1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. “Kadın Yazarlar” Mutabakata Vardı: Yasakçılık sürsün ama biraz daha insancıl davranılsın!

“Kadın Yazarlar” Mutabakata Vardı: Yasakçılık sürsün ama biraz daha insancıl davranılsın!

Aralık 2007A+A-

Kozan'da Tevhide Kütük adlı imam hatip lisesi öğrencisinin maruz kaldığı zorbalık medyada nispeten geniş yer buldu. Genelde bu tarz haberlerde medyanın tavrının yasakçı uygulamalardan yana olduğu bilinir. Hemen her defasında medya ne yapıp eder mağdurları suçlamayı ve yasakçıları savunmayı sürdürür. Bu kez olay biraz değişik gelişti ve önceki başörtüsü yasağı haberlerinden farklı olarak konuya yer verilen yayınlarda genelde genç kıza reva görülen muamele eleştirildi. Şüphesiz tam bir magandalık tarzında gerçekleşen olayı savunmak kolay değildi. Üstelik henüz Genelkurmay bir bildiri yayınlayıp konuya nasıl yaklaşılması gerektiğini de belirlememişti. Dolayısıyla kafaların biraz karışması normal sayılmalı!

Kafa karışıklığı bir biçimde sözlere de yansıyor elbette. Bilhassa doğrudan tepkisini, düşüncelerini iletme ihtiyacı hissedenlerden farklı olarak görüşüne başvurulan isimlerin konuyla ilgili söyledikleri biraz üzgün, biraz kırgın bir ruh halini ortaya koymakta. Bu kadarı da fazla türünden bir yaklaşım göze çarpmakta. İşte Yeni Şafak'ın 27 Kasım Salı günü manşetine taşıdığı haberde de bu yaklaşımın izlerini görebiliyoruz.

Bu tavra konuyu daraltan, asli boyutundan uzaklaştıran bir mantığın egemen olduğu rahatlıkla fark edilebiliyor. Konunun özünü, asli niteliğini biraz göz ardı eden ve tezahürleri üzerinden  tartışmayı, gündemleştirmeyi tercih eden bir yaklaşım tarzı bu. Gazetenin manşeti de buna paralellik arzetmekte: "Ne olur çocukları karıştırmayın!" Yeni Şafak, yazar Gülten Dayıoğlu'nun sözlerini kısaltarak manşete taşımış.  Spot cümle ise daha açıklayıcı: "Ne olur bu işlere çocuklar karıştırılmasın!"

Görüldüğü üzere Dayıoğlu'nun sözlerinin kısaltılması ortaya ister istemez biraz farklı bir anlam çıkmasına neden olmuş. Daha doğrusu Dayıoğlu'nun sözlerini Yeni Şafak kendi perspektifine uygun biçimde yorumlamış. Oysa çocuklara kadar uzanan yasakçı uygulamalara tepki gösterdiği şeklinde yorumlanan Dayıoğlu'nun "çocuklar karıştırılmasın" ifadesi ile kime tepki gösterdiği tartışılabilir. Öyle ya, yasakçılar da tam tersini savunmakta ve başlarını örten genç kız ve çocukların ebeveynleri, çevreleri ya da bağlı bulundukları cemaatler tarafından "bu işlere bulaştırıldıkları"nı iddia etmekteler. Burada daha dikkat çekici husus ise "bu işler" ifadesi. Yazar Gülten Dayıoğlu'nun acaba "çocukların karıştırılması"nı istemediği işler acaba hangi işler?

Kadın hakları, cinsiyet ayrımcılığı, çocuklara yönelik baskı ve şiddet gibi konularda alabildiğine açık sözlü insanların söz konusu olan şey başörtüsü yasağı olunca nasıl da kekre bir dil tutturduklarının sayısız örneği ile her gün karşılaşıyoruz. Yeni Şafak'ın manşetten yer verdiği diğer kadın yazarlara ait ifadelerde de benzer bir durum göze çarpıyor. Mesela "Kızın yaşayacağı travma daha zararlı!"; ya da "O yaştaki kızın hevesi bu kadar kolay kırılmamalı!" vb.

Halbuki burada tartışılması gereken şey travma ihtimali ya da heves kırılması riski değildir. Sorunu Tevhide Kütük adlı genç kızın bireysel olarak maruz kaldığı muameleye indirgemek yaşanmakta olan devasa sorunu, zulmü, ilkelliği örtmek, çarpıtmak olur. Sorun Tevhide Kütük'ün gözyaşlarına indirgenemez. Binlerce, yüz binlerce insan kesintisiz bir biçimde bu zulme maruz kalmakta, hayatlarının değişik evrelerinde bu ilkel ve de iğrenç yasağın mağdurları arasında yer almaktadırlar. Zulme karşı çıkmak, zorbalığa tepki göstermek için illa da mağdurların gözyaşlarıyla karşılaşmak gerekir mi? Başörtülerinden dolayı sayısız insanın bu ülkede her gün, her an ne tür baskı ve aşağılamalarla karşılaştıkları, ne tür haksızlıklara maruz kaldıkları bilinmiyor mu? Tepki duymak için illa da mağdurların yaşlarının küçük olması ve fotoğraflanmaları mı gerekiyor?

Genç kız sahneden vahşice indirtilmeyip de, örneğin salonun giriş kapısında engellenmiş olsaydı muhtemelen maruz kaldığı uygulama hiç gündem oluşturmayacak, kimse de "Bu kadarı da fazla!" türünden zoraki tepkiler sergilemek mecburiyetinde kalmayacaktı değil mi?

Durum Ertruğrul Özkök gibilerinin Ebu Gureyb manzaralarını eleştirmesine benziyor. İşgale destek veren, savaş sürecinde ABD safında kalem oynatıp, propaganda cephesinde yer alan kalemlerin Ebu Gureyb'ten yansıyan fotoğraflar karşısında "Bu kadar da olmaz ki!" demelerinden farkı yok bu tutumun! Yani o aşağılık işkenceciler sadistliklerini fotoğraf kareleriyle belgeleme ihtiyacı hissetmeseler, sapkın ruh hallerini gemleyebilseler, biraz daha kuralına uygun hareket etseler ortada sorun kalmayacak, işgale güzelleme düzmeye devam edilecekti değil mi?

Tevhide Kütük olayıyla ilgili olarak gündemleştirilen tepki ifadeleri arasında "çocukluk" vurgusu ayrı bir çelişki olarak sırıtıyor. Küçük yaştaki insanların böyle zalimce muamelelerle karşılaşmaları tabi ki çok büyük bir çirkinlik. Mamafih bu "çocuklar için kötü ama büyükler söz konusu olduğunda bazı uygulamalar meşrudur mantığını" getirmemeli. Oysa Tevhide Kütük olayında tepki sadedinde dillendirilen kimi ifadelerden bu tarz bir yaklaşım sezinlememek mümkün değil. Yani bu yaklaşım sahiplerinin özünde başörtüsü yasağına değil, küçük çocukların ağlatılmalarına karşı çıktıkları şeklinde bir durum ortaya çıkıyor ki, bu tavrın hiçbir tutarlılığı bulunmuyor. Bu noktada şu soruyu sormak gerekiyor: Genç bir kız olarak Tevhide Kütük'ün maruz kaldığı aşağılamaya karşı çıkıyorsunuz. Acaba aynı kız ileride üniversite kapısında aynı kabalıkta olmasa da mahiyet itibariyle benzer bir zorbalıkla karşılaştığında tavrınız ne olacak? Artık büyüdüğüne göre bazı zorbalıkları kaldırabilir mi diyeceksiniz? 

Başörtüsü yasağı tam bir turnusol kağıdı işlevi görüyor. Herkes dünya görüşüne, kimliğine ve ahlaki tutarlılığına göre bir yerde durmakta: Zulmedenler; zulme karşı çıkanlar;  zulme açık destek verenler ve zulmün örtülü destekçileri, mahcup savunucuları. Bu noktada ne açık biçimde yasağı savunabilen ama ne de net bir karşı çıkışla İslami kimliğe yöneltilen bu saldırıya tavır alabilenler en garip ve acınılası pozisyonda durmaktalar. Demokratlık görüntüsü ve laiklik endişesi arasında sıkışıp kalmışlar gibi.

Yaşananlar, tabloyu herkes için netleştirmiş olmalı. Açık, net bir biçimde başörtüsü yasağına karşı çıkmayanların, çıkamayanların genç kızların hayallerinin kırılması, psikolojilerinin bozulması, kabaca muamelelerle karşılaşmaları ve benzeri gerekçelerle başörtüsü yasakçılarını eleştirmeleri samimiyetten, tutarlılıktan ve de ahlakilikten uzak tutumlardır. Bu tutumla belki vicdanlarını biraz rahatlatabilirler ama asla gerçeği yakalamış olamazlar.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR