1. YAZARLAR

  2. Mithat Güneş

  3. ABD'nin Körfez yenilgisi

ABD'nin Körfez yenilgisi

Mart 1998A+A-

BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın Bağdat'a giderek Irak yönetimiyle anlaşma imzalamasıyla II. Körfez Savaşı engellenmiş oldu. Kofi Annan'ın Bağdat ziyareti, saldırıya kilitlenmiş ABD'nin saldırı şansını kaybetmesi veya en azından dondurması nedeniyle Clinton yönetiminin arzulamadığı bir yönde cereyan etti. ABD ve İngiltere başından beri Annan'ın Bağdat ziyaretine karşı çıkıyorlardı. Ancak Güvenlik Konseyi'nin diğer daimi üyeleri olan Rusya, Fransa ve Çin'in ısrarları, hem ABD'nin ziyareti engelleyici tavrını, hem de ültimatom niteliğinde olan ve Irak'ın kabul etmeyeceği tarzda hazırlanmış ABD taslağını revize ederek Kofi Annan'ın bir uzlaşı metniyle Irak'a gitmesinde etkili oldu.

Bu yazı kaleme alındığında, Körfez'deki kriz tamamen sona ermiş olmamakla birlikte, tırmanışı durdurulmuş ve savaş rüzgarları, yerini sükunete bırakmış bulunuyordu. Fakat bunun, 1990'da krizin ilk kez patlak vermesiyle başlayan ve savaşa dönüşerek gelişen süreç içerisinde ateşkesin yürürlükte olduğu bir periyotta ortaya çıkması, ateşkesi tehdit eden durumun varlığına son verilmesinden öte anlam taşımadığını belirtmek gerekir. Savaş durumu tamamen ortadan kalkmış değildir.

Bilindiği gibi 1991'deki Körfez Savaşı'ndan sonra Irak'ın balistik füzelerini ve kitle imha silahlarını yok etmesi şart koşulmuştu. Bunların yok edilmesini denetlemek üzere, BM Güvenlik Konseyi UNSCOM diye bilinen özel komisyonu kurmuş ve Bağdat'a göndermişti. Irak'ın Kuveyt'i işgaliyle kriz patladıktan iki gün sonra BM Irak'a karşı ambargo kararı almıştı. Ambargonun süresi, savaş bittikten sonra, UNSCOM görevini bitirene kadar uzatıldı. UNSCOM, 38 bin kimyasal silah parçasını, tonlarca kimyasal maddeyi, 48 füzeyi, 6 rampayı, kimyasal ve biyolojik silahlar için kullanılan 30 özel savaş başlığını imha etti ve bir fabrikayı da havaya uçurdu. Irak, bunların sonunda tüm kitle imha silahlarının yok edildiğini belirterek, UNSCOM'un görevinin bitmesi gerektiğini ileri sürüyor. UNSCOM ise buna katılmayarak, bazı füze ve ekipmanlarla, biyolojik silah üretimi için gerekli 17 ton ve sinir gazı üretimi için gerekli başka bazı maddelerin saklandığını, bunları tespit ve imha için Saddam Hüseyin'in saraylarının, bazı devlet binalarının, tesis ve depoların İncelenmesi gerektiğini ileri sürüyor. Irak, tüm kimyasal ve biyolojik silahlarla, üretim için gerekli malzemelerin imha edildiğinde ısrar ederek, sarayların denetimine, egemenliğine müdahale gerekçesiyle karşı çıkıyor. Ayrıca Iraklılar UNSCOM'un denetim sırasında takındığı tavır ve usullerden de şikayetçiler. UNSCOM denetimini bitirmediği sürece Irak, BM ambargosu altında eziliyor. Ambargoya bir istisna konarak, Irak'ın gıda temin etmede kullanmak üzere 6 ayda 2 milyar dolarlık petrol satmasına izin verilmişti. Bu miktar, Kofi Annan'ın Bağdat yolculuğu arafesinde 5.2 milyar dolara çıkartıldı.

UNSCOM'un Irak'a dayattığı kitle imha silahlarıyla ilgili standartlara, dünyanın diğer ülkeleri uymuyor. Dolayısıyla birçok ülke bu silahlara sahipken ve denetim gibi çeşitli şekillerde engellenmiyorlarken, Irak'ta silahlarla ilgili standartlar çok düşük tutuluyor.

ABD ne kadar abartmaya çalışırsa çalışsın, Irak'ın elinde çok az silah kaldığı ve bununla kimseyi tehdit edemeyeceği açıktır. UNSCOM başkanı Richard Butler, Irak'ın birkaç füzeden başkasına sahip olmadığını belirtmişti. Buna rağmen ABD'nin büyük hacimde bir askeri varlıkla Körfez'e yerleşmesi ve savaşı göze alması, Irak'ın oluşturduğu tehdit yüzünden değil, konunun artık ABD için bir prestij meselesi haline gelmesinden dolayıdır. Son krizden birkaç ay önceki krizde ABD müdahale etmek için tekrar Körfez'e gelmiş, ancak Saddam Hüseyin'in son anda attığı adımla kös kös geri dönmek zorunda kalmıştı. Şimdiki krizde de yine kesin saldırı için gelmişken, Irak'ın son anda BM ile anlaşması ABD'yi müdahaleden mahrum bıraktı. Bu iki krizde de inisiyatifin tamamen Irak'ın elinde olması ve ABD'nin adeta Saddam'ın elinde bir oyuncak hafine gelmesi ABD'nin prestijini hayli sarstı.

7, 8 yıl sonraki dünya, 1990'lı yılların başındaki dünyadan nispeten farklı. 1991'de ABD, uluslararası toplumun nispeten desteğini sağlayarak kendi önderliğinde bir koalisyon oluşturup Irak'a saldırıyı gerçekleştirebilmişti. Bu son krizde ise ABD ve İngiltere hariç BM Güvenlik Konseyi'nin diğer daimi üyeleri olan Rusya, Fransa ve Çin'den destek bulamadı. Bugünün Rusya'sı, yenildiğini yeni anlamış ve birçok sorunla boğuşan 7 yıl öncesinin Rusya'sı değildi. Her ne kadar ABD kendisinden üstünse de, eskisi gibi büyük güç olmak için uluslararası sistemde bağımsız politikalar geliştirme gerekliliğinin farkındaydı. ABD'nin ambargo uyguladığı ülkelerle yakın ilişkileri vardı. Fransa da Gaulist politikalarla uluslararası sistemde etkinlik arayışındaydı. ABD, Arap ülkelerinden de tam destek alamamıştı. Dünyanın çeşitli yerlerinde olduğu gibi, Arap ülkelerinde de binlerce insanın katıldığı savaş karşıtı gösteriler yapılmaktaydı.

Clinton yönetimi onca propagandasına rağmen, içerideki saldırı desteğini gün geçtikçe yitirmekteydi. Başlangıçta 3/4'lük kamuoyu desteği 1/2'ye düşmüştü. Dolayısıyla son Körfez krizi ABD açısından tam anlamıyla bir başarısızlıktır. ABD, 1990'da olduğu gibi, artık dünyanın tek hegemonik devleti değildir.

Irak ise Kofi Annan'ın Irak'a giderken götürdüğü 5.2 milyar dolarlık petrol satışına izinle kazanç hanesine bir artı yazdırmayı başarmış bulunuyor.

Türkiye'ye gelince; krizle ilgili Türkiye'nin dış politikasının ne olduğu netleştirilemedi. Başka bir ifade ite, Türkiye konu ile ilgili net bir politika ortaya koyamadı. Hükümetteki çatlak sesler gözardı edilirse, genel olarak Irak'a karşı yapılacak saldırı, yanı başındaki komşu bir ülkenin askeri gücünün kırılması, dolayısıyla güçlü bir komşu yerine, zayıf bir komşunun yeğleneceği yaklaşımı ile olumlanarak ABD istikbarı yanında yer alma tavrı benimsenmek isteniyordu. Ancak böyle bir saldırının muhtemel sonuçlan, Türkiye egemenliğini rahatsız etmekteydi. Her koşulda bağlılıklarını ifade etmelerine rağmen egemenler, ağabeylerinin niyetlerinden emin değildirler. Acaba bölgede bir Kürt devleti kurdurulacak mıydı? ABD'den kurdurulmayacağı yönünde teminat aldıklarında ise, bu kez İngiliz oyunlarından şüphelenmeye başladılar.

Diğer yandan ABD emperyalizminin bölgede böyle bir niyeti olmasa bile, bu durum kendiliğinden de ortaya çıkabilirdi. Saldırı yapılınca ister istemez Irak'ta merkezi yönetim zayıflayacak ve belki de Irak istikrarsızlığa düşecekti. Böyle bir istikrarsız yapıda Kürtlerin bir devlet kurmayacağından nasıl emin olunacaktı? Devlet kurmasalar bile, istikrarsızlığın ve kaosun hakim olduğu topraklardan kitlesel göçler olabilir; bu da egemenleri zor duruma sokabilirdi. Tüm bu sıkıntılar saldırı karşısında yer almayı gerektiriyordu ama, dünya üzerinde egemenlerin, ilişkilerinin iyi olduğu bir tek ABD kalmıştı. Avrupa ile ilişkiler Birliğe üyeliğin ertelenmesi ile zaten sıkıntılıydı. Arap ülkelerle ilişkiler daha kötü olamazdı. İran zaten düşmandı. Her tarafın düşmanlarla çevrili olduğu bir dünyada dost ve müttefik bir ABD vardı. Dolayısıyla dış politikası ABD ekseninde oluşturulurken, böyle bir saldırı durumunda, onun yanında yer almamak olmazdı. Tüm dış politika sorun kümelerinde onun yardımına ihtiyaç vardı. Kıbrıs sorununun çözümünde, petrol boru hatlarının güzergâhının Türkiye üzerinden olmasında, Yunanistan'la sorunlarda alternatif çözüm yolları bizzat egemenlerin kendi tavır ve politikalarıyla kapatılmış bulunduğu için, ABD'nin yanında yer almak zorundaydılar.

Öte yandan ABD, Türkiye'deki egemenlerin yaşadığı bu ikilemi hiç göz önünde tutmadan, onu, kendini destekleyen ülkeler arasında göstermekteydi. Ulusal Güvenlik Danışmanı Kamuel Berger, "Türkiye'nin desteğini alacaklarından kuşku duymadıklarını" açıklıyordu.

İncirlik üssünün kullandırtılmayacağı yönündeki açıklamalar, ancak iç politika söylevleri olarak önem ifade etmektedir. Bu topraklarda yaşayan herkes bilir ki, ABD isterse İncirlik üssünü çok rahat bir şekilde, hiç kimseye danışmadan pekala kullanır. Egemenlere düşen de, kendi çıkarları için bunu gizlemekten başka bir şey olamaz.

Irak'a saldırının engellenmiş olması, egemenleri, ikilemi fiilen yaşamaktan kurtarmakla birlikte, böyle bir ikileme düşme zavallılıklarını da göstermiştir. Türkiye'nin de içinde bulunduğu emperyalist cephenin saldırısının gerçekleşmemesiyle mazlum Irak halkı, bu seferlik katliamdan kurtulmuş oldu. Ancak bunun geçici bir çözüm olduğu, gelecekteki olayları garanti etmediği açıktır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR