1. YAZARLAR

  2. Burhan Kavuncu

  3. Kürt Meselesi Üzerine Bazı Notlar

Kürt Meselesi Üzerine Bazı Notlar

Eylül 1997A+A-

1.Herhangi bir problemin ortaya konmasında, uluslararası engellerin tespiti ve global çözüm arayışları, bizi reel pratik düzlemden ve kendi tavrımızın oluşturulmasından uzaklaştırmamalıdır. Halbuki reel pratik düzlemdeki kendi tutumumuz, çözümün esasını teşkil edecektir. Herhangi bir problemin doğru çözümünün anahtarı, müslüman terdin olay karşısında ahlaklı ve doğru bir tavır sahibi olabilmesidir. Cemaat düzeyinde de, salih ameller ve doğru bir çizgiyi takip ediyor olmak, belki de, nihai bir çözüm olarak varılacak tüm neticelerden daha büyük bir ehemmiyeti haizdir.

2.Kürt meselesinde de, bölgedeki ulus devletler arasında Kürtlerin hakkaniyete uygun bir varoluş biçiminin araştırılmasından önce, ırkçılıktan, şovenizmden arındırılmış bir İslami şahsiyetin nasıl olması gerektiği tartışılmalıdır. Mevcut ulusal devletin tebası olmak, sübjektif bir değer yargısı olarak olaylara bakışımızı ve tutumumuzu belirtiyorsa, burada İslami şuurdan ve müslüman şahsiyetinden bahsetmek mümkün olmayacaktır. Aynı şekilde mensub olduğumuz etnik grup, diğer etnik zümrelerin talepleri karşısında bizi eşitlikten ve adaletten uzaklaştırıyorsa, ahlaki durumumuzu gözden geçirmemiz icabeder.

3.Kürt meselesine yaklaşımda temel husus, halkların eşitliği ve adalet olmalıdır. Eşitlik ve adalet tüm etnik özellikleri, sosyal- kültürel hakları kapsamalıdır. Müslüman halkın bir kesimini diğer etnik topluluklar üzerinde hakim unsur olarak kabul etmek adil değildir. Hele farklı kültürleri, dilleri ve diğer etnik özellikleri tanımamak, yok etmek istemek (asimilasyon) büyük bir zulümdür. Kur'an-ı Kerimin "Allah'ın ayetleri" olarak tarif ettiği ve gece-gündüz gibi sünnetullahın gereği olan farklılıklar, insanların fıtraten sahip oldukları en meşru haklarıdır. Asimilasyon, hedef aldığı farklı kültürlerden önce, Allah'ın ayetlerine karşı savaş açmak demektir.

4.Herhangi bir zulmün kaldırılmasını talep etmek, zalim otoriteyi meşru kabul etmek anlamına gelmez. Müslümanlar, halkın maruz kaldığı haksızlıklar karşısında direnmeyi ve tekil sorunlarda hak talep etmeyi, "zalimden adalet dilenmek" veya "kafirlerle uzlaşmak" olarak görmemelidirler. Bu anlayış bizi somut zulümlere karşı direnmekten uzaklaştırır, mücadelemizi, soyut bir "din" telakkisinin neticesi olarak "dini haklar" mücadelesine indirger. İslami mücadele, tağuti otoriteye karşı her hakkın müdafaasını, her haksızlığa karşı direnişi gerektirir. Zalimleri bir haksızlıktan vazgeçirmek, onlara meşruiyet kazandırmayacağı gibi, bizim mücadelemizin haklılığını ispatlar.

Ancak, hiç bir tekil sorun, genel İslami mücadele sürecinden ayrı düşünülmemeli veya onun önüne çıkarılmamalıdır. Halkın maruz kaldığı iktisadi zulümler, bu meyanda işsizlik, pahalılık, çaresizlik, fertlerin dini yaşama çabalarına getirilen engeller, mevcut dini eğitim ortamları, kültürel ve ahlaki tahribatlar, etnik zümrelere yönelik baskılar, asimilasyon uygulamaları, bunların hiç birisi İslami mücadele sürecinin dışında ele alınamaz. Bir "başörtüsü" probleminin hallini ana gaye haline getiren anlayışların, sadece bu meselenin çözülmesi uğruna her türlü küfrü kurumu meşrulaştırmaları, bazı çevrelerin gösterdiği kısmi alaka ve destek karşılığında, onlarla her türlü uzlaşmaya girmeleri bu sapmanın tipik örneğidir. "İmam Hatiplerin kapanmamasını sağlamayı" esas hedef ittihaz edenlerin, bu uğurda sistemin kutsal sembollerine sığınmaları, İslami sembol, slogan ve tavırlara ambargo uygulamaları, hatta, İslami mücadele anlayışını esas alan müslümanları provokatör olarak adlandırmaları, sığınmacı anlayışın en son örneğini teşkil etmiştir. (Demek ki bu yozlaşma, sadece fethullahçılık ekolüne ait bir hastalık değilmiş). Kaldı ki, bu sığınmacı anlayış, hiç bir problemi çözememiştir. Bir problemi çözmeyi, bir talebi elde etmeyi esas alan çevreler, bir zaman sonra işbirlikçi konumuna düşmekten de kurtulamamaktadır. Düşmanına güç ve destek vererek mücadele ettiğini zannedenler, her seferinde hüsran elde etmişlerdir. Belki de sağlayabildikleri tek taviz, "radikal, aşırı, köktenci" denilen tavizsiz mücadele çizgisine sahip müslümanların varlığı sebebiyle, rejimin, işbirlikçilere zaman zaman vermiş olduğu kısmi desteklerden ibaret olmuştur.

Kürt meselesinde de, özellikle bu etnisiteye mensup bazı müslümanların İslami mücadele sürecini dışlayarak bir çözüm arayışına saptıkları gözlenmektedir. Kürtlerin haklarını almak, öncelikle ulaşılması gereken bir hedef olarak görüldüğü takdirde, ne bu meselenin somut bir çözümüne ulaşılabilir, ne de İslami hareket içerisinde kalınır. Nitekim bir müddet sonra, İslami mücadeleye dışarıdan bakmak, müslümanları dışarıdan eleştirmek, kaçınılmaz bir sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır.

5. Müslüman halklar arasında bulunması gereken eşitlik ve adalet, meşru olmayan hususları ihtiva etmemelidir, Halkların birbirine tahakkümüne vesile olan modern ulus devletler, meşru bir model teşkil etmez. "Kürt halkının da bağımsız bir devleti olmalıdır" görüşü ilk bakışta adaletin gereği gibi görünse de, bu, ulusal devletler vakıasını meşru bir çıkış noktası aldığı için bir yanılgıdır. Ancak Arap ve Türk ulusal kimliklerinin bağımsız örgütlenmesi olan bölge ulus devletleri, topraklarında yaşayan Kürtlere eşit ve adil bir yaşama hakkı tanımamışlardır. (İran İslam Cumhuriyeti, ulus devletlere göre daha ileri bir model olmakla birlikte, burada da tam bir eşitlik ve adaletin sağlanabildiğini söyleyemiyoruz. İran Kürtleri, kendi adlarını taşıyan eyalet ve ülke parlamentosunda temsil, etnik kimlik, dil ve kültürlerini muhafaza haklarına sahiptirler. Ancak dil ve kültürün gelişmesini sağlayacak vasıtalar, eğilim ve iletişim araçları istenilen düzeye ulaşmamıştır)

6. Modern çağın vakıalarından birisi ulusal devletler ise, bir diğeri de bunun tabii olarak meydana getirdiği ulusal kurtuluş hareketleridir. Dünya'da ikiyüz civarında devlet ile üçbin civarında etnik gurubun varlığı birarada düşünülürse, modern çağın, halkların özgürlüğü açısından tam bir fiyasko oluşturduğu kabul edilecektir. Her devletin hakim etnik unsuru, kendisini üst kültür gurubu olarak tarif etmektedir. Ülkeler arasında, diğer etnik toplulukların hakları bakımından büyük farklar bulunmakla birlikte, modern çağ bir ulus devletler çağı olarak, nice büyük zulümlere ve nice acılara sahne olmuştur, halen de bu sorun çözülememektedir. TC Cumhurbaşkanı S. Demirel, "ulusal devlet olmaktan hukuk devleti olmaya geçemeyişimizi" bir takım güçlerin engellemesi olarak izah etmişti. Gerçi bu "bir takım güçler" onun ideolojisini de tayin etmektedir ve bu sözü ağzından kaçırdıktan sonra bir daha tekrar etmemiştir. Batılı bazı devletler (Kanada, Fransa, İspanya, İtalya, Belçika) ayrılıkçı hareketlerle uğraşmaya devam ederken, bir çoğu refah seviyesinin yüksekliği sayesinde şimdilik duruma hakim gibidir. Dünya'nın geri kalmış bütün bölgelerinde ise, etnik farklılıklardan doğan çatışmalar devam etmektedir.

Müslümanlar, her türlü haksızlığa karşı tepki gösterirler ve zulme uğrayanlar tarafından gösterilen tepkileri desteklerler. Müslüman olsun olmasın, halkların kurtuluş hareketlerine bu sebeple sempati ile yaklaşılmalıdır. Ancak ulusal kurtuluş hareketleri, halklar arasındaki etnik ayrımcılık ve düşmanlığa vesile olabilmektedir. Ayrıca, genelde UKH'nin başlangıç noktasında, bağımsız ulusal devlet kurma talebi bulunur. Bu da aynı türden yeni sorunların doğması demektir. Bu sebeple, ulusal kurtuluş hareketlerine belirli bir ihtiyat payı ile yaklaşılmalıdır.

Diğer taraftan, küresel bir sömürü mekanizması olan emperyalizm olgusu da burada gündeme alınmalıdır. Yani kurtuluş mücadeleleri, "komşu ile kavga eden" etnik gurupların çatışması mahiyetinde olduğu gibi, çoğu zaman, uluslararası emperyalizme karşı bir yönde ortaya çıkmaktadır. Dikkat edilirse, mutlak felah olan İslami kurtuluş perspektifi, etnik bir boğazlaşma mahiyetindeki kurtuluş mücadelelerine, insani bir hak ölçüsü getirmekte, antiemperyalist bir nitelik kazandırmaktadır. Antiemperyalist vasfını muhafaza edebilen kurtuluş hareketleri, kendisi de aynı zamanda emperyalizme karşı bir mücadele olan İslami hareket açısından doğal müttefik durumundadır. Vietnam, Somali gibi birçok ülkede süregelen antiemperyalist tepkiler, Güney ve Orta Amerika'daki daha çok sol renk taşıyan eylemler, halkların haklarını savunması bakımından müsbet çabalardır. İmam Humeyni'nin ulusal kurtuluş hareketleri ile tutumu, kutlanması icabeden bir geniş perspektifi, İslami bir basireti yansıtmaktadır.

7. Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğusunda yaşanan iç savaş olgusu, iki müslüman halk zümresinin kardeşliğini sarstığı kadar, İslami hareketin, olayların ve gündemin dışına düşmesine de sebep olmuştur. Bölgede daha önce ciddi bir birikim oluşturan İslami hareket, sorunun doğrudan bir tarafı olması gerektiği halde, denklemdeki yeri son derece yanlış olmuş, netice itibariyle de zararlı çıkan bir konumdadır. Bunda Türk müslümanlar kadar hatta daha da fazla Kürt müslümanların sorumluluğu vardır. İslami hareketin bundan sonra daha sıhhatli adımlar atabilmesi için, hata ve eksiklerini doğru bir şekilde tesbit etmesi gerekir. Diğer beş notta belirtilen hususlarla beraber tesbitlerimizi özetle sıralayalım:

-Din anlayışımızı, antilaik iddialarımızla ters bir biçimde, sosyal olayların çözümlenmesinin, taraf olarak politikalar geliştirilmesinin ve tavır sahibi olunmasının dışında tutmak. Akidenin sekülerleştirilmesi anlamına gelen bu ciddi sapma, hala yeteri kadar aşılabilmiş değildir. Haksöz Dergisi de, bu husustaki tüm olumlu tahlillerine rağmen, politika geliştirmek konusunda yeterli olamamıştır.

-Kürt halkına yönelik, temelinde zulüm olan inkarcı ve asimilasyoncu resmi politikalar, müslümanları da büyük ölçüde etkilemiştir. Kürt dilinin kullanılması, bölgeye yönelik tarihi adlandırmalar, Türk müslümanlar arasında da tepki uyandırmaktadır. Kürt müslümanlar da bu konuda çekingen davranmış, çoğu zaman duyarsız olmuşlardır.

-Kürt meselesinin, din düşmanı marksist bir örgüt öncülüğünde gündem oluşturması, bir mevziinin baştan kaybedilmesi idi. Bu kayıp, daha sonraki gelişmeleri de olumsuz etkilemiştir. Daha sonra ise, bitaraf olmanın kaçınılmaz sonucu olarak, Kürt müslümanlar arasında ulusalcı eğilimler baş göstermiş, Türk ve Kürt müslümanlar bu sorun ekseninde birbirinden uzak kalmaya başlamıştır. Devletin uyguladığı şovenizmi tırmandırma politikaları maalesef etkili olmuştur.

-Bölge müslümanlarının PKK karşısında sahip oldukları politikalar, sorunu daha da çıkmaza götürmüştür.

-1997 yılında Genel Kurmay brifinglerinde Milli Askeri Stratejik Konsept (MASK) değişikliği olarak, NATO stratejisine paralel bir şekilde İslami hareketin hedef alınması olumlu bir başlangıç teşkil edebilir. Böylece tarafların daha doğru bir şekilde belirlenmesi, safların sünnetullah'a uygun bir biçimde teşekkülü, müslümanların hastalıklarını tedavi etmelerinde ve özelde Kürt meselesinde girilmiş olan çıkmazın aşılmasında hayırlı bir süreci başlatmıştır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR