1. YAZARLAR

  2. Fevzi Zülaloğlu

  3. Kur'an'ın Arapça Oluşu ve Dil-Mana İlişkisi

Kur'an'ın Arapça Oluşu ve Dil-Mana İlişkisi

Mayıs 2003A+A-

''Biz her elçiyi yalnız kendi halkının diliyle gönderdik ki, onlara (ilahi mesajı) açıklasınlar. Allah dilediğini saptırır; dilediğini doğru yola İletir. O Aziz'dir, hikmet sahibidir." (İbrahim, 14/4)1

Giriş

Kendisini Müslüman olarak tanımlayan hiç kimsenin Kur'an'dan bağımsız bir yönteme dayalı olarak, Kur'an'a muhalif fikir ve amel tasarımları geliştirmeye hakkı olamaz. Yine hiçbir mü'minin Kur'an'dan bağımsız kaynaklara dayanarak, İslam'ı biçimlendirmeye kalkışması olacak şey değildir. Tabii ki, zaaflarla dolu insan hayatının durmadan değişen şartları ve Kelamı İlahi'nin söze dayalı olarak biçimlenmiş olması, ilahi mesajın sınırlarının belirlenmiş olması gibi sorunlar, sözlü bir kaynak olarak Kur'an'ın yerine ilişkin başat olmasa da çekinik bir rol oynamaktadırlar. Bu sebeptendir ki, Kur'an'ın kaynak oluşunu hiçbir Müslümanın sorgulama hakkını kendinde görmesi-vehmetmesi mümkün değildir. Her şeyden önce insana indirilmiş olan Kur'an'ın akla hitap etmesi bile, onaylanmış ikincil derecede bir kaynağın hemencecik doğmasına sebep olmaktadır. Bu durumda Kur'an'ın tescil edeceği bazı kaynakların olduğundan kuşku yoktur. İşte dil de ilk akla gelen bu kaynaklardan biridir.

Sözlü ya da yazılı bir metinden yararlanırken, eğer o kaynak kendi ana dilimizde değilse, ya o dili öğrenmek ya da o dilin tercümesini yapanlara başvurmak zorunlu hale gelmektedir. Kur'an Arapça indirilmiş bir kitaptır. Bu gerçeği, iman edip kendini tefhim-tefsir ameliyesi süreci içinde gören hiç kimse gözardı edemez. Çünkü Kur'an her şeyden önce dilsel bir olgudur.

Dilin beşeri-dünyevi oluşu ve belli bir duruma bağlı olarak -somut bir biçimde- meydana gelişi, onun anlam aktarma ve anlam üretme yeteneğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu nedenle söz konusu yetenekten ancak, dilin soyut kurallar tarafından oluşmadığını bilenler yararlanabilirler. Ayrıca spekülatif yorumsama çabalarının sınırsız isteklerini karşılamak için hiçbir dil uygun değildir. Bütün diller gerçek kurallar tarafından yönetilirler.

Her dil için geçerli olan somut kurallar tarafından belirlenme, Kur'an dili olan Arapça için de geçerlidir. Zaten bu sebeple, Kur'an'ın Arapça indirilme gerekçesi de, onun ilk muhatapları tarafından daha iyi anlaşılması içindir. Rabbimizin, ana dili Arapça olan bir peygamber seçmesi ve ilahi mesajın ilk muhataplarının da çoğunluğunun Arap oluşu Kur'an'ın Yüce Allah'ın iradesi ile Arapça olmasını gerektirmiştir. Bu durumda mesajı Araplarla ve ilk muhataplarla sınırlı olmayan Kur'an'ın dilini öğrenmek, onu doğru anlamanın önemli araçlarından biridir. öte yandan Yüce Allah'ın her elçiyi kendi toplumunun dili ile göndermesi; O'nun sünnetinden/değişmez yasalarındandır. Aksi takdirde muarızlar "bu elçinin dili yabancı" diye tepki gösterecek, haklı olarak anlayacakları dilde bir mesaj isteyeceklerdi.

Bilindiği gibi okuma parçası metni olan Kur'an konuşma dili olan "hitap" şeklinde indirilmiştir. Yazıya geçirildiği halde, bu üslubunu halen korumaya devam ediyor olması onun hem i'cazına hem de korunmuşluğuna delalet etmektedir. Beşeri eserlerde evirip çevirip bir konu üzerinde durmak, okuyanları dinleyenleri sıktığı halde Kur'an için böyle bir sorun yaşanmamaktadır. Çünkü O, İlahi bir kitaptır.

A- Kuranın Arapça Oluşunun Hikmetleri,

Sünnetullah gereğince, ilk muhatapların dilinin Arapça oluşu, onun Kur'an dili olmasını zorunlu kılmıştır. Arapça, vahyin ilk muhataplarının ana dili olması hasebiyle, "kolay anlaşılsın diye" Rabbimiz tarafından seçilmiştir. Aksi takdirde bu mesajdan bir şey anlamadıklarını ifade edenler çıkacak, hatta bazı müşriklerin yaptığı gibi peygamberimiz, "kaynağı yabancı insanlar olan bir sözün tebliğcisi" diye suçlanacaktı. Kelam-ı İlahi'nin niçin Arapça indirildiğinin gerekçesini şu ayetin mealinden dinleyelim:

"Eğer bu (ilahi kelamın) Arapça dışında bir dilde bir hitabe olmasını dileseydik, onlar bu defa, 'neden onun mesajları anlaşılır bir şekilde ifade edilmemiş? Hayret! Arapça dışında indirilmiş bir mesaj ve bir Arap elçi?' diyeceklerdi..." (Fussilet, 41/44.)

Kur'an'ın Arapça bir kitap olduğunu beyan eden ayetleri iki grupta mütalaa edebiliriz: Lisan vurgusunu öne çıkaran ayetler, apaçıklık vurgusunu öne çıkaran ayetler.

1- Dil Olarak Arapça'nın Vurgulandığı Ayetler

"Biz onu Arapça bir metin olarak indirdik ki, aklınızı kullanarak belki onu kavrayıp özümsersiniz." (Yusuf, 12/2.)

Bu gruptaki ayetlerde çapraşıklıklardan, eğriliklerden arındırılmış, pürüzsüz bir Arapça, Kur'an'ın sıfatıdır. O sıfat göz ardı edildiğinde, Kur'an'ın en önemli özelliklerinden biri yok olmuş olur. O halde hiçbir tercüme Kur'an değildir; onun meali, tercümesi veya tefsiridir.2

2- Kur'an Dilinin Aslî Yapısındaki Apaçıklık

Mubin, Müyesser, Müfesser, Musarraf gibi sıfatlar taşıyan ilahi kelamı, Yüce Allah, insanlar anlama cehdi esnasında "bunalımlar geçirsin veya kendilerince deryalar dolusu anlamlar takdir etsinler" diye indirmemiştir.

Kur'an, "İnsanlar tarafından anlaşılabilsin diye" Mubiyn/apaçık-pürüzsüz bir Arapça ile indirilmiştir. Yüce Allah, Kur'an'ı Arapça indirmesinin gerekçesini "Akledilebilsin/üzerinde düşünülebilsin diye"3 şeklinde açıklamaktadır.

Gerçek şu ki; apaçıklık, anlaşılırlık Kur'an'ın sıfatları arasındadır; İlahi kelamın bu yönü birçok defa ayetlerde de dile getirilmiştir. Fakat burada söz konusu ettiğimiz ayetlerde ise "Arapça" vurgusu ile birlikte "apaçıklık, anlaşılırlık, kolaylaştırılmıştık" dile getirilmiştir.

Öte yandan Müyesserlik/Allah Teala'nın kolaylaştırması ise, Rasulullah'ın dili olan Arapça'da söz konusudur; yoksa bütün dillerin tercümelerinde değil; "Böylece Biz bu (ilahi kelamı) senin dilinde kolay anlaşılır kıldık ki, insanlar düşünüp ondan ders alabilsinler," (Duhan, 44/58)4

Uzmanlık gerektiren konuların anlaşılması bir yana, Kur'an'ın genel mesajının apaçık oluşu, hem derin düşünüş sahipleri için hem de belli bir okul eğitiminden geçmeyenler için söz konusudur. Özellikle yüz yıllardır tekrarlanagelen mesellerin Kur'an'da çok sayıda örneğinin bulunması, mektepli-alaylı ayırımının önemini ortadan kaldırırcasına anlamın bir çırpıda oluşmasını sağlamaktadır. Örneğin "kitap yüklü eşekler", "aslandan kaçan yaban eşeğine benzeyenler", "karınlarına ateş dolduranlar", "Kalınlaşarak gövdesi üzerine dikilen bir ekin gibi olanlar" vb.5

B- Dilbilim Eserlerinin İmkanları

Sözlü bir hitabın yazılı kaynağı olan Kur'an bu sebeple bir dilbilim faaliyetidir. O halde bazı filolojik çalışma biçimlerinden ve bu konuda yazılmış eserlerden birer araç olarak -amaç değil- anlama ulaşmada faydalanmak gerekmektedir. Çok sayıda dilbilim faaliyetinden söz etmek mümkündür. Fakat ilk etapta akla gelen dilbilim çalışmalarından bazıları şunlardır: Lügat kitapları, iştikak kitapları, sarf-nahiv kitapları...

Bir kaynaktan yararlanırken -bu lügat olsun veya başka bir eser olsun- doğru anlamayı engelleyebilecek bazı unsurlar vardır. Bu etkenler, eseri, metni ya da hitabı anlamak isteyen kimsenin yakasını bırakacak cinsten değildir. Anlamak isteyen kimsenin şahsiyeti, dünya görüşü, kaynağa başvurma nedeni, niyeti, kaynağa gidiş amacı gibi etkenler niteliğine göre sonucu belirleyebilecektir. Eğer kişi iyi niyetli ise bile, bazen kendisindeki kemikleşmiş ön kabuller, önyargılar onun anlama eyleminde bazen tamamen bazen ise kısmen etkili olabilmektedir.

Bu sorun, ana dilimizde olsun veya olmasın, beşeri olsun veya olmasın bütün eserlerde geçerli olabilecek niteliktedir. Öyle ki, Arapça ana dili olan kimse ile, olmayan arasında da fazla bir fark yoktur. Aynı şekilde Arapça lügatten yararlanırken yaşanan zaaflarla, o lügat ile başvurulan kaynağı anlarken yaşanan zaaflar neredeyse aynıdır.

Sözün hulâsası; Kur'an Arapçası öğrenme sorunu, sadece Arap olmayan Müslümanlar için değil, günümüzdeki Arapların neredeyse hepsi için dahi zorunludur. Çünkü günlük dil ile Kur'an dili arasında azımsanamayacak derecede farklar bulunmaktadır. Fakat sorun sadece dili bilip bilmemekte değil, Kitab'a gereken değeri ve önemi verip vermemektedir. Asıl sorun, kalpten gelen bir besmele, gönüllerden taşan bir takva ile Kur'an'a yaklaşıp yaklaşmamaktadır.

C- Dilbilim Kitaplarının Rolü Nereye Kadardır?

Peki lügatler ve diğer dilbilim çalışmaları, Kur'an'ı anlamak için yeterli midir? Tabii ki, hayır. Çünkü Kur'an'a salt dilsel bir olgu, indiği ortamda yaşanan hayatın sıradan bir aktarımı ya da beşeri zaaflara sahip olan peygamberin inisiyatifi ile belirlediği kitap gözü ile bakmak bizi telafisi imkansız hatalara sürükleyebilir. Zaten tarihselcilerin yanılgıları da bu noktadır. Kur'an'ı tarihin bir ürünü saymak, onu ilahi niteliklerinden soyutlamak, bir başka deyişle ihanet etmektir. Kafirler bunu bilerek yapabilirler, fakat hiçbir mü'min komplekse kapılarak onların bu tamamı ile beşeri zaaflar üzerine kurulu yöntemini Kur'an için kullanmaya kalkmamalıdır.

"Kur'an salt dilsel bir olgu" değildir. Bu tespitimizin amacı, Kur'an'ı okuyup anlarken Arapça bilmenin önemsizliğini söylemek değildir. Gayemiz lügat kitaplarının veya dilin kendinden menkul, bağımsız kaynaklar olmadığını ortaya koymaya çalışmaktır. Kur'an bir dilin imkanlarıyla ortaya çıkmış bir kitaptır; fakat bu dil salt kelimelerden ve gramer kaidelerinden oluşmuş ruhsuz bir olgu değildir. Çünkü ona ruh veren kelamın sahibi Yüce Rabbirnizdir. İşte bu hakikati göz önünde bulundurmayan dilsel çalışmaların Kur'an'a bir hizmetinin olamayacağını açıkça ifade etmek isteriz. Bu bağlamda Rabbimizin kelamı üzerinde keyfiliğe varan inisiyatifler kullanabilen, ahlâk" gevşeklikle yazılmış meallerin varlığından hareketle bir meal düşmanlığı yapmak doğru değildir. Doğrusu, Mealcilik'ten uzak durarak, ahlakı ihlas ve ihsan üzerine oluşmuş âlimlerin tercüme, meal ve yorumlarına öncelik vermektir.

Kur'an'ın bölünmez bütünlüğü, muttaki bir mü'min tarafından esas alınmadan sadece dilin kaynaklarından biri olan lügat kitapları ile anlaşılamaz. Çünkü Kur'an, sadece muttakiler/Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyanlar için bir rehberdir. Onu gerçek anlamda idrak edip anlayacak olanlar, sadra şifa kabilinden arınmak için okuyanlardır. Bu bir niyet meselesidir. Değil mi ki peygamberimize Kur'an'ın ilk ayetlerini indirirken Yüce Rabbimiz ona "Yaratan Rabbinin adıyla oku!" demiştir? Öyleyse bizim de bu maksadın dışında kalan Kur'an okumalarına karşı mesafeli durmamız elzemdir. Çünkü Allah'ın adı ile değil de başka güçlerin adı ile Kur'an'a yapılan başvuru, "ilahi kelamı verili kültürü meşrulaştırma, zulme çanak tutma" gibi maksatları gerçekleştirmek için araç olarak kullanabilecektir.

Bu konuda örnek bir çalışma, Ragıp el-Isfehani tarafından yapılmıştır. O, Kur'an'ın bir hidayet kitabı olduğunu göz önünde tutarak, bir mümin olarak ilahi kelamı anlamaya çalışmıştır. İlk etapta hemen anlaşılmayan Kur'an kelimeleri ile ilgili yazdığı eser, günümüzde dahi alanında önemli bir başvuru kaynağıdır.6

Arapça bilmeyi bütün ümmetin, Kur'an'ı okumak onu anlamak isteyen herkesin önüne bir engel olarak koyan yaklaşım da yanlıştır. Arapça'yı uzmanlık derecesinde bilen müminlere ihtiyaç duyduğumuz inkar edilemeyecek bir gerçektir. Fakat unutulmamalıdır ki, hidayet amacı taşımadan Kur'an'ı araştıran bir Arapça uzmanı, arınmak maksadı ile okumadığı için ilahi rehberlikten, gayeye uygun hiçbir inanç temelli bilgi elde edemeyecektir.

Öte yandan bazı kelimeleri, ayetleri tam olarak anlayamamış bir mümin ise ilahi rehberlikten gerekli nasibi alma konusunda herhangi bir güçlükle karşılaşmayabilir. Çünkü bir kelime ya da ayeti bütünü ile kavrayamamak, muttaki bir müminin Kur'an'ın genel mesaîmi anlayabilmesini engellemez.

Bir rivayete göre; Hz. Ömer, Kureyş lehçesinden olmadığı için Abese Suresi(80), 31. ayette geçen "Ebben" lafzını ilkin anlayamamıştır. Fakat tahkik ve araştırma sonucunda öğrenmiştir.7

Şüphesiz Ömer Faruk(r) bu lafzın anlamını öğreninceye kadar, İslami sorumluluklarını, ibadet etme, adaleti ikame, zulme engel olma görevlerini ertelememiştir. Ayetlerde geçen bir veya birkaç kelimenin anlamını bilmemek, Allah'a karşı sorumluluklarımızı belirleyen ana kaynağımız olan Kur'an'ın genel mesajını kavramaya engel değildir. "Tefsir ilmi'nde büyük bir şöhrete ulaşmış olan İbn-i Abbas bile Kur'an'dan bazı kelimeleri bilmediğini itiraf etmiştir"8

İlahi mesajı mekanik olarak anlamak, bir bilgi birikimi oluşturur belki, fakat Allah'ın rızasına ulaştıran yolları gösteren Kur'an'ın asıl amacı olan Hidayet'e götüren salt fehmetme çabası değil, onu da içinde barındıran Fıkh etme gayretidir. Kur'an'ı ancak ve ancak kalplerini Rabbani arınmaya açık tutarak Allah'a karşı sorumluluklarının idrakine varmak için okuyanlar, ondan amacına uygun olarak yararlanabilirler. Birkaç kelimeyi bilmemek veya araştırmaya muhtaç olmak bizi ümitsizliğe sevk etmemelidir.

İlk Kur'an nesli olan sahâbilerden herkes İlahi mesajı aynı derecede anlamış değildi. Hatta Kur'an'dan sadece birkaç ayet veya birkaç sure duyarak Müslüman olmuş, bırakın tamamını öğrenmeyi temel mesajı kavrayıp o kavrayışı oranında üstün örneklikler ortaya koymuş yüzlerce sahabiden bahsedebiliriz. Onları iyilik müsabakasında birinci yapan, Allah yolunda varını yoğunu ortaya koyma bilincine eriştiren, şehadet için yanıp tutuşmaya sevk eden salt bir lügavi fehm/anlama çabası peşinde koşmak değil, hidayet için Rabbani mesajın özünü kavramış olmaktır. Zaten "bütün sahabinin Kur'an'ı icmalen ve tafsilen aynı derecede anlamaları mümkün olamazdı."9

Özcesi; Arap olsun veya olmasın Kur'an Arapçası bilmek, ümmetin fertlerinden bir kısmının görevidir. Fakat bununla anlama sorunu çözümlenememektedir. Aslolan Kur'an'ı hidayet için okumak ve okurken kalplerimizi takva bilinci ile dolu tutmaktır. Bu bağlamda bizi anlamaya ve öğüt almaya çağıran bütün ayetler, dilin önemli araçlarından biri olan lügat kitaplarına onaylı gönderme yaparak onları meşru kaynaklar haline getirmektedir. Fakat öte yandan, bilmenin yeterli olmadığı "kitap yüklü eşekler" meseli ile Rabbimiz tarafından bizlere anlatılmakta, Kur'an'ın arınmak maksadı ile, yine Kur'an ile belirlenmiş bir yöntem gözetilerek okunması gerektiği be­yan edilerek de lügat kitaplarına bel bağlamanın önü alınmaktadır.

D- Dil Mana İlişkisi ya da Lafzı" Manevi Anlam

Anlama, varoluşsal olarak yaşamayla birlikte bulunur; gerçekleşmeyi beklemez, yaşarken oluşur; azalır çoğalır. 'Baba' kelimesi bir bebek tarafından da çocuk tarafından da, genç tarafından da bizzat baba olmuş bir olgun birey tarafından da telaffuz edilir; fakat her üç anlama düzeyinde de farklı anlamlar çağrıştırır.

Tarihselcilik, lafzı-dili önemsizleştirerek bağlamı ve Şari'nin niyetini, maksatlarını öne çıkarmıştır. Bu sebeple bütün tarihselciler gibi F. Rahman da nass'ın lafzi/literal sınırlarına bağlı kalmamıştır; Şari'nin niyet ve maksadı üzerinde yoğunlaşmıştır. Teslimiyeti önceleyen Kur'an'ın literal/lafzi anlamına teksif edilen dikkatler laf izciliğin doğmasına yol açmıştır. Oysa mükellefiyet bilinci ile Allah'a teslim olmak, lafızların dünyasında boğulmaktan daha önemlidir.

E- Kur'an'ı Anlamak Ahlaki Bir Çaba İle Mümkündür

Kur'an'ın dilbilimsel analizi, semantik tahlili gibi yöntemler öğretici olabilir. Fakat bizi, hidayetle ilgili gayeye ulaştıracak, mutlak surette bel bağlanacak usuller değildir. Peygamberimiz ve ashabı Kur'an'ı emre amade bir nesne gibi değil, Allah'ın, tarihin içine tarihin üzerinden konuşması anlamında özne olarak görmüşlerdir. Fakat neo-modernizm, bütün oryantalistler gibi Kur'an'a nesne olarak yaklaşmaktadır.

Anlatanı esas alıp, anlatılana kuşkusuz iman etmeyi içinde barındıran ahlaki bir çaba gereklidir. Anlaşılan mutlaklaştırılmamalı ama Kur'an da göreceliğe kurban edilmemelidir. (Bu durum, anlayan öznenin öznelliğinden dolayıdır; yoksa Kur'an'ın anlaşılamaz oluşundan dolayı değil). Bu sorun Peygamberimizle çözülebilir. Çünkü onun öznelliği Allah'ın denetimi altında olduğundan, vahye ve onun yaşama geçirilmesine zarar vermesi engellenmiştir.

Vahiyle diyalog halinde olmak yerine onu tek taraflı bir okumayla hatmetmek de Kur'an'ı tarihselcilerin yaptığı gibi nesneleştirmektir. Çünkü mushaf olarak lafzı ve biçimi yüceltilen nesne, artık inşa eden bir özne olmaktan çıkmıştır. Yüceltilen bir biçim halini alan Kur'an muhatabına ışık veren mesajı ile miraca çıkaracağına artık, muhatap onu indiği yerden kaldırarak inzali tersine çeviriyor, adeta onu geldiği yere geri gönderiyordu.

Kur'an mubin ve müfessir bir hitaptır; kendi kendini açıklar. Onu nesneleştirmek ise, müfesser açıklanmaya muhtaç, belirlenmeye açık bir olgu gibi algılamaktır. Tevil ve tefsirde amaç muradı ilahiyi anlamak iken; keşf ise onu işaret edici nesneye dönüştürmüştür. Aşağıdan yukarı intikal eden vahiyde keşf'te amaç muradı ilahiye değil, ilaha ulaşmaktır. Artık Kur'an inşa edici bir özne olmaktan çıkarılmış, işari bir nesneye dönüştürülmüştür. Kur'an herkesi muhatap alırken işari keşf'te havass/seçkinler muhataptır.

Kur'an'ı inşa eden bir özne olarak gören muttakiler için hitabın anlam ve delaleti önemli iken, keşf ehli için Hatib'in zatı önemlidir. Oysa amaç Allah'ta fena olmak değil, onun muradına uygun yaşamaktır.

Sözün Özü

"Mubin Arapça Lisan" vurgusuyla amaçlanan Kur'an'ın a'cemi olmayan, yabancı ve çapraşık, anlaşılması güç bir lisan olmayıp apaçık-ana dil ile indirilmiş olduğunu beyan etmektir.10

Kur'an'ın Arapça bir kitap oluşunun hikmeti; Tefekkür eden-düşünenler için kolaylaştırmak, güçlük çıkarmamaktır; yoksa bazı uzmanların kendilerini seçkin hissetmeleri, havass'ın ilahi vahyi keşf edeceği dipsiz bir kuyu, bir muamma, bir bulmaca olarak algılanması için değildir.

Kur'an'ın anlaşılmak için değil, sevap kazanmak için okunması gerektiğini savunan Saadeti Ebediyye adlı sözde ilmihalle simgeleşen tutumun sonuçlarını en güzel tespit etme.yeri, bu görüşü savunanların toplumsal hayatta işledikleri hatalardır. Kur'an'a bu yaklaşım şekli, ilahi vahyi "lafzı yüceltilen bir nesne" olarak algılamakta, onu "hayatı inşa eden bir özne" olmaktan çıkarmaktadır. Bu sebeple, hayatın içinde -bankacılık faaliyetlerinde, yayın ve medya faaliyetlerinde, ticarette ve toplumsal-siyasal alanda v.d.- Kur'an'ın ilkelerinin yerini seküler fetvaların alması hiç de şaşırtıcı olmamalıdır. Bu fetvalarda ahiretin önceliği unutulmuş, İslam'ın doğruları aleyhine dünyaya meyi edilmiştir: Faiz işlemlerinin meşrulaştırdığı, kadın vücudunun bir pazarlama aracı olarak açıkça kullanıldığı kurumsal uygulamalar işin vehametini ortaya koyan uç örnekler olarak ilk akla gelenlerdir.

Anlamının tarih içinde tümüyle tüketildiği Kur'an teberrüken okununca, artık vahyin lafzı akli istidlallerin değil, hiçbir karineye dayanmayan duyguların konusu olmuştur. Hissin konusu yapılarak metalaştırılan, hatta fetiş haline getirilen Mushaf artık anlaşılmak için değil, sözde saygı belirtisi için tilavet edilir, yaşamak için değil, göklere, geldiği yere gönderilerek hayattan kovulmak istenen bir nesnedir.

Kur'an'ın evrensel bir mesaja sahip bir kitap olarak bütün insanlara hitap ettiğini göz önünde tutarsak tercüme, meal-tefsir faaliyeti kaçınılmazdır. Fakat önemli olan bu konuda Kitab'a dayanan ilkeler belirlemek ve bunlara uymaktır. Bize göre mütercimin veya yorumcunun tabi olması gereken şunlardır: a) İki dili de iyi bilmelidir, b) Asıl metne bağlı olmalıdır, c) Takva sahibi olmalıdır.

Ahlaki boyut önemlidir. Arapça'yı çok iyi bilen, mesajı anlama konusunda hiçbir sorun yaşamayan Kur'an'ın ilk muhatapları arasında müşrikler ve münafıklar da vardı. Demek ki, anlama sorununun daha derininde ahlak sorunu vardır. Hidayete karşılık dalaleti satın alanların sorunu Arapça bilip bilmemek değildir, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyıp taşımamaktır, Örn. Kaddafi'nin ana dilinin Arapça olması; "humr"un başörtüsü olduğunu idrak etmeye yetmemiştir.

Muttakier için hitabın delaleti önemlidir, herkes için nesnel sonuç garantisi vermeyen Kur'an'ı ancak yaşamak için okuyan takva sahipleri anlar. (Bakara, 2/2; Cuma, 62/5.) Kur'an'ın anlaşılmasında insanın varoluş pozisyonu, ahlaki tutumu çok önemlidir; biz ona kendimizi açtığımız oranda o da kendini bize açar. Çünkü vahiy kendini arınmaya açık tutanlara kendini açar. Herkes için, pozitif-nesnel bir anlam garantisi vermez Kur'an. Çünkü ilahi vahiy iman edenin imanını, kafirin küfrünü artıran bir işleve sahiptir. (Bakara, 2/171; Enfal, 8/29; Tevbe, 9/36-37, 124-125; İsra, 17/82)

Kur'an'ı, gecenin derinliklerinde, seher vakitlerinde, sorumluluk bilincini duyumsadığımız en istekli vakitlerde, duyarlı bir kulakla ve engin bir gönülle okumak lazımdır. Dil-mana ilişkisi konusunda aşırılıklardan uzak durmak gerekir. DH, mananın aracıdır, onun önemini küçümsemek mealciliğe; giderek de Batıniliğe yol açar. Bu nedenle sözün ibaresi üzerinde yoğunlaşarak, maksadı da göz ardı etmeden bir bilgi bankası gibi değil, bir inanç kaynağı olarak Kur'an'a başvurmak gerekir. Kur'an teberrüken okunacak lafızdan ibaret bir fetiş değildir. Entelektüellerin beyin fırtınası için nesne olarak algılanacak bir bilmece, bulmaca, muamma/sır da değildir.

Dipnotlar:

1- Peygamberlerin kendi toplumlarının dili ile gönderildiğini ifade eden çok sayıda ayetten bazıları şunlardır: Ra'd, 13/37; Nahl, 16/103; Taha, 20/113; Fussilet, 41/3;  Şura, 42/7; Ahkaf, 46/12.

2- Dil olarak Arapça Kur'an: Bu gruptaki ayetlerde "çapraşıklıklardan, eğriliklerden arındırılmış, pürüzsüz bir Arapça" Kur'an'ın sıfatıdır: Zümer, 39/28; Fussilet, 41/44; Ahkâf, 46/12.

3- "İnsanlar tarafından anlaşılabilsin diye" Mubiyn/apaçık-pürüzsüz Arapça ile indirilmiştir, Kur'an: Şuara, 26/195; Yüce Allah "Akledilebilsin/üzerinde düşünülebilsin diye" Arapça bir Kur'an indirmiştir: Zuhruf, 43/3; Apaçık-mubiyn kitaptır, Kur'an: Duhan, 44/2;, 58; İnsan, 75/16. Ancak şurası unutulmamalıdır ki, bu kolaylaştırma va'di ilk muhataplar ve konuştukları dil için yapılmıştır: Meryem, 19/97.

4- Kur'anen Arabiyyen Gayra Ivec/Pürüzsüz-fasih bir dil oluşu arasındaki ilişki için bkz. Yusuf, 12/2; Taha, 20/113; Zümer, 39/28; Fussilet, 41/3; Zuhruf, 43/3.

5- Yukarıdaki mesellerin geçtiği ayetler sırasıyla şunlardır: Cuma, 62/5; Müddessir, 74/50; Bakara, 2/174; Fetih, 48/29. Meseller, deyimler ve sembolik anlatımlar Kur'an'ın mesajının kolayca anlaşılan bir derinliği yakalamasına imkan sağlamıştır. Konuyla ilgili genel bilgi için bkz. Şahinler, Necmeddin, Kur'an'da Sembolik Anlatımlar, Beyan Yayınları, İstanbul, 1995,

6- el-lsfehani Ragıb, el-Müfredat fi Garibi'l-Kur'an, Kahraman yayınları, İstanbul, 1986. Kur'an'ın ilk etapta anlaşılmakta güçlük çekilen kelime, kavram ve terimleriyle ilgili bundan başka çok sayıda eser yazılmıştır; bunlardan ilk akla gelen üçü şudur: Ebû Ubeyde (öl. 270 H.), Mecazü'l-Kur'an, Beyrut,1981; el-Ferra (öl. 207 H.), Meânf el-Kur'an, Beyrut, 1980; Ibn-i Kutey-be, Tefsfri'l-Garfbi'l-Kur'an, Beyrut, 1982.

7- Cerrahoğlu İsmail, Tefsir Tarihi, Ankara, 1988, s. 74.

8- Cerrahoğlu İsmail, Tefsir Tarihi, Ankara, 1988, s. 74,

9- Cerrahoğlu İsmail, Tefsir Tarihi, Ankara, 1988, s. 72

10- Şuara, 26/195; Nahl,16/103; Fussilet, 41/44; Ahkaf,46/12

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR