1. YAZARLAR

  2. Hasan Polat

  3. Kur’an’ın Anlaşılması ve Batı Dillerine Çevirisi

Kur’an’ın Anlaşılması ve Batı Dillerine Çevirisi

Nisan 2001A+A-

İlk emri "oku" olan bir kitabın anlaşılmamasından söz etmek garip gelse de; Kur'an, baştan sona ezberlenip sıkça okunan bir/tek kitap olmasına rağmen, çoğu zaman doğru anlaşılmamıştır. Bu yöndeki iddialar, ne yazık ki bir gerçeğin ifadesidir. Dünyanın dört bir yanında, milyonlarca insanın bazen birbirleriyle çelişen uygulamalarına aynı kitabı referans göstermeleri yanlış anlaşıldığının en açık örneği.

Diğer taraftan on dört asırdır sürekli okunan, iman veya inkar edilen, sayılamayacak kadar leh ve aleyhinde yazı yazılan, çeşitli araştırmalara konu olan bu Kitap'ın halen insanlar arasında en önemli gündemi oluşturması, günümüzde de canlılığından birşey kaybetmediğinin en bariz delilidir. Ancak dinamik özelliklere sahip bir eser bu kadar uzun bir süre insanların gündemini bu yoğunlukta oluşturabilir.

Son ilahi kitap olan Kur'an-ı Kerim, kendisini birçok ayetiyle biz insanlara tanıtmaktadır. Buna rağmen Kur'an'a inanan insanlar tarafından dahi, Kur'an'ın kendisini ifade ettiği şekliyle yeteri derecede anlaşılmadığını müşahade etmekteyiz. Büyük bir kısmı bu kitabı hiç okumadan atalarından miras kalan kulaktan duyma bilgilerle yetinirken, bir kısmı da Kur'an'ı okuduğu halde, ayetlerin tanıttığı gibi anlamakta zorluk çekmektedir. Bu saplantının en önemli nedeni, tarihi süreç içerisinde oluşturulmuş önyargılardır. Ali Şeriati'nin formüle ettiği İnsanın dört zindanı (tarih, toplum, benlik ve tabiat)1 da bu gerçeğe işaret etmektedir.

Kur'an'ın, kendisine iman eden insanlar tarafından, ayetlerde belirtilen şekliyle yeteri derecede anlaşamamasına rağmen iman etmeyen insanlar tarafından doğru bir şekilde anlaşılmasını beklemek safdillik olur.

Kur'an, kendisinden önceki ilahi kaynaklı kitapların, bağlılarınca tahrif edildiklerini dile getirdiğinde, bu müslümanlar tarafından Cevdet Said'in ifadesiyle: "Bu iş bize öyle bir biçimde aktarıldı ki biz işi, İncil ve Tevrat'ta yararlanılabilecek, işe yarayabilecek hiç bir bilginin olmadığı sonucuna ulaştırdık".2 Peki ya Hz. Muhammed (s)'e vayh edilen Kur'an diğer dinlerin mensuplarına ne şekilde ulaştırıldı ve onlar tarafından nasıl algılandı? Bu sorunun cevabını yani Kur'an'ın hrıstiyan alemine yansıtılmasını Hartmut Bobzin'den3 özetle aktaralım:

Yazarın iddiasına göre, müslümanların yönetimi altında yaşayan Suriyeli hrıstiyanlar Kur'an'ı direk tanıyabilme imkanlarına sahip değildiler. Çünkü Hz. Ömer bunlarla yaptığı anlaşmada bu insanların çocuklarına Kur'an-ı öğretmelerini yasaklamıştı. Bu yasak nedeniyle doğulu hrıstiyanların Kur'an'ı okuyup başka dillere tercüme etmelerini engelledi.4

Bobzin'in iddialarının doğruluğu veya yanlışlığı bir tarafa, ilk dönemlerde Kur'an'ın diğer dillere çevrilmesi hususunda ilmi ve ciddi gayretlerin olduğuna dair bir bilgimiz bulunmamaktadır.

İslam topraklarının komşusu durumundaki Bizans'da ise İslam, hrıstiyan dininin sapık bir mezhebi olarak görüldüğü için, uzun yıllar onunla hiç ilgilenilmemiştir.

İlk olarak 9. yy'da Bizanslı Niketas adındaki bir din bilgini, halk diliyle Yunanca'ya tercüme edilmiş Kur'an'ın bir tercümesini elde etmiş ve o zamanki Bizans kralı 3. Michael'in (842-867 yılları arasında krallık yapmıştır) emriyle "Arap Muhammed'in Muharref Kitabına Reddiye" adında bir kitap kaleme almıştır. Bu kitap zamanın Bizansında çok rağbet görmüştür.

Genel olarak hrıstiyan aleminde, 8. yy'da müslümanların yönetimindeki bölgede yaşayan Ortodoks hrıstiyan din bilgini Şamlı Johannes'in Kur'an hakkındaki "gülünç kitap" tanımlaması, yüzyıllarca belirleyici olmuştur.

13. yy'ın başlarında, İslam topraklarında misyonerlik yapmış, Arap diline vakıf, İslam alimleriyle birçok tartışmaya girmiş Sen Dominikan papazı Ricaldo da Monte Croce'nin Latince yazdığı bir kitapta Kur'an'ı, "düzensiz, birçok çelişkilerle dolu bir kitap" nitelemesi, Avrupa'da uzun süre etki bırakmıştır. Zira Ricaldo'nun kitabı çok sayıda basılıp satılmış ve Avrupa'da birçok dile çevrilmiştir. Yalnızca Ricaldo değil, İslam aleyhine yazan bütün yazarlar Kur'an'ı, İçerik ve şekil bakımından İncil ile mukayese etmiş ve Kur'an'ın değersiz, yalanlardan ibaret bir kitap olduğu yargısını işlemişlerdir. Hz. Muhammed, hep Kur'an'ın yazarı olarak nitelendirilmiştir.5 Yazara göre hrıstiyan bilginleri Kur'an-ı İncil'le mukayese edip çelişkilerini ortaya koymaya çalışırlarken hep iki ihtimalden yola çıkmışlardır. Birincisi; Muhammed, Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğunu redetme düşüncesini, bu düşünceyi red eden hrıstiyan din alimlerinden Arius (öl.336) veya Nestorius (öl. 451)'un bağlılarından elde ettiği bilgilere dayanarak yazmıştır. İkinci ihtimal; Muhammed sahip olduğu eksik eğitim ve elde edebildiği eksik kaynaklarla Kur'an'ı yazmıştır. Her iki ihtimalle de Muhammed (s)'in vahy alan bir peygamber değil, kendisinden önceki ilahi kaynaklı İncil'den esinlenerek Kur'an'ı yazdığı, Kur'an'ın vahy olamayacağı sonucuna ulaşmışlardır.

Peki hrıstiyan dünyası Kur'an hakkında yazılanlardan ziyade, tercüme de olsa Kur'an ile ne zaman direk olarak muhatap olabilmişlerdir?

Başarısızlıkla sonuçlanan I. Haçlı Seferi'nden (1096-99) sonra Petrus Venerabilis (öl. 1156) İslam'ın silah gücüyle değil, sözün gücüyle ancak alt edilebilineceğine kanaat getirmeye başlamıştır. Petrus 1142 yılında İspanya'nın hristiyan bölgesine yaptığı bir ziyarette matematik ve astronomi eserlerini Arapça'dan Latince'ye tercüme eden İngiliz Robert Von Ketton'u Kur'an'ı Arapça'dan Latince'ye çevirmeye ikna etmiştir. Robert'in ana dili Arapça olan birisinin yardımıyla gerçekleştirdiği tercüme birçok eksikliğe rağmen müthiş bir rağbet görmüş, 5 asırdan fazla batı hrıstiyan dünyasının Kur'an hakkındaki bilgilerine temel kaynak olmuştur. Bu tercümeye dayanılarak Kur'an İtalyanca, Almanca, Hollandaca olmak üzere birçok dile çevrilmiştir. Bu çevirinin tam 400 yıl sonra İsviçre'nin Basel şehrinde tekrar baskısı yapılmak istendiğinde, hrıstiyan bir şehirde Kur'an gibi bir kitabın baskısının yapılıp yapılamayacağı üzerine büyük tartışmalar olmuştur. Basılmasına taraftar olanlar karşı tarafın inançları hakkında bilgilenmenin gerekliliğini ileri sürerlerken, karşı çıkanlar okuyucu üzerinde oluşturabileceği olumsuz etkiyi gerekçe göstermişlerdir. Şehir meclisi ancak Martin Luther'in onayıyla tercümenin baskısına izin verebilmiştir. Talebin çok olması üzerine 7 yıl sonra yeni baskısına ihtiyaç duyulmuştur. Unutmamak gerekir ki bu dönemde hrıstiyanlıktaki teslis inancına itiraz eden bir hrıstiyan akımın varlığı, bu tartışmayı daha da kızıştırmıştır. Çünkü Kur'an da teslis inancını şiddetle redetmektedir.

Doğrudan Arapça'dan Avrupa'daki bir halkın diline yapılan ilk Kur'an tercümesi, 1647 yılında Fransızca'ya yapılan tercümedir. Mütercim Andre du Ryer (öl. 1688), uzun yıllar İslam aleminde Fransız Konsolosu olarak görev yapmış bir kişidir. Kitabın ilk cümlesindeki ifadeler Kur'an hakkındaki olumsuz bakış açısında halen bir değişmenin söz konusu olmadığını bize göstermektedir. Rönesans hareketinin Fransızca'ya kazandırdığı önemin etkisiyle bu tercümeye de büyük bir rağbet olmuştur.

Arapça'dan Almanca'ya direk olarak yapılan ilk Kur'an tercümesi, 1772 yılında gerçekleşmiştir. David Friedrich Megerlin'in (1699-1778) Arapça'dan Almanca'ya çevirdiği Kur'an tercümesinin başlığı çok ilginçtir: "Türk İncil'i veya Kur'an". Başlığın yanındaki sayfada bulunan bir resmin altında "Muhammed sahte Peygamber" ibaresi bulunmaktadır. Megerlin'in tercümesindeki hatalar ve ön yargılar Coethe'nin tepkisine neden olmuş, kitap Goethe tarafından "sefilce bir çalışma" olarak eleştirilmiştir.

İlk olarak ünlü Katolik din bilgini Johann Adam Möhler (1796-1838) Kur'an'ı bir dine kaynaklık eden temel kaynak olarak dile getirmiştir. Yazdığı bir makalede, hakim görüşe karşı çıkarak Muhammed (s)'in sahte bir peygamber ve Kur'an'ın da boş bir kitap olmadığını ifade etmiştir. Möhler'in 1830'da dile getirdiği bu düşünce, bir yüzyıldan fazla görmemezlikten gelinmiştir. Ancak II. Vatikan Konsili'nin "Kilisenin Hrıstiyan Olmayan Dinlerle Olan İlişkisi" adlı açıklamasıyla Hz. Muhammed ve Kur'an'ın bahsi edilmese de diğer dinlerin daha iyi anlaşılabilmesine bir kapı aralanmıştır.6

En basit bir kitap dahi başka bir dile çevrildiğinde bir anlam kaymasına uğramaktadır. Kur'an gibi bir kitabın ise anlam kaymasına uğramadan başka bir dile tercüme edilmesini beklemek doğru olmaz. İnsanların düşüncelerini ifade edebilmek için geliştirdikleri sembollerin adıdır dil. Toplum içindeki bir sembol, ya da bir kelime ortak bir çağrışım yapmaktadır. Çünkü her sembol bir süreç içerisinde oluşmakta ve anlam kazanmaktadır. Herhangi bir dildeki herhangi bir kelime/kavram, içinde oluştuğu toplumun yaşam ve inanç biçimine göre anlam kazanır, eğitimle nesilden nesile aktarılır, Aynı kelimenin karşılığı başka bir dilde bulunsa da toplumların yaşam ve inanç biçimine göre az da olsa farklılıklar arz edebilmektedirler. Bu farklılık ister istemez tercümelere de yansımaktadır. Bunun içindir ki İslam alimleri, Kur'an meallerinin Kur'an olarak isimlendirilemeyeceğini, ancak "Kur'an Meali" olarak isimlendirilebileceğini dile getirmişlerdir.

Mütercimin iki dili çok iyi bilmesinin yanında iki dilin içinde oluşup geliştiği iki kültürü de çok iyi bilmesi gerekir. Aksi durumda dil açısında olmasa da anlam açısında farkında olmadan çok büyük hatalara yol açabilir. Mesela bir hrıstiyan ile sohbet ettiğimizde rahat bir şekilde, "sizde İncil ne mana ifade ediyorsa bizim için de Kur'an o demektir", dediğimizde farkında olmadan çok büyük bir hataya düşmekteyiz. Çoğumuzun aklına bu ifadeyle hemen İncil tahrif edilen bir kitap olduğu için elbetteki Kur'an ile aynı olamayacağının kast edildiği gelebilir. Halbuki durum bundan ibaret değildir. Biz Avrupa'daki müslümanların çoğu İncil'in hrıstiyanlarca nasıl bir kitap olarak algılandığından bile habersiziz. Biz "İncil sizin için ne ise Kur'an da bizim için odur" ifadesini kullanırken Kur'an'ın bize İncil hakkında söylediklerinden yola çıkarak bunu söylemekteyiz. Oysaki sohbet ettiğimiz hrıstiyan kendi inancındaki bilgilerden yola çıkarak ifademizi anlamaya çalışacaktır. İşte bu durumda da aynı ifadeden iki farklı anlam çıkacaktır.

Bizce yanlış da olsa, bir hrıstiyan Hz. İsa'yı Allah'ın oğlu olarak, İncil'i de onun sözleri olarak kabul etmekte. Ve hiç bir zaman da Hz. İsa (as)'yı İncil'in yazarı olarak da ifade etmemektedirler. Onlara göre İncil Hz. İsa'nın havarileri tarafından yazıya dökülen Hz. İsa'nın sözlerinden başka bir şey değildir.

Bu durumda İncil dediğimizde bir hrıstiyan Allah tarafından Cebrail (a) vasıtasıyla İsa (a)'ya vahyedilen bir ilahi kitabı değil, havarilerin Allah'ın oğlu (aynı zamanda kendisi de bir ilah olan) İsa'dan duyduklarından bize aktardıklarını anlamaktadırlar. Bu iki anlayışın çok farklı anlayış biçimleri olduğu gün gibi ortadadır.

İki insan arasındaki iletişimin doğru bir şekilde gerçekleşebilmesi için, sadece sözü söyleyenin düşüncesini çok güzel bir şekilde formüle etmesi yetmemektedir! Karşı tarafın doğru bir şekilde (sözü söyleyenin anlatmak istediği şekilde) anlayabilmesi de çok önemlidir. Bunun için de birbirlerinin düşüncelerinden, inançlarından, yaşam biçimlerinden, kültürlerinden, vs... az çok haberdar olmaları gerekir.

Müslüman alim A.M.A. Zaidan'ın Almanca Kur'an tercümesinin önsözündeki şu ifadeleri dikkatlice okunmalıdır inancındayım: "Milyonlarca müslümanın içlerinde yaşamasına rağmen Avrupa ve Batı, İslam ve onun temel kaynakları hakkındaki ilmi araştırma ve yayınlarında halen düşük bir seviyede bulunmaktadır. Almanca hnstiyanlığın belirleyici olduğu bir tarihi süreç içerisinde geliştiği için, İslam'ın anlaşılmasında İslami kavramların Almanca'ya kazandırılması bir zorunluluk arzediyor. İslami terimler doğru bir şekilde kullanılmadan Kur'an çevirisinin7 Almanca'ya doğru bir şekilde yapılması ve İslamın objektif bir görüntüsünün oluşması mümkün değildir. Uzun yıllara dayalı dinlerarası diyalog çerçevesindeki ve Frankfurt'taki Johannes-Wolgang-Goethe üniversitesinde öğretim görevlisi olarak elde ettiğim tecrübelerim bu teoriyi destekleyici yöndedir.

Yanlış veya içleri yanlış doldurulmuş kavramların müslümanlarla müslüman olmayanların barış içerisinde beraberce yaşamaları üzerindeki olumsuz etkileri uzun süre görmemezlikten gelinemez. İslami kavramların yanlış bir Şekilde Almanca'ya çevirilerinin, Almanya'da farklı dinlere mensup insanların beraberce barış içerisinde yaşamalarını tehlikeye düşürdüklerini aşağıdaki örnekle açıklamaya çalışayım:

Kur'ani bir kavram olan 'veli' terimi yanlış bir şekilde 'arkadaş' olarak Almancaya çevrildiğinde, bu tercüme müslümanların müslüman olamayanlarla beraberce yaşamasını ciddi bir şekilde etkileyecek ve birçok ayetin yanlış anlamasını beraberinde getirecektir."8

Hep başkalarını bizi yanlış anlamakla suçlamak, müslümanda herhalukarda olması gereken adillik sıfatına yakışmaz. Şu anda müslüman göçmenlerin kırk yıldan fazladır içinde yaşadığı batı toplumu birçok dini konuda, müslümanları halen atalarının şu veya bu şekilde kendilerine aktardıkları şekilde tanıyorsa, müslümanların da bunda payının olduğunu unutmamak gerekir. Sadece batılıların değil, biz müslümanlarca tercümesi yapılan İslami eserlerimizde yapılan büyük, affedilmeyecek derecedeki9 hatalar tarihi süreç içerisinde müslümanlar hakkında oluşmuş önyargıları perçinlemekten başka bir işe yaramıyor.

Bilgi çağı olarak nitelendirilen günümüzde halen birçok şeyin ataların aktardığı şekliyle bilinmesi, kaynağından öğrenmeye mani maddi imkansızlıkların mevcudiyetinden kaynaklanmamaktadır. Kur'an gibi bir kitabın hakkıyla anlaşılabilmesinin en önemli şartlarından biri de kelimelerin manalarını kavrayabilecek ortamı yakalayabilmektir. Dile getirdiği kavramların manalarını anlayabilmektir.

Bir toplumun kendisine ulaştırılan yeni bir düşünceye gösterdiği ilk tepkinin oranı kendilerine iletilen mesajın içeriğinin doğruluğu veya yanlışlığıyla değil, mesajın içerdiği düşünme biçimi/tasavvuruyla doğru orantılı olmalıdır. Kur'an'ı okuyan birçok insan, hala onu yanlış anlıyorsa, bunun temel sebebi Kur'an'ın anlaşılamayacak bir dile sahip olmasından değil, bilakis bu insanların Kur'ani kavramların sahip olduğu düşünme biçimini içselleştirmemeleri veya içselleştirmek istemeyişleridir.

"Gerçek şu ki bu (Kur'an), Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyan herkes için bir öğüt ve uyandır"10

Dipnotlar:

1) Ali Şeriatı, İnsanın Dört Zindanı, Türkçesi, Hüseyin Hatemi, İstanbul, 1988.

2) Cevdet Said, Adem'in Oğlu Habil Gibi Ol, Yeni Bir Kimliğin İnşası. Türkçesi: Abdi Keskinsoy, İstanbul, 2000, sayfa 20

3) Hartmut Bozbin, Der Koran, Eine Einführung, München 1999

4) Böyle bir iddiayla ilk defa karşılaştığımız için doğru ve yanlışlığını araştırma imkanımız olmadı.

5) Yazarın kendisi de kitabının ilerleyen sayfalarında direk olarak Hz Muhammed (SAV)'ı Kur'an'ın yazarı olarak dile getirmese de, ifade şekilleriyle aynı çağrışımın okuyucunun hafızasında uyanmasına ne yazık ki sebebiyet vermektedir.

6) Yazarın dile getirdiği bu tespitin pratikte ne kadar geçerlilik arzettiği elbetteki tartışılır. Bir dinin mensuplarının diğerleri üzerinde tahakküm kurmalarına dayanak olarak kendi dinlerinin hak olduğunu iddia etmeleriyle, inançlarının hak olduğunu dile getirmeleri farklı değerlendirilmelidir.

7) Zaidan, Kur'an'ın başka bir dile tercümesinin mümkün olamayacağını dile getirmekte ve tercüme denilen şeyin, yazarın Kur'an'dan anladığının başka bir dile çevrilmesi olarak dile getirmekte. Bu sebeple de kendi tercümesine Kur'an'ın Almanca'ya tercümesi yerine, "at-Tafsir" adını vermiştir.

8) Amir M. A. Zaidan, at-Tafsir, Eine philosophisch, İslamologisch fundierte Erlâuterung des Quran-Textes, Offenbach, ADIB-Verlag, 2000, ISBN 3-934659-01-2, S.17

9) Timaş Yayınlarından yayınlanan, Mehmet Emin Ay tarafından büyük ihtimalle Türkçe yazılmış ve daha sonra Almanca'ya tercüme edilmiş (mütercimi ve baskı yılı belli değildir) "Der Prophet und die Kinder", adlı çocuklara yönelik kitapta, güzelim muslim kelimesi dururken "mohammedaner" kelimesinin kullanılması gerçekten affedilmeyecek bir hataya en açık bir örnektir.

10) Hakka Süresi (69): 48 (M. Esed meali)

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR