1. YAZARLAR

  2. Semih Hiçyılmaz

  3. Ortadoğu Halkları Kendi Geleceklerini Kendileri Tayin Etmelidir

Ortadoğu Halkları Kendi Geleceklerini Kendileri Tayin Etmelidir

Haziran 2003A+A-

"ABD'nin, Ortadoğu'ya demokrasi ve özgürlük götürmekten ne anladığı daha somut görülüyor."

ABD, Irak'a karşı giriştiği saldırı ve işgalin ardından, bununla yetinmeyeceğini yeni hedeflere doğru operasyonlarına devam edeceğini her fırsatta tekrarlayıp durmakta. Tıpkı Irak'a yönelik saldırı öncesinde olduğu gibi dünya kamuoyunun desteğini almak ya da en azından tarafsızlaştırmak için yoğun bir propaganda eşliğinde bütün hazırlıklarını sürdürüyor.

ABD gerçek niyetini elbette elinden geldiğince gizlemeye çalışıyor. Giriştiği her kanlı operasyona 'demokrasi, özgürlük, insan hakları' gibi kılıflar uydurmaya çalışıyor. Ama Irak saldırısı esnasında görüldüğü gibi dünyanın hiçbir yerinde bu gerekçeler kabul görmüyor. Beş kıtada her ülkede milyonlarca insan ABD emperyalizminin planlarına karşı olduğunu sokaklara dökülerek, protesto ederek açıktan haykırıyor.

Onların gittikleri yerlere nasıl bir 'özgürlük ve demokrasi' götürdükleri ortada. Bunun en son örneğini de Irak'ta gördük. Ama bu örnekleri tartışmaya bile gerek kalmadan ABD'nin kendi ülkesinde yaptıklarına bakarak demokrasi ve özgürlükten ne anladıklarını kavramamız mümkün olabilir. ABD için tek geçerli olan, onların emperyalist çıkarlarına uygunluk göstermektir. Bu yola varmak için de her yöntem geçerlidir. 11 Eylül sonrası ilan ettikleri yeni konseptlerinde, bugüne kadar örtülü olarak gerçekleştirdikleri bir çok yöntemi yasal hale getirdiler. Yeni konsept aslında çok açıktı: "Ya benden yanasın ya da teröristlerden..." Yeni dünyanın neresinde olursanız olun ABD emperyalizminin çıkarlarına uygunluk içinde davranmıyorsanız 'aşılması gereken bir hedef' konumundasınız. Bu, kişi olabilir, örgüt olabilir, devlet olabilir fark etmez. ABD çıkarlarına uygun davranmak da, bu emperyalist gücün dünya haritasını yeniden belirleme ve enerji kaynakları üzerinde yeni hakimiyet bölgeleri oluşturma amacıyla paralel davranmak olarak özetlenebilir.

Dünyanın en büyük terörist gücünün emperyalist emellerini 'teröre karşı mücadele' adı altında sürdürmesi elbette fazla inandırıcı olmuyor. Bugüne kadar nerede bir darbe varsa arkasında mutlaka ABD'nin olduğu tarihsel bir gerçektir. Dünyanın en kanlı diktatörlerinin ABD'nin desteği altında hakimiyetlerini sürdürdükleri de bilinmektedir.

Evet, ABD 'özgürlük' istemektedir. Bunun için de yasal - yasadışı her şeyi yapmayı göze almıştır. ABD'de iktidarı elinde tutan sınıflar/tekeller kendi sömürü çıkarlarının devamı için, dünyayı yağmalamanın devam etmesi için, tüm engelleri kaldıran, yolları temizlemeyi amaçlayan bir 'özgürlük' istemektedirler.

Bugün ABD özgürlükler ve demokrasi ülkesi olarak propaganda edilmeye çalışılmaktadır. Oysa ki sınıf farklarının, gelir dağılımı uçurumunun en derin olduğu ülkelerin başında gelmektedir Amerika. Kendi halkına açlık, sefalet ve zulmü reva gören bir iktidar dünyanın başka bir bölgesindeki halk için gerçekten özgürlük ve demokrasi isteyebilir mi? 11 Eylül sonrası ABD'de tartışılan ve çoğu yasal değişiklik olarak kabul gören birkaç örnek, söylemek istediklerimizi daha net açıklayabilir.

'Sanıktan bilgi alabilmek için işkence zorunlu olabilir. Çünkü alınan bilgi ile teröristlere ulaşmamız mümkün olabilir' diyerek bugüne kadar yaptıkları ama bir yandan da reddettikleri işkenceyi yasal hale getirmişlerdir. Şimdiye kadar kontrgerilla operasyonlarıyla birçok ülkede gerçekleştirdikleri ama inkar ettikleri suikast ve darbeleri 11 Eylül sonrası 'teröristlerin ortadan kaldırılması' olarak meşru ilan etmişlerdir.

Bugün ABD halkı fişlenmekte, gözlenmekte, haklarında raporlar düzenlenmektedir. Daha önceleri siyahlara karşı yaptıkları potansiyel suçlu muamelesini bugün Müslümanlara karşı yapmaktadırlar. Düzen muhalifleri ise zaten sürekli hedeftedirler. Baskının, sömürünün en yoğun olduğu ülkelerden biri Amerika'dır. Her yıl en çok idam gerçekleştirenler listesinin başında Amerika gelmektedir. Televizyonlarda gösterilen şatafatlı görüntülerin bir de arka sokakları vardır. İnsanların sokakta yattığı, çöplerden yiyecek topladığı gerçek Amerika'nın görüntüleri…

ABD'nin askeri operasyonları kadar tehlikeli olan bir başka yöntemi de devasa medya tekelleriyle sürdürdüğü gerçekleri çarpıtma ve beyinleri esir alma operasyonlarıdır. Gerçekler yanıltıcı görüntülerle ve propagandalarla saklanmaya, ABD'nin çıkar ve ihtiyaçları gerçekmiş gibi sunularak yığınlar aldatılmaya çalışılmaktadır. Literatürdeki adı 'psikolojik harp' olan bu yönteme 'kamu diplomasisi' adı verilerek yumuşatılmaya çalışılmaktadır.

ABD'nin Ortadoğu'ya yönelik operasyonlarında kullandığı önemli argümanlardan biri de medeniyetler çatışması ya da dinler çatışmasıdır. Giriştiği emperyalist saldırganlığı bu şekilde sunarak kendi halkını ya da başka ülkelerdeki Müslüman olmayanları ikna etmeyi amaçlamaktadır. Ama bunun tutmadığını Irak saldırı sırasında sokaklara dökülen milyonlar göstermiştir. Din, millet farkı gözetmeksizin milyonlar kol kola girerek yürümüş, emperyalizme karşı aynı sloganları haykırmıştır.

ABD Ortadoğu'ya demokrasi ve özgürlük getireceğini iddia etmektedir. Giriştiği ve girişeceği operasyonları böylece örtmeye çalışmaktadır. Ama öte yandan dünyanın en baskıcı, en kanlı yönetimlerinden biri işgalci İsrail devletidir. Giriştiği katliamlardan ötürü 'Kasap' adını almış olan Şaron, ABD yönetimi tarafından 'Barış Elçisi' ilan edilmektedir. Bu, başta Filistinliler olmak üzere dünya halklarıyla alay etmekten başka bir anlama gelebilir mi? Filistin'de artık ölenlerin sayısını bile kimse bilmemektedir. Evler içindekilerle beraber yıkılmaktadır. En vahşi operasyonlar ve suikastlar Filistinlilere yönelik yapılmaktadır. Tanklara karşı taşlarla direnen Filistinli çocukların soylarını kurutacağına ant içen Şaron, gerçektende ABD'nin gönlünde yatan 'barış elçisi' örneğidir.

ABD yıllardır Ortadoğu'daki hakimiyetini bölgedeki temel dayanağı olan İsrail ve Türkiye vasıtasıyla yürütmeye çalışmıştır. Ancak gelinen noktada Kafkaslardan Balkanlara, Asya'dan Ortadoğu'ya enerji kaynakları üzerindeki tahakküm, eski yöntem ve işbirlikçilerle, amaçlananı karşılamaktan uzaktır. Bunun içindir ki, ABD bu bölgede kendi çıkarlarını hayata geçirmede tereddütsüzce işbirlikçilik yapmayanları ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Bunda diğer emperyalistlerle arasındaki çelişmelerin ve pazar kavgalarının da etkisi bulunmaktadır, ancak bu, şu anki konumuz açısından işin tali bir yönünü ifade etmektedir ve halklara karşı saldırganlığın özünü değiştirmemektedir.

ABD bir ülkeyi işgal etmek için yalnızca askeri operasyonlara başvurmuyor. Sermaye grupları, şirketleri, IMF'si, Dünya Bankası ekonomik işgal ve bağımlılık için kullanılan diğer araçlardır. Ülkemiz örneğinde görüldüğü gibi çıkarılacak yasalardan, işçilere yapılacak zamma kadar kararı IMF vermektedir. Uluslararası tahkim gibi anlaşmalarla ulusal yasalar geçersiz hale getirilmektedir. Özelleştirmelerle işsizlik, yağma ve ülkenin emperyalist şirketlere peşkeşi gerçekleşmektedir.

Irak saldırısı sırasında halkın yoğun tepkisinden dolayı Türkiye'nin savaşın içine daha aktif olarak çekilemeyişinin bedelini ABD bugün, yönetimi her fırsatta aşağılayarak ve biat etmeye zorlayarak ödetmeye çalışmaktadır.

ABD bölgeye özgürlük getirebilir mi? Bunun cevabını Irak örneğinden yola çıkarak kolaylıkla verebiliriz. Girişilen saldırı ve işgal sonrası Irak'ta bazılarına elbette özgürlük gelmiştir. Örneğin insanlığın ortak hazinesi olan, yüzyılın birikimi kültürel miras 'özgürleştirilmiştir' ve bugün dolar milyarderlerinin koleksiyonuna katılmıştır. Yine bugün Irak'ta petrol tekellerine 'özgürlük' getirilmiştir. Bunlara kimsenin diyeceği olamaz. Ama bombardıman sonrası kaybettiği kollarıyla, kameralara bakan kömür gözlü Irak'lı çocuk için özgürlüğün geldiğini söylemek kimsenin haddi olamaz. Ya da pazar yerine yağdırılan misket bombalarıyla dört çocuğunu kaybeden Iraklı ananın feryatları özgürlüğün çığlığı olarak tanımlanamaz. Bir ülkedeki değişimlere ve yönetimine ABD değil o ülkenin halkı karar vermelidir. Bugün ABD'nin "değişim" adı altında yaptığı dayatmalarda o ülke halkının istek ve taleplerini umursamadığı açıktır. O bir ülkenin halkının daha rahat ve zengin bir yaşam sürmesini istemez, isteyemez. Çünkü onun varlığı iliğine kadar sömürü üzerine kurulmuştur.

ABD'nin bütün bu planlarına karşı ne yapmak gerekir sorusunun cevabı aslında Irak saldırısı sürecinde ortaya çıkmıştı. ABD'nin emperyalist planlarına karşı olan milyonlarca insan dünyanın dört bir yanında bu planları bozmak için birlikte davranmıştı. Batılı ülkelerin aydınları, Müslüman halkları bu birlikte davranışı daha üst boyutlarda ve daha örgütlü olarak ilerletmek zorundadır. Bunun olanakları her zamankinden daha fazla mevcuttur. Bütün ülkelerin işçilerinin ve ezilen halklarının birleşik mücadelesi emperyalizmi yeryüzünden silmeye yetecek güce sahiptir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR