984'de TNFC'nin başına geldiğimden beri söylediğim gibi, biz yalnızca Şii toplumunun çıkarları için çalışmayacağız. Pakistanlı müslüman vatandaşlar olarak, görev ve sorumluluk sahamız geniş olmak zorundadır.

- Pakistan'da Şiilerin bugün karşılaştığı önemli sorunlar nelerdir?

- Hükümet ile yaptığımız görüşmelerde çıkan kanunların, hangi konuda olursa olsun, Caferi Fıkhı çerçevesinde de ele alınıp Şiilere bunların uygulanması yolundaki isteğimizi belirtmiştik. 6 Temmuz 1980'de yapılan antlaşmada hükümet bu konuda bize güvence vermişti. Bu anlaşmaya göre gerek eskiden kalmış kanunlar, gerekse yeni çıkarılacak kanunlar, Caferi Fıkhına uygun olarak gözden geçirilecekti. Buna rağmen, zekat hariç hiç bir konuda antlaşmaya uygun hareket etmediler.

- Eğer hükümet TNFC'nin hareket sahasını daraltmak amacıyla kısıtlayıcı kararlar alırsa, tepkiniz nasıl olur?

- TNFC bir halk hareketidir. Biz insanlarla doğrudan bağlantılıyız. Hem hükümet, ne tür yaptırımlara başvurabilir ki? Bürolarımızı kapatabilirlerdi, ama bizim hiç büromuz yok. Yapabilecekleri en ağır baskı, toplantı ve mitinglerimizi engellemek olabilir. Böyle bir durumla karşılaşırsak, dünyada bir çok örneği görülen gösterilere başvurur, kanuni yollarla haklarımızı kazanmak için mücadele ederiz.

- Kişisel gözlemlerinize göre, teşkilatınızın şu anki gücü ne? Ve hangi bölgelerde etkili?

- Allah'a hamdolsun, teşkilatımız her yerde mevcut; kuzey bölgelerde, kabilelerin arasında, Pakistan'ın tüm dört vilayetinde ve aynı zamanda Azad Keşmir'de. Daha aktif çalışabilmek için daha fazla bağlantıya ve kaynağa ihtiyacımız var. Kısıtlı olmasına rağmen bir takım gelir kaynaklarımız var. Her şeye rağmen, her yerden destek bulmamızdan dolayı Allah'a şükrediyoruz. Zaten olması gereken de budur. Sorunlarımızı halka danışıyoruz, onlar da bizle sıkı biçimde işbirliği yapıyorlar.

- General Ziya ül-Hak'ın İslamizasyon programına ve Nizam-ı Mustafa [Peygamber'in Sistemi]'nin yerleştirilmesi için onun yönetiminde yapılan çalışmalara nasıl bakıyorsunuz?

- Müftü Cafer Hüseyin hayattayken, hareketimizin Ziya ül-Hak'a bakışı, onun samimi olmadığı ve İslam'ı, diktasını uzatmak için kullandığı biçimindeydi. Hatta ilk zamanlar Ziya ül-Hak'a destek vermiş kişiler ve partiler de şu an bizimle aynı fikirdeler. 1984'de yapılan referandum, sanırım olayı açıkça ortaya koyuyor. Ziya ül-Hak halka İslamizasyon isteyip istemediklerini sordu, eğer isterlerse 5 yıl daha görevde kalacağını da ekledi. Şimdi söyleyin bu ne biçim mantık? Hangi Kur'an ayeti, hangi hadis, onun böyle bir şey yapmasına izin verebilir? Her zaman söyledik şimdi de söylüyoruz: Ziya ül-Hak İslam'ı kullanmaktadır. Çünkü biliyor ki İslam'a candan bağlı bu halk "İslamizasyon" sloganının etkisiyle onun ardından gelecekti.

- Ziya ül-Hak'ın yaptığı düzenlemeler arasında gerçekten İslami olduğunu düşündüğünüz bir şey var mı?

- Bize göre sadece zekat konusundaki çalışmalar İslami kabul edilebilir. Fakat bu düzenlemeler de ne Hanefi Fıkhına ne de Caferi Fıkhına uygundu. Sadece yönetimi güçlendirmek ve muhalif sesleri bastırmak için atılmış bir adımdı. Daha başka bir çok teorik çalışma yapıldıysa da hiç biri uygulanmadı.

- TNFC devrimci bir teşkilat mıdır?

- Pakistan'da İslami sistemin yerleştirilmesi için çalışacak teşkilatların önünde iki yol vardır: Seçim veya devrim. Çok sayıda Şii aliminin katılacağı ve halihazırda kabul edilmiş olan parti bildirimizin bazı bölümlerinin de, tartışılacağı TNFC Büyük Şurası'nda bu konu da görüşülecektir. Daha sonra, Merkezi Şura'yı da toplantıya çağıracağız. Bu toplantılar sonucunda Parti çizgimiz belli olacaktır. Ama sonuç ne olursa olsun, TNPC Pakistan politik hayatında yerini alacaktır.

- Çıkış bildirinizden edinilen en baskın izlenim emperyalist güçlerin Pakistan'a müdahalelerinin temel bir sorun olduğu idi.

- Bu sonuca ulaşırken sadece Pakistan'ı göz önünde bulundurmadık, bütün İslam ülkelerindeki müslümanların sorunu budur. Emperyalizm, özellikle de Amerika bağlantılı olanı, bu ülkelerin içinde bulundukları kötü durumun baş sebebidir. Pakistan'da İslami sistemden bahsedilecekse, ilk önce "La ilahe illallah" cümlesinin gerçek anlamıyla ortaya konması ve kavranması gerekir."La ilahe" reddir, bütün ilahlara hayır demektir, "illallah" ise önermedir, tek ve gerçek ilah olarak Allah'ın kabulüdür. Tevhidi yolda, emperyalizmle yapılacak mücadeleden galip çıkılıp, onu tarihe gömmedikçe, İslami sistemin yapılanması ve korunması mümkün olmayacaktır. Bunun toplantılarımızda ve bildirimizde açıkça dile getirdik. Özellikle Pakistan'da, güçlü etkisi olan Amerikan emperyalizmi, İslami sistemin yapılanmasında büyük sorun olarak karşımızdadır. Yapmamız gereken şey emperyalist güçlerin ülkeden atılması için birlik olmaktır. Bu mücadele, tevhidin ikinci aşamasına ulaşmak için kaçınılmaz mücadeledir.

- Sizce Pakistan'da hüküm süren sistemin aksayan yönleri neler?

- Eğer sistemde, iyi giden bir şeyler olsaydı, sorunuza cevap vermek mümkün olurdu. Ama fesada uğramış bu sistemde biz hiç bir olumlu yön göremiyoruz. Sıkıyönetime dayalı bir polis devleti, Batıcı bir sistemdir bu sistem ve hayatın hiç bir alanına yönelik olumlu yanı yoktur.

- Bildirinizde sosyo-ekonomik alanda köklü değişiklikler yapacağınızı belirtmişsiniz, mesela toprak reformu, mülkiyet hakkına sınırlamalar gibi... Sizce, Pakistan için en uygun sistem nedir?

- Bildirimizde, İslam ekonomisi üzerine yazı yazmış değerli müslüman düşünürlerin görüşlerine atıfla bulunduk. Bildiri komisyonumuz ayrıca, İran İslam Cumhuriyeti'nin ekonomik yaklaşımlarını içeren çalışmaları da inceledi. Şu anki çabalarımız belli konulara yönelik çalışmalar yaparak, İslami kurallar çerçevesinde vardığımız sonuçları açıklamak şeklinde özetlenebilir. Uygulama aşamasına geldiğimizde, bazı sorularınıza daha net cevaplar vermek mümkün olacaktır.

- Kafanızda herhangi bir model var mı?

- Evet, işleyen bir model olarak İran İslam Cumhuriyeti.

- İran İslam Devriminin Pakistan'daki etkileri nasıl oldu?

- Sanırım, gerek müslümanlar ve İslam ülkelerinde olsun gerekse emperyalist güçler üzerinde, İslam Devriminin geniş çaplı etkileri oldu. Tabii ki değişik biçimlerde. Türk, Pakistanlı, Malezyalı ya da Mısırlı olsun müslümanlar bir kez daha anladılar ki insana yaraşır bir hayat ancak İslam'la mümkündür ve sosyalizm ya da herhangi bir ideoloji kesinlikle aldatmacadır. Hükümetlerin ve milletlerin var olmak için ya Amerika'ya ya da Rusya'ya dayanmak gerektiği biçimindeki düşüncelerini, İran İslam Devrimi şiddetle sarstı. Ve insanlara gösterdi ki, bu süper güçlere meydan okuyarak dahi, İslam çatısı altında güvenle yaşayabilirler. Devrim, Pakistan'daki Şii ve Sünni gençlerini de derinden etkiledi. Başarıya giden yolun İslam olduğunu anladılar. Devrim müslümanlara müjde getirirken, emperyalist güçlere ve onların kukla hükümetlerine azabı haber veriyordu, sanki! Anladılar ki, İslam Devrimi şu an karşılarındaki en büyük tehlikedir. Cenevre'de birinci Gorbaçov-Reagan zirvesi yapılırken, eski başkan Nixon'ın Amerika ve Rusya'yı İslam'a karşı birleşmeye çağırması oldukça düşündürücüdür.

- Parti bildirinizdeki bazı bölümler, İslam ve milliyetçilik tartışmalarını yeniden gündeme getirdi.

- İslam, milletlerin dil, giyim, geleneklerini tanır fakat onların ulusal kimliklerini ön plana çıkarmalarına izin vermez. Çünkü böyle bir hareket birlikteliği zayıflatacağı gibi bu halkları emperyalistlere kolay bir av haline getirir. Bunun örneğini Bangladeş'de yaşamıştık. Bu sebeplerden dolayı, renk, ırk ve coğrafi bağların üzerinde ancak İslam adı altında birleşebiliriz. Çalışmalarımız ulus adına değil, İslam adına olmalıdır.

- Parti bildiriniz Şii halka mı yönelik, yoksa bütün Pakistanlı müslümanlara mı?

- Eğer bildiri metnini okursanız göreceksiniz ki, Şii ya da Sünni kelimelerini kullanmadık. Biz ne söyledikse İslam ve müslümanlar adına söyledik.

- Pakistan'da Şiilerin birliği ne durumda?

- Bütün insanların aynı biçimde düşünmemeleri doğaldır. Bu yüzden, düşünce ayrılıkları yalnız Şiiler olarak bizim karşılaştığımız bir şey değil, Sünniler arasında da ayrılıklar var, diğer toplumlarda da. Fakat gene de Şiilerin çoğunluğunun belli bir platformda birleştiklerini söyleyebilirim.

- Yani TNFC, asıl kuruluş amacı olan Şii birliğini sağlamaya ulaştı mı?

- 10 Şubat 1984'te görevi aldığımdan bu yana Şii halkının birliğini sağlamaya yönelik her fırsatı iyi değerlendirmeye çalıştım. Nisan ayında Çakvel halkı Hamid Ali Müsavi ve beni birlik üzerine görüşmek için çağırmıştı. Bu buluşmada ben iki öneri sundum. Birinci önerimde ilk olarak, Masum İmam'dan sonra Naib İmam ve müçtehidlere itaatin Şiilerin görevi olduğunu hatırlattım. Caferi Fıkhı üzerinde anlaşmazlıklarımız olduğunu, fakat bunları ortadan kaldırmak için çaba sarfetmemiz gerektiğini söyledim. Sonra, ya İmam Humeyni'ye ya da herhangi bir müçtehide başvurup kararlarıyla amel etmeliyiz, diye de ekledim. Birinci önerimin kabul edilmemesi ihtimalini göz önünde bulundurarak, bir komisyon oluşturulabileceğini de söyledim. Bu komisyon, dünyadaki gelişmeler -özellikle müslümanlara ve Şiilere karşı gelişen olayları- yakından izleyen, uzak görüşlü üyelerden oluşacaktı ve tarafsız olarak görüşmelerde bulunacaktı. H. Ali Müsavi ve ben görüşlerimizi açıklardık, bundan sonra da komisyonun vereceği karar ikimiz için de bağlayıcı olurdu. Bir tür arabuluculuk görevi olan bir komisyon. H. Ali Müsavi'ye bunları kabul etmiyorsa, özel görüşme önerdim. Ama ne önerime bir cevap verdi, ne de kendisi bir şeyler önerdi. H. A. Musavi'ye her zaman ön koşulsuz olarak görüşmeye hazır olduğumu da defalarca söyledim, buna da yanaşmadı. Ancak birbirine bağlı bir çok şart öne sürerek görüşebileceğini belirtti. Bizim çabamız birliği sağlamak içindir. Eğer bu başarılamazsa, ben TNFC'nin bu yolda üzerine düşeni yaptığını ve suçlanamayacağını rahatlıkla söyleyebilirim.

- Pakistan'da, son yıllarda Şii ve Sünniler arasında bazı çatışmalar oldu. Mesela, en son, 1987 Temmuzu'ndaki Parachinar ve Kurram'daki olaylar. Bu tür gerginliklerin tırmanmasının sizce sebepleri nelerdir?

- Her zaman belirttiğim gibi, eğer müslümanlar ulus mücadelesi veriyorsa arkasında Rusya, hizip mücadelesi veriyorsa Amerika vardır. Bu tağuti güçler, Devrim'den sonra anladılar ki, müslümanların birleşmeleri onları o bölgeleri terketmeye mecbur edecek. Amerika'nın İran'dan çekilmesi gibi. Pakistan halkı İslam'a gönülden bağlıdır. Eğer bir devrimin kökleri yerleşebilirse, Amerika için Pakistan'da büyük sorunlar doğabilir. Bunu engellemek için, çevirdikleri entrikalara ve emperyalist oyunlara hız verdiler. Sonuç olarak, Parachinar ve Kurram olaylarını yaşadık. Egemen güçler bizleri kardeş kavgasıyla meşgul edip, gerçek kavgamız olan emperyalizmle mücadeleden bizleri alıkoymak istiyorlar.

- Yani, bu Sünni-Şii çatışmalarının tek nedeni dışarıdan yönlendirilen komplolar mı?

- Kesinlikle. Doğal olarak Amerika doğrudan müdahale etmeyecektir. Bunun yerine Sünnileri-Şiilere, Şiileri de Sünnilere karşı din adına kışkırtacaktır. Yüzeysel bakarsanız, olayların bir konuşma ya da benzeri bir nedenden kaynaklandığını sanabilirsiniz. Ama, aslında bu gerginliklerin gerçek sorumlusu tağuti güçlerdir.

- Eğer söylediğiniz gibi yabancı güçler ülkede huzursuzluk ortamının devamını istiyorlarsa, Şii ve Sünnilerin, birlikte barış içinde yaşamaları nasıl mümkün olacak?

- Bu soru, Şii ve Sünnilerin bilinçlenmeleri ile doğrudan ilgili. Barış ve kardeşlik ortamının sağlanabilmesi için Şii ve Sünnilerin, tağuti güçlerin İslam'a yönelik tavırlarını anlamaları ve onların ellerinde bu oyuna alet olmaktan kurtulmaları gerekiyor. Aksi halde durum daha kötüye gidecektir.

- İran-Irak Savaşına ilişkin görüşleriniz nelerdir?

- Devrimin yayılmasından korkan Amerika, İran-Irak Savaşı'nı başlattırdı, yani Irak aniden İran'a saldırdı. Bununla da yetinmeyen Amerika, Batı müttefiklerini ve Arap şeyhlerini Irak'a yardım için ikna etti. Ayrıca, dünyanın ve müslümanların bu savaşı, bir Şii-Sünni savaşı ya da Araplarla Arap olmayanların savaşı olarak algılamaları için çok çaba harcadı. Bütün bu yapılanlarla İran'ı güç durumda bırakmak istiyordu. Fakat Sünnilerin bir çoğu bu oyuna gelmedi, çünkü bu savaşın Amerika tarafından İran'a karşı tezgahlandığını anladılar. Allah'ın izniyle, Pakistan halkı Amerika'nın komplolarını boşa çıkaracak biçimde bilinçlenecektir. Allah Kur'an'da buyuruyor ki: "Tuzak kurdular, Allah da onların tuzaklarına karşılık verdi; çünkü Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır." (Al-i İmran, 54)

- Yabancı güçlerin, son yıllardaki iç çatışmalardan sorumlu olduğunu daha önce belirtmiştiniz. Peki, siz de bazı eleştirmenler gibi, bu olaylardan Pakistan hükümetini de sorumlu tutuyor musunuz?

- Hükümetimiz, Amerika'nın övgüsünü kazanmak ve her zaman hizmetine hazır olduğunu göstermek için bir çok olayda etkili rol aldı. 1986'da Lahor, Çekval ve diğer şehirlerdeki olaylarda olduğu gibi. Hükümetimizin yaptığı bu yanlışlıkların farkına varmasını ve gelecekte de, olaylara bu türlü yaklaşmaktan kaçınmasını istiyoruz.

- Bildirinizde Batı kültür ve fikirleri reddedilmesine rağmen, gelecekte kurulacak parlamenter sistemden ve hareket özgürlüğüne sahip partilerden bahsediliyor. Bir de İslam İdeolojisi Konseyi var. İlk önce parlementarizm ve partilerden konuşalım. Bunlar batılı kavramlar değil mi?

- İslam'da, bugünkü manada parlamentoya karşılık gelebilecek olan, seçilmiş aydın ve sorumluluk sahibi insanlardan oluşan şura anlayışı zaten vardır. Biz buna İslami Şura Meclisi adını veriyoruz. Partilere gelince, İslam bu konuda yasaklayıcı hüküm getirmemiştir. İslami ilkeleri benimseyen bir partinin kurulup, faaliyette bulunmasında sakınca yoktur. Ama açıkça bilinmelidir ki, savunduğumuz sistem, batıdaki parlementer sistem değildir.

- Gelecekte oluşması muhtemel İslami sistemde laik partilerin durumu ne olacak? Eğer bu tür partiler kurulursa, hareket özgürlükleri olacak mı?

- İslami bir devlet İçinde laik olsun ya da İslam karşıtı ideolojiye sahip olsun, bu tür partilerin varlıktan ve hareketleri belli şartlara bağlıdır. Yani açarsak, İslam ve müslümanların meseleleriyle ilgilenmemeli, inançlarını değiştirmeye çalışmamalıdırlar. Ayrıca yabancı güçlerle işbirliği yapmamaları ve gerginliğe sebep olacak hareketlerden kaçınmaları gerekir. Bu şartlardan herhangi birinin aksine davranmaları halinde faaliyetlerine izin verilmez.

- Benazir Butto liderliğindeki Pakistan Halk Partisi'nin laik olduğunu söyleyebilir misiniz?

- Pakistan'daki bütün partiler Halk Partisi olsun, Birlik Partisi [Tehrik-e İstiqlal] olsun hepsi müslüman örgütlenmelerdir. Müslüman halkın desteğine sahip olan ve bu sayede güçlenen partileri biz böyle değerlendiriyoruz.

- Pakistan'da kanunların Kur'an ve Sünnet'e uygunluğunu denetleyip hükümete bildiren bir İslami İdeoloji Konseyi zaten vardı. Siz, bu meclisin tavsiye yetkisinin, karar verme yetkisine yükseltilmesi gerektiğini ve bu mecliste değişik düşünce okullarının da temsil edilmesinin şart olduğunu belirttiniz. Eğer ileride böyle bir yapılanma oluşturulursa, üyeler arasındaki fikri anlaşmazlıkları nasıl çözeceksiniz? Son sözü kim söyleyecek?

- Üzerinde anlaşmazlık olan bir çok konuyu zaten belirledik ve anayasada bu doğrultuda hükümler hazırlayacağız. Bununla birlikte mezhepler arasındaki görüş ayrılıkları gözönüne alınarak, inanışları doğrultusunda hareket etmelerine izin verilecektir.

- İslam İdeoloji Konseyi'nden başka, İslami sistemin oturtulmasına yönelik yeni kurumların oluşturulması için önerileriniz var mı?

- Bu gelecekteki gelişmelere bağlı bir şey. Meselelerin tartışılmasıyla yeni fikirler oluşacaktır.

- Afganistan olayına partiniz nasıl bakıyor?

- İnanıyoruz ki, Afgan cihadı müslümanların desteklemesi gereken İslami bir cihaddır. Rusya eninde sonunda Afganistan'dan çekilecektir. Bu olay gerçekleştiğinde mücahitlerin, Amerika'nın oyunlarına karşı da bilinçli olacaklarını umuyoruz. Çünkü çok sayıda İnsan öldü, ama bu fedakarlıklar henüz meyvesini vermedi. Ayrıca hükümetimizin Kabil rejimiyle dolaylı da olsa görüşmeler yapmasının sakıncalı olduğuna inanıyoruz. Çünkü bu konuda gerçek söz sahipleri Mücahidler ve Muhacirlerdir (Pakistan'daki göçmenler). Bu grupların katılmadığı görüşmeler herhangi bir önem taşımaz. Bu konuda Pakistan hükümeti dikkatli olmalı, Amerika'nın vaatlerine çok güvenmemelidir. Ne yapılacaksa İslam kardeşliği adına yapılmalıdır, Amerikan çıkarları için değil!

- 1987 Haccında yaşanan trajik olay hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Amerika'nın bu olayı Körfez'deki savaşla ilgili olarak tezgahladığını biliyoruz. Olayın sorumluluğu daha sonra İran'a yüklenecek ve Arap ülkelerinde, müslüman ülkelerde, İran karşıtı kamuoyu oluşturulacaktı. Çünkü Amerika doğrudan müdahale edip de Körfez'de Pasdarlarla karşılaşmayı göze alamaz! Olay sırasında İranlı hacılar, Allah'ın "müşriklerden teberri edin" emri doğrultusunda Amerika ve Rusya aleyhine sloganlar atıyorlardı. Ancak Suudilerin açtığı ateş sonucu çoğu kadın ve savaşamayacak durumda olan 325 kişi şehit oldu.

Kabe'nin kutsallığı, müslümanlar kadar gayri müslimler tarafından da benimsenirken, Suudi hükümetinin bu hareketinin izahı mümkün değildir. Ayrıca şiddetle protesto edilmesi gereken bu olay karşısında İslam dünyasının suskun kalması da anlaşılacak şey değildir! Biz Suudi hanedanının Haremeyn-i Şerifi korumaya yetkili olmadığını düşünüyoruz. Onlar Hadimul Harameyn olamazlar. Bu sebeple İslam ülkelerinden gelen alimlerin oluşturduğu bir komisyon kurulması ve Harameyn-i Şerifin bu komisyonun gözetimine girmesi gerekmektedir.

- Lübnan'da veya Körfez'de olsun, İslam Dünyası'ndaki savaşların Şiiler-Sünniler arasında değil de, statükoyu muhafaza etmek isteyenlerle devrimciler arasında olduğu söyleniyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

- Biz daha önce de bu savaşların Şii-Sünni savaşı olmadığını belirtmiştik. Bunları devrimci-statükocu savaşı olarak değerlendirebilirsiniz, ama bizce bütün bu mücadeleler müslümanlarla kafirler arasındadır.

- Yani sizce Suudi yönetimi gayri İslami mi?

- Amerika'nın sömürdüğü bu ülkeyi İran-Amerika savaşında İran'a karşı kullandığını düşünüyoruz ve Suudi yönetimine bu açıdan bakıyoruz. Aynı şekilde Amerika kendini ön plana çıkarmadan Saddam Hüseyin ve Hüsnü Mübarek'i görevlendirdi. Zaten bu yapılanlar, Amerika ve Rusya'nın her zamanki taktikleridir. Çıkarlarını korumak için kuklalar kullanırlar, gerekirse de savaştırırlar. Eğer İran'daki İslam Cumhuriyeti devrimi yaymak, müslümanları gerçek devrimci İslam'a çağırmak istemeseydi, süpergüçler için bir problem olmayacaktı.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR