1. YAZARLAR

  2. Abdurrahim Elveren

  3. Kudüs... Ey Kudüs

Abdurrahim Elveren

Yazarın Tüm Yazıları >

Kudüs... Ey Kudüs

Haziran 2003A+A-

Fransız ve Amerikalı iki gazetecinin dört yıla yakın bir çalışma sonucunda tamamladıkları "Kudüs... Ey Kudüs", Birleşmiş Milletler'in Filistin'i bir Arap ve bir Yahudi devleti olarak paylaştıran tasarısının kabul edildiği 29 Kasım 1947 tarihi ile İsrail'in kuruluşunu izleyen ilk Arap-İsrail Savaşı'nın ateşkesle sona erdiği 17 Temmuz 1948 tarihi arasındaki yaklaşık 8 aylık zaman diliminde Araplarla Yahudiler arasında, bilhassa Kudüs özelinde meydana gelen mücadele ve çatışmaları konu edinen bir kitap.

Kitabı kaleme almak için hem Yahudi hem de Arap kesiminden, o günleri bizzat yaşamış belli başlı kişilerle görüşen yazarlar, bu iş için kurdukları ekibin Orta Doğu, Avrupa ve Amerika'da 250 bin km yol katetti, gene bu araştırma için 2 bin kişiyle konuşulduğunu, 6 bin sayfa tutarında belge toplandığını, 20 araştırmacının, ağırlığı 500 kiloyu bulan gizli belgeleri incelemeleri gerektiğini belirtiyorlar.

Belgesel niteliği taşıyan ve bir roman tarzında kaleme alınan bu kitabın genellikle tarafsız bir gözle yazıldığını söylemek mümkün.

BM, Yahudilere bir devlet kurma hakkı tanıyınca 2000 yıllık hayallerine kavuşan Yahudiler, büyük sevinç gösterilerinde bulunurlar. Ama bununla yetinmezler, İngilizlerin Filistin'den ayrılacakları 14 Mayıs 1948'e kadar siyasi, ekonomik ve askeri hazırlıklar gerçekleştirirler. Filistinliler ise sayıca çoğunlukta olmalarına ve çevrelerindeki Arap devletlerinin onlara yardımcı olacağına güvenerek yeterince hazırlanmazlar İngiliz Manda Yönetimi sonrası döneme.

Yahudiler bir tek siyasi yapı (Yahudi Ajansı), bir tek lider (BEN-GURİON) ve İrgun ve Stern çetelerini saymazsak bir tek askeri yapı (HAGANAH) etrafında sıkı bir şekilde örgütlenirken, Filistinliler genelde ülke dışında kalan Kudüs Müftüsü Hacı Emin el-Hüseyni ve O'nun Kudüs'e atadığı komutan Abdülkadir el-Hüseyni etrafında ne siyasi ne de askeri açıdan bu derece hiyerarşik bir örgütlülük sergileyemezler.

Filistinlilerin ayrı bir yanılgısı da medet umdukları Arap devletleri ile ilgiliydi. İngiliz sömürgesinden henüz kurtulamamış Ürdün, Mısır ve Irak'tan, doğru dürüst orduları bulunmayan Suriye ve Lübnan'dan medet ummak, bütün Filistinliler ve İslam dünyası için tam anlamıyla bir hayal kırıklığıyla noktalanacaktı.

Kitap her iki tarafın Kudüs'ü ele geçirme ve bu şehirde tutunma çabaları üzerine odaklanmış. Yahudi kesim, Haganah'ın Kudüs komutanı David Shaltiel ve erzaktan sorumlu Dov Joseph yönetiminde bilhassa her yandan kuşatılan Kudüs'ün Eski Şehir bölümünde Araplara karşı büyük bir direniş gösterirler ve ancak Arap Lejyonu'nun top ateşine maruz kalınca bu bölümü terk etmek zorunda kalırlar.

Araplar Kudüs'ü dört yandan kuşatmışken, Yahudilerin Kudüs'te sayıları yüz bini bulan dindaşlarına araç konvoylarıyla gıda ve silah yardımında bulunmak için her türlü tehlikeyi göze almalarını, Kudüs'te tükenmek üzere olan gıda stokuna katkıda bulunmak amacıyla Tel-Aviv'den toplanan "emeklilik yaşına yaklaşmış" insanların dağları aşarak sırtlarında gıda çuvallarını taşımalarını (s.644-651), Nazi toplama kamplarından henüz kurtulmuş ve Filistin topraklarına gemiden yeni inmiş "iskelet halindeki" göçmenlerin adam ihtiyacından dolayı cepheye sürülmelerini ve korku içindeki bu insanların Kudüs söz konusu olunca nasıl da savaşmak istediklerini (s.574-576) hayretler içinde okuyoruz.

Yahudiler açısından çok önemli bir nokta da, henüz devletleşmemiş bir topluluğun, lider ve komutanlarına olan sonsuz bağlılığı ve verilen emirlere tartışmasız uymasıdır. Yahudilerin başarıya ulaşmalarının en büyük etkenlerinden biri de bu olsa gerektir. Örgütlü bir toplum olmaları, çalışkan, azimli, sabırlı olmaları ve sahip oldukları en ufak bir toprak parçasını, bir mahalleyi, bir çiftliği, hatta bir binayı bile terk etmemeleri ve her şartta savunmak için direnmeleri biz Müslümanlar açısından bolca ders çıkarılacak noktalar.

Kitapta Yahudi yönetiminin para ve silah temin etme çabaları ilgiyle okunacak bölümler.

Golda Meir'in Amerikalı Siyonist zenginleri ve kuruluşları etkileyerek 50 milyon dolar bağış toplaması (s.199-204); Ehud Avriel'in Avrupa'nın çeşitli ülkelerindeki silah fabrikalarını dolaşarak, Meir'in topladığı bağışlarla ağır ve hafif her türlü silahtan satın alması ve bunları her türlü tehlikeyi göze alarak gemi ve uçaklarla Filistin topraklarına sokması(s.83-96/205-211); Yahudilerin kendi silahlarını imal etme yönünde gerçekleştirdikleri büyük başarılar karşısında, Müslümanların genel olarak pasif tutumu ve umursamaz tavrı okuyucuda ister istemez bir hayıflanma duygusu meydana getiriyor. Bu hayıflanma duygusu, Yahudi topluluğunun İngiliz ordusu içinde istihbarat çalışmaları yaparken, kendi iletişim ağını kurarken, savaşta kendisine gerekecek gıda stoklarını depolarken Müslümanların kendi aralarında liderlik mücadelesi vermeleriyle daha da ağır basıyor.

Merak edenler Yahudilerin en önemli askeri örgütü olan Haganah'ın nasıl örgütlendiği, nasıl üye kabul ettiği ve elemanlarını nasıl eğittiği konusunda da bilgi edinebilirler (s.97-102).

Kitabın en çarpıcı bölümlerinden biri de 9 Nisan 1948'de Kudüs'e çok yakın olan Deir Yasin köyünde İrgun ve Stern teröristlerinin gerçekleştirdikleri ve 254 masum Filistinliyi hunharca öldürdükleri katliamın anlatıldığı bölüm (s.335-345). "Topraksız bir halka, halksız bir toprak" sağlamak amacıyla ve diğer Filistinlilere gözdağı verip onları sindirmek ve yurtlarından sürmek gayesiyle gerçekleştirilen bu katliam, Siyonist İsrail Devleti'nin nasıl kurulduğu konusunda bize genel bir fikir veriyor. İlk Arap-İsrail Savaşı'nın sonunda Filistinlilere ait 112 köyü boşaltarak buralara Yahudileri yerleştiren işgalci İsrail devleti, BM Paylaştırma Planı'nda kendisine ayrılan topraktan çok daha fazlasını işgal etmiş ve yüz binlerce Filistinliyi mülteci kamplarında perişan bir sürgün hayatına mahkum etmiştir.

Kitapta bazı tarihi şahsiyetleri de zaafları ve güçlü yönleriyle daha yakından tanıma imkanına kavuşuyoruz. Mesela "muhalif ve rakip olarak gördüğü ve çekindiği kişilerden Filistinli 2 binden fazla Arap'ı suikastlarla öldüren"(s.75), Nazi Almanyası'nın müttefiki olan (s.71-76) Hacı Emin el-Hüseyni; göğsünde Kur'an-ı Kerim olduğu halde verdiği büyük mücadele sonunda İsraillilerce bir köyde şehit edilen yeğeni Abdülkadir el-Hüseyni; gerçekleştirdiği sabotajlarla Yahudilere büyük zararlar veren Fevzi el-Kutup... Filistinlilerden bu en tanınmış simaların hayat hikayelerini kitapta bulmak mümkün.

Aynı şekilde, Arabistan'dan kovulan ve kendisine verilen çöl ve bedevilerden ibaret Ürdün'ü beğenmeyip Kudüs'e ve Filistin topraklarına da göz diken ve bunun için Golda Meir gibi Yahudilerle gizli müzakerelerde bulunan (s.120 ve s.426-430) Kral Abdullah'ın; Ürdün kralını çekemeyen, diğer Arap yöneticilerini küçümseyen, henüz 24 yaşında Mısır'ın başında bulunan kumarbaz Kral Faruk'un; savaş kışkırtıcılığı yapmaktan başka bir şey bilmeyen, savaş çıktıktan sonra da dişe dokunur bir katkıda bulunmayan ve "ordu"ları İsraillilerce kolayca püskürtülen Suriye ve Lübnan cumhurbaşkanlarının da ihanetlerini ve Filistin davasına verdikleri büyük zararı ibretle okuyoruz.

Hepsi de ihtiraslı, içten pazarlıklı, gösteriş meraklısı, boş boş böbürlenmekten ve halklarına ateşli nutuklar atmaktan başka bir şey  bilmeyen bu kukla yöneticiler, Yahudileri küçümsemenin, onları "denize dökülecek" basit bir topluluk olarak görmenin, ordularını yeterince teçhiz etmemenin, Yahudilere  yapacakları saldırıyı bir "gösteri yürüyüşü" olarak görmenin bedelini pahalıya ödediler. Yahudilere karşı vaat ettikleri başarıyı gösteremeyerek hem halklarına, hem de bütün dünyaya karşı rezil oldular.

İsrail kuvvetlerini sıkıştırma aşamasına gelmişken, BM'nin ateşkes çağrısına, efendileri İngiltere'nin de baskısıyla olumlu karşılık veren bu "kralcıklar", dört haftalık ateşkes süresince yine "yeneceğiz-ezeceğiz" nutukları atmaya devam ettiler ama ne ordularına çekidüzen verebildiler ne de mühimmatlarını arttırabildiler.

İsrail ise, dışardan aldığı ağır ve hafif silahları her tarafa yayarak, asker sayısını arttırarak, ordusunu güçlendirecek müthiş bir hazırlık yaptı. 9 Temmuz'da ilk ateşkesin bitmesiyle savaş yeniden başlayınca, kuzeyde Suriye'yi, güneyde de Mısır'ı geriletti ve Ürdün'ün İngiliz komutanlar yönetimindeki ordusunu durdurdu. Gerçi en büyük hayali olan Kudüs'ün Eski Şehir bölümünü ele geçiremedi ve şehrin ikiye bölünmesine rıza gösterdi ama 1967 savaşına dek değişmeyecek sınırlarını belirledi.

Olayları roman havasında anlatan yazarlar, İsrail'in kuruluşunu, kutsal şehir Kudüs uğruna verilen amansız mücadeleyi ve ilk Arap-İsrail savaşını çarpıcı bir dille anlatıyorlar.

Filistin mücadelesinin bütün sıcaklığıyla sürdüğü günümüzde, 744 sayfalık bu kitabın okunmasının hem bu mücadelenin nasıl başladığı konusunda önemli bilgiler vereceğine, hem de hatalarımızı ve eksiklerimizi gözden geçirme bağlamında, bize yeni bir özeleştiri imkanı sağlayacağına inanıyoruz.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR