1. YAZARLAR

  2. Vahide Carvello

  3. Kadının Dışlanması Sonucu İslami Harekete Vurulan Darbe

Kadının Dışlanması Sonucu İslami Harekete Vurulan Darbe

Şubat 2001A+A-

Vahide Carvello, Pretoria/Güney Afrika'daki el-Gazali Koleji öğretim görevlisidir. Vahide hanım, bu yazısını 2000 yılı Haziran ayında Crescent International ve Çağdaş İslam Düşüncesi Enstitüsü tarafından Colombo (Sri Lanka) ve Karaçi (Pakistan)'de düzenlenen siret konferanslarında tebliğ olarak sunmuştur.

İslami harekette kadının konumu: Konu ilk bakışta çok basit ve sıradan gibi gelebilir, ancak hiç de öyle değil. İslam toplumunda kadına tanınan geri ve ikinci derecedeki statü o kadar uzun bir zamandır süregeliyor ki, kadının geri bir konuma itildiği artık kabul edilmiyor bile. Güney Afrikalı biri olarak, beyaz ırkçısı sistem döneminde siyahlara uygulanan ikinci sınıf insan statüsünü hatırlıyorum. Ne acıdır ki, müslüman erkekler, Güney Afrika'da beyaz ayrımcılığının altında inlerlerken, bizzat kendilerinin uyguladığı müslüman kadının İslami hareketten dışlanması gerçeği ile beyaz ayrımcılığı arasındaki paralelliği göremediler. Birçoğu hala da görmemekte ısrar ediyor. Şu soruya cevap üretmek mecburiyetindeyiz: Kendilerini İslami değerleri yüceltmeye adadıklarını ifade eden müslümanlar bugün, müslüman kadını halen mağdur eden yakışıksız davranışları ve hürmetsiz konumu tashih etme konusunda artık kararlı mıdırlar?

Şu anahtar soru ile başlamamız gerekiyor: Kadına tanınan bu geri statünün kökleri nerelere dayanmaktadır? Halihazırdaki durumu İslam mı emretmektedir? Kadının maruz kaldığı böyle bir muameleyi Hz. Peygamberimiz mi vazetmişti? Problem, tarihi olarak, kuşaktan kuşağa aktarılarak rivayet yoluyla bizlere ulaşan ve bu dolayımda birçoğumuz tarafından tartışmasız olarak doğru kabul edilen kaynakların erkek egemen zihniyet tarafından iğdiş edilmiş olmasındadır. Hz. Peygamberin eşlerinin toplumsal rolünden bahsetmeden önce, çok kullanılan tabirle "tartışmasız temel kaynaklar"dan kabul edilen Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'in yanlış hadislerle dolu olduğunu ortaya koymak istiyorum. Buradan "yanlış" hadis kavramını "zayıf" hadis kavramına nazaran özellikle tercih ederek vurgulamak isterim. Bir hadisin sıhhatini gösteren en temel prensip, istisnasız tüm müslümanlarca kabul edildiği gibi; Kur'an'a uyması, eğer Kur'an ile çelişiyorsa reddedilmesidir. Bu ilkenin uygulanması hususunda hiçbir "eğer", "ama" mazereti kabul edilemez. Ne yazık ki, kadınlarla ilgili Hz. Peygamber'den rivayet edilen başka hadislerle veya açıkça Kur'an ayetleri ile çelişen birçok hadis bulunmaktadır.

İçerisinde bocaladığımız çok acı bir durum var. Müslümanların hemen hepsi Kur'an'ı tüm İslami meseleler için en önemli ana kaynak olarak kabul ederler. Ancak pratiğe gelince, "gelenekler" hayatımızı nasıl çizeceğimizi belirleyen temel ve baskın unsuru oluşturmaktalar. Bu husus, kadına uygulanan muameleden daha güzel, hiçbir konuda açığa çıkamaz diye düşünüyorum. Görünen o ki, kadın konusundaki anlayış, temelini ilk insanın eşi Havva algısından almakta; Adem'in kaburga kemiğinden yaratıldığı farz edilen ve Adem'in cennetten düşüşüne neden olan Havva algısından...

Müslümanların çoğuna bu bilgiyi nereden edindiklerini ve Kur'an'ın böyle düşündüğü konusunda emin olup olmadıklarını sorunuz. Ulema denilen kişilere, camii imamlarına sorunuz. "Havva, Adem'in eğe kemiğinden yaratılmıştır" cevabını alacaksınız. Ancak Kur'an'ın bu soruya verdiği cevap bu değil. Öyleyse müslümanlar böyle bir şeyi neye dayanarak söylüyorlar? Herhalde Kur'an'ı terkedip İncil okumaya başlamadı tüm müslümanlar, değil mi? Bu soruyu sormamın nedeni şu ki, Havva ile ilgili söz konusu bakış açısı İncil kaynaklı bir görüştür.1 Gerçekte, müslümanların bu görüşü hadislerden kaynaklanmaktadır. Gerçekten de, Sahİh-i Buhari ve Sahih-i Müslim'de geçen altı farklı rivayette kadının yaradılışı aşağılanırken, kadın onur kırıcı bir şekilde tasvir edilmektedir. Acaba Hz. Peygamber böyle açıklamalar yapmış, hele de bu rivayetlerde tasvir edilen konu ile ilgili olarak Allah'ın (cc) söyledikleri ile taban tabana zıtken bu tür sözler söylemiş midir?

Burada tüm rivayetleri tek tek zikretmek yerine sadece bunlardan birini her iki kaynaktan da aktarmak istiyorum:2

Sahih-i Buhari'den:

"Kadınlara iyi davranınız, çünkü kadınlar eğe kemiğinden yaratılmıştır ve eğe kemiğinin en eğri yeri tepe noktasıdır. Bu yüzden eğer onu düzeltmeye çalışırsanız kırılır, ancak onu kendi haline bırakırsanız, o da eğri durur. İşte bu yüzden kadınlara nazik ve iyi davranınız."

Sahih-i Müslim'den:

"Kadın bir eğe kemiğine benzer. Eğer onu doğrultmaya yeltenirseniz, kırarsınız. Eğer kadını kendi haline bırakırsanız ondan istifade edersiniz, o da eğriliği ile hayatına devam eder."

Eğer Hz. Peygamber'in sireti ve sünnetini doğru değerlendirecek olursak, şunun bilinmesi gerekir ki, hadis kaynaklarına, "sahih" veya "güvenilir" olarak etiketlenmiş olsalar bile körü körüne tabi olmamamız gerekmektedir. Eğer rivayetler Kur'an ile çelişiyorsa reddedilmelidirler, öyle ki hiçbir şey bu yanlış hadislerin reddedilmeme gerekçesi olamaz. Aktardığım hadisler ise Cenab-ı Allah'ın Kur'an'da söylediklerine açıkça muhalefet etmektedirler.

Nisa Suresi'nin ilk ayeti hiçbir açık nokta bırakmayacak şekilde Havva'nın Adem'den, onun eğe kemiğinden yaratılmadığını ortaya koymaktadır. Allah diyor ki: "Ey insanoğlu!. Sizleri tek bir nefisten/özden yaratan, hem onun eşini ondan yaratan ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten rabbinize karşı gelmekten sakının. Sakının o Allah'a karşı gelmekten ki, siz O'nun ve o rahimlerin hürmetine (akrabalık sebebiyle) birbirinizden dilek dilersiniz, çünkü o Allah üzerinizde gözcü bulunuyor."(4/1 )3

Ben, bizzat Hz. Peygamber'in kadınlara karşı davranışından çok fazla söz etmeyeceğim. Çünkü müslüman kadınlar esas olarak "siret"e ilişkin yanlış rivayetlerden çekmektedirler. Bugün anlamamız gereken, ilk dönem tarihçilerinin metinlerine başvururken eleştirel bir gözle yaklaşmamanın, Hz. Peygamber'in eşlerine İslamca tanınan şerefli mevkiye hakaret olduğudur. Referans olarak kullandığım birçok bilgi kaynağımıza yanlışlar bulaştırılmış, bu yanlışlar ise, çoğu zaman gerçekleri kamufle etmişlerdir. Bugün anlayışlarımızı yönlendiren bilgi, çoğu zaman tek başına referans kabul edilen geleneğin, rastgele kullanımından veya geleneksel cemaatlerin tek merkezli kaynaklarından veya yaygın sosyo-politik ve dini grupların anlayışlarından neşet etmektedir. Her grup ise kendi hedefleri ve önyargıları doğrultusunda bir "tarih" versiyonu üretiyor.

İslam'ın şereflendirdiği ilk kadınlardan saygıdeğer annelerimiz olan Hz. Peygamberin eşlerinin İslam'a yaptığı katkılar ve dinamizmleri hemen her zaman geleneğin tutucu bakış açısı tarafında çarpıtılmış, kısa tanımlar ve anlatılagelen hikayelere indirgenmiştir. Bu ilk İslam kadınları, çoğu zaman zayıf karakterli, uyuklayan, gözleri yaşlı tasvir edilir ve sevgilileri Hz. Peygamber'in ilgi, dikkat ve sevgisini celbedebilmek için devamlı birbirleriyle atışan, çekişen bir konuma hapsedilirler.

Hatırımızdan çıkarmamız gereken şey duygularımız ve karakterlerimizin kadın-erkek fark etmeksizin bizleri insan yapan doğal şeyler olduğudur. Hz. Peygamber hiç uyumaz mıydı sanki. O hiç hata yapmaz mıydı? Bir putperest Kureyş lideri ile konuşurken kör bir adam yanına gelince sinirlenip yanlış davranmamış mıydı? Hz. Aişe (ra)'ye çirkin bir iftira atılınca, o da Hz. Aişe'ye karşı şüphe duymamış mıydı? Peygamberliğin ilk zamanlarında korkup, teskin edilmeye ihtiyaç duymadı mı ki, Hz. Hatice tarafından teselli edildi. Hiç endişe duymadı mı? Hiç ye'ise kapılmadı mı? Peki öyleyse neden bir erkek bu davranışları ve tavırları gösterdiğinde normal kabul ediliyor, hatta bu başından geçenler karakterini oluşturan ve güçlendiren hadiseler olarak anılıyor da niçin saygıdeğer annelerimize yapıldığı gibi, bir kadın, "insani yönü"nü ortaya koyunca, zayıf ve karakteri yetersiz olarak damgalanıyor, İslam'ın hakim olmasına ve insanlığa yaptıkları katkılar görmezden geliniyor?

İşin gerçeği şu ki müslümanlar İslam'a olumlu hiç birşey katmayan kirli siyasetlere fazlasıyla bulaşmış durumdalar. Bir kadına Rabbi tarafından vermiş olan statü, şahsiyet ve şeref de bu siyasetin ayak oyunlarına feda ediliyor.

Bugün burada bulanan hepimiz, İslami harekete inanıyoruz ve buraya Hz. Peygamber (s)'in siretinden dersler çıkarmak, onu daha iyi anlamak ve yaşamak için toplanmış bulunuyoruz.

Ancak şu noktada uyanık olmalıyız ki, eğer "muhafazakarlık" ipine sıkı sıkıya sarılmaktan vazgeçmezsek tüm çabalarımız beyhudedir. Muhafazakarlık, zihinsel bir tavır alış olsa bile, esas olarak entelektüel iflastan ve gelişmeye karşı üstün körü tepkiler ile tavır alan atıl toplumlardan dayanak alır ve toplumsal temelini bu tür toplumlar oluşturur. Bu tür durağan toplumlarda "muhafazakarlık"ın dış kaynaklı tehditlere karşı bir iç-direniş mekanizması oluşturarak koruyucu vazife gördüğünü akılda tutmamız gerekiyor. Bugün dünyanın dört bir yanındaki müslüman topluluklar, müslüman kadının toplum içerisinde tebliğ erleri ve toplumu kuran fertler olarak hak ettikleri mevkiyi elde etmek için bir yeniden iç diriliş yaşaması gerektiğini ve bunun dış düşmanla mücadeleden daha az önemli olmadığını ifade ediyor. Böylece müslüman kadın, tüm insanlığın yararına olan bir İslami devrimin inşası için toplumsal vazifelerini yüklenebilecektir. Bugün biz müslüman kadınlar, Hz. Peygamber tarafından önderlik edilen ilk İslami hareket örneğinde de olduğu gibi, kadının amaçlanan toplumsal değişimde üzerine düşen etkin rolü toplumun bizzat içinde oynayabileceği bir örneklik üzerinde ilerlemeyi arzu ediyoruz.

Peygamberimiz Hz. Muhammed'in kadınlara bakışı ve tavrı nasıldı? Biliyoruz ki, Hz. Peygamber kadınlara karşı hürmet, sevgi, nezaket üzere davranmış ve onlara haklarını teslim etmişti. Eşlerinin hepsi de asil, güçlü, entelektüel ve iddia sahibi kadınlardı. Hepsi de sadece ilk İslam toplumunu şekillendirmek ve geliştirmek hususunda değil, aynı zamanda Hz. Peygamber'in ve ashabının şahsiyetlerini geliştirmek ve olgunlaştırmak hususunda da gayet etkin ve öncü rol oynamışlardı.

Hz. Peygamber, ilahi yönlendirmeye mazhar olması ve vahiy ile tebcil edilmesine, bu sağlam konumuna rağmen sık sık şura ve danışma meclislerinde eşlerine de danışırdı. Eşleri de kendisiyle pek çok siyasal ve sosyo-ekonomik konu hususunda tartışır ve münazara ederlerdi. Hz. Ömer bin Hattab, Hz. Peygamberin eşlerinden olan, kızı Hz. Hafsa'nın eşi ile devamlı tartıştığını duyunca, gidip kızını ziyaret etmeyi ve Allah'ın peygamberine böyle davranmamasını ihtar etmeyi düşündü. Hz. Hafsa sözünü budaktan sakınmazdı. Bu ise Hz. Peygamber'in çok hoşuna giderdi. Eşlerinin kendisine itiraz etmeleri Hz. Peygamberimizi memnun ederdi. Hz. Ömer'in kızını uyarmayı düşündüğünü öğrenince, bunu engelledi. Bunun üzerine Hz. Ömer, Peygamberin bir diğer eşi olan Ümmü Seleme ile görüşecektir. Ümmü Seleme entelektüel ufuklu, samimi karakterli bir kadındı. Hz. Peygamber kendisine yüksek düzeyde itibar eder ve kendisine toplumun yönlendirilmesi ve yönetimi hususunda pek çok karmaşık hadisede danışırdı. Ümmü Seleme, Hz. Ömer'in ısrarcı tavrına karşı şöyle cevap verdi: "Hayret ediyorum sana Ibn-i Hattab. Her şeye karışıyorsun. Allah'ın Rasülü ile eşleri arasına girmek senin neyine!"

Dilerseniz dikkatlerimizi Hz. Peygamber'in ilk eşine, Hazreti Hatice'ye çevirelim. Hepimizin bildiği gibi kendisi zengin bir işkadınıdır. Ve asil bir karakter sahibidir. Muhammed Peygamber'e kendisi evlenme teklif etmiştir ve nihayetinde evlenmişlerdir. Evlendikleri zaman Hz. Peygamber yirmi beş yaşında iken Hatice ise kırk yaşında idi. Olgun ve anlayışlı böyle bir kadın ile yiğit, şerefli genç böyle bir adamın bu evliliği, Allah tarafından insanoğlunun tarihini değiştirmek üzere seçilen adama gerekli olan örnekliği beraberinde taşıyacaktır.

Hz. Hatice, Peygamberimiz için hayatta en önemli dayanağı, cesaret örneği, sadece bir manevi destekten çok daha fazlası, hakikat duygusunun olgunlaşmasında kendisine bir rehber olur. Hatice'nin olayları mukayese etme, anlama ve idrak yeteneği zamanındaki birçok erkeğin çok üstündedir. Hz. Peygamber Cibril ile ilk buluşmasında korkunca, Hz. Hatice, Muhammed'in başına gayet şiddetli büyük dehşet veren bir halin geldiğini hemen kavrayıp tasdik ederek dehasını ortaya koymuştur. Allah'ın rasulünün risaletini ilk tanıyan kişi o olmuştur. İlk müslüman olan kişi odur ve sıkıntı, eziyet ve sebat ile geçen direniş yıllarında Allah yolunun önde gelen destekçilerinden biri olmuştur. Sarsılmaz bir imana sahipti o. Öyle ki yorulmadan azimle çalışıyor, Hz. Peygamberi zorluklar karşısında sebat etmesi hususunda cesaretlendirmekte hayatı boyunca bir an bile tereddüt etmiyordu. Peygamberliğin ilk günlerindeki Hz. Muhammed'in tedirgin ruhu, Hz. Hatice sayesinde sükunet bulacaktı.

Tarihi eserlerin, bu dikkate değer İslam kadınının ilk İslami hareketin oluşumunda oynadığı rolü inkar edemedikleri görülüyor. Kendisinin harekete ekonomik yönden yaptığı katkılar iki boyutlu olmuştur. Birinci olarak Hz. Peygamberin Hatice ile evlenmesi kendisine ekonomik bağımsızlık kazandırmış bu da Hz. Peygamberin manevi tefekküre vakit ayırması ve sonraları peygamberliğe hazırlanmasında imkan oluşturmuştur. İkinci olarak da, Hz. Hatice maddi olanaklarını Hz. Peygamber'in çabaları ve bu yoldaki harcamalarını finanse etmek için kullanmıştır. Her siyasal hareketin başarılı olabilmek için ihtiyaç duyduğu en önemli kalemlerden olan finansal ve ekonomik imkanları oluşturmuştur. Tüm servetini, son kuruşuna kadar Allah yolunda harcamıştır. Bu ekonomik olanaklar kocasının getirdiği mesajın İslamı tercih eden fakirler ve köleler arasında yayılmasını ve bunların doyurulması ile İslam cemaatinin acil ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamıştır. Bu gerçekten de çok derin ve önemli bir yardımdır ve bu yardımın gerçekleşmesi sonucunda İslam'ın nasıl mesafeler aldığını hepimiz bilmekteyiz. Eğer dünyanın dört bir yanındaki müslüman zenginler bu muhterem İslam annemizin ilk ortaya koyduğu örnekliği takip etseler, dünya çapındaki çağdaş İslami hareketler sadece Batı'nın gasıp ekonomik düzeninin önüne geçmekle kalmazlar, aynı zamanda bu sömürgeci sisteme rakip olurlar, meydan okurlar, onu baskı altına alırlar. Bu noktada tabii ki Hz. Hatice (Allah'ın selamı üzerine olsun) yanında Hz. Ebubekir'in yaptığı maddi fedakarlıkları da zikretmeden geçemeyiz.

Hz. Hatice ile Muhammed Peygamber arasındaki ilişki karşılıklı sevgi, saygı, merhamet ve anlayışa dayanıyordu. Hz. Peygamber ileriki yıllarda birçok eşi olmasına ve her birini de çok sevmesine rağmen, Hz. Hatice'yi sevmekten bir an bile vazgeçmemiştir. Şu çok açıktır ki onun her zaman kalbinde özel bir yeri olmuştur. Birgün Hz. Aişe kendisine Hatice'nin, hayatında onun sevgisini hakeden tek eşi olup olmadığını sorduğunda, Hz. Peygamber şöyle cevap vermişti: "Kimse bana inanmıyorken o bana inandı, herkes beni reddediyorken o İslam'a tabi oldu, çevremde kimse bana yardım eli uzatmazken o bana yardım etti ve beni teselli etti." Evet, tüm bunları Hatice'nin yaptığını Hz. Peygamber söylüyor. Tüm bunlar "zayıf ve bağımlı" bir kadın tarafından yapılabilir mi? Tabii ki hayır.

Muhammed Peygamberin Hz. Aişe ile evliliği de özel bir konum arz etmiştir. Bu evliliğin bir tarafı hayatının sonlarına yaklaşan bir adam diğer tarafı ise hala önünde uzun bir hayat olan bir genç kadındır. Hz. Aişe'nin hareketli bir tabiatı vardı ve herşeyi çok çabuk öğreniyor ve kavrıyordu. Temiz bir kalbi ve kusursuz bir hafızası vardı. Bu nokta, söz konusu evliliğin gerçek önemini idrak edebilmemiz açısından önemlidir. Buradaki esas vurgu, her insanın doğuştan sahip olduğu fıtri ve akli yeteneklerin eğitilmesi ve geliştirilmesinedir. Allah insanoğlunu düşünme, anlama ve uslama yeteneği ile donatmıştır. Bilgi süregiden, birikimsel bir varlıktır. En önemli ibadetlerden kabul edilen "bilgiyi kazanma, bilgilenme" uğraşı ancak sevgi ve çabanın harmanlanması ile arzu edilen faydanın alınmasını getirebilir. Çabalayarak, alın teriyle kazanılmayan bilginin toplumun ve sosyal çevrenin yeniden inşasına yönelik olarak bir güce dönüşemeyeceğini unutmayalım. Bugün ihtiyaç duyduğumuz, yokluğunun acısını çektiğimiz şey bilgiye, bilgilenmeye olan taleptir. Hepimiz eğitim görmüş insanlarız, hatta bazılarımız daha ileri düzeyde, yüksek derecede eğitim görmüştür. Ancak ne kadarımız öğrendiğimiz şeyleri gerçekten anladığımızı iddia edebiliriz? Bu edindiğimiz bilgi bizleri bildiklerimizi amelleştirme noktasında ne kadar kararlı ve güçlü kılmaktadır? Kendi kendimize cevap verelim. İşte Hz. Peygamber ile Hz. Aişe'nin evliliğini özel ve önemli yapan anlattığım bu noktaydı.

Hz. Peygamber, eşi Hz. Aişe'deki entelektüel gelişim ve olgunlaşmanın teşvikçisi, öğreticisi oldu. Aişe'nin, zeki oluşunun yanında, öğrenmeye karşı büyük bir açlığı olduğu görülüyordu. Hz. Peygamber, Aişe'yi sevgi ve anlayışla özel olarak eğitti. Kendisindeki potansiyeli açığa çıkardı. Hz. Peygamber ve diğer eşlerinin bu özel eğitimi sayesindedir ki kendisi bilginliğiyle öne çıktı. Aişe, her öğrenci gibi bazen gelişim süreciyle ilgili olarak endişelenir, ayağı birbirine dolaşırdı ancak her seferinde Hz. Peygamber kendisine yardım ve rehberlik ederdi. Aynen Hz. Hafsa'nın olduğu gibi Aişe de lafını budaktan esirgemeyen, soru sormaktan veya gerçeği öğrenebilmek için sorgulamaktan çekinmeyen biriydi. Yaşı ilerledikçe Hz. Peygamberden aldığı bu sağlam temel üzerinde ilerledi ve Peygamberimizin vefatından çok uzun süre sonra bile hem erkekler, hem de kadınlar için bilgi ve irfan kaynağı olmaya devam etti.

Hz. Aişe, gerçekleştirdiği birçok iş esnasında Hz. Peygamber'in yanı başındaydı. Tüm cesareti ve kararlılığı ile Bedir, Uhud ve Hendek savaşları sırasında rol aldı ve bu tecrübelerden birçok şey öğrendi. Hz. Peygamber'in kendisini yetiştirmede izlediği eğitim metodu ve fiili katılımından edindiği tecrübeler sayesinde, Hz. Aişe, çok şükür ki, ilk İslam devletinde önemli bir konuma gelmiş olan olgun, hitabet sahibi, öncü bir kadın olmuştur. İşte hepimizin takip etmesi gereken Hz. Peygamber'in sünneti, gerçek örnekliği budur, erkeklerin "nefislerine uygun şekilde, tarih içerisinde üretilmiş olan sözde "sünnet" değil...

Sözlerimi bitirirken başlangıçta vurguladığım noktaya dönmek istiyorum. Tarihi metinlerden kaynaklanan yanlış rivayetler, hatalı fikirler ve sapmalar sonucu kadının bir kenara itilmesini ve layık olduğu insani konumdan uzaklaştırılmasını sorgulamadan yola devam edilmesi artık mümkün değildir. Bu problem hakkında sadece yazmak, sadece şikayet etmek veya konuyu akademik tartışmalara hapsetmek gerekli olan değişimi getiremez. Değişim için bugünden başlamamız gerekmektedir. Bu konuda yeniden diriliş başlamıştır; ıslahatçıların ve değişim taraftarlarının bu süreci devam ettirebilmek için ısrarla bu yolda gitmeye devam etmeleri gerekmektedir. Bunun da ötesinde doğru bir yönelimin başlatılabilmesi için kadın konusunda/ içerisinde bulunduğumuz halin doğru tespiti ve değişimi zorunlu kılan farklı faktörlerin doğru bir şekilde kavranması gerekmektedir.

Merhum Kelim Sıddıki "İslami Siyasi Düşüncede Hata, Sapma, Islah ve Doğruyu Bulma Süreci" isimli makalesinde (1998) şöyle diyordu:

"Tarih bir maden eritme kabı gibidir. Tarih, hata ve sapmadan tarafsız ve acımasız bir şekilde bahsedecektir. Tarih, gerçeğin hangi boyutlarda olursa olsun tahrif edilmesine karşı hoşgörüsüzdür. Fakat bu tahrifin arkasındaki insan faktörüne karşı iyi niyetli ve samimidir. Bütün dini gelenekler, kendi haklılıklarını abartma tuzağına düşmüşler ve bütün gerçekliği sadece kendilerinin keşfettiği gibi gülünç iddialarda bulunmuşlardır."4

Dr. Kelim, bu bağlamda bugün ve geçmişte varolan mezhepçilikten ve bazı İslami gurupların yanlış iddialarından bahsetmektedir. Kesinlikle aynı şey erkek "ulema" tarafından ve erkek egemen İslami gelenek tarafından kadına karşı takınılan tavırlar için de söylenebilir. İslam düşüncesine, müslüman kadının konumu ve rolü ile ilgili sokulan hatalar ve sapmaların, müslüman kadının özgürleştirmesinin bir gereği olduğu kadar tüm dünyada hak ve adalet için mücahede eden çağdaş İslami hareketlerin özgürleşmesi için de ıslah edilmesi bir gerekliliktir. Müslüman kadının, ilk İslam toplumunda ve ilk İslami devlette olduğu üzere layıkı veçhiyle desteğini, katılımını ve enerjisini hareketine katmayan çağdaş İslami hareketlerin amaçladıkları hedeflere ulaşabilmeyi beklemeleri beyhudedir.

 

Dipnotlar:

1-                    Kitab-ı Mukaddes'ten kadını ve özelde Hz. Havva'yı aşağılayan ve Adem'in kemiklerinden yaratıldığını iddia eden ayetlere bir örnek olarak: Tekvin 2:23'e bkz. "Ve Adem dedi ki: "Bu simdi kemiklerimden bir kemik ve etimden bir ettir: bunun adı kadın olacak, çünkü erkekten yapıldı." (Çev.)

2-     Kadını aşağılayan ve Hz. Havva sembolü ile kadın cinsinin yaratılıştan gelen olumsuz özellikleri olduğunu savunan geleneğin, klasik ve çağdaş yorumları ile İlgili derli toplu bir makale olarak bkz. Jane I. Smith-Yvonne Y. Haddad, Havva: İslami Kadın İmajı, çev: Yasin Aktay, İslami Araştırmalar, Cilt: 6, Sayı: 1, 7992. (Çev.)

3-     Yazarın mevzu bahis ettiği (4/1) ayetinde Rabbimiz insanlığı kadını ve erkeği ile ortak, "tek bir nefisten" (nefsin vahidetin) yarattığını; eş olarak erkek için kadını, kadın için de erkeği aynı özden/nefisten yani eşinin cinsinden yarattığını; bu eş çiftten de erkekler (ricalen) ve kadınlar (nisaen) türettiğini ifade ediyor. Bu ayet kadın ve erkeğin yaratılışı tartışmasına açıkça nokta koymaktadır. Benzer şekilde Kur'an'da iki yerde daha aynı ifade geçer. Bkz. 7/189; 39/6. Ayrıca insanın eşinin aynı cinsten/nefisten yaratıldığını belirten bir ayet olarak bkz. 30/21 ve "tek bir nefisten" insanlığın yaratıldığına vurgu olarak bkz. 6/98. (çev.)

4-     Kelim Sıddıki'nin söz konusu makalesinin de yer aldığı kitabı "Modern Ulus Devlet ve ötesi" ismiyle Ekin Yayınları tarafından 1998 yılında yayınlanmıştır. (Çev.)

Çev: Bünyamin Akar

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR