1. YAZARLAR

  2. Murat Ural

  3. Ölümcül Bir Hastalık Umutsuzluk

Ölümcül Bir Hastalık Umutsuzluk

Aralık 1999A+A-

Bazı ruhsal sorunlar, kişisel düzeydekine benzer şekilde, kitlelerde de gözlemlenebilir. Bir bakıma o sorunun kitlesel bazda topluca yaşanması anlamına gelen bu durum, sadece kişilerin değil kitlelerin de ruhsal anlamda rahatsızlanabileceğini ifade etmekte. Örneğin her olaya şüpheyle bakan her şeyin ardında bir tehdit arayan ve olayları sürekli komplocu bir biçimde yorumlayan insanların çoğunlukta olduğu bir topluluk kitlesel anlamda "paranoyak" bir toplum olarak değerlendirilebilir. Kitlelerin sahip olduğu ortak özellikler, belirli şartlar ve etkenlerin kitle bazında paylaşılan ortak rahatsızlıklar oluşturmasına sebep olabilmektedir. Bu yazı içinde böylesi bir kitlesel rahatsızlığın değerlendirmesini yapmaya çalışacağız. Üzerinde durmak istediğimiz kitle, İslami kimliğini sahih temeller üzerinde inşa etme iddia ve çabası içinde olan müslümanların bir kısmından oluşmakta. Rahatsızlık ise sonuçlarından biri Kierkegard'ın deyimiyle "ölümcül bir hastalık olan" umutsuzluğa yakalanmak olan Depresyon, yani ruhsal çöküntü hali.

Özellikle son bir yıl içinde mezkur kitlede, bazı depresyon belirtilerini yaygın bir biçimde gözlemleyebilmekteyiz. Değerlendirmemize önce bu belirtileri tespit etmeye çalışarak başlayalım. Depresyonun en temel belirtilerinden olan enerji azalması, yorgunluk kitlesel bazda kendini hissettirmekte. Keza bir başka depresyon belirtisi olan yetersizlik duygusu ve buna bağlı gelişen benlik saygısındaki düşüş ve değersizlik hissi de hayli yaygın bir nitelik taşımakta. Zihni faaliyetlerdeki düşüş, bir nevi uyuşukluk hali, sosyal ilgilerin azalması, kendini aşırı derecede yerme, geleceğe umutsuz, geçmişe pişmanlıkla bakma gibi diğer depresyon belirtileri de bu kitlede rahatlıkla fark edilmekte.

Süreklilik kazanması halinde, kişisel bazda intiharla dahi sonuçlanabilecek olan depresyonun yazımıza konu olan kitle için intihara eşdeğer olabilecek muhtemel nihai sonucu ise ölümcül bir hastalık olan umutsuzluğa tutulmak ve sonrasında "varoluşsal bir iltica ile" farklı bir kimliğe geçerek bu acı verici durumdan kurtulmaya çalışmaktır. İntihar anlamına gelebilecek bir kimlik değişimi sonucuna sebep olabilecek düzeyde acı verici olabilen bu duygu durumu, acaba nasıl bir oluşum süreci takip etmekte sorusu ile değerlendirmemize devam edebiliriz.

Gerek kitlesel gerek kişisel bazdaki duygulanımların altında düşünceler yatmaktadır. Çoğu zaman insanlardaki duygu değişimini olaylar meydana getiriyor gibi gözükse de duyguları doğuran olaylar değil, olayların nasıl yorumlanacağını belirleyen düşüncelerdir. Son bir kaç yıl içinde yaşanan gelişmeler kitlesel düzeydeki bu depresyonun sebebi gibi gözükse de asıl sebep mezkur kitledeki hatalı düşünce ve yorumlayış biçimleridir diyebiliriz. Bunların bir kısmını kişisel depresyon vakalarında da görülen sistematik düşünce hataları oluşturmakta, insanı depresyona sürükleyen sistematik düşünce hatalarını yazımıza konu olan kitle açısından örneklendirerek ele almaya çalışalım.

Bunların bir tanesi aşırı genellemelerde bulunmak. Başınıza kötü bir şey geldiğinde bunun sürekli böyle olacağını düşünürseniz ya da her şeyin tümüyle kötüye gittiği zannına kapılırsanız depresyonun kapısını da aralamış olursunuz. Özellikle 28 Şubat sonrasındaki bazı olumsuz gelişmeler sonrası oluşan bu tarz aşırı genellemeler kitledeki depresyonun alt yapısını da oluşturmuş oldu.

Bir diğer düşünce hatasıysa her şeyi siyah ya da beyaz görme eğilimi.. Bu eğilime sahip olanlar için, ya tümüyle başarı vardır ya da tümüyle başarısızlık. Eğer bir kaç olumsuz sonuç arka arkaya gelmişse "başarısızlığı tescillenmiş" bu kişiler için hayat tümüyle siyahtır. Yani "bizden bir şey olmaz".

Bir başka düşünce hatası ise hemen bir sonuca atlamak.. Mevcut durumun etraflı bir değerlendirmesi yapılmaksızın siyah-beyaz düzeyinde bir sonuca varılması sonucun siyah olması halinde çökkünlüğe yol açacaktır. Örneğin üniversitelerde yaşanan başörtüsü sorununun verilen mücadeleye rağmen öğrencilerin lehine çözülememesi böylesi bir değerlendirmeyle "mücadelenin iflası" olarak değerlendirilebilmiş ve yaşanılan çökkünlüğün nedenlerinden birisi olmuştur.

Halbuki aşırı genellemeler yapmadan ve hemen siyah ya da beyaz gibi bir sonuca varmaya çalışılmadan yapılacak bir değerlendirme olumsuzlukların yanında olumlu kazanımların da olduğunun fark edilmesine imkan sağlayacaktı. Gerçekten de bu süreçte gasbedilen hakların geri alınması açısından somut bir sonuç elde edilememiş olsa da, en azından "bir direniş nesli"nin yetişmesi yolunda ciddi kazanımların elde edilmiş olduğu açıktır. Çökkünlük duygusuna gömülenler sadece başörtüsü konusunda değil diğer alanlarda da bazı düşünce hataları yapmaktalar. Bu hatalar düşüncelerin işleyişiyle alakalı olduğu kadar içerikleriyle de alakalı olabilmekte. Mesela kendilerinin temel öncülünün Kur'an-ı Kerim olduğunu söyleyecek olsalar da ilahi mesajda aslolanın bizatihi mücadelenin kendisi olduğu ve hedeflenen şeyin bu mücadeleyle Allah'ın rızasını kazanmak olması gerektiği, çökkünlerin hatırlarından çıkmış olsa gerektir. Hal böyle olunca yaşanılan mevzi başarısızlıklar karamsarlığa sebep olmakta, karamsarlık da mücadele azmini körelterek insanları umutsuzluğun girdabına sürüklemektedir.

Umutsuzluk insanı ölümcül bir hastalıkmışcasına kuşatarak bilincini örseler ve onu olaylar karşısında iyice pasif bir hale getirir. Hayatın anlamını, idealleri ve sorumluluk bilincini tüketerek hızla büyür. Bir müslüman için en önemli motivasyon olan Allah'a karşı sorumluluk bilinci umutsuz­luğun sebep olduğu, olayları değiştirme konusundaki karamsarlık sebebiyle gitgide zayıflar ve yok olur.

Kitlelere umut aşılamaları gerekirken çökkünlük içinde umutsuzluğun girdabına sürüklenen bu müslümanların durumu gerçekten düşündürücüdür. Bir kez daha belirtmek gerekirse içine düşülen bu durumun bahanesi kesinlikle dış şartlar olamaz, çünkü hiç bir dış şart bir müslümanı umutsuzluğa sevk edemez, etmemelidir.

Hayat içinde karşı karşıya kaldığımız olayları değerlendirirken kendimize baz aldığımız temel öncüllerin vahyi ilkelerle irtibatını yeniden gözden geçirmeli ve sonra da olayları değerlendiriş biçimimizi daha temkinli ve geniş açılı bir hale getirmeliyiz. Bunu başarabildiğimiz ölçüde çökkünlük duygusu da umutsuzluk da bizden uzak olacaktır. Her halükarda ümitvarsak varız demektir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR