1. YAZARLAR

  2. Yusuf El-Habbaz

  3. Müslüman Zihnin Sömürgeci Kalıplardan Özgürleşmesi

Müslüman Zihnin Sömürgeci Kalıplardan Özgürleşmesi

Aralık 2007A+A-

Genelde Müslüman toplumlar üzerinde sömürgeciliğin boyutları çok fazla gündemleşmiş bir konu değildir. Oysa Müslüman halklarımızın zihninde derinlemesine tesirler oluşturmuş bu olgunun etkinliğini kırmak Müslümanlar için hayati bir görev olarak algılanmayı hak etmekte. Yusuf el-Habbaz zihinlerimizi sömürgeleşmeden kurtarmanın gerekliliğini tartışmaya açıyor. (Crescent Kasım 2007)

Sömürgecilik genellikle Avrupa ve Amerikalı güçlerin bugün 'üçüncü dünya' ülkeleri olarak adlandırılan ülkeleri zorla ellerinde tutup, sömürdükleri ve inanılmaz servet sağladıkları tarihin bir dönemi olarak algılanıyor. Batılı güçlerin organize bir şekilde düzenledikleri bu yağmalamalar, İspanya'nın Amerika macerasının masraflarını karşılamak için Endülüs'ü yağmalayıp İslam halifeliğinden altın çalmaları ile başladı. İspanyol sömürgeciliği daha sonra diğer sömürge güçlerine boyun eğmek zorunda kaldı ve 19. yüzyılın sonuyla birlikte dünyanın büyük bir kısmı Avrupa ve Amerika (Bahsedilen sömürgeleştirme gücü haline gelen İngiliz müstemlekesidir.) tarafından kolonileştirilip, sömürülür hale getirildi.

Sömürgecilik dürtüsünün esası hep yağmacı, basit ve ilkel olmasıydı. Fakat tüm o sömürgecilik faaliyetlerinden nemalanmalarına rağmen denilebilir ki sömürgecilik ille de kişisel sebeplerden kaynaklanmıyordu. Hristiyan misyonerlere göre sömürgecilik, Batı tipi Hristiyanlığın medenileştirme misyonuna uyum sağlayabilecek, pagan topluluklara ulaşma imkanı sağladı. Seyyahlara göre macera (bugünün ifadesiyle turizm), sömürgeci projenin en önemli özelliğiydi. Gerçekte, muhtemelen farklı zamanlarda farklı sömürge güçleri için değişik ve çeşitli hareket sebepleri vardı. Belki de tüm bunları 'sömürgeleştirme' olarak değerlendirmek yanıltıcı olur fakat tüm yer ve dönemler için aynı anlamlara geldiği sonucu çıkabilir. Oysa gerçekte 'sömürgecilik' birçok farklı zaman ve mekanda incelenebilir. Örneğin Japonya sömürgecilik oyununa sonradan katıldı ve farklı bir yöntem izledi. (fakat zorbalık açısından aynı) Japonya'nın diğer sömürgeci güçlerle olan rekabeti 2. 'Dünya Savaşı'nda bir Doğu Asya tiyatrosunun oynanmasına neden oldu.

20.yüzyılda, ağır derecede tahribe sebep olan iki 'Dünya Savaşı' Avrupa ve Japonya'yı harab etti ve sömürgeci güçleri (güçlenmiş ve sömürgeci statüsünü bir süre daha muhafaza edebilecek kapasitede olan Amerika dışındaki ülkeler) zayıflattı. 1945'ten sonra 'bağımsızlık' hareketleri ortaya çıktı. Bağımsızlık, sömürge güçlerinin işgal ettikleri topraklardan fiziksel olarak çekilmeleri şeklinde anlaşıldı. Fakat sömürgecilerin oluşturdukları sağlık, eğitim, bilim, teknoloji ve hukuk sistemi geçmişte sömürülmüş ve sözde bağımsızlığına kavuşmuş bu insanların sömürgecilerin ilk planda amaçladıklarından farklı bir şey yapamayacağını ortaya koyuyordu. Böylece 'üçüncü dünya', Batı dünyasına bağımlı kalmaya devam edecekti. Süregelen politikaların devam etmesi ve 'üçüncü dünya' ülkelerinin doğrudan sömürüye müsait hale gelmesine yol açan yaşam tarzı genellikle 'zihinsel sömürgeleştirme' olarak adlandırıldı.

Bu makalenin başlığı eğitim aktivisti Kenyalı Ngugi Wa Thiongo'nun "Zihni Sömürgeden Kurtarmak" adlı kitabından alındı. Thiongo sömürgeleştirme sorununu Afrika literatürü bağlamında değerlendirdi ve bölgesel dilleri ve bilgileri yeniden gözden geçirmeye çalıştı. Ngugi Wa Thiongo, Ulusal bağımsızlık hareketlerinin yükselişe geçtiği 1950'nin başından 1970'lerin sonlarına kadar uzanan süreçte, çok boyutlu sömürgeden kurtulma hareketinin bir parçası idi. Bu konuyla ilgili o dönemden bugüne kalmış birçok önemli kitap mevcuttur. Cezayirli psikolog Albert Memmi'nin "Sömürgeci ve Sömürgeleştirilen İnsan" adlı kitabında, sömürgeciliğin, hem sömürgeciyi hem de sömürüleni yıkıma uğrattığı ve sonunda her ikisinin de az bir fayda elde ettiği konusu tartışmaya açılır. Celal Al-i Ahmed'in klasik kitabı "Garbzedelik", bugün zihinsel sömürgeleştirme formunda nelerle karşılaşılabileceğinden bahseder. Kitabında düşüncelerini İran çerçevesinde besler. 'Üçüncü Dünya' ülkelerinin, kendi tarihlerine, kültürlerine, örf ve geleneklerine rağmen akıllarını başlarından alan Batı sevdasına yakalandıklarını söyler. O dönemde bunun gibi birçok benzer çalışma yazılmıştır ve bunların hepsi nelerin 'zihinsel sömürgeleştirme' olarak tanımlanabileceğine açıklık getirir ve bunu analiz eder. Bu kitapların 40 yıl önce 'zihinsel sömürgeleştirme' olarak tanımladığı durumların hiç birinde bir gelişme olmadı hatta durum daha da kötüye gitti. Bu çalışmalarla ilgilenen fakat ulaşma imkanı olmayan okuyucularımız konuyla ilgili bazı pasajlara groups.msn.com/multiversity adresinden ulaşabilirler.

Zihin yapısını sömürgeleşmeden kurtarma çabası, halihazırda 'üçüncü dünya' ülkeleri olarak adlandırılan, Müslüman alemini de kapsayan ülkelerin birincil ilgi alanlarını oluşturmuyor. Yine de bu durumun farkında olan herkes için "Zihin yapısını sömürgeden kurtarma çabaları" önemini yitirmiyor. Fakat İngiliz, Amerikan ya da başka bir sömürgeciden şikayeti olmayanlar var. Onlara göre tüm bunlar, gereksiz birer tartışmadan ibaret. Çünkü iktidara halkın taleplerini yerine getiriyor gibi görünen bölgesel seçkinler atamış olmaları sömürgeciliğin bir başarısı olduğu iddiasındalar. Şimdiye kadar tüm bu seçkinler, geçmişteki gibi mallarını yağmalamaya devam eden sömürgecilerin isteklerine karşı koyan hiçbir şey yapmadılar. Çünkü bölge seçkinleri bu yağmalamadan fayda sağlıyor, sömürgeden kurtulmak için pek bir neden göremiyorlar. Fakat bugün dünyaya şöyle bir bakılırsa, gerçekte 'üçüncü dünya' ülkeleri üzerindeki hakimiyetini sağlamlaştırmaktan başka bir sistem getirmeyen, ancak 'ilerleme' ve 'medeniyet' iddiasıyla yoluna devam eden Batılı güçleri sert bir şekilde sorgulayan, bir başka sömürgeden kurtulma çabası içindeki bir dalganın var olduğu görülür. Sömürgeleştirme bölgesel kültürleri ve bölgesel yaşam, tıp, eğitim, çiftçilik ve tarımcılık gibi alanlardaki bilgi birikimini yıkıma uğrattı. Bugün 'üçüncü dünya' insanı, kendilerine ait olanın yerine ikame edilen sistemlere meydan okuyor ve kendi bilgi sistemlerini yeniden meydana getirmeye çalışıyor. Şunu hatırlamak gerekir ki bu yeni bir hareket değil, sömürgeden kurtulma çabaları bugün dünyada mevcut fakat bu çabalar uzun zaman önce başladı.

Sömürgeden kurtulma hareketi birçok yerde bölgesel yönetimlere karşı bir hareketti. Elbette küresel çağda hiçbirşey tamamiyle bölgesel olamaz, geniş bir perspektif sağlamak da önem taşır. Gerçekte bedeni ve zihni sömürgeden kurtarmaya başlamak, ulusal yönetim ve ulusal özgürlük talebinin ötesinde bir zihin yapısına sahip olmakla gerçekleşir. Tarih süreci göstermiştir ki fiziksel olarak bağımsızlığına kavuşan yeni 'bağımsız' olmuş bir ülke, sömürgecilerinin tayin ettiği çizgide yoluna devam eder. Bu konuyu Amerikan yerlisi filozof John Mohawk üç başlıkta topluyor. Birincisi 'yi kullar'; soru sormayan, sömürgecilerin empoze etiği şekilde düşünen ve davranış gösterenler. İkincisi 'kötü kullar'; sömürge boyunduruğundan fiziksel olarak kurtulmaya çalışan ancak çoğu yönetime geçtiğinde boyunduruk altındayken kendilerine empoze edilmiş olan bilim, ekonomi, sağlık ve eğitim sistemlerini kullanacak olan zihin ve davranış yapısına sahip insanlar. Ulusal özgürlük hareketlerinin çoğu bu kategoriye tekabül eder. Hedef belirlenmiş, kısmen faaliyete geçilmiş fakat gerçekte değişen fazla birşey olmamıştır. Son olarak Mohawk, 'kul olmama' ihtimalinden bahseder, bu şu anlama gelir: Sömürgeci Batı modelinden farklı bir düşünce ve davranış modeli geliştirmenin yollarını bulmak ki bu Batıya saçma gelebilir. Bahsedilen ilk iki ihtimal, Batı etrafında gerçekleşen, üçüncüsü ise kendi dünyasında gerçekleşen bir tekamül sürecidir.

Batı tarzı eğitim olmadan bağımsızlığa kavuşmayı düşünmek zor ya da ihtimal dışı gibi görünse de sömürgeleştirilmiş beyinler elde etmede batı tarzı eğitim, anahtar rolü oynar. Sorulacak en önemli soru "Eğitimin amacı nedir?" sorusudur. Bu soru yanıtlanırsa, daha önemli soruların da önü açılmış olur. Örneğin: "Nasıl bir insan olmak istiyorum?" Bazı insanlar, bir Amerikalı, Fransız ya da İngiliz gibi olmak ister ve bu gayeye yönelik bir eğitim alırlar. Böyle bir hedef bu kişilerin kişisel çıkarlarına hizmet etse de muhakkak ki kimsenin temel hedefi olamaz. Dahası bir kişinin Batı'da alacağı eğitimin herhangi başka bir yerde alacağı eğitimden daha iyi olacağı düşüncesi kesinlikle sömürgeciliğin direngen bir yanıltmacasıdır. Sömürgeciler "West is best" (En iyi olan Batı'dır) diyerek halkı uyuttular. Sömürgecilik sistematik olarak diğer bütün bilgi ve anlayış formlarının değerini düşürdü ve böylece sömürgeleşmiş insanlar bilgiyi Batıdaki anlayışın içinde aramaktan başka çare bulamadı. Oysa eğitimin amacının ne olduğu derinlemesine düşünülürse bu gerçekler görülebilir.

Aynı zamanda farklı 'iletişim' medya organları da sömürgeleştirilmiş beyinlerle yaşama koşullarının devam etmesinde önemli bir rol oynuyor. Gerçekte çoğunluğu şu iki şeyi yapıyor: Dünyaya sömürgecilikle hükmeden zihin yapısının ve haksızlıkların devam etmesini sağlıyorlar ve dünyaya aynı derecede zarar veren yeni sömürgecilik biçimleriyle dünyayı tanıştırıyorlar. Örneğin medya, sömürge biçimlerinden biri olan tüketim kültürünü tanıtıyor. Tanıttığı, küresel şirketlerin  fayda gördüğü bir ekonomik sistem. Bu şirketlerin çoğu eski sömürge güç sistemine dayanıyor ve bugün bu şirketler, farklı alanlarda sömürgeciliğin temsilcisi konumuna geldiler. Bu yüzden, medya ve sömürgeciliği anlamak için bugün medyanın nasıl sömürgeciliği pazarladığını ve güç birliği oluşturduğunu, eski sömürge güçlerinin şirketleşme yoluyla bu durumdan nasıl yararlandığını ve diğerlerinin sınırlı ve aldatıcı bir fayda sunumuyla nasıl buna nasıl ortak edildiğini kavramak gerekir. Medya ve sömürgecilik arasındaki ilişki farklı şekilerde analiz edilebilir fakat burada sadece birkaç örnek not edildi.

Öncelikle şunu söylemek gerekir ki el-Cezire ve el-Arabiye gibi bölgesel "bağımsız" haber medyasının CNN ve BBC gibi batılı meslektaşlarından önemli ölçüde farklı olduğu düşüncesi yanlış bir inanış. Bu bölgesel medya organları, esasında durumlarından pek şikayetçi olmayan, sömürgeciliğin alt yapısını sorgulamayan 'kötü kullar'. Muhakkak ki Batı medyası ile karşılaştırıldığında ezilmiş Müslüman görüntüsüne çok daha fazla yer veriyorlar fakat sonuçta yaptıkları sadece dünyayı televizyon yoluyla görmemizi sağlamaktan başka birşey değil. Yani bir çeşit konuşma ve tartışma, neredeyse Batı medyasının yaptığının aynısı. Sadece arasıra bazı konularda ayrışıyorlar. Bu sömürgeleştirme değil mi? Bu haber ve bilgi taşıma imkanını farklı yollarla ortadan kaldırmak değil mi? Eğlence ve reklam içeren kitle iletişim medyası, bugüne dek 'zihin ortamı' olarak adlandırılmış çoğunluğu temsil eden bir kesimin parçası ve kapsam olarak bu zihin ortamı bazı güçler tarafından kontrol edilip, şekillendiriliyor. Bu durum sömürgeleşmedir.

Bugün, Müslüman dünyasının da içinde bulunduğu, eski üçüncü dünya ülkelerine hükmeden sözde bağımsız hükümetlerin çoğu, gençlerin zihinlerinin medya yoluyla sömürgeleştirilmesine izin veriyorlar. Zihin ortamını televizyon ve yazılı basın yoluyla batı tarzı eğlenceyi kullanarak yönlendiriyorlar. Bu yönetimler, Kuzey Afrika, Ortadoğu, Pakistan, Malezya gibi ülkelerdeki Müslüman halk arasında yükselen hedonistik, zevke dayalı kültürün önüne geçme yetisine sahip değil. Maalesef Müslüman gençler bugün şarkıcılar ve aktörler hakkında herşeyi bilmelerine rağmen, Filistin'in verdiği mücadele ya da Irak'ın sömürgeleştirilmesi hakkında çok az bilgiye sahip. Fakat sorunun çözümü için ülke yönetimlerine bakmak da sorunun bir parçası: Hemen hemen tüm yönetimler; 'iyi kullar' ya da 'kötü kullar' olarak sömürge sisteminin bir parçası olmuşlar. Sorunun çözümüne yönelik ümit; sömürgecilik, modernizm, globalizm, emperyalizm gibi Batılı olmayan toplumlara saldıran, tüm sistemlerden ayrışmış bir zihin yapısına sahip olan 'kul olmayanlar'da bulunuyor. Yönetimler aynı zamanda, ordu ve ekonomiyi kontrol ederek bir ölçüde gücü ellerinde tutar ve tamamıyla yok sayılacak bir pozisyona düşmemiş olurlar. Fakat sömürgeciliğin ne acımasız bir ironisidir ki bölgesel yönetimler sınırlı demokrasi ve popüler politik katılım formları tarafında hareket ederken, ekonomik küreselleşme formundaki sömürgecilik, sürekli olarak ulusal yönetimlerin kendi ekonomileri hakkında bile anlamlı bağımsız kararlar alma yetisini zayıflatır.

Dil de zihinsel sömürgeleştirmede rol oynar. İngilizce bugün sömürgecilikle en bağlantılı olan dildir ve bugün çoğunlukla bölgesel dillere rağmen, küresel bir dil halini almaktadır. Bütün diller fiziksel bir objeyi ya da yaşananları betimlerken gerçekte olanı, mecazi anlatım yoluyla ve söz sanatına özgü yollarla şifreli bir dille anlatır. Bu durum İngilizcede de farklı değildir. O zaman sömürgeleşmekten tamamıyla kurtulmanın yolu yeni bir dil öğrenmektir. Bu, Ngugi Wa Thiongo'nun yıllar önce farkına varmış olduğu bir durumdur. Thiongo, bu farkındalık süreciyle birlikte İngilizce yazmayı bıraktı ve yazılarını bölge insanının konuştuğu Afrika diliyle yazmaya başladı. Eğitimde bölge dillerine ağırlık veren okulların tesis edilmesinde rol oynadı. Ancak o dönem sorun, Kenya hükümetinin önceki sömürge başlarından fiilen bağımsız olmalarına rağmen, Thiongo'nun hareketlerini ulusal hegemonyaya bir tehdit olarak görmeleriydi. Dolayısıyla Thiongo ülkeden kovuldu. Yaşananlar iki şey ortaya koyuyor: Birincisi şu ki; dilin sömürgecilik adına ne ifade ettiğini bilen insanlar, buna karşı hareket etmeye başlarlar; ikincisi, fiilen bağımsız olanlar da dahil, ulusal yönetimler, gerçek bir bağımsızlaşmadan korkarlar. Bugün maalesef bu durum aşikardır. Örneğin, Müslümanların yaşadıkları ülke yönetimleri Amerika'ya yaranmak için okul müfredatlarını gözden geçirerek bölge kültürünü ve dilini hiçe sayarak saçma bir eğitim sistemi ortaya koyuyor.

Denilebilir ki nasıl topraklarımız işgal altındaysa, zihinlerimiz de işgal altında. Bu yüzden sürekli teyakkuz halinde olmalıyız, içinde bulunduğumuz durumu sorgulamalıyız ve harekete geçmeliyiz. Zihinlerimizi sömürgeleşmekten kurtarmanın önemli bir adımı, daha büyük gerçeklere, her bir dinin öğretisine odaklanmaktır lakin asıl sömürgeci hayatın kendisidir. Daha açık bir şekilde söylemek gerekirse, sömürgeleşmiş bir zihin, dünyayı yöneten açgözlü seçkinlerin çıkarlarının herkesin yararına olduğuna inanır. Bu çıkarların neye hizmet ettiği ve bunların cazibesinden nasıl sakınılabileceği, süregelen olaylardan "kim çıkar sağlar" sorusu sorularak denetlenebilir. Bu soru çok farklı şekillerde sorulup, yanıtlanabilir. Örneğin, tüm dinlerin ortak konusu olan günlük faaliyetlerin nihai kurtuluşa nasıl etki ettiği sorusu gibi. Bu konuda, sorunu tanımlamış, kabile üyesi insanlardan ders alınabilirdi. Bazı yerli Amerikalı kabile üyeleri (Örneğin, Haudenosaunee ve Ontario), "Benim bugünkü davranışlarım, bundan 7 yıl sonra insanları nasıl etkileyecek?" diye sorarlar. Amaç ne olursa olsun sömürgeleşmiş zihinlerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz.

Müslümanları da kapsayan 'üçüncü dünya' insanının zihinlerini sömürgeden kurtaramamasının bir sebebi de artık geleneklerine saygı gösterip bunları uygulamamalarıdır. Peki neden gerici, baskıcı olduğumuzu söyleyen, bizleri şiddete başvurmak gibi birçok ithamla suçlayan koro yüzünden neden itibarımızı, kendimize olan güvenimizi kaybettik, kimliğimizden utandık? O halde kim bizi böyle itham etti? Oysa insanlık tarihinde hiç kimse bugün bize yapmamız gerekenleri söyleyen Batı medeniyetinin yandaşları kadar gerici, baskıcı ve şiddet yanlısı olmadı. Geçtiğimiz yüzyılda kaç insanı öldürdüklerini biliyor musunuz? 100 milyon? 150 milyon? Müslümanları herhangi bir nedenle suçlamadan önce belki de kendi yapıp, ettiklerine bakmalılar.

Birçok Müslümanın bildiği gibi İslam, basit bir din değildir aynı zamanda bir yaşam tarzı, ahlaki değerler ve hukuk sistemidir, zihinleri sömürgeleşmekten kurtaracak, yaşamın parçası olacak pek çok özellik barındırır. Yalnız bu durum, birçok Müslümanın yaptığı gibi dava istikametinde belirlenmiş basit bir reçete ya da sadece helal ve haram olarak sunulmamalı. Bunların ötesinde İslam, müntesiplerine, sömürgeleşmekten kurtulmak için birçok şey sunar. Örneğin yediğimiz yiyeceklere, giydiğimiz kıyafetlere, yaşadığımız evlere bir bakın. Helal ve haram çerçevesinde bakıldığında kabul edilebilir görünüyor fakat bu yiyecekler, evler, kıyafetler İslam'ın bize sunduğu yaşam tarzına ne kadar yakın? Helal ve haramın da ötesinde bugün Müslüman olmak bireyler ve aileler için ne ifade ediyor?  Müslüman olmak, kendimizi hangi hal içinde bulursak ona uymak ve yaptıklarımızı doğrulamak için birkaç hadis bulmak mı yoksa gerçekten 'modernite', 'medeniyet' ve 'başarı' kavramlarını boylu boyunca değerlendirmek ve bu kavramları İslami ilimler açısından sorgulamak mı?

Zihinleri sömürgeleşmekten kurtarma projesi büyük bir proje olduğundan, bu konuda birçok strateji geliştirilebilir ve herkes elinden geleni yapabilir. Eğer yönetimler ya da diğer üst derecedeki birimler bu konuda yardımcı olurlarsa güzel bir sonuç ortaya çıkar. Fakat yardımcı olmazlarsa önümüzü de kesmemeliler: Aksi olursa elimizden geldiğince onlara aldırış etmemeliyiz. Örneğin yediğimiz yiyecekleri, giydiğimiz kıyafetleri tekrar gözden geçirmek, sömürgeleşmeden kurtulma yolunda önemli bir adımdır. Çünkü birçok düşünürün işaret ettiği üzere, ne yediğimiz, nasıl giyindiğimiz zihinlerimize, fiziksel ve manevi mutluluğumuza etki eder. (Büyük üniversite grupları, giyinme kültürü, sömürgeleştirme ve dinsellik arasındaki ilişki hakkında iyi bir makale yazılabilir.) Ayrıca sömürgeleşmekten kurtulmak için mücadele verenlerin tecrübelerinden yararlanmak ve kendi faaliyetlerimizden öğrendiklerimizi paylaşmak da önemlidir. Bu davanın temel amacı değildir fakat Müslümanların içinde bulundukları durumu kavramaları, farklı din, kültür ve gelenekten insanlarla bağlantı kurmaları için önemlidir.

Zihinlerimizi sömürgeleşmekten kurtarmak, bir gecede olacak bir iş değildir. Fakat meselenin gerçek yüzü anlaşıldığında, tereddüt etmeden aşama aşama yapılabilecek bazı şeylerin var olduğu görülür. Meseleyi, elimden geldiği kadarıyla şu şekilde özetleyebilirim. Çoğumuz, küçük bir küresel seçkin topluluğun faydasına olacak şekilde yıkıcı ve mantık dışı düşünüyor ve hareket ediyoruz. Adına gelişme, medenileşme, küreselleşme ve sömürgecilik vb. diğer edebi kelimeler koydukları, çevremizden geleneklerimizden, bölgemizden uzaklaştırılma politikalarıyla sömürgeleşmiş olarak kalmaya zorlanıyoruz. Oysa yaşanan sorunu, bize ve halklarımıza yapılanların boyutunu anlamamaya devam etmemiz dünyayı kontrol eden seçkinlerin çıkarınadır. Bu yüzden, sömürgeciliğin günlük hayatımızı nasıl etkilediği hususu önemli bir noktadır. Örneğin, daha az televizyon seyredip, daha çok sohbet edebilirsiniz; daha çok organik besinle beslenip, suni gıdalardan kaçınabilirsiniz; el yapımı kıyafetler giyip, geçici moda hevesini bırakabilirsiniz. Bilgisayarın başına oturup yazarak ya da bir derslikte konuşarak, insanları sömürgeleşmiş toplumların uyuşukluk halinden kurtulmaları yönünde uyarabilirsiniz. Topluca hareket etmeyi öneren insanlar, toplum tarafından kabul görüp bir hareketin içine karışabilir ya da tamamen tüm haklarından mahrum edilebilirler. Yapacak çok şey var ve bir kişi tek başına her şeyi yapamaz. Mühim olan başlamak, en azından bir faaliyet seçmek ve samimi bir şekilde kendini o işe vakfetmek.

Sömürgeleşmiş zihin yapısına sahip insanları bu konuda ikna etmek zor olabilir fakat diğer bir önemli adım çocuklarınızı mümkün olduğunca çabuk okuldan uzaklaştırmaktır. Okula giderek ya da eğitim alarak bilgi arama idealist saçmalıklarını bir kenara bırakın. Bunlar bilgi aramanın sınırlı yollarıdır ve birçok kişi de bu durumun farkına varmıştır. Örneğin bugün Hindistan'da "Okulu Terkedenler" hareketi mevcuttur. Bu konuyla ilgili haberleri "Multiversity Grup"tan ve bahsettiğimiz hareketle ilgili Rajasthan'daki Shikshantar organizasyonunun web sitesinden öğrenebilirsiniz. Ivan Illıch'in kitabına isim olarak verdiği  "Okulsuz Toplum" süreci, biz onların okul ve enstitülerinin salonlarında başıboş dolanırken, kaynaklarımızı çalmaya devam edenlerden insanlığımızı kurtarmak için gerekli bir süreçtir.

Zihinlerini sömürgeden kurtarmak isteyenlerin bir diğer vazifesi sağlık alanını yeniden kazanmaktır. Örneğin, günden güne sıkıntı veren kalp rahatsızlıkları, yüksek tansiyon ve keza kanser gibi karmaşık rahatsızlıkları tedavi etmede homeopaty ve diğer geleneksel tıp dallarının tedavi edici olduğu görülmüştür. Aynı zamanda yüksek teknolojili Batı tıbbı, içinde milyon dolarların döndüğü küresel bir işletme halini almaktadır, bu yüzden şirket çıkarları özellikle ucuz ve kolay olan alternatif tıbbı desteklemeyecektir. Şirket çıkarları, onlara para getireni destekleyecektir ve bugün Avrupa'dan İran Körfezine uzanan, kalp bypass ameliyatları ve diğer ameliyatları içeren küresel turist endüstrisi gelişmiştir. Fakat varlıklı insanların sıklıkla zihinsel olarak ve bedenen en hasta insanlar olduklarını ispat etmek için kullanmak dışında bu işletmeyle bir bağlantımız olmamalıdır. Geri kalanımız, küresel ortaklığın ötesinde alternatif tıp, homeopati ya da geleneksel sağlık metodları uygulayabilir. Belki de çok daha önemlisi üçüncü dünya ülkelerindeki bilginlerin (örneğin Hindistan'da Vandana Shiva) üzerinde çalıştıkları geleneksel tıbbın suistimal edilip, patent hakkının verilmemesidir. İlgili okuyucular Üçüncü Dünya İletişim Ağı ve Penang Tüketici Birliği'nden (Malezya) bilgi edinebilirler. Her ikisi de zihinleri sömürgeleşmekten kurtarmak için elverişli farklı programlara ve yayınlara sahipler.

Şaşılacak şeydir ki Müslümanların sömürgeleşmiş beyinle yaşadıklarının işareti olarak Allah, O'nun elçisi, Kur'an, İslam geleneklerinden gelen kendi yasalarımız, prensiplerimiz, ahlaki kurallarımız ve önceliklerimiz olmasına rağmen Müslümanlar Birleşmiş Milletler'in yasa ve beyanlarına çok fazla önem verirler. Fakat herkesin Müslüman olmadığı ve kendi ilkelerini takip etmediği bir dünyada Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası organizasyonlar, Güvenlik Konseyi'nin pençelerinden kurtulmuş olduğu halde küresel hareketin çıkarı doğrultusunda bir takım vaatlerde bulunuyor. Birleşmiş Milletler zaman zaman İslam düşmanları tarafından 'üçüncü dünya' ülkelerinin çıkarlarına ters yönde kullanılsa da şunu hatırlatmak gerekir ki 1960'lardan, 1970'lere kadarki süreçte 'üçüncü dünya ülkeleri' Birleşmiş Milletler'in kontrolünü ele geçirmişti. Etkili küresel organizasyonlar mevcut olmadığı için, bazı Müslümanlar, Amerika ve diğer sömürgeci zorbalar tarafından ciddi bir şekilde yıpranmasına rağmen Birleşmiş Milletler gibi atanmış milletlerüstü aktörlerin en sonunda söz geçirebileceğine inanıyor.

Sonuç itibariyle tüm Müslümanlar ve diğer dinlerin takipçileri "beklenen son yakın mı" sorusunu merak ediyorlar. Bugün internette, beklenen sona dair pek çok tarih tahmini yapıldığını görüyoruz. Fakat tarih boyunca insanlar yaşadıkları sorunların dünyanın sonunun alameti olduğunu düşündüler. Bu konuyla ilgili olarak emin olabileceğimiz tek şey o günün ne zaman geleceğini, vaad edilen kurtuluşun ne zaman gerçekleşeceğini sadece Allah'ın bildiği. Irak'ta ve Filistin'de yaşananlar karşısındaki tutum, zihinlerin sömürgeleştiğinin işareti. Küresel ekonomi düşüşe geçtiği için ya da belki Amerikalılar berbat bir polis devletinde yaşadıklarını fark ettikleri için Batı 'medeniyeti'nin tüm zorbalığı Irak'ta ve Filistin'de su yüzüne çıktı. Tüm yaşananlar muhakkak ki hiç kimse için dünyanın sonu olmadı. Aslında içinde bulunduğumuz zaman tuhaf Batı'yı, onun etki alanlarını ve büyük sorunlarını değerlendirmenin en elverişli zamanı. Sorunun çözümü için ümidimizi kırmadan farklı alternatifler denenmelidir.

Çeviren: Betül ÜZER

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR