1. YAZARLAR

  2. İslam Özkan

  3. Kuzey Irak'ta Denklemler

Kuzey Irak'ta Denklemler

Ekim 1996A+A-

Kuzey Irak son aylarda kimin elinin kimin cebinde, kimin hangi ülkenin hesabına çalıştığı belli olmayan bir mücadeleye sahne oldu. TC'nin PKK'ya endekslenmiş politikalarıyla Amerika'nın bölgesel çıkarları arasında kalan Refahyol hükümeti ise bu iki politikayı birbiriyle örtüştüren siyasetler üretebilme gayreti içerisine girdi.

Kuzey Irak'ta yaşanan gelişmeler bağımlı bir yapı olan TC'nin, PKK fobisiyle ürettiği politikalarının Amerika'nın dayatmaları karşısında çözümsüzlüğünü gösterdi. Amerika'nın Kuzey Irak konusunda şu ana kadar geliştirdiği politikalar onun bu bölgenin istikrarsızlığını istediğini açık-seçik ortaya koyuyor. Oysa TC, Körfez krizinden bu yana bölgedeki istikrarsızlıktan muzdarip olduğunu sık sık dile getirmek­teydi. İstikrarsızlığın Türkiye topraklarına yönelik faaliyet gösteren PKK'nın gelişip serpilmesi için elverişli zemini sağladığını öne sürüyordu.

Öte yandan Kuzey Irak'ta bağımsız bir Kürt Devleti'nin, ülkesinin bölünmez bütünlüğüne tehdit arz ettiğini öne süren TC, Amerikancı politikalarıyla, egemen güçler tarafından bu bölgenin statüsünün belirsiz bırakılarak bağımsız bir Kürt Devleti kurulmasına zımni destek vermesinin çelişkisini yaşadı.

Özellikle de Saddam'ın Erbil'e saldırmasıyla su yüzüne çıkan bu çelişkiler, TC'yi görünürde Saddam'ın girişimini kınayan, gerçekle ise bu saldırıyı destekleyen bir konuma girmesine neden oldu. Çilerin yabancı bir gazeteye Saddam'ın Erbil'e girişini desteklediklerini ima eden sözlerinden sonra 180 derece çark ederek Saddam'ın saldırısını kınayan ilk ülke olduklarını belirten açıklaması da devletin ikircikli tavrını ifade eden sözlerdir. TC'nin, Saddam'ın Erbil'e girmesini desteklemesi için bir kaç nedeni vardı. Birincisi İran'ın Kuzey Irak'taki nüfuzunu kırmakla sonuçlanacak olmasıydı, ikincisi ise bu operasyonun, Talabani'nin örgütsel gücünü yok edecek ve Kuzey Irak'ta TC'nin istediği istikrarsızlığı ortadan kaldıracak olan tek bir Kürt grubun (KDP'nin) iktidarına yol açacak olmasıydı.

Amerika ise kendi politikasını farklı bir oyun üzerine kurmuştu. Saddam'ın Erbil'e girmesi onun için bir taşla iki kuş vurmasını sağlayacak bir gelişmeydi. Saddam'ın bu operasyonu, bir yandan İran'ın günden güne artan ve Amerika'nın çıkarlarına tehdit oluşturan bölgedeki siyasi nüfuzunun kırılmasını sağlarken diğer yandan da Amerika'ya saldırgan Saddam'a saldırması için yeni bir fırsat veriyordu. Sahip olduğu teknolojik imkanlarla Amerika'nın Saddam'ın saldırı hazırlıklarını fark etmemesi imkansızken ona müdahaleyi ağırdan alması da gösteriyor ki, Amerika bu operasyona seyirci kalmıştır. Bunun amacı da hem İran'ı bölgede geriletmek hem de (daha sonraki gelişmelerin gösterdiği gibi) Saddam tehlikesinin devam ettiği mesajını vererek Körfezdeki askeri gücünü artırmaktır. Saddam sürekli el altında tutulan bir piyon gibi vakti geldiğinde işe yarıyor.

Körfez krizinden sonra Amerika'nın Saddam'ı devirmesi an meselesiyken niçin bunu yapmadığını açıklayacak birçok gelişme yaşandı.

Amerika'nın siyasetini belirleyemediği ya da müdahale olanağının bulunmadığı ülkelerin stratejik enerji kaynağı olan petrol üzerinde egemenlik kurmasına izin vermeyeceği açıktır. Saddam'ın ABD insiyatifi dışında gelişen Kuveyt'i işgal girişimi bu politikadan hareketle engellenmiştir. Patlak veren Körfez krizinde ABD'nin Irak'ı ezici bir şekilde mağlub etmesinden sonra emperyalist güçler elini kolunu sallayarak Bağdat'a girebilecekken bunu yapmadılar. Bunun yapılmamasının temel nedeni, ABD'nin Saddam'ı devirmek istememesi değildir. Tam tersine ABD bunu şiddetle arzuluyordu. Yeni Dünya Düzeninin egemen olduğu bir dönemde soğuk savaş döneminden beri iktidarda olan geleneksel güçler Amerika'yı fevkalade rahatsız etmektedirler. Çünkü yeni dengeler totaliter, baskıcı, ne yapacağı belli olmayan liderleri değil, Amerika'nın liberal felsefesiyle uyumlu demokrat, yumuşak başlı, modern vizyona sahip liderleri gerektirmektedir. Bu yüzden Saddam'ın iktidarda kalışı Amerika'yı rahatsız edici bir olaydır. Fakat madalyonun diğer yüzüne bakıldığında arkasına halk desteğini almış Amerika'nın politikalarına uyum sağlayabilecek bir lider ya da güç olmadığından daha tehlikeli risklerin Amerika'nın çıkarlarını tehdit etmemesi için Saddam'ın iktidarına göz yumulmuştur ve hala da yumulmaktadır. Bu risk de bilindiği gibi İran'dır. İran yanlısı İslami güçlerin Irak'ta egemen olmasının önüne geçmek ancak Saddam'ın iktidarda kalmasıyla mümkündür. İktidarda kalan Saddam da zayıflamış, azı dişleri çekilmiş bir Saddam olmalıydı. Böylece hem Saddam'ın dengesizlikleri kontrol altında tutuluyor hem de Amerika'nın istemediği bir gücün iktidara gelmesi engelleniyordu.

Kuzey Irak'ta hakimiyet mücadelesi yaşanırken bazı "saf" çevreler tarafından Erbakan'ın suskunluğu onun uyguladığı politikanın gereği olarak 'taktiksel bir suskunluk" olarak nitelendirildi. Bir ülkenin başbakanını ülkenin dış politikasının en önemli gündem maddesi hakkında hiçbir şey söylememesini "erdem" sayıldığı ender ülkelerden biri de Türkiye olsa gerek.

Politik uygulamaları yeteri kadar Amerika'nın tepkisini çekti, bir de konuşarak daha fazla tepki almamak için Erbakan suskun kaldı deniyorsa 2500 Amerikan ajanı Peşmerge'nin Türkiye'ye kabul edilmesini Erbakan'ın suskunluğunun neresine oturtacağız.

Hükümete rağmen Kuzey ırak sınırında tampon bölge oluşturmak isteyen Türk ordusunun hesaplarını aşan son gelişmeler ve Türkiye'den geçen Irak petrolleri boru hattının açılmasıyla ilgili BM kararlarının askıya alınması, herhalde Erbakan'a hükümet olmanın iktidar demek olmadığını öğretmiş olacak ki; sayın Başbakan, bu şaşkınlığın verdiği suskunluğa gark olmuş.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR