1. YAZARLAR

  2. Atasoy Müftüoğlu

  3. Köleliğe Mahkum Değiliz

Atasoy Müftüoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Köleliğe Mahkum Değiliz

Haziran 2003A+A-

İçerisinde bulunduğumuz tarihsel dönem, olayların çok yoğun olduğu bir tarihsel dönemdir. Bu dönemde İslam dünyası toplumları/ülkeleri olaylara müdahil olmak yerine, olaylar tarafından yönetiliyor. İslam dünyası ülkeleri/toplumları, toplumsal bir gerçeklik, siyasal bir gerçeklik olarak değil, coğrafi bir gerçeklik olarak anılıyor. Toplumsal ve siyasal bir gerçeklik halinde var olmayı, özgür olmayı, bağımsız olmayı başaramayan İslam dünyası toplumlarının ve ülkelerinin bu özellikleri nedeniyle sürekli olarak onurları yaralanıyor, özgürlükleri tahrip ediliyor, eşitlikleri yok ediliyor, dayanışmaları parçalanıyor, adalet ve güvenlikten yoksun bırakılıyor, en büyük aşağılanma biçimi olan işgallere maruz bırakılıyor, ırksal üstünlük adına girişilen soykırımlara uğratılıyor; uluslararası alanda etkili rol alamayan, siyasal üretkenlikten yoksun bulunan, siyasal gelecekleri yok edilen, İslam dünyası toplumlarında yaşanan irade yoksunluğu nedeniyle emperyalist barbarlık tayin edici olmaya devam ediyor.

Ne modern olabilen ne de geleneksel kalabilen İslam dünyası toplumlarında despot rejimler halkları itaatkar sürüler haline getirdiler. Despot rejimlerle çıkar ilişkisi içerisinde bulunan siyasal ve kültürel elitler İslam dünyası toplumlarını içeriksizleştirdi. Bu nedenle İslam dünyası ülkelerinde kültür sömürgeciliği yoluyla dayatılan yozlaştırıcı, kişiliksizleştirici, kültürsüzleştirici bir kültür benzeşmesi yaşandı. Bir başka kültürle alış veriş halinde olmakla, kültür benzeşmesi içerisinde olmak kuşkusuz birbirinden çok farklı şeylerdir. Günümüzde büyük bir siyasal ilgisizlik içerisinde bulunan İslam dünyası toplumları, sahip oldukları temelsiz bir tevekkül anlayışı nedeniyle bitkisel hayatta yaşıyor, sosyal ölümlerle karşı karşıya bulunuyor. Kaderci bir teslimiyetçilik İslam dünyası toplumlarını ölü zamanlara götürüyor.

Yeni sömürgeciliğin rehinesi konumuna düşürülen İslam dünyası ülkelerinde, özellikle Filistin, Afganistan, Irak, Çeçenistan halkları, maruz bulundukları alçaltıcı işgal sebebiyle büyük acılar çekiyor. Bu ülkelerde insan haysiyetine ilişkin, toplumların haysiyetine ilişkin, çok korkunç, çok zalim ihlaller gerçekleştiriliyor. İnsanlık tarihinin en büyük yıkımlarının yaşandığı bu ülkelerde insan hakları, Müslümanlar için geçerli değil. İslam dünyasında siyasal bir mücadele yöntemi olarak direniş bilincini, direniş ahlakını, direniş sorumluluğunu Filistin halkı temsil ediyor.

Yakın tarih içerisinde Müslümanların İslami mücadeleye girişiyle birlikte İslam, aşırılık, fanatizm, terörizmle eş anlamlı olarak anılmaya başlandı. Egemen sömürgeci söylem, İslam ve Müslümanlarla ilgili olarak Hıristiyan ve Yahudi varsayımlarını dünya gündemine taşıdı. İslam dünyası toplumlarında, küçük yönetici azınlıklar ve oligarşiler, İslam karşısında Hıristiyan ve Yahudi varsayımlarına göre tavırlar aldılar, tercihler yaptılar. Müslüman halklar ise, bu temelsiz, ahlaksız, saldırgan varsayımları içselleştirmedi. Ancak, düşünce ve kültür hayatımız bu saldırılar karşısında maalesef ayırıcı özelliklerini ve özerkliğini yitirdi. Aziz İslam'ın günümüzdeki konumunu Avrupa kavram ve kategorileri içerisinde tanımlama eğilimleri artıyor.

İslam dünyasında bugünün tarihi, halkların, toplumların, ülkelerin sorunlarını anlamak, tartışmak, konuşmak ve bunlara yanıtlar aramak yerine; elitlerin özel çıkarlarına hizmet eden ideolojik ve otokratik yönetimlerin bağnazlıklarını, ilkelliklerini, saplantılarını güçlendirmekle geçti. Batı dünyası, İslam dünyası ülkelerinde İslam karşıtı bütün yönetimleri güçlü bir şekilde destekledi, İslami hareketleri zayıflatmak için yerel despotları yüreklendirdi. Emperyalist dünyayı hiçbir olay, hiç kuşkusuz çok çarpıcı bir şekilde gerçekleşen, İslam'ın yeniden hayata ve siyasete dönmesi anlamına gelen İran İslam Devrimi kadar sarsmadı. Bu gelişme ne modern dünyanın ne de modern dünyaya öykünen İslam dünyası toplumlarının tasavvurlarında dahi yoktu. İslam'ın siyasal ve toplumsal anlamda kendisini ifade etmesi demek olan İslam devrimini ve İran'da bu bağlamda yaşanan tüm gelişmeleri devrimin başarıya ulaştığı günden bu yana batı dünyası büyük bir dikkat, endişe ve korkuyla takip ediyor. Bu korku ve endişeye dayalı olarak batı dünyası İslam'a karşı akıl dışı, ahlak dışı suçlamalar, iftiralar yöneltiyor, İslam kültür ve uygarlığına meydan okuyor. Bu nedenledir ki, içerisinde bulunduğumuz dönemde bu defa İran emperyalizm ve militarizm tarafından kuşatılıyor. Kültürel bir şovenizm içerisinde bulunan emperyalist dünya yoğun bir şekilde Müslümanları ötekileştiriyor. Öteki olmak, aynı değere ve eşit haklara sahip olmamak anlamına geliyor. Emperyalist ihtiraslar tüm insani kaygıları, hassasiyetleri yok sayıyor. Emperyalizm rakiplerini siyaset yoluyla etkisizleştirmek yerine, yok etmeyi seçiyor. İnsana ve insanlığa değer vermeyen militarizm ve faşizm yoluyla, soykırım yoluyla, toplumlarımızı dönüştürmeyi amaçlayan yeni sömürgecilik, toplumlarımızı kimliksizleştiriyor. Başta Filistin olmak üzere Afganistan, Irak, Çeçenistan bugün açıkça yapısal bir şiddetle karşı karşıya bulunuyor.

Irkçılıkların, milliyetçiliklerin, egoizmlerin, ideolojik saplantıların ve bağnazlıkların, mezhepçiliklerin, hizipçiliklerin bulunduğu bir dünya ortamında kültürel çoğulculuk olamaz. Hayatı anlamlandırma çerçevesine sahip olmayan ideolojik/politik sistemlerin insanlığa kazandıracağı bir şey olamaz. Kültürler, uygarlıklar arasında çelişkiler, karşıtlıklar, uyuşmazlıklar olduğu kadar benzerlikler, yakınlıklar da vardır. Uygarlıklar arasındaki karşıtlıkları savaş nedeni saymak barbarca bir davranıştır. Gerçek bir uygarlık zihniyeti, olumlu etkileşimler içerir. Zulmün, faşizmin egemen olduğu bir dünya sürekli olarak şiddet-terör üreten bir dünyadır. Şiddet-terörle mücadele, adalet ve eşitliğin sağlanmasıyla mümkün olabilir.

İslam dünyası toplumlarının özgürleşmesi için kendi iradelerini kullanmaları, iradelerine hayat kazandırmaları gerekir. Kendisi olamayan, kendi iradelerine sahip olamayan toplumlar köleliğe mahkum olurlar. İrade yoksunluğu aynı zamanda bir bilinç yoksunluğudur. İradesiz ve bilinçsiz varlıklar, anlamlı eylemlerde bulunamazlar.

Bir yanda toplumlarımızı hipnotize eden bir tarih anlayışı, bir yanda geçmişin ağırlığı altında ezilen bir kültür anlayışımız, bir diğer yanda engelleyici gelenekler hepimizi hareketsiz kılıyor. Bilinçli, sorumlu, bilgili, nitelikli ve yoğun çabalar olmaksızın; mucizevi olaylarla gerçekleşmesi beklenen bir değişim düşüncesine inanmak, İslam dünyası toplumlarını bir tıkanma noktasına, bir belirsizlik noktasına getirmiştir. Bunun yanında, hiçbir şekilde sorgulanması, tartışılması mümkün olmayan sosyal-toplumsal-kültürel-manevi otoritelerin baskısı altında belirlenen tek çizgili düşünce ve ilişki biçimleri de Müslüman toplulukları güçsüzleştirmektedir. Her açıdan tüm insanlığa açılmış bulunan bir dünyada, her konuda yalıtılmış olarak yaşamak-hayatta kalmak mümkün değildir. Kimlik kaybı anlamına gelmeyecek bir evrenselleşmeye ihtiyacımız vardır. Evrensel ufka açılan bir kimlik güçlü bir kimliktir.

Bugünün dünyasını bütünsel bir perspektifle en doğru şekilde anlamaya çalışmalıyız. İletişim alanındaki, ticaret alanındaki, ulaşım alanındaki gelişmelerin ortak bir küresel kültür oluşumunu hızlandırdığını görebilmeliyiz.

Aziz İslam, ulus-üstü bir inanç olarak, dini ve siyasi bir dil ve uygulamayla tarihe girdi. Evrensel İslam ailesi inancı taşıyanlar milliyetlere, mezhepçiliklere saplanıp kalmazlar. İslam kardeşliği her şartta kabile akrabalığından üstün tutulmalıdır. Zamanı ve tarihi değiştirmek üzere yola koyulan bir imanın bağlıları; zaman ve tarih tarafından kolaylıkla dönüştürülemez. Her şartta kendi iç bütünlüğümüzü koruyarak, temsil ederek erdemli olabiliriz. İmanımızı, değerlerimizi, düşüncelerimizi ne pahasına olursa olsun aziz tutmayı öğrenmeliyiz. İslami tercihlerimizi, İslami hayatımızı bir formaliteye dönüştürmemeliyiz.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR