1. YAZARLAR

  2. Liem Soei Liong

  3. Endonezya Müslümanları ve Devlet; Uzlaşma mı, İsyan mı?

Endonezya Müslümanları ve Devlet; Uzlaşma mı, İsyan mı?

Haziran 1990A+A-

Liem Soei Liong: Endonezya, Doğu Timar ve Batı Papua'daki insan hakları ihlallerini konu alan bir yayın olan TAPOL bülteninin yayımcısıdır. De Molukken (1988'in yazarı olan Liong, ayrıca. The War Against Kast Timor (1984; Japonca baskısı, 1986); Indonesia: Muslims on Trial (1987) ve The Suharto Years (1988) adlı eserlerinde ortak yazarıdır.

 

Endonezya'da hakim liderlik ile ülkenin müslüman nüfusu arasındaki ilişkiler, Ağustos 1945'te Endonezya Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana hep yoğun ve sorunlu olagelmiştir. Bir taraftan Endonezya'daki geleneksel müslüman teşkilatların mensupları ısrarla ve yılmadan devlet iktidarının kendilerine daha fazla açılmasını isterlerken, öte taraftan Endonezya'daki politik İslam'ın temsil ettiği müslüman nüfusun daha köktenci kesimleri ile devletin ilişkileri ise sürekli derin bir çatışma ve düşmanlığın sahnesi olmuştur.

1985'in başlarından bugüne kadar çok sayıda Endonezyalı müslüman eylemci, İslami faaliyetleri dolayısıyla tutuklanıp mahkemelere sevk edilmiş, yargılanarak çok ağır hapis mahkumiyetlerine çarptırılmıştır. Çünkü bu müslümanların İslami faaliyetleri rejimin ve onun politikalarının eleştirisini de içeriyordu. Yargılanan müslümanların bir bölümü de, hiç birisi devlet tarafından doğru dürüst araştırılıp ispatlanamayan bir dizi bombalama eylemlerinden ve iş merkezlerine karşı tahripkar saldırılardan sorumlu tutulmuştur. Son üç yıldır [Makale 1988 yılının Nisan ayında yayınlanmıştır-ç.n.] kesintisiz biçimde devam eden yargılamalar, Endonezya Askeri Rejimi tarafından müslüman muhalif ve eleştirmenleri bölücüler ve teröristler şeklinde göstermek amacıyla şimdilerde birer propaganda malzemesi olarak kullanılmaktadır.

1980'lerin ortalarından bu yana şiddeti gittikçe artan baskılar, geleneksel müslüman teşkilatların ulusal karar verme mekanizmalarına katılımını sağlayan mevcut olanakların kısıtlanmasıyla da aynı döneme rast geldi. Ülkenin bağımsızlıktan sonraki tarihinde ilk kez Nisan 1987'de genel seçimler, Müslüman siyasi partilerin katılımı olmaksızın yapıldı. Seçimlere katılma hakkı tanınan partiler sadece ve sadece Endonezya Rejimi'nin resmi doktrini Pancasila'ya bağlı olanlardı. Özellikle de Endonezya dünyada en büyük İslam ülkesi şeklinde bilindiği için, Müslümanların taleplerinin neden böylesine katı bir biçimde bastırıldığını anlayabilmek amacıyla, daha derin çözümlemelere ihtiyaç duymaktayız. Okuduğunuz bu makale, günümüz Endonezyası'ndaki çağdaş İslam siyasetinin çözümlemesini, İslam'ın iki kolunun araştırılması yoluyla yapmaya çalışacaktır: Çoğunlukla devletle bir arada yaşayabilen ıslahatçı geleneksel teşkilatlar ile tarihsel olarak da gayri müslim merkezi devlet otoritesine karşı köklü bir eylemci birikimi temsil eden daha radikal, köktenci müslüman gruplar.

Endonezya'da İslam, Değişik Bir Gelişim

Bu günkü Endonezya adalar topluluğuna İslam, Hinduizmin ve Budizmin bölgenin pek çok yöresinde kök salmasından yaklaşık altı yüz yıl sonra, Hintli, Çinli ve Arap tüccarlar vasıtasıyla ulaştı. Daha sonra hızla yayılsa da, geleneksel mahalli dinler ile Hinduizm ve Budizm'in belli yönleri de hayatiyetini sürdürdü. Sonuçta güçlü mahalli özellikler taşıyan İslam çeşitleri oluştu. Sözgelimi, Kuzey Sumatra'da bulunan Açe'deki İslam, Cava'nın merkezindeki İslam'dan epey farklı özelliklere sahiptir. Zaten günümüz Endonezya'sının 13667 adadan müteşekkil hali, onu etnik yapı, dil ve şive açısından muazzam çeşitliliğe sahip bir ülke yapmaktadır. Her ne kadar 168 milyonluk ülke nüfusunun %87.5'u kendisini müslüman olarak tanımlasa da, bu güne kadar müslüman siyasi ve toplumsal gruplar ulusal seçimlerde henüz hiç çoğunluk elde edememişlerdir.

Şimdiki adalar topluluğu tarihte hiç bir zaman tek bir siyasi, toplumsal ve etnik bütünlüğe sahip olmamıştı. Geleneksel siyasi yapısı, sayılan çok fazla olan dağınık ada topluluklarından dolayı farklı mahalli güç merkezleri şeklindeydi, İslam'ın yayılışında bile benzer bir dengesizlik ve düzensizlik fark edilmektedir. Örneğin, bazı sahil bölgeleri diğer yörelerinden çok daha önce İslam'la tanışmıştı, ikinci Dünya Savaşı'nın ardından bağımsız bir Endonezya Devleti'nin kuruluşunu sağlayan iktidarın veya gücün merkezileşmesi olgusu, büyük ölçüde Hollanda Sömürge Siyaseti'nin bir sonucudur. Hollanda Doğu Hint Adaları [Endonezya'nın o zamanki adı] yönetim yeri Cava'da bulunan ve politikaları son derece merkezi olan sömürge devlet aygıtının yapısı gereği bütünleştirilip birleştirilmişti. Böylece sömürge dönemi bir yandan adalar topluluğunun birliğine katkıda bulunurken, öte yandan da Cava ile çevresindeki adalar arasında ciddi yapısal dengesizlikler ve eşitsizliklere yol açtı. Siyasi ve ekonomik gücün Cava merkezli belli bir coğrafi konum ölçüsüne göre eşitsizce dağılımının yarattığı ayrımlaşmalar, bu gün dahi mevcut Endonezya siyasetindeki ilişkileri belirler. 1945'teki bağımsızlıktan bu yana Endonezya'nın iki başkanı oldu: Sivil kökenli Sukarno ile halefi General Suharto. Bu başkanların her ikisi de Cavalı'dır ve ismen müslümandırlar. Yine her ikisi de hac farizasını ifa etmek amacıyla Mekke'yi ziyaret etmişlerse de, aslında kültürel bakımdan özelliklerini şimdi açıklayacağımız abangan kesimine dahildirler.

Cava Toplumundaki Bölünme

Amerikalı sosyolog Clifford Geertz, adadaki toplumsal sınıfların bölünmesine de tekabül eden üç farklı türde Cava İslam'ı ayırt eder. Abangan müslümanları sadece ismen müslümandır. İnanışları genellikle, geleneksel Cava dinlerinin, Hinduist, Budist ve İslami öğelerin sentezci bir karışımından müteşekkildir. Abanganlar hala Cavalılar arasında çoğunluğa sahiptirler. Santriler ise dinlerinin ilkelerine bağlı samimi müslümanlar şeklinde tanımlanabilirler. Üçüncü kategoride ise Priyayiler vardır. Yine ismen Müslüman olan bu grup Cava'nın geleneksel yöneticileri olan idari bürokrasi ve asillerden oluşur. Priyayiler'le abanganlar'ın hayatı algılayışları ve inanışları aynı olmasına rağmen, priyayiler'in hakim nüfuzlu sınıf olmak gibi önemli bir imtiyazları vardır.

Tahmin edilebileceği gibi, toplumun egemen kesimini oluşturan priyayiler siyasi İslam'ı ya da daha genelde müslüman aktivizmini kendi hegamonyalarına bir tehdit şeklinde görmektedir. Bunu gözönüne alan Hollandalı'lar, prlyayi ve santriler'e yönelik böl ve yönet politikası izlediler. Priyayiler sömürge sistemine katılabilirken, müslüman santriler büyük ölçüde dışlandılar. Bu politika, neden santriler'in üretim ve ticaret gibi ekonomik faaliyetlerde etkin iken, sömürge ordusunda ve idaresinde temsil edilmediklerini de açıklar. Söz konusu gelenek biraz değişse de halen günümüz Endonezya'sında dahi sürmektedir.

Özellikle de, Hollanda sömürge idaresi ve ordusunun alt kademelerinde çalışan memur ve askerlerin oluşturduğu priyayi kecil [düşük priyayi], çoğunlukla abanganlar'ın aynı görüşleri paylaşıp, müslümanların siyasi taleplerine soğuk bakmaktadırlar. Şu anda ülkenin asker kökenli başkanı olan Suharto bu son kategorideki insanları en iyi temsil edebilecek bir kişidir. Zira Suharto, Bağımsız Cumhuriyet'in ilk yıllarında bir subay olarak silahlı müslüman gruplarla pek çok cephede savaşmıştır. Suharto nesli askerlerin neredeyse tamamı, örgütlü siyasi İslam'a karşı benzer düşmanlık duyguları taşırlar.

İslam'ın, Endonezya dahil dünyanın her tarafında bir canlanış içine girdiği 1970'lerde, abangan yöneticiler Endonezya İslami Hareketi'ne karşı daha katı bir tutum takındılar. Bu arada kebatinan adıyla bilinen, geleneksel Cava inançlarının yaygınlaşmasını teşvik ettiler. Kebatinan uygulamaları ülke genelinde güçlü bir devlet desteği gördü, nerdeyse resmen tanınmış dinlerle aynı haklara sahip oldu. Pancaaila'nın, tüm toplumsal ve siyasal kuruluşlar için yegane ilkeler bütünü olarak kabul edilişine ilişkin kanunun yürürlüğe girmesi, Kebatinan gruplarca İslam'a karşı kazanılan nihai zafer şeklinde görülüp, sevinçle karşılandı. Sanki bu zaferlerini sağlamlaştırırcasına, 1987 yılının Ekim ayında, Doğu Cava'da pek çok önemli ismin katıldığı ve majopahit taktı'nın yeniden inşa edilmesi yemininin edildiği bir toplantı düzenlendi. Majopahit Krallığı, Müslümanlar ve Hollandalılar idareyi ele geçirmeden önceki en büyük Hint-Cava krallığıydı. Majopahit Krallığı'nın yeniden kurulması fikri, zamanında Hollandalı']arın yarattığı bir mit'tir. Çünkü şu anki Endonezya'yı oluşturan adalar topluluğunun tamamını kapsayan bir merkezi yönetimi ilk kez majopahitler gerçekleştirmişti ve Hollandalı'ların tesis ettiği siyasi birliğe tarihi zemin oluşturmak gibi mühim sembolik bir anlamı vardı. Fakat zamanla bu mit, Endonezya'nın abangan milliyetçileri tarafından, milliyetçi ideolojinin ana unsurlarından biri olarak kabullenildi. Suharto da, kansı Tien de tanınmış majopahit hayranlarından olup, Suharto döneminde sıkça kullanılan sembollerin ve Sanskrit isimlerin büyük bir bölümü majopahit döneminden alınmadır.

Endonezya Ordusu ile Örgütlenmiş İslam Arasındaki Düşmanlık

Endonezya'nın Ağustos 1945'teki bağımsızlığından bir kaç ay önce, Cumhuriyetsin ilerideki anayasası Üzerinde tartışılırken Santri ve Abangan liderler arasında sıcak bir çatışma doğdu. Nihayette, Anayasa'nın beş temel yönlendirici ilkeleri arasına "Allah'a iman" maddesinin konulmasıyla bir anlaşmaya varıldı. Müslüman temsilciler bu maddeye özel bir İslami nitelik kazandırılması hususundaki taleplerine de destek sağladılar. "İslam Dinine inananların İslami kanunlara uyma yükümlülüğü ile birlikte" şeklinde bir ibare yukarıdaki maddeye eklenecekti. Söz konusu Anayasa Başlangıcı Taslağı, Jakarta Bildirgesi olarak anılır. Ancak bağımsızlığın ilanından bir gün sonra 18 Ağustos 1945'te açıklanan Devlet Anayasası'ndan, Sukarno ve Hatta gibi laik liderler tarafından üzerinde anlaşmaya varılan cümleler çıkartılmıştı. Böylece Müslümanların bağımsızlık sonrası ilk zaferi, cemaatin bir daha geriye değiştiremeyeceği onur kırıcı bir yenilgiye dönüşmüştü. Jakarta Bildirgesi meselesi, 1960'ların ortalarına kadar siyasi münakaşaların odağını oluşturdu.

Endonezya ordu liderleri ile örgütlenmiş İslam arasındaki ilişkiler hiç bir zaman pürüzsüz ve normal olmadı. Cumhuriyet'in daha ilk yıllarından itibaren gelişen bir takım olaylar ilişkileri tamamen bozmuştu. Daha önce de belirtildiği gibi Endonezya ordu subayları çoğunlukla Cavalı'dır ve düşük priyayi kökenlidir. Dolayısıyla müslümanlara karşı kökleri derin bir güvensizlik hissi beslerler. Eski sömürge idarecileri olan Hollandalılar'ın genç Cumhuriyeti yıkma çabalan sarfettiği 1945 ile 1949 arasındaki hummalı dönemde, iki önemli sömürge karşıtı güç arasında -Endonezya ordusu ve müslüman ordu birlikleri- açık çatışmaya yol açacak pek çok hadise vuku buldu.

Ekim 1945'te kurulan Endonezya Ulusal Ordusu, daha çok Japonların eğittiği askerlerden oluşmaktaydı. (Bugünkü başkan General Suharto da onlardan biridir.) Bu birlikler 1942-1945 arası Japon işgali sırasında, Anavatan Savunma Kuvvetleri (PETA veya Pembela Tanah Air) için oluşturulmuştu. Priyayi kökenli PETA askerlerinin hayatı algılayışları ve davranışları Japon efendilerininkine çok benzemekteydi. Ancak çok sonraları Japonlar Endonezya'deki müslümanları da [burada kastedilen Santriler'dir-ç.n.] askere alıp eğitmeye başladılar. Bu gelişme Japonların başına pek çok ciddi sorun açtı. Hizbullah adındaki müslüman birlikler özellikle Japonların Hollandalılara karşı yenilip çekilmesinden sonra önemli bir savaş gücü halini aldı.

Endonezya Ulusal Ordusu'nun savaş birliklerinden farklı bölgelerde savaşan Hizbullah kuvvetleri, Hollandalılara karşı verilen sömürge karşıtı mücadelede pek çok kere düzenli cumhuriyet kuvvetlerinden daha iyi çarpışmıştır. Batı Cava'da Hizbullah birlikleri önemli bir güç haline gelmişti. Nitekim tüm silahlı birlikleri yalnızca Cumhuriyet Ordusu'nun emir-komuta zinciri altında toplama çabalan da sonuçsuz kalmıştı. Hizbullah Kuvvetleri kolaylıkla kontrol altına alınabilecek gibi değildi ve neticede iki ordu kesimi arasında yer yer çatışmalar çıkmaya başladı.

1947 yılında, aynı yıl içinde Hollandalı'larla yapılan bir anlaşmanın gereğine binaen, düzenli ordu birlikleri Batı Cava'dan çekildiler. Fakat Hizbullah Kuvvetleri geri çekilmeyi reddetti. Orada kalarak Hollandalı'lara karşı yürüttüğü gerilla mücadelesini sürdürdü.

Cumhuriyet Ordusunun geri çekilişini küçümseyen Hizbullah, aynı yıl ismini de Daru'l-İslam şeklinde değiştirdi. Askeri kanadına da Endonezya İslam Ordusu (Tentera falanı Indonesia ) adım verdi. 1949'un başlarında, Cumhuriyet'in başkenti Jogjakarta'nın Hollandalı'lara teslim olmasından sonra dağınıklık ve şaşkınlık içinde Batı Cava'ya dönen Cumhuriyet Ordusu birlikleri burada Daru'l-İslam'ın sert direnişiyle karşılaştılar. Sekar Madji Kartosuviryo liderliği altındaki Daru'l-İslam, Ordu'nun şehirde tekrar milliyetçilerin denetimini kurma çabalarına karşı çıkıp, güçlü mahalli desteğiyle beraber ayrı bir devlet ilan etti.

Daru'l-İslam hareketi 1960'ların başlarına kadar bastırılamadı. Kartosuviryo ve onun Daru'l-İslam mücahitleri, Endonezya resmi tarihinde isyankarlar ve hainler olarak geçer. Bu gün bile, Kartosuviryo'nun kurduğu Daru'l-İslam'a bağlı olmak veya sempati duymak, müslüman eylemcileri suçlarken aleyhte delil olarak kullanılmaktadır.

Ordu ile müslümanların çatışmaları yalnızca Batı Cava'yla sınırlı kalmadı. Merkez Cava'nın kuzey kıyısı boyunca, Açe'de Kuzey Sumatra'da, Güney Kalimantan'da ve Kuzey Sulevesi'de ordu birlikleri İslam sancağı altındaki kuvvetlerle yıllarca uzun ve zorlu çatışmalara girdiler. Uzayan savaş hali, subaylar arasında İslami militarizme karşı kökleri derin bir düşmanlık ve güvensizlik hissi yarattı. Olaylar, subaylardaki müslüman eylemcilerle ancak demir yumrukla baş edilebileceği şeklindeki inancı da pekiştirmiş oldu. Zaten Endonezya resmi tarih kitaplarına göre Batı Cavalı Kartosuviryo veya Güney Sulevesili Kahhar- Muzakkar gibi Daru'l-İslam liderleri birer haindirler. Hollandalılara karşı verilen sömürge karşıtı mücadelede bu insanların çok önemli bir yeri olmasına rağmen, tarih kitaplarında bu konuda tek bir satıra dahi rastlanmaz. Genç nesil müslüman eylemciler arasında, Kartosuviryo gibi müslüman liderlerin geçmişini ve hedeflerini öğrenmeye yönelik yeni ve yoğun bir ilginin bulunması tesadüf değildir. 1949 yılında bir cumhuriyet şeklinde Endonezya İslam Devleti'ni (Negara İslam Indonesia) ilan eden kişi Kartosuviryo'dur. Kartosuviryo, Endonezya'daki çağdaş İslami Hareket'in en büyük tarihi şahsiyeti ve öncüsüdür. Sanırım bu esnada Kartosuviryo'nun kısa bir portresini sunmak gerekecek.

Sekar Madji Maridjan Kartosuviryo aslında Prianganlı, diğer adıyla Batı Cavalı değildir. Orta ve Batı Cava'nın sınırında küçük bir şehir olan Cepu'da, 1905 yılında dünyaya geldi. Babası Hollanda sömürge idaresinde küçük dereceli bir memur olduğu için aileleri nüfusun genel çoğunluğundan daha varlıklı idi. Bu nedenle Hollandalılar tarafından zengin yerlilerin ve priyayi ailelerin çocukları için açılmış okullarda okumasına izin verilmişti. Kartosuviryo, militan bir müslüman siyasi liderden pek umulmayacak laik bir eğitimden geçti. 1923'de orta eğitimini bitirdikten sonra, Hollanda idaresince yeni açılmış bir Tıp Koleji'nde okumak üzere Cava'nın ikinci büyük şehri Suraba'ya gitti. Fakat daha dördüncü yılı dolmadan siyasi görüşleri ve faaliyetleri yüzünden okuldan atıldı.

Kartosuviryo'nun Surabaya'daki hayatı ve tecrübeleri, gelecekte Endonezya'nın ilk cumhurbaşkanı olacak Sukarno'nunkilerle az çok aynıydı. Her ikisi de aynı yurtlarda kaldılar. Yine her ikisi de ilk siyaset derslerini tanınmış Serikat İslam Önderi Hacı Ömer Said Tjokroaminoto'dan aldılar. Sukarno Surabaya'da sadece bir dönem önce, 1916-1920 arası, kalmıştı. Ne var ki Sukarno daha sonraları laik ulusalcı bir lider olurken, Kartosuviryo büyük üstadı Tjokroaminoto'nun ideallerine sadık kaldı ve Serikat İslam'a katıldı. Sukarno'nun Surabaya'da kaldığı yıllar, Serikat İslam'ın büyümesinin zirvede olduğu zamana rastlar. 1921'de kurulan Serikat İslam, Çağdaş Endonezya tarihindeki ilk sömürge karşıtı kitle hareketidir. İlk başlarda çok hızlı büyüdü. 1919'da iki milyondan fazla üyeye ulaştı. Fakat 1920'lerin ortalarından itibaren Hollanda otoritelerinin baskısına ek olarak, sözde kızıl kanat Serikat Merah ile yeşil kanat Serikat Hicau arasındaki derin iç çatlak dolayısıyla teşkilatın gücü ciddi ölçüde zedelendi. Nihayette Serikat Merah, küçük Endonezya Komünist Partisi'yle birleşti. Aslında Endonezya Komünist Hareketi'nin müslümanların saflarından çıktığı söylenebilir.

1926 ve 1927'de Serikat İslam'ın merkezi sayılabilecek yerlerden, Batı Cava ve Batı Sumatra'da ciddi ayaklanmalar patlak verdi. Bunlar ilk açıktan sömürge karşıtı ayaklanmalarda. Her ne kadar bu ayaklanmalar sonraları hem Hollandalı hem de Endonezyalı tarihçilerce komünist esinli isyanlar şeklinde değerlendirilse de, ayaklanmaları hem müslümanların ve hem de komünistlerin Hollandalılar'a karşı verdiği ortak bir isyan şeklinde tanımlamak daha uygun ve doğru olacaktır. Ayaklanmanın bastırılmasından sonra pek çok komünist lider ve önde gelen ulema topluca, Batı Yeni Gine'de sıtma salgını çığ gibi olan Boven Digul bataklıklarına sürüldüler.

Yenilgi'nin ardından gelen Serikat İslam'ın gücündeki düşüşe rağmen Kartosuviryo davasına sadakatini ve siyasi ve dini faaliyetlerin ayrılmazlığı konusundaki sağlam inancını korudu. 1930'ların başlarında Parti'nin adı Endonezya İslami Birlik Partisi [Partia Serikat İslam İndonesia, (PSII)] şeklinde değiştirildiğinde O hala partideydi, 1930'larm ortalarına doğru PSU'nın başkan yardımcısı oldu. Sömürge karşıtı mücadelenin bu önemli döneminde, müslüman siyasi hareketi içerisinde iki eğilim tespit edebiliriz: "Uzlaşmacılar", Hollandalıların sistemiyle beraber veya sistemin bizzat içinde çalışmayı uygun görenlerdi. "Uzlaşmasızlar" ise Kartosuviryo gibi her ne şekilde olursa olsun her türlü işbirliğini reddedenlerdi.

1939 yılında, sömürge idaresinin uyguladığı ağır baskılar altında, PSII liderlerinin çoğu sömürgecilerle işbirliğini kabul etti. Kartosuviryo ve onun görüşündeki diğerleri bu karara karşı çıktılar ve sonuçta Parti'den atıldılar. 1942 yılında Japonlar Hollandalılar'ı bölgeden çıkarıncaya kadar, Kartosuviryo'nun adı pek duyulmadı. Bu arada kendisini genç müslüman kadroların eğitimi ve yetiştirilmesine adamıştı. Yine bu ara dönemde siyasi niteliği olmayan iki büyük müslüman teşkilat; Nahdatu'l-Ulema (NU) ve Muhammediye, Endoneziya Yüksek Müslüman Konseyi [Mejtisui Islamil a'la Indonesia] adlı bir federasyon kurdular. Kartosuviryo bu federasyonla ilişkiyi reddetti. Çünkü PSII'nın siyasetindeki değişmeye paralel olarak sömürge hükümetiyle irtibat ve görüşmeleri geliştirmek amacıyla böyle bir federasyon kurulmuştu.

Endonezya'daki Japon işgali yalnızca üç buçuk yıl sürdü. Ancak bu süre milliyetçi ve müslüman liderlerle Japon yönetimi arasında yakın işbirliğini görmeye yetmişti. Ancak, bazı komünistler ve ilkeli dini liderlerden oluşan çok küçük bir grup faşizm karşıtı bir tavır takındılar fakat bu hiç bir zaman Japon karşıtı bir ayaklanmaya tutuşturabilecek çapta bir harekete dönüşemedi. Kartosuviryo Japon işgali döneminde de ses getirici herhangi bir şey yapamadı, ancak 1945 yılında müslüman genç milislerden oluşan Hizbullah'ın örgütleyicisi olarak tekrar faal olarak, göründü. Hizbullah, ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra Hollandalılara karşı silahlı mücadeleye başlayacaktı.

Daru'l-İslam'ın [Hizbullah'ın sonraki adı] Batı Cava'da yürüttüğü mücadele yıllarca sürdü. Uzun yıllar Endonezya Ordusu Batı Cava'nın geniş alanlarını denetimi altında tutan Daru'l-İslam kuvvetlerini de facto [pratikte zorunlu] olarak tanımak zorunda kaldı. Daru'l-İslam kuvvetleri Açe, Güney Kalmantan, Güney Sulavesi ve Merkez Cava'nın kuzey kıyıları boyunca da varlık gösterince, Endonezya Ordusu için bu kadar değişik yerde aynı anda operasyon yapmak kolay olmamaktaydı. Sukarno'nun kuvvetli milliyetçi ve popülist cazibesi tabii ki Darü'l-İslam'm lehine işlemiyordu. 1950'ler boyunca konumlarını pekiştirmeyi başarmışlardı ancak ne var ki gittikçe kendilerini kökenleri olan topluluklardan soyutlanmış buldular. Uzun süren zorluklar ve genç kadroların oluşturulamaması pek çok Daru'l-İslam birliğinin teslim olmaya zorlamasına yol açtı. Meşhur Batı Cava Silivangi Tugayı, zaten soyutlanmış Daru'l-İslam'a karşı çok yoğun ve sert bir kampanya başlatıp, hareketi yapısı ve niyeti itibariyle cani, suçlu şeklinde göstermeye çalıştı. 1962 yılında Silivangi Tugayı komutanı Tuğgeneral İbrahim Adjie, Daru'l-İslam mevzilerine karşı çok büyük bir saldırı başlattı ve bu gün "etten duvar" [pagar betis] diye bilinen taktiği uyguladı. Endonezya Ordusu'nun bu gün bile Doğu Timor'da [Endonezya'nın bir sömürgesi] sık sık başvurduğu bu taktik, gerillalar! etkisiz hale getirmek için köylülerin sıkı bir şekilde yan yana askeri birliklerin önünde yürümesini gerektiriyor. Gerillalar doğal olarak masum köylülerin üzerine ateş açamıyorlar. Bu akın sırasında Kartosuviryo da yakalandı, hemen orada mahkeme kuruldu ve Eylül 1962'de Kartosuviryo kurşuna dizilerek öldürüldü.

Muhalefetle Başetmek

Dünyanın en uzun ömürlü askeri rejimlerinden biri olma yolunda giden Endonezya hükümeti, muhaliflerini bir bir tamamen yok etmeden önce onları bölme ve yönetme geleneğini geliştirmiştir. Ordunun 1965'de iktidarı ele alışından da önce, sol-kanat ve sağ-kanat aşırı uçları açısından Endonezya Ordusu'nun baş düşmanları zaten net bir biçimde tanımlanmıştı. Sol kanat aşırılığı Endonezya Komünist Partisi temsil ediyordu. Parti ilk önce 1948'de, sonra da 1965'de olmak üzere rejim tarafından iki kez hedef alındı. Sağ kanat aşırılığı ise doğrudan müslüman siyasi güçleriyle özdeşleştirilmişti. 1950'ler boyunca gerçekleşen pek çok Daru'l-İslam isyanı, koordinesiz ve bölgesel yapısı yönünden merkezi hükümete karşı ciddi bir tehdit oluşturamadı. Endonezya Ordusu mahalli kökenli müslüman hareketlerini bir biri ardınca etkisiz kılmayı başarmıştı. Sanırım burada 1950'ler boyunca Endonezya Silahlı Kuvvetleri'nin büyük çoğunluğunun müslüman güçlere karşı belli bir askeri seferberlik tecrübesi yaşadığını söylemek yanlış olmaz. Sürekli Daru'l-İslam'la savaş meydanında karşı karşıya olmak, Endonezya Ordusu'nun örgütlü siyasi İslami muhalefete karşı olumsuz tutumunun bilenmesiyle sonuçlandı.

Rejimin muhaliflerine karşı takındığı bu acımasız tavırları meşrulaştırmak amacıyla mevcut hakim liderlik Endonezya tarihinin yeniden yazılıp yorumlanması yolunda önemli çabalar ve kaynaklar harcamaktadır. 1960'lar ve 1970'ler boyunca komünistlerin "haince rollerini" betimleyen pek çok müze açıldı. Yakın bir zamanda, General Suharto, Genel Kurmay Başkanı Benny Murdani ile birlikte, Endonezya Ordusu'nun müslüman isyancılar ve muhaliflere karşı savaşlarındaki kahramanlığını ve yerini yücelten yeni bir müzeyi açtılar. Kasım 1987'de açılan müze, Eylül 1984'de Tanjung Priok'da masum göstericilerin katledilmesinin ardından Ordu'nun müslümanlara karşı saldırılarının geçmiş hikayelerini anlatmaktaydı.

Gerek Endonezya'da ve gerekse iki sömürgesi Doğu Timor ve Batı Papua'da Suharto'nun "Yeni Düzen" yönetimine karşı direnen pek çok insan olmasına rağmen rejimin böylesine uzun süre ayakta kalabilmesini mümkün kılan unsurlardan biri, onun kurbanlarını birbirinden koparıp her birini iyi donatılmış baskı rejimine karşı kendi soyutlanmış savaşını vermeye zorlamasıdır. İçeride iyi örgütlenmiş bir muhalefetin yokluğu, Suharto'nun muhaliflerinin çoğunun umudunu dışarıdan gelecek bir müdahale ve dayanışmaya bağlatıyor.

1970'lerin sonuna doğru, 1965'den beri yargısız tutuklanan pek çok komünist ve sol-kanat siyasi mahkum Endonezya otoritelerince salıverildi. Cezalarını, çalışma kamplarında köle-işçi olarak geçirdikleri böyle uzun süreli bir mahkumiyetten sonra salınanların büyük bir kısmı akli ve fiziki olarak sakat olduğundan rejime ciddi bir tehdit oluşturmadı. Oysa, 1980'lorde Endonezya zindanları oldukça farklı bir mahkum neslini barındırmaktadır: Günümüz Endonezya'sının müslüman asilerini. Bugünün eylemci neslini daha iyi tanıyabilmek için Endonezya'daki İslami örgütlenmelerin yirminci yüzyıl tarihi kökenlerine kısa bir göz atmak gerekecektir.

Endonezya'daki Müslüman Yapılanmalar

En büyük üç tanesi Serikat İslam, Muhammediye ve Nahdatu'l-Ulema [NU] olmak üzere bu yüzyılın başında değişik teşkilatlar kuruldu. Yukarıda Serikat İslam'ın [İslam Birliği] Endonezya'da sömürge karşıtı, kapitalizm karşıtı bir tutum geliştiren ilk kitle örgütlenmesi olma özelliğinden söz etmiştik. 1926-1927 isyanının ardından Serikat İslam önemli bir siyasi unsur olmaktan çıksa da, PSII adı altında 1973 yılına dek siyasi sahnede hayatiyetini sürdürdü. Ancak 1927-1973 arasındaki hayatı diğer büyük müslüman örgütlerin yani NU ve Muhammediye'nin gölgesi altında kaldı. Kendisini siyasi bir hareket şeklinde tanıtan Serikat İslam'ın aksine, Muhammediye ve NU çok farklı bir niteliğe sahiptir ve en iyi isimle toplumsal dini örgütlenmeler diye tanımlanabilir. Muhammediye, 1912 yılında feodal Cava sarayına [Kraton] dayanan bir grup ulema tarafından kurulmuştur. Kurucular, Jogjakarta ve Surakarta'daki geleneksel Cava saraylarında din görevlisi olarak hizmet veren kişilerdi. İslam'ı kabullerinden sonra, Cavah priyayiler veya asiller sürekli saraylarında dini vecibeleri yerine getirecek santri memurlar bulundurmuşlardır. Kurucular ve üyelerin çoğu Hacı olma onurunu taşırlar. Oysa ki, yirminci yüzyılın başlarında hac neredeyse yalnızca küçük bir grup imtiyazlı Cava ailesine has bir ibadet şeklindeydi. Benzer bir şekilde, Muhammediye'nin bağlıları genelde Jogjakarta ve çevre bölgelerinde zengin tüccarlardan oluşmaktaydı.

Örgütün ana ilkesi Kur'an'daki emri bi'l ma'ruf ve nehyi ani'l-münker farzından yola çıkılarak belirlenmiştir. Muhammediye'yi kuranların temel hedefi Cava toplumunda tespit ettikleri iki ana zayıflığı gidermektir. Özellikle köy seviyesindeki geleneksel İslami eğitimi gerici ve modern dünyanın gereklerinden uzak olmakla eleştiriyorlardı. Yine İslam'ın Cava örf ve töreleriyle bulandırılmış şekline de karşı çıkıyorlardı. Onlar, köy temelindeki eski eğitim müessesesini İslam'ın, Kur'an'ı Kerim'in buyruklarına uygun öğretileceği şekilde düzenlemek istiyorlardı. Benzer bir şekilde Cava seçkinlerinin bir parçası olarak, Hollandalıların ülke üzerindeki yönetimini, görevi sadece sömürge idaresine hizmetçi ve memur yetiştirmek olan sömürge eğitim sistemini yaygınlaştırmasını elem, üzüntü ve kızgınlıkla gözlemliyorlardı. Tüccar sınıfının taleplerini dikkate alan hiç bir olanak yaratılmamıştı. Bunun üzerine Muhammediye reformist çizgide alternatif bir İslami eğitim sistemi oluşturdu. Zamanla Muhammediye ismi iyi okul ve uygun eğitimle eş anlamlı hale gelir oldu.

NU, 1926 yılında Kyai Hasyim Asyari tarafından doğrudan doğruya Muhammediye'nin güçlü ve hızlı büyümesine bir tepki olarak kuruldu. NU genellikle Muhammediye'nin modernizmine ortodoks, geleneksel bir cevap veya Muhammediye'nin Araplaşmış(!) İslam'ına karşı Cavalı'ların cevabı olarak görülür. Yeni Muhammediye okulları ve medreseleri oldukça popülerdi ve her ne kadar şehir merkezli olsa da daha önceleri mahallî ulema için Önemli bir güç dayanağı oluşturan köy kökenli geleneksel müslüman okulları ve merkezleri olan pesantrensler'e karşı bir tehdit olarak algılandı. Her iki teşkilat da kendilerine özgü toplumsal ve eğitim faaliyetleri yüzünden, Cava'daki İslami toplumsal-dini hayata önderlik edebilmek için yarış içine girdiler.

NU, Doğu Cava'da Orta Cava'nın belli bölgelerinde ve Güney Kalimantan'da kendine güçlü ve köklü merkezler edindi. Muhammediye ise ülkenin her tarafındaki şehirlerde yer ederek ülke çapında bir teşkilat haline geldi. Aslında NU ağının belkemiğini oluşturan pesantren, İslami bir geleneğe dayanmayıp daha çok Hindu gelenekten gelmektedir. Burada alim bir kişi çevresinde bir kaç çocuk toplamakta ve eğitimin içeriğini de kendisi kararlaştırmaktadır.

NU ve Muhammediye'nin her ikisi de geniş takipçi kitlesine sahip büyük yapılar haline geldiler. NU'nun kyailer'i şaşırtıcı sayıda pesantrensler'i idare ederken, Muhammediye pek çok sahaya el atmıştı. Ana okullar, normal kapsamlı okullar, yetimhaneler, kolejler, üniversiteler ve hatta klinikler, hastaneler. Muhammediye'nin eğitim ağı öylesine teşkilatlanmıştı ki, devletin eğitim sistemiyle rekabet edebilecek seviyeye gelmişti. Fakat şimdi mevcut iki İslamı sistemin önerdiği eğitimin muhtevası arasında fark yok gibidir. Yaygın ağıyla birlikte Muhammediye yalnızca yapıyı ayakta tutmakla meşgul olan kendi bürokrasisini de yarattı, ilk dönemlerin ıslahatçı coşkusu büyük ölçüde buharlaşıp gitti. Genç nesil müslüman düşünürlerin ekserisi Muhammediye'nin içindeki sönük fikri atmosferden yakınmaktadır.

NU ise on iki milyon üyesi olduğunu iddia etmektedir. Muhammediye'den daha düşük seviyede merkezi idareye sahipse de, Batı'daki pek çok kilise kurumları gibi yavaş, statik ve kesin değişimin gereksinimlerine karşı daha az duyarlı bir hal almaktadır.

1953 yılında NU kendisini siyasi bir parti olarak ilan etti. Ve 1984 yılına kadar da siyasi parti faaliyetlerine aktif olarak katıldı. Muhammediye ise, çok kısa bir dönemlik siyasi faaliyet müstesna, kendisini toplumsal ve eğitim faaliyetleri ile sınırladı. Yetmiş beş yıllık bir dönem boyunca da iktidarda her kim olursa olsun -Hollandalılar, Japonlar, Sukarno ve şimdiki askeri idare- hakim güçlerle samimi ilişkilerini korumayı başarabildi. Benzer bir şekilde NU da yönetime karşı uzlaşma siyaseti izlemiştir. Sukarno ile "Yol gösterilmeye muhtaç demokrasi" [Guided Democracy] altında çalıştıktan sonra, 1965'deki askeri darbeyle birlikte bağlılıklarını askeriyeye kaydırmakta hiç zorlanmadılar. Birinci hedefleri olan pesantrensler'i korumak ve yaşatmak, Jakarta'daki NU politikacıları tarafından gerçekleştirildi. Pek çok yönden NU ve Muhammediye birbirlerine yakınlaştılar. Hala aralarında bazı temel kelamı farklılıklar bulunsa da pratikte farklılıkları pek yok gibidir. NU'nun köylü pesantrensler'ı daha geniş bir bakış açısını benimsediler. Burada tek sebep modernleşme, iletişim araçlarının hızlanmasının şehirler ile kırsal Cava arasındaki uzaklığı önemsiz kılması değildir. Gerçekte "gelenekselcilik" ya da "modernizm" iki örgütü birbirinden ayırmak için uygun bir kriter olmaktan çıkmıştır. Ancak bir şey hala geçerliliğini koruyor. Her iki örgüt de bugünün Endonezya'sında uzlaşmacı İslam kanadının bir parçasıdır.

Müslüman Siyasi Partiler

Endonezya'nın siyasi bağımsızlığının ardından düzenlenen ilk genel seçimlerde dört siyasi parti İslam bayrağı altında kampanya yürüttü. 1955'de yapılan bu seçimler Endonezya tarihinde tek serbest ve demokratik seçimler olduğundan, Endonezya seçmenlerinin siyasi tercihleri hususunda makul ve geçerli sonuçlan da ancak bu seçim sonuçlarından yola çıkarak bulabiliriz. En önemli gerçek, nüfusun çoğunluğunun müslüman olduğunu belirtmesine rağmen, söz konusu dört partinin toplam olarak oyların çoğunu alamamalarıdır. Çünkü abangan müslümanlar hiç bir müslüman partiye iltifat göstermediler ve oylarım gerek milliyetçi, gerek komünist gerekse sosyalist bir parti olsun hep laik partilere verdiler. Müslüman parti oylarının ekseriyetini 250 sandalyeli mecliste 57 milletvekili çıkaran Masyumi aldı. NU ise kırk beş sandalye kazandı. Herkes, Japon işgali sırasında kurulan Masyuni'nin meclisteki milletvekillerin çoğunu çıkarabileceğini tahmin etmekteydi. Bu hayal kırıklığına uğratıcı sonucun ana sebebi daha önce Masyumi'nin bir parçası olan NU'nun seçimlere ayrı bir parti olarak katılma kararı alması olabilir. Fakat her şeye rağmen Masyumi seçimlerden, ülke çapında desteğe sahip tek İslami Parti olarak çıktı. 1955 seçimlerinde büyük miktarda oy alabilen diğer üç parti -NU, Milliyetçi Parti [PNI], ve komünistler [PKI]- desteklerini daha çok hakim etnik grup arasından, Cavalılardan kazanabildiler. Buna karşın Masyumi'ye gelen destek cumhuriyetin her bir yanma yayılmış haldeydi. Muhammediye bağlıları büyük ölçüde Masyumi'ye oy verdiler. NU'nun oyları ise Doğu Cava'daki pesantrens bölgelerinde yoğunlaşmıştı.

Masyumi 1948'den bu yana pek çok koalisyon hükümetlerinin önemli bir ortağı olmuş, bir kaç kez de iktidardaki koalisyonun başkanı olabilmiştir. Ancak, sonraki seçimlerde Masyumi'nin etkisinin azalmaya başladığı görüldü. Çünkü gün geçtikçe Jakarta'daki merkezi hükümete karşı verilen Daru'l-İslam mücadelesiyle yakından özdeşleştiriliyordu. Bu, zamanla partinin bazı kollarının, özellikle Sumatra ve Kuzey Sulavesti olmak üzere isyan bölgelerinde asi memurlara kucak açmasına yol açtı. 1958'in başlarında bazı Masyumi liderleri Batı Sumatra'daki asi hükümete katılma kararı aldılar. İşte bu meydan okuyucu hareket, Jakarta'daki Askeri Liderlikte o yılın Eylül ayında tüm isyan bölgelerindeki Masyumi kollarının kapattırılması ve siyasetten menedilmesi gerektiği fikrine yol açtı. İki yıl sonra da Başkan Sukarno ve General Nasution Parti'yi tamamen yasakladılar.

Masyumi'nin yasaklanması, iktidarın "Yol gösterilmeye muhtaç demokrasi" altında yönetim stilinin ve Sukarno ile Genel Kurmay Başkanı General Nasution'ın ikili liderliğinin iyi bir göstergesidir. Bu ikisi otoriter bir hükümet sistemi oturtarak her türlü isteklerini yerine getirdiler. Temmuz 1959'da da yukarıdan bir fermanla 1945 Anayasası'nı tekrar yürürlüğe koydular. Üç büyük siyasi parti hizaya getirilip birleştirildi. PNI [Endonezya Milliyetçi Partisi], PKI [Endonezya Komünist Partisi] ve NU, Masyumi bu NASAKOM koalisyonuna alınmadı ve demokratik olmayan ilke ve yasalara karşı verilen savaşta, meydanda yalnız bırakıldı. NASAKOM kavramı bir tür ulusal cephe olup, Başkan Sukarno tarafından milliyetçi grupların [Nasionalin, (NAS)], dini grupların [Aguma(A)] ve komünist grupların [Komünis, (KOM)] desteğini sağlamak amacıyla öne sürülmüştü. Bu üç siyasi kimliğin koalisyonu yüzeysel olmaktan öteye gidemedi ve dağılmaya mahkumdu. 1965'de askeri müdahaleden sonra kavram itibarını yitirdi ve neticede General Suharto tarafından bir rafa kaldırıldı.

Nahdatu'l-Ulema, Her Dönemin Partisi

Masyumi liderlerinin aksine, NU liderleri Sukarno ile ve daha sonra ordu ile işbirliği yapmakta hiç bir zorluk çekmediler. O dönemin önde gelen NU liderlerinden biri de İzam Çalid'dir. Siyasi lider olarak kariyeri otuz yıldan fazla sürmüş, hem Sukarno hem de Suharto'nun askeri yönetimini yaşamıştır. Pek çok yönden İzam Çalid, NU'nun politikadaki davranışlarını kişiselleştirir: Yönetimle çatışmadan kaçınmak ve kendisini iktidardaki unsurlarla uzlaşma konumuna getirecek manevralar yapmak.

Sukarno'nun "Yol gösterilmeye muhtaç demokrasi"si altında NU'nun hükümetle uzlaşması, onun Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kontrolünü ve kârlı bir iş olan hacca gidecek uçaklarla, gemilere lisans verme yetkisini ele geçirmesini sağladı. Mahalli kyailer (Cava Uleması) ve takipçileri NU'nun ana iskeletini oluşturuyorlardı. Bunlar kendilerini Jakarta'daki siyasi mekanizmadan uzak tutuyorlar, merkezdeki NU'lu siyasetçiler mahalli dini faaliyetleri devletin müdahalesinden koruduğu müddetçe, mevcut statükodan da şikayetçi olmuyorlardı. Fakat NASAKOM ittifakında hoşnutsuzluklar baş gösterdi. Köylüler arasında hayli desteğe sahip olan PKI, toprak reformunun uygulanması için yoğun bir kampanyaya girişti. Bu, NU içinde bölünmelere yol açtı, çünkü liderlerin çoğu Endonezya toprak sahipleri sınıfının temsilcileri konumundaydı. Dolayısıyla bu tür reformlar NU liderliğinin maddi çıkarlarına tamamen aykırıydı.

1960'ların ilk yıllarında gittikçe teşkilatlanmış köylüler ile bazen ordunun da desteklediği NU arasında toprak çatışmaları patlak verdi. NU'nun gençlik teşkilatı ANSOR, General Suharto'nun iktidara el koyusundan bir müddet önce teşkilatlanmış köylüler ile silahlı çatışmalar için kendisini hazırlamaktaydı. Ekim 1965 olaylarından (Suharto olaylardan Komünist Parti'yi sorumlu tutmuştu) sonra ordu sola karşı zorlu bir sindirme kampanyası başlattı. Özellikle Doğu Cava'daki ANSOR çeteleri, şüpheli komünistleri ve ailelerini öldürmek için ordu kuvvetlerine katılan halk kalabalığının öncüsü oldular. 1965'in sonlarında Suharto'nun iktidara el koyuşuyla birlikte gelen ve yaklaşık bir milyon kişinin ölümüyle sonuçlanan katliamlarda Nahdatu'l-Ulema güçleri önemli bir rol oynadılar.

NU, ordunun iktidara gelişinin ardından orduya yaptığı desteğin faydalarını toplamayı umdu. Ancak umdukları gerçekleşmedi. Ordu ülke üzerindeki denetimini sağlamlaştırdıktan sonra, NU liderlerinin elindeki pek çok hak askeri yöneticiler tarafından alındı. Sol-kanat teşkilatların da yasaklanmasının ardından mevcudiyetine izin verilen diğer siyasi güçler gibi NU da siyasi nüfuzunu düzenli olarak kaybetti. NU'nun halk bazındaki popülaritesini koruduğu doğrudur. Zira 1971 seçimlerinde, 1955'dekiyle neredeyse aynı desteği aldılar. Ancak Suharto'nun Endonezyası'nda genelde siyasi partilerin önemi azaldı. Partiler, askeriye ve askeriyenin genelde GOLKAR olarak bilinen "fonksiyonal grupları" veya Golongan karya yoluyla siyasetteki varlıkları yüzünden tamamıyla gölgede kaldılar.

PARMUSİ ve PPP

Masyumi'nin eski başkan Sukarno'ya muhalefetinin, zamanında ona karşı olan yeni askeri yöneticilerin sempatisini kazandırabileceği düşünülebilir fakat bu doğru değildir. Asi bir Masyumi'dense uysal Nahdatu'l-Ulema Suharto'nun takdirine daha fazla layıktı. 1960'ların sonlarına doğru bazı Masyumi liderleri partiyi yeniden kurmak istediğinde, ordu onlara her aşamada engel oldu. En sonunda kurulmasına izin verilen parti çok katı kısıtlamalarla eli kolu bağlanan Parmusi [Partai Muslimin Indonesia] oldu. Mesela eski Masyumi liderlerinin yeni partide görev alması yasaklanmıştı. Nihayette rejim yeniden doğmakta olan Masyumi'yi ölü doğmuş bir kalıntıya çevirmeyi başarmıştı.

Askeri rejimin yürürlüğe koyduğu yeni seçim yasasına göre tüm adayların askeri istihbaratça onaylanması gerekiyordu. Sonuç adayların çoğunun reddedilmesi oldu. Özellikle Parmusi için bu gelişmeler öldürücü nitelikteydi. Adaylarının yaklaşık yüzde yetmişbeşi askeriye tarafından reddedildi. Tam tersi NU'nun onay alamayan adayı yok gibiydi. Daha da kötüsü, Parmusi saflarına istihbarat ajanları yerleştirildi. Bu da partinin geleceği için bir yıkım oldu.

Komünist Parti'nin yasaklanmasından sonra faaliyet yürütmesine izin verilen dokuz siyasi parti 1973 yılında Suharto tarafından iki koalisyonda toplanmaya zorlandı. Dört müslüman siyasi parti olan Parmusi, NU ve diğer iki küçük parti PSII ve PERTÎ bir federasyonda birleş-tirildiler: Partai Persatuan Pambangunan [PPP] yani Birlik Kalkınma Partisi, isim rejim tarafından partinin İslami içeriği üzerindeki dikkatleri uzaklaştırmak için özellikle seçilmiştir. Her şeye rağmen PPP seçim sembolleri üzerinde ısrar edebildi ve eğer sembol olarak kutsal Kabe'nin konulmasına izin verilmezse 1977 seçimlerine katılmamak tehdidinde bulundu.

Zoraki birleşme siyasi İslam'ın popülaritesini azaltmayı amaçlamışsa da, PPP belli bir dönem Müslüman cemaatin oldukça önemli bir dayanak noktası oldu ve 1977 seçimlerinde kendisini oluşturan dört partinin 1972'de kazandığı sandalyelerin toplamından daha fazla sandalye elde etti. Her türlü olumsuzluğa rağmen köklü müslüman partiler bozulmadan ve yıkılmadan ayakta kalabildiler. Tabii siyasi kazanımları mecliste ve özellikle de yürütmedeki konumlarının önemini artıracak kadar olamamıştı.

1970'ler boyunca, PPP'nin sayısal olarak en geniş unsuru olan Nahdatul Ulema, avantajlı hakim konumunu korudu ve Meclis'teki PPP sandalyelerinin yüzde altmışını işgal etti. PPP, özellikle 1973 yılında hükümetin teklif ettiği evlilik yasası taslağına karşı muhalefeti sırasında gücünü gösterdi. Yasa taslağı evlilik hukukunun laikleştirilmesini öngörüyordu ve bu açıdan müslüman liderler tarafından İslam'ın günlük hayattaki rolünü geriye itici bir girişim olarak görüldü, Müslüman kuruluşların ve teşkilatların hükümete karşı birleşme noktası haline geldi. Bu, askeri darbeden sonra askeriye ile İslam arasında ilk ciddi çatışma idi. Ordunun, Meclis'teki tüm kararların genel fikir birliği ile alınmasını istemesi ve partilerin Meclis'te taşanlara karşı muhalefetlerini göstermelerine izin vermemesi dolayısıyla, söz konusu yasa daha bir önem kazandı. Müslümanlar, özellikle de gençlik kolları muhalefetlerini sokaklara taşıdılar ve bir kaç saatliğine Meclis binasını işgal etmeyi başardılar. Çatışmayı yatıştırmak için tasan büyük ölçüde değiştirildi. Bu tırmanış, müslüman cemaatin geniş kesimlerinin askeri hükümete karşı tavırlarında bir dönüm noktasıydı. Müslümanların öncü bir rol oynadığı 1974 ve 1978 öğrenci protesto hareketleri sırasında daha sert bir gerilim oluşacaktı.

1980'lerin başlarında, rejimin bütün patilerden ve teşkilatlardan devlet ideolojisi Pancasila'yı yegane ideolojileri (asas tunggal) olarak kabul etmelerini şart koşan hukuki çerçeveyi yürürlüğe koymasıyla birlikte müslümanlar arasında hoşnutsuzluk duygulan iyice arttı. Bu mesele PPP üzerinde baskıların iyice yükselmesine, nihayetinde de partide bütünüyle bir ideolojik teslimiyete yol açtı. PPP'nin, Jaelani Naro ve NU'lu izam Çalid gibi liderleri ıslah olmaz işbirlikçiydiler. Müslüman federasyonu sürekli gözetleyen ve ona kumanda eden askeri istihbaratla yakın ilişkileri biliniyordu. Parti içinde çoğunluğun desteğini almamalarına rağmen, anahtar görevlere getirtildiler. Askeri otoritelerin sağladığı maddi destek yardımıyla da, mahalli kyailer'ın sadakatini satın alabilecek hale geldiler.

Hükümetin partisi GOLKAR, ulemayı kendi saflarına çekmek için kendine has bir programı yürürlüğe koyunca işler daha da karıştı. Parti, PPP ile rekabet için GUPPİ adıyla (İslami Eğitimin ilerletilmesi için Fedarasyon) kendi federasyonunu kurdu. Belli bir İslami kimliği de kendine katmak çabasıyla GOLKAR 1977 seçimlerine ikili bir görüntü vererek girdi: abangan bir görüntünün yanısıra bir de santri görünümü verdi. Pek çok ulema maddi kazançlar için GOLKAR'ı seçti, zira rejim hala petrol ihracından elde ettiği büyük parayı dağıtabilecek konumdaydı. Hükümet dostu müslüman grupların safına katılmak şartıyla, camilere ve pesantrensler'e imkanlarını geliştirmeleri amacıyla yüksek meblağlar verildi. Mahalli askeri komutanlarda, bölge müslümanlarıyla iyi ilişkiler geliştirmek maksadıyla cami yapımına para yardımında bulundular. Yine hükümet devlet memurlarını şerefli hac payesini kazanmaları için giderleri devletçe karşılanan Mekke gezilerine gönderdi. Zamanla hükümet değişik uluslararası müslüman konferanslarında da daha aktif bir rol aldı. Buralara artık geleneksel İslami teşkilatların kendi seçtikleri temsilcileri değil, resmi hükümet temsilcileri gönderilir oldu.

Siyasi İslam'ın Çöküşü

Önüne dikilen her türlü engele rağmen, PPP'nin 1977 seçimlerinde gösterdiği büyüme, hükümete korkutma, işbirliği veya sızma gibi yollarla siyasi İslam'ı etkisiz kılma stratejisinin gerektiği gibi sonuç vermediğini gösterdi. PPP hala askeri yöneticilerin arzu ettikleri gibi uysal ve itaatkar bir kukla olmaktan çok uzaktı. Suharto'nun bizzat kendisi tek-parti sistemi fikrini hiç bir zaman tamamen benimsememişti. Onun gerçek tercihi farklı partilere ancak ve ancak Pancasila ideolojisine bağlı kaldıkça katılım hakkı tanıyan sıkı denetimli bir siyasi parti sistemiydi. Zaten çağdaş Endonezya siyasetinde muhalefet diye bir şey hiç olmamıştır, daha doğrusu varlığına müsaade edilmemiştir. Resmen tanınan siyasi güçler, muhalefet olarak değil de hükümet ortakları şeklinde adlandırılırlar.

1977 seçimlerinde GOLKAR oyların yüzde altmışını alsa da, PPP'nin yavaş yavaş büyümesi hükümeti her iki federasyonun da iç meselelerine geniş ölçüde müdahale etmenin gerekliliğine ikna etti. Söz konusu federasyonlar Endonezya Demokratik Partisi [PDI] ve müslüman ittifakı PPP idi. PPP'nin liderliği zaten John [Jaelani] Naro'nun elindeydi. Naro, daha önceleri 1970'lerin sonuna kadar Suharto'nun sağ kolu konumundaki General Ali Murtopo'nun kurduğu bir birlik olan OPSUS için çalışmış bir istihbarat ajanıdır. 1970 yılında hükümetin talimatıyla, Masyumi'nin yeni bir şekli haline gelmesini önlemek amacıyla Parmusi içinde bir darbe örgütleyen de Naro'ydu. Naro'nun amacı müslüman bir kimliğe sahip olan federasyonu dağıtıp yıkmaktı.

1978 yılına kadar kendisini PPP'nin sekreterliği makamına getirebilmeyi becermişti. O zamandan sonraki stratejisi ise şimdiye kadar federasyonun en geniş unsuru olan NU ile partinin denetimini ele geçirmek için yarışmak üzerine oldu. Aynı yıl bazı NU politikacıları da rejimin ideolojik saldırısına meydan okuma isteği göstermişlerdi. Ülke çapında zorunlu Pancasila derslerinin okutulmasını öngören bir yasanın oylandığı yüksek yasama oturumunu NU'lu politikacılar terk ederek bu eğilimlerini gösterdiler. Tabii ki, NU'lu "sorun çıkaranlar" 1982 seçimlerinin aday listesinde yer verilmeyerek cezalandırıldılar. Naro adayları tek taradı olarak, NU liderlerine danışmadan hazırladı. NU'nun protestolarına rağmen, hükümet Naro'nun PPP aday listesini onaylayıp kabul etti. 1982 seçimlerinin hemen ardından ise NU'nun kendisi hizipçiliğe saplandı. Temel tartışma noktası PPP içinde kalınıp kalınamayacağı üzerineydi. 1960'lardan itibaren NU'yu bir siyasi parti olarak yöneten tecrübeli siyasetçi Genel Sekreter İzam Çalid'in hizibi NU'yu federasyon içinde tutarak, siyasi rolünün sürdürülmesi için çaba harcıyorlardı. Kyai Hacı Abdurrahman Vahid liderliğindeki diğer hizip ise değil yalnız PPP'den çekilmeyi, siyasetten tamamıyla ayrılmayı ve partinin 1926'daki köklerine dönmeyi savunuyordu. Yani eskisi gibi toplumsal dini bir teşkilat olunacak ve aktif siyasi meselelerde çıkar peşine düşülmeyecekti.

Siyasi İslam bünyesi içindeki bu tartışmalara karşı hükümetin kayıtsız kalmadığını söylemek gereksiz sanırım. John Naro hükümetten tam destek aldı ve Ağustos 1984'de PPP'nin tarihindeki ilk muktamarını yani konferansını düzenlemeyi başardı. Cumhuriyetin hem başkanı hem de başkan yardımcısı yani General Suharto ve General Ömer, PPP konferansının açılış gününde hazır bulundular. Bu, Naro'nun liderliğini kabullerinin açık bir ifadesiydi. Fakat NU çatışmasında, hükümet Vahid'in çizgisini onaylamayı tercih etti. Siyasi bir kimliğe sahip NU'dan depolitize bir NU daha çok tercihe şayandı. Vahid'in kendisi de gün geçtikçe askeriyeye daha sadık hale geldi. Öyle ki Ekim 1987'de Endonezya Kongresine GOLKAR'ın delegesi olarak katılmayı kabul etti.

NU içindeki ayrılık, teşkilatı bozmaya devam etti. Ulusal ve mahhalli meclislerdeki sandalyelerini korumak amacıyla PPP saflarında kalmaya karar veren bir kesim bir siyasi partiyle çalışmayı seçmek için Ju'lu ulema Abdurrahman Vahid tarafından NU'dan istifaya zorlandılar NU'nun siyasi temsilinin kaybolması en çok mahalli ulemayı etkiledi Çünkü daha önceleri cemaat ile mahalli hükümet arasında aracılık yapıyorlar, mahalli sorunlar NU'lu siyasetçiler vasıtasıyla, ilgili yasama organlarına katılınım sağlanarak çözülüyordu. Ancak şimdi PPP liderliği ile Vahid'in NU'su arasındaki dargınlık devam ettiğinden bu sorunlar büyük ölçüde çözülemez kalıyor.

PPP'nin 1984 Muktamarı (konferans) her halde Naro'nun liderlik şeklini gösteren en iyi örnektir. Cumhuriyetin her bir köşesinden gelen 2500 delege Naro'nun kendisi tarafından öylesine dikkatle seçilmişti ki konferans herhangi bir muhalif ses çıkmadan ilerleyebilmişti. Muktamar'ın aldığı en önemli karar, Pancasila doktrininin yegane ideoloji olarak kabulü oldu. PPP, bir müslüman siyasi federasyonundan, "açık" bir partiye dönüştürüldü. Yani PPP artık bir müslüman partisi değildi. Parti sembolü olan Kabe bir yıldızla değiştirildi. (Yıldıza bir hilal eklenmesi, otoritelerce onay görmedi.) Tüm bu değişiklikler, NU'nun siyasetten çekilmesiyle birlikte, PPP için Nisan 1987 seçimlerinde muhtemel bir felaketi işaret ediyordu. Sonuçta da PPP ağır kayıplar aldı ancak tamamıyla da silinmedi. Hala müslüman cemaatin desteğinden geriye kalan bir bölümü kendine çekebilmektedir. 1987 seçimleri siyasi İslam için tarihsel olarak en düşük noktadır. Zira Cumhuriyetin doğuşundan bu yana ilk kez müslüman siyasi partiler seçimlere katılmaktan men edilmişlerdir.

Müslümanların Ekonomik Gerileyişleri

Müslümanların rahatsızlıklarının tam merkezinde, Müslümanların ticari ilişkileriyle ilgili olarak Endonezya Cumhuriyeti'nin ilanından beri gerileyen konumlarından kaynaklanan derin bir engellenmişlik duygusu bulunmaktadır. Son yirmi yılda iyice açığa çıkmış bulunan tarihsel nedenlerle, bu rahatsızlık ırkçı ve anti-Çinli bir temayül taşımaktadır. Ondokuzuncu yüzyıldan beridir, Müslümanlar küçük çaplı ticaret, emtia üretimi ve kredi alıp-verme alanında faaliyet göstermekle beraber, daha güçlü ve etkili Çinli iş adanılan ile sürekli bir rekabet zorunluluğunu her zaman hissetmişlerdir. 1909'da kurulan Sarikat Dagan İslam [İslami Tüccarlar Birliği] ve 1912'de kurulan Serikat İslam [İslami Birlik] gibi Müslümanlar tarafından kurulan ilk siyasi örgütler asıl olarak Çinli rekabetine karşı oluşturulan örgütlerdir. Cumhuriyetin ilk yıllarında, pribumi, yerli ticaret ya da diğer bir anlamıyla Çinli-olmayan ticaret, Çinlilere karşı Müslüman iş aleminin konumunu geliştirmeyi hedefleyen özel hükümet uygulamalarının odak noktasını oluşturmuştur. Bununla birlikte, genel ekonomik atmosfer, özellikle de artan enflasyon oranı, yerli bir iş sektörünün gelişimi için olumlu değildi. Hükümet tarafından 1950-1958 döneminde uygulanan Benteng politikası Çinli sermayenin bulunmadığı firmalara özel ithalat lisansları sağlayarak Çinli olmayan yerli ithalatçıları kollamak hedefi güdüyordu. Lisansların partizan uygulamalara alet edilerek, parti ilişkilerine bağlı olarak iltimaslı şahıslara dağıtılması ve birçoğunun da tekrardan güçlü ithalatçılara geri satılmasının açığa çıkmasıyla birlikte, bu politika da kısa zamanda amacından saptı. Benteng politikasının yürürlükten kaldırıldığı 1958'e kadar yerli iş sektöründe hiç bir gelişme kaydedilmemişti. Devlet kontrolündeki ekonomik işleyişi vurgulayan "Yol Gösterilmeye Muhtaç Demokrasi" politikası da yerli iş sektörüne bir destek sağlamamıştır. Suharto yönetiminin Yeni Düzen politikasıyla birlikte, çoğunlukla Masyumi ile ilişkili bulunan ve 'Yol Gösterilmeye Muhtaç Demokrasi'nin ekonomik politikalarına karşı çıkan siyasetçiler devlet kontrolünün terk edilerek, serbest teşebbüse geçilmesine çalıştılar. Ekonomik liberalizasyon gerçekleşti, fakat bu da yerli iş sektörü üzerinde genelde zararlı etkilere yol açtı. Bir yandan dış borçlar tüketici pazarın ithal mallarla dolmasında kullanılırken, Endonezya ekonomisi yabancı sermayeye tamamıyla açılmıştı. Ayrıca devlet kaynaklarına ulaşmada sahip oldukları imtiyazlar nedeniyle ve kendilerine kârlı işler oluşturmak amacıyla, generaller ve ordunun yönettiği devlet firmaları Çinli iş çevreleriyle işbirliğine gitmekteydiler. Böylelikle gerekli imkanlara ve devlet bankalarından krediye sahip olmayan ve yüksek boyutlarda ithal tüketim maddeleri ile baş etmekte zorlanan yerli firmalar yeni bir engelle karşı karşıya idiler. Öğrenciler ve aydınların önderliğinde gerçekleşen 1973-1974 protesto hareketleri aynı zamanda yerli iş çevrelerinin hükümete karşı duydukları kızgınlığın da bir ifadesi olmuştu. Eski Masyumi lideri Syafruddin Praviranegara (eski Maliye Bakanı) hükümet politikalarının önde gelen tenkitçilerinden biriydi. Suharto 1974'teki siyasal rahatsızlığa yerli iş çevrelerinin çıkarlarını korumayı hedefleyen bir takım tedbirler getirerek cevap verdi. Bununla birlikte, daha sonra da ortaya çıktığı gibi, bu tedbirlerden en çok yararlanan yerli firmalar orduyla çok yakın ilişkileri bulunanlar, hatta daha kötüsü devasa Suharto ailesinin ticari çıkarlarıyla özdeşleşmiş bulunanlar oldu.

Genç Müslüman Nesil, Farklı Bir Kol

Diğer müslüman ülkeler gibi Endonezya da bir İslami canlanış yaşıyor. Hem şehirde hem de kırsal kesimde camiler kalabalıktan dolup taşmaktadır. Başkentin Menteng ve Kebayoran gibi varlıklı semtlerinde bile, Pengajian törenlerine (dini toplantılar) katılan gençler arasında bir tür coşku fark edilmektedir. Gençlerin İslam'a ilgisinin belli sebepleri var. Bir tanesi ülkeyi 1970'lerden bu yana içine saran ani ve hızlı toplumal değişime tepkidir. Petrol krizinin getirdiği zenginlik, toplumun küçük bir kesimi için sınırsız imkanlar ve engin bir lüks hayat yarattı. Ülkenin sonradan görme zenginleri çok kaba (vulgarized) bir batılı yaşam biçimini hayatlarına geçirdiler. Bu da maddi zenginlik yerine manevi değerler arayan bir karşıt kültüre hız verdi. Aynı zamanda özellikle genç müslümanlar için yurt dışına seyahat imkanları da artmıştı. 1970'ler boyunca, pek çok genç Endonezyalı Orta Doğu'nun tanınmış müslüman üniversitelerinde okumaya gidebilmiş, anavatanlarına Dünya'da İslam'ın yeri konusunda yeni fikirler ve ideallerle dönmüşlerdir. Otoritelere göre bu fikirler kendi içinde isyan tohumlarını da taşımaktadır. Yani güvenlik için potansiyel bir tehlikedir. Endonezya'nın askeri yöneticileri Sol'u 1960'larda iyice temizleyip etkisiz kıldıktan sonra halledilmesi gereken en son siyasi rakip olan İslam radikalizmine dikkatlerini çevirmeye hazırdılar.

1970'lerde ortaya çıkan yeni İslam radikalizm dalgasının yayılma sahası dini, toplumsal ve siyasal olmak üzere geniş bir faaliyet yelpazesi kapsar. Düşünsel açıdan ise tamamıyla yeni bir müslüman aydınlar nesli oluştu. Bu genç aydınlar, çoğu sistem içinde işlev görmeyi tercih eden abangan veya priyayi aydınların aksine, kırsal kesimle bağlantısı olan hükümet dışı teşkilatlarda çalışmayı yeğliyorlar. Kur'an okuma kursları veya düşünsel çalışma gruplarından başlanarak pek çok yeni cemaatler tesis edildi. Bunlar kitap yayınlamaktan tutun da değişik siyasi görüşlerle hareketlerin incelendiği kadro kursları düzenlemeye kadar çok değişik sahalarda faaliyet gösteriyorlar. Pek çok camide radikal gruplar ortaya çıktı. Önceleri sıradan tartışma grupları şeklinde bir araya gelen insanlar daha sonra ülkenin pek çok yerine dağılmış eylemci ağına dönüşebilmektedir. Bu genç kuşak arasında, rejimin kendi tarihçilerinin yazdığı resmi tarihi reddederek, 1950'ler ve 60'lardaki Daru'l-İslam mücadelesinin ve Endonezya Tarihi'nin gerçeklerini anlamaya yönelik şiddetli bir istek var. Genç müslüman eylemci gruplarının çoğu PPP, NU ve Muhammediye gibi büyük teşkilatlardan ayrı faaliyet göstermektedir. Gençlerin neredeyse tamamı ilk eğitimlerini NU presantren veya Muhammediye okullarından alsalar da, ana teşkilatların uzlaşmacı fikirleri genç nesiller için ilham kaynağı olmaktan çok uzaktırlar.

Yeni Müslüman Aydınlar

Endonezya akademik çevrelerindeki yeni eğilim daha 1970'lerde fark edilebiliyordu. Daha önceki Endonezya akademisyenleri ve aydınları büyük ölçüde laik milliyetçilerden oluşmaktaydı. Yalnızca priyayiler yüksek eğitim masraflarını karşılama gücüne sahip olduğu için de, doğal olarak aydınların çoğu da priyayi kökenli oluyordu.

1960'ların sonlarına kadar müslüman akademisyene çok nadir rastlanıyordu. Çünkü, Hıristiyan ve laik okullardan çok farklı bir yapıya sahip olan müslüman okulları üniversiteler tarafından tanınmıyordu. Dolayısıyla bir tek Hollandalıların okullarında eğitim görmüş Syafruddin Praviranegara ve Muhammed Natsir gibi çok az kişi aydın olabilme imkanı bulabilmiştir. 1970'lerde bu durum epey değişti. Güçlü İslam eğitime sahip, zeki, genç müslümanlar laik Endonezya üniversitelerine girmeyi başladılar veya yurt dışındaki okullara gittiler. Halapriyayi hakimiyeti eskisi gibi çok güçlü olsa da, eğitim sistemi savaş öncesine mukayeseyle daha fazla imkanlar sunmaktadır. Sivil bürokrasinin daha imtiyazlı konumları hala priyayi geçmişe sahip insanların egemenliğinde olmaya devam etmektedir, fakat üniversite hocalığı, yayın faaliyetleri, hükümete ait olmayan organizasyonlardaki işler, insan hakları avukatlığı gibi diğer sahalarda müslüman aydınlar gün geçtikçe daha önemli bir role sahip oluyor.

Son yıllarda dünyadaki İslami canlanış, bu yeni müslüman aydın nesli üzerinde derin etkiler uyandırdı. Üniversite kampüslerinde müslümanların hareketliliği arttı. Camiler çevresinde kadro oluşturma ve canlı tartışma grupları faaliyetleri hızlandı. Ülkenin değişik yerlerinde pek çok müslüman cemaat ortaya çıktı. Bunlar küçük kasabalarda ve köylerde özel evlerde gayri resmi cemaat toplantıları tertip eder oldular. Bu yeni dalga öyle büyük bir stratejinin ürünü de değildi. Tam tersi, çağdaş toplumda İslam'ın yerine ilişkin çok değişik düşünce ekollerinin doğduğu kendiliğinden gittikçe büyüyen bir gelişme görüldü. Bu değişik gruplar arasında amaçlar ve stratejiler üzerinde çok canlı tartışmalar ortaya çıkmış, ancak süreç içerisinde bu ilişkiler, askeri rejimin her türlü fikir alışverişini silmek istediği bir ortamda toplumdaki demokratik değerleri güçlendirmiştir. Bu cemaatler müslüman olmayan demokratik gruplarla da belli ilişkiler kurmaktadırlar.

Resmi yapıların dışında ve büyük müslüman teşkilat olan Nahdatül Ulema ve Muhammediye'nin sahalarının ötesinde oluştuklarından değişik müslüman düşünce ekollerini sınıflandırmak kolay olmamaktadır. Zamanla düşünce ile pratik kristalleştikçe, yeni nesil arasındaki farklı eğilimleri tanımlamak kolayca mümkün olabilecektir.

Yeni ekoller arasındaki en ılımlı olanı neo-modernîst okul ismiyle tanımlanabilir. Bağlıları İslam'ın Endonezyalılaşmasıyla ilgilenmektedirler. Buna Cavalılaştırma demek daha doğru olur. Zira çabalan, İslam'ı Arap, dolayısıyla yabancı bir unsur diye yaftalayan Cavalı liderlerin çalışmalarına benzemektedir. Humeyni İranı'ndaki gelişmelerden rahatsızlık duyan ve Endonezya askeri yöneticilerinin zalimliğinden ve gücünden de ürken neo-modernistler rejime karşı uzlaşmacı bir tutum geliştirmişler. Bu okulun iki önemli lideri Nurkoliş Mecid ve Abdurrahman Vahid'dir. Yakın zamanda her ikisi de, genç müslümanların tepkisini ve kızgınlığını hiçe sayarak, Hükümet Partisi GOLKAR için Endonezya Kongresi'nde [MPR] görev kabul etmişlerdir.

Nurkoliş 1960'larda bir öğrenci lideriydi. Daha sonra Şikago Üniversitesi'nde doktora yaptı. Uzun yıllar İslam'ı inanmayanlara daha kabul edilebilir şekilde sunmakla uğraştı. 1970'lerde müslüman siyasi partilerin dağıtılması için kampanya başlattı. Amerika'dan döndükten sonra ümmete uymamanın karmaşa ve kötülük getireceğini söyleyerek, Endonezya devlet doktrini Pancasila'yı benimseme yoluna gitti. Aynı ruhla Abdurrahman Vahid de askeri yöneticilere karşı tavizkar ve temkinli bir politika izledi. Depolitize olmuş Nahdatu'l-Ulema'nın yürütme sekreteri olarak ana meselesi hem General Suharto ve hem de General Benny Murdani ile iyi ilişkiler kurarak NU'yu korumak olagelmiştir. Neo-modernistlerin stratejilerinin temelinde şu inanç yatar: Ordu baş edilemeyecek kadar çok güçlüdür ve ona karşı direnme yolundaki herhangi bir teşebbüs ters tepecektir. Onlar, ayrıca temkinli ve tavizkar yaklaşım duvarları arkasında uzun vadeli bir strateji olarak müslümanların kadro yetiştirmelerinin zorunlu olduğuna da inanıyorlar.

İkinci düşünce ekolü sosyal-demokrat okul olarak tanımlanabilir. Çoğunlukla yazarlık, seminer verme ve kitap ve dergi yayınlama gibi işlerle uğraşan bu insanlar ayrıca küçük köy cemaatlerinde, kooperatiflerde ve uygun teknoloji merkezlerinde dersler de tertip ederler. Bu okulun önde gelen isimleri arasında ekonomist Dawam Rahardjo, yayıncı ve yazar Asvab Mananin (Jogjakarta İslam Üniversitesi'nde hukuk tahsili görmüştür) ve Adî Sasono (1960'larda bir öğrenci lideriydi. Şimdi ise Kalkınma Araştırmaları Enstitüsü adında hükümete bağlı olmayan bir enstitünün müdürüdür) gibi tanınmış kişiler de vardır. Elemanlarının çoğu, 1950'lerden seksenlerin ortalarına kadar öğrenci siyasi olaylarında önemli bir rol oynamış militan İslami öğrenciler Birliği [Himpunan Mahasisva İslam (HMD)'nin aktif üyeleriyle sosyal-demokrat ekol verimli ve değerli yazarlara sahip olduğu için oldukça etkilidir. Yıllarca bu yazarlar uluslararası seminer ve konferanslarda Endonezya fikir hayatındaki alternatifi temsil etmişlerdir. Adî Sasono, Andre Gunder Frank ve diğerlerinin bağımlılık kuramlarından esinlenerek kitap yayınlayan ilk Endonezyalıdır. Benzer bir halet-i ruhiye ile bu düşünce ekolü 1980'lerin basında Roma Kulübü ve Kuzey-Güney diyalogu çevresindeki tartışmalar da yoğun bir şekilde yer almıştır. Prizma fikirlerini yazıya döktükleri dergilerden biridir ve uzun yıllardır müslüman olsun olmasın Endonezya aydınlarının dayanak noktası ve merkezi olagelmiştir.

Üçüncü akım evrensellik ekolü şeklinde tanımlanabilir. Bunlar müslümanların asla dönmelerinin ve İslam'ı evrensel gerçekliğiyle birlikte kabul etmelerinin gerekliliğine inanıyorlar. Bu ekol genç kadrolardan müteşekkil güçlü bir ağ oluşturmuştur. Belli teşkilat yapısına sahip bir örgütlenme olduğu söylenebilir, önde gelen kişiliklerinden biri olan Imaduddin Bandung Teknoloji Enstitüsünde okuyan bir Batı Sumatralı'dır. Okula devam ettiği yıllarda şehirde güçlü bir teşkilat kurmuştur. Enstitü Kampusu Camisi olan Selman Camisi'nin etrafında toplanan yetenekli ve genç bir öğrenci topluluğunun örgütleyicisi ve esin kaynağıdır. Daha sonraki yaygın bilinen adıyla Selman, geniş bir sahada faaliyet gösterir oldu: Tartışma ve çalışma grupları, kadro yetiştirme, zengin bir yayınevi Pustaka Selman. Dışarıdan pek çok kişi Selman cemaatine gıpta ve hayranlıkla bakmaktadır. Gayet kendinden emin, coşkulu, konuşkan ve yeni şeyler öğrenme azmi içinde Pustaka Selman yayınevi vesilesiyle genç Endonezya müslümanları normalde Arapça ve Farsça yayınlanan İslami kaynaklara ulaşma imkanı bulabildiler. Pakistan, İran, Mısır başta olmak üzere tüm İslam dünyasından yüzlerce önemli eserin çevirisi yapıldı. Hasan el-Benna ve Ali Şeriatı gibi isimler Bandung'daki bu yayınevi sayesinde Endonezya'da tanınır oldu. İmaduddîn'in kendisi de Endonezya eğitim sistemini hiç beğenmezdi. Bu nedenle Selman derslerinde Amerikan ve Avrupa eğitim metodunu uygulamakta hiç tereddüt etmedi. 1978 yılında öğrenci gösterilerine karıştığı iddiasıyla tutuklandı. Salıverildikten sonra ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Selman hareketi şimdiki müslüman neslin radikal fikirlerinde derin ideolojik etkiler bırakmıştır. Hareket yerel de olsa, Selman kitapları cumhuriyetin her bir köşesinde satılmaktadır ve Selman hareketinin tesiri müslüman kitlenin her kesimine sızabilmiştir.

Son okul, modernist düşünce ekolüdür. Hala geleneksel değerler diye adlandırdıkları şeylere bağlı kalmayı sürdüren neo-modernistlerin aksine, modernistler bu gerici geleneksel değerleri silmeyi amaçlamışlardır. Bir kaç yıl önce otuz yaşlarında iken bir kazada ölen önemli düşünürlerden Ahmed Vahib, bu düşünce ekolunu en iyi simgeleyen kişiydi. Ölümünden sonra yayınlanan günlüğünde, daha demokratik bir toplum için derin bir özlem ve resmi İslami öğretinin belli noktalarına karşı güçlü bir tepki duyduğu görülebilmektedir.

O, sosyal sorunları ele alıp analiz etme için yeni ve ümit verici bir yol geliştirmiştir. Diğer pek çok üyeleri de sosyal analizlere yönelik benzer alternatif perspektifler geliştirmiştir. Tarihçi Kuntowijoyo da bu gelenekten sayılabilir. Kuntowijoyo İslam'ı Çinli ve Gujarati liderlerce Endonezya sahillerine ilk getirildiği zamanki saflığıyla uyumlu olacak şekilde canlandırmaya ve modernleştirmeye heveslenmiştir. Bu ekolun müslüman kitlelerin düşünceleri üzerindeki etkisinin boyutlarını ve derinliğini kestirmek kolay değil. Çünkü resmi politikanın dışındaki her şey yer altında faaliyet göstermek zorunda bırakılmakta ve hükümet tarafından zararlı bölücüler şeklinde değerlendirilmektedir. Son müslüman yargılamaları dalgası herkesi bu konuda ihtiyatlı kılmaktadır. Hükümet bir zamanlar sık sık halkı OTB [Organisasi tanpa bentuk: Anlamı şekli ve biçimi olmayan teşkilat] gibi çalışan yeraltı komünist hareketlerine karşı uyarmaktaydı. Bu tür bir terim şimdilerde radikal müslüman gruplar için kullanılabilir. Zira müslüman radikaller herhangi bir ayırıcı özelliği veya teşkilatsal şekli titizlikle reddediyorlar.

Müslüman Gençlik Hareketini Bertaraf Etmek

Siyasi partilerin yanısıra ülkedeki tüm teşkilatlar 1985'de Topluluk Yasası'nın yürürlüğe girmesinden sonra Pancasilayı yegane ideolojileri [asas tunggal] olarak kabul etmeleri yolunda rejimin yoğun baskısı altındalar. Jakarta'nın liman bölgesi Tanjung Priok'da bir gösteri düzenlendi; ordu birlikleri göstericilere ateş açtı. Ordu kuvvetlerinin komutanlığı hemen olayların basına aktarımına sansür koydular. Daha sonra müslüman eylemcileri savunan avukatlar gösterilerin bir provakasyon olduğunu ispatlamaya çalıştılar. Açıkça anlaşıldı ki, olaylar asas tunggal yükümlülüklerine karşı protestonun devlet baskısıyla karşılaşacağı bir dönemde müslüman eylemcileri sindirmek amacıyla planlanmıştı.

Bu gelişmelerin ardından pek çok teşkilat teslim oldu. Fakat müslüman gençlik teşkilatları arasında iki dikkat çekici istisna vardı. İslami Öğrenciler Birliği [Himpunan Mahasisıva Indonesia, (HMI)] ve Endonezya İslami öğrencileri [Pelajar İslam Indonesia, (PII)]. Her iki teşkilatta, tüm Endonezya çapındaki toplulukların siyasi bütünlüğüne ve teşkilat bağımsızlığına karşı rejimin en yıkıcı saldırısını temsil eden Topluluk Yasasına karşı direndiler. 1940'larden beri en önemli öğrenci teşkilatı olan HMI, 1983 yılındaki kongresi sırasında otoritelerce kanuna karşı direnmenin büyük zorluklar çıkaracağı yolunda uyarıldılar. Gönüllü olarak boyun eğmeleri tavsiye edildi. Uyanlara rağmen HMI, İslami kimliğini yeniden vurguladı. Fakat kongreden sonraki dönemde baskılar yoğunlaştırıldı ve HMI kolları neredeyse tam anlamıyla parçalandı. Bazı bölümler hükümet yanlısı güçlerce içeriden bir darbeyle ele geçirildi. Diğerleri ise asas tunggala karşı mücadelesini sürdürdü. 1986 kongresine gelindiğinde teşkilat zaten keskin bir biçimde bölünmüştü. Çoğunluk yeni düzenlemelere uyulması isteğindeydi. HMI'nin tavizsiz üyelerinden bazıları kongreyi boykot etme kararı aldı ve teşkilatın asli yapısını korumaya and içmiş bir konseyin kurulduğunu duyurdular. Kongre Topluluk Yasasına uyma üzerinde anlaştı. Gençlik Sorunları Bakanlığı'nca özenle seçilmiş biri yeni başkanlığa seçildi. Bir zamanın asi HMI'sı uzlaşmacı ana akıma karışıp, hükümetin elindeki başka bir uzlaşmacı aracı oldu. HMI, şimdi resmen desteklenen gençlik teşkilatı olan KNPI'ye katıldı. Teşkilatın asli yapışım korumak için kurulan konsey muhtemelen halen faaliyet gösteriyordu, basında adından hiç söz edilmese de.

PII gençlik teşkilatı daha farklı bir yol takip etti ve asas tunggal düzenlemelerine boyun eğmeyen tek önemli kuruluş olma özelliğini halen korumaktadır. Son tarih olarak belirlenen 17 Haziran 1987'ye kadar Pancasilayı kabul edenlere adını yazdırmadı, içişleri Bakanlığı bundan böyle "bilinçli olarak kendi kendini feshetmiştir" açıklamasını yaparken Gençlik Sorunları Bakanlığı PII için "otomatikmen meşruiyetini kaybetti" beyanında bulundu. Öte yandan 4,5 milyon üyeye sahip olan PII direniş eyleminin olası sonuçlarından korkmuyor görünmektedir. Başkan Çalidin Yakup PU'nin bir sonraki kongresinin normalde 1989'a kadar toplanamayacağını ancak bu konuyu konuşmak üzere ani bir kongre düzenlemenin gereksiz olduğu şeklinde bir cevap verdi.

Resmi Teşkilatların Dışındaki Gruplar

Yeni müslüman eylemliliği camilere ve pengajian olarak bilinen çok değişik dini toplantılara sıkıca bağlıdır. Pengajian terimi pek çok çeşit dini toplantı için kullanılmaktadır. Kur'an okuyarak hastaların iyileştirilmesine çalışılmasından tutun da, küçük ev sohbetlerine, camilerde veya dışarıdaki toplantılara kadar küçük, büyük farklı etkinlikler. Şu anda çok yüksek sayıda karizmatik gezgin vaizler oldukça popüler halde mübelliğ denilen bu insanlar, ülkenin her tarafında camilerin içinde veya kenarında düzenlenen vaazlara büyük kalabalıklar çekebilmektedir. Tanjung Priok katliamı ve onu takip eden günlerde Jakarta'da pek çok mübelliğin tutuklanmasından sonra, bu türdeki kalabalık toplantılar yapılamaz oldu. Ancak gayri resmi biçimde evlerin içinde küçük grup toplantıları yapılabilmektedir. Mübelliğlerin büyük çoğunluğu dinleyicilerin coşkusunu bilerek hassas siyasi ve toplumsal meselelere değinmekten kaçınmayan oldukça saygın kişiler. Parti siyasi faaliyetleri geriledikçe mübelliğlerin popülaritesi artmaktadır.

Bölgesel veya ulusal tabanlı yaygın bir örgütlenmenin bir parçası olan kiliselerin aksine, camiler ayrık kurumlar şeklinde işlevlerini görmektedir. Sonuçta ise cami kökenli eylemlilik mahalli sınırları aşamamakta, bölgesel veya günlük cemaat işlerini devralan genç eylemci müslümanlarca yönlendirilmektedir. Hükümet bu eylemcileri bastırmakta hayli zorlanmaktadır. Tedbir olarak vaazlar daha önceden gözden geçirilmeli ve otoritelerce onaylanmalı diye bir zorunluluk getirildi. Yine cami çevresinde yayınlanan dergilerin sorumlularından tutuklananlar oldu. Ancak "ev sohbetleri" ağı tüm ülke çapında yaygınlaşmaktadır ve dağıtılması da çok daha zordur. Bu şekildeki örgütlenmeleri tanımlamak için genelde usrah adı kullanılır fakat dışarıdan birisi için herhangi bir örgütlenme ağını farketmek çok güçtür. Her ne kadar usrah grupları ülkenin her yanında çoğalmış gibi görünmekteyse de, büyük olasılıkla, birleştirici merkezi bir organ olmaksızın küçük otonom birimler şeklinde çalışmaktadırlar. Askeri otoriteler 1986 yılında usrahların devlete karşı önemli bir tehdit unsuru oluşturduklarına karar vermelerinden beridir usrah eylemleri aleyhindeki davalar hızla sürmektedir. Merkez Cava'nın bölge askeri komutanı usrahları nifak tohumları eken ve hükümetin çıkarını zedeleyen "komünist türü örgütlenmeler" şeklinde tanımlamıştı.

İktidarı ele alışının yirminci yılını da çoktan dolduran Endonezya ordusu, çağımızın en uzun ömürlü askeri rejimlerinden biri haline geldi. Sıkıca bağlı oldukları ilkelerinden birisi toplumsal ve siyasal denetimin dizginlerini asla gevşetmemektir. Ülkelerini liberali eştirmeye başlayan diğer diktatörlerin deneyimleri, Endonezya Askeri rejimine yumuşamanın çoğunlukla nihai yıkıma yol açacağı şeklinde bir anlayış kazandırdı. Endonezya generalleri, aynı şeyin Endonezya'da gerçekleşmeyeceği konusunda kararlılar. Ülke şu anda öyle bir konuma geldi ki, ne kadar sönük olursa olsun her türlü muhalif ses rejim tarafından kabaca ve şiddetle bastırılmaktadır. Bu arada, yeni bir genç müslüman aydın nesli yavaş yavaş üniversitelerde ve değişik hükümet dairelerinde görevler almaya devam ediyorlar. Hükümet dışı organizasyonlar düzeyinde, başta insan hakları ve çevre sorunlarıyla ilgili sahalarda çalışanlar olmak üzere hala faal olan pek çok kuruluş genç müslüman aydınlar tarafından idare edilmektedir. Eğer siyasi ifade haklarının baskı altında tutulması olayını, faal bir yanardağın ağzına mantar tıkamaya benzetirsek, Endonezya'da er veya geç bir patlama olması kaçınılmazdır, diyebiliriz, ve Endonezya'daki yeni şafağa öyle veya böyle sadece müslümanlar hazır görünüyorlar.

Çev: Cemil Aydın

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR