1. YAZARLAR

  2. Ali Değirmenci

  3. Karanfil, Tabut ve Naftalin...

Karanfil, Tabut ve Naftalin...

Mart 1998A+A-

Bize "susun" diyorlar.

Bakışlarını üzerimize çevirip parmaklarım sallayarak. Oysa imanın ve bilincin ışıldayan gücü çekiç gibi göğsümüze vuruyor. Ve direnç olup deviniyor, kanımızı coşturarak...

Rahman'ın bize değgin âyetlerinden olan günler, kavı ve sabırlı gök kubbenin altında, aramızda dönüp dolaşmaya devam ediyor. Hızla... İnat ve inançla. Hayat her şeye rağmen kendini onarıyor, dönüştürüyor. Bunca tenhalığın, bunca kekemeliğin, bunca tuğyanın içinde bir yer, işlek bir dil buluyor kendine. Simgelere yaslanıyor, savaşıyor, düşüp kalkıyor ve direndikçe hep ayakta kalıyor o.

Halbuki muhkem kılınmamış/tahkim edilmemiş inançları, bedeli ödenmemiş beklentileri, hak edilmemiş hüzünleri olanlar tökezleyip düşüyor ansızın. Seyrettikçe, erteledikçe, korktukça; zulme, yozluğa, ifsada ve zorbalığa belenmiş murdar mekanizma, iri ve ağır bir değirmen taşı gibi bütün dünyayı öğütüp ezmek istiyor. Ve özenle göğsümüze tuttuğumuz, siper edindiğimiz kalkanlar, sustukça delik deşik oluyor. Yine de hayat kendini üretiyor ve bizi habire tanıklığın ortasına, o toplumsal çığlığın can evine savuruyor.

Bize "susun" diyorlar.

Hep üstümüze üstümüze geliyor kalleşliğin, sinsiliğin tayfası, yandaşı, yardakçısı. Zihnimiz kamaşıyor, dilimiz zehir zemberek oluyor. Yoruluyoruz. Isırgan otları gibi sarıyor dört bir yanımızı köleliğin kamçısı, kırbacı. Bebeler ölüyor gözlerimizin önünde. Açlık artıyor. Koğuşlardan, köprü altlarından, kamplardan, hapishanelerden feryatlar yükseliyor. Zulüm ve işkence aramızda kol geziyor. Dayatıyor bize kendini. Yakılan, boşaltılan köyleri görüyoruz, kurşunlanan insanları, göç kervanlarını... Safımızda, suyumuzda, soframızda çatlak kaşlar dolaşıyor, kanlı eller, kirli emeller... Acı, sürekli hayatımıza ulanıyor, katık oluyor. Artık koca koca kentlere kıyılıyor, kentler kefenleniyor. Atılan imzaları, alınan kararları, kurulan tuzakları takip edemiyoruz. Çünkü bir yandan bombalar yağdırılıyor üzerimize, buyruklar yağdırılıyor... Ölüm kusuyor yeryüzü, gök ağıtlar yakıyor. Tabutlar diziliyor ardı sıra caddelere, mezarlıklara; hatta içimize. Ne çok karanfil görüyoruz, ne çok haykırış, ne çok gözyaşı... Ve yetmiyor naftalinler örtmeye bu kokuyu, bu kokuşmuşluğu, bu uçsuz bucaksız korkuyu. Güçsüzlerin, mazlumların, sahipsizlerin, müslümanların boynundan giyotin hiç eksik olmuyor!

Ve "susun" diyorlar bize.

Ağzımıza eller uzanıyor, dipçikler, coplar iniyor gövdemize. Sövgü kokuyor kötünün damağı ve dimağı. Ve kanaralaşıyor kimileri, saflarımızı terkedip kaçıyor. Özür diliyor, ölümüne susuyor. Hatta arkadan vuruyor kimileri. Fakat ölüm susmuyor! Hayat susmuyor! İnanç susmuyor! "Allah, günleri insanlar arasında dolaştırıp duruyor." İzzet ve vakar evine dönüyor, İbrahimler büyüyor, direniş mektepleşiyor!

Sevgi ve onur yüreğimizi yokluyor yeniden. Deneniyoruz. Dil çıldırıyor. Ekmek boğazımıza takılıyor, kelepçe bileğimize. Tanklar yürüyor damarlarımızda sanki. Savaş, zulüm ve yıkım eşiğimizde duruyor, kapımızı kırıyor, kalbimizi kırıyor, kanımıza dokunuyor.

Ve bize "susun" diyorlar.

Sustukça gömütlüğe dönüşüyor oysa yüreğimiz ve gözlerimizdeki ışıltı tükenip köreliyor.

Karanfil susmuyor çünkü, tabutlar susmuyor, naftalin susmuyor! Hayat yüzümüze bakıyor ve aşk dilleniyor ve hüzün... Gözyaşımızla, alın terimizle, akan kanımızla yeşeriyor aramızda inancın ve inkılâbın ekmeği... İnanç, sancağı yeniden eline alıyor ve Kitab konuşuyor ve onur, yeniden yakışıyor göğsümüze.

Tekbir yükseliyor!

Bize "durun" diyorlar.

Herkes ayağa kalkıyor!..

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR