1. YAZARLAR

  2. Mehmet Ali Aslan

  3. Gerçek Hikaye

Gerçek Hikaye

Şubat 2001A+A-

Halkın genelinin hadiselere ve olgulara bakış tarzını genellikle medya belirlemektedir. Ciddi anlamda bir sorgulama bilincinden yoksun olan halk yığınları maalesef medyanın yönlendirmesinden kurtulabilmiş değil. Teknolojik gelişmelere paralel olarak etkili bir güç haline gelen medya, egemen sistemin kendi paradigmasını rahatça insanlara aktarmada bir araç konumundadır. Soygun aracı konumundaki bu devlet, soygundan medyanın da istifade etmesine izin vermekte ve bu kanalla yaptığı herşeyi meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Yaptıklarını olumsuzlayan medya araçları (ki sayıları çok azdır) ve medya çalışanı bireyler cezalandırılmakta. Muhalif hatta objektif yayın yapmaya çalışan bir tv'ye hepten izin verilmezken, gazete ve dergiler, baskı mekanizması işletilerek susturulmaya çalışılmaktalar. (Haksöz'e açılan kapatma davası sadece bir örnek.)

Objektif haberciliğin yargılandığı bu ülkede işlevsel ve önemli bir güç halindeki medyanın yalan ve çarpıtma dolu iletileri halkın tavrını etkilemekte. Öyle ki, toplumsal muhalefetsizliğin önemli bir etkeni de medyanın bu etkisi olsa gerekir. Zira medya yoluyla en haklı talepler, haksız olarak gösterilebilmekte, sistemin zalimane uygulamaları adil ve büyük bir lütuf olarak yansıtılabilmektedir. Yakın bir gündemde gördüğümüz 19 Aralık F tipi operasyonuyla ilgili yalan ve çarpıtmaları hepimiz hatırlıyoruz. 30 kişinin katledildiği bu operasyonu devlet, psikolojik bir savaş hilesi olarak "Hayata Dönüş" diye isimlendirmiş, medya da aldatıcı yalanlarla bu tanımlamayı alkışlamıştı. Çarpıtma o kadar ileri gitmişti ki yaralı bir bayan tutsağın kameralar karşısında söylediği "6 bayanı diri diri yaktılar" ifadesi "duyduğunuz gibi örgüt, bayanları yaktı" şeklinde lanse edilmişti.

Susturulan ülkede, egemen sistem, toplumsal yargılamanın yokluğunu büyük ölçüde medyaya borçludur. Bu yüzdendir ki medyaya milyon dolarlık kredileri rahatça aktarabilmektedir. Her şeye rağmen medya içinden insanlığa saygısı olan dürüst ve erdemli biri çıkıp gerçekleri dile getirdiğinde medya patronları aracılığıyla etkisiz hale getirilmekte. Kısmen de olsa gerçekleri yazan yazarlar ve objektif haber yapan muhabirler işsiz kalmaktalar. Tv'deki programlar da egemenlerin izin verdiği yere kadar yapılabilmektedir.

Bütün bunlara karşı sanatın tanıklığının güçlülüğüne inanan İdil Yapım ve FOSEM, medya içi ilişkileri ve yalan haberleri konu alan orta metraj formatında bir film yaptılar: "Gerçek Hikaye". "Görülen gerçek olsaydı, bilimlere gerek kalmazdı." sözünden hareketle yapılan film, amatör bir kadroyla çekilmiş. 55 dakikalık film İdil Yapım'ın ilk filmi. Yer yer deneyimsizlikler görülse de bunlar filmin mesajını perdelememiş. İmkansızlıktan ötürü şu an video olarak gösterilen filmin yönetmeni ve ayrıca senaristi Hakan Alak, filmin müziği ise Grup Yorum'a ait. Film, Eylül '99'da Ulucanlar Cezaevi'nde gerçekleştirilen ve 10 tutsağın öldürülmesiyle sonuçlanan vahşetin medyadaki yansımalarını konu almış. Film, kendisini tavizsiz ve objektif olarak tanıtan bir tv programcısı Metin'e gönderilen Ulucanlar'da öldürülen tutsakların morg görüntülerinin kaydedildiği video kaset çerçevesinde gelişmekte. Tayad'lı Ferhat, bir yolunu bulup Metin'le görüşerek kasetin konusunu tv'de gündem yapmasını ister. Fakat daha önce 1996 ölüm oruçlarını gündem yapan Metin, savcılıklarda sürünmüştür ve bu yüzden temkinlidir. Fakat Tayad adına onunla görüşen Ferhat kolay pes etmez. Metin'i bazen kaba (ki film içerisinde bir yere oturmayan "biz buluruz, biz yaparız" ifadeleri) bazen de duygulu ve etkili konuşmalarıyla sıkıştırır. Artık Metin sürekli kâbuslar görmekte ve morg görüntüleri aklından çıkmamaktadır. Rahat edemeyeceğini anlayınca çok sevdiği eşinin aksi isteklerine rağmen deneme kayıtlarına başlar. Gelişmelerden haberdar olan medya patronu, bu hususta daha önceden de uyardığı Metin'e brifing verir. Metin, gerçekleri saklamaya devam etmelidir. Aksi halde akibeti, tutsaklar tarafından kazılan tünel dolayısıyla yapılan operasyonda, tünelin dışarıdan İçeri doğru kazıldığını haber yapan muhabirin akibeti gibi olacaktır. Yani işsizlik. Metin, tüm bunlardan rahatsızdır ama bir yanda da iş ve eşini kaybetme kaygısı vardır. Kâbuslar devam eder. Bir kâbusta, üst üste yığılmış cesetler dirilerek elinde otomatik silah bulunan kar maskeli birinin üzerine yürürler ve maskeyi çıkarırlar. Manzara can alıcıdır. Zira o kişi Metin'dir. Bize Hz. Ali'nin "Zulümde iki suçlu vardır: Zulmedenler ve zulme tepki koymayanlar" sözünü hatırlatan bu sahne gerçekten de iyi kurgulanmış. Zulme ortak olmak istemeyen Metin, kayıtlara devam eder. Eşi evi terk eder. Mutlu gibi görünen ailenin aslında kof olduğu ortaya çıkar. Patron da sözleşmeyi fesheder. Bu arada Ferhat da patronun tanımlamasıyla "dinlenme tesisleri"ne konuk olmuştur. Artık Metin, onurlu bir hayat için kısıtlı ama özgür imkanlarla bağımsız olarak kaldığı yerden çalışmalarına devam eder. O, işini ve eşini kaybetmiştir ama insanlığını kazanmıştır.

Kısıtlı imkanlara rağmen toplumsal duyarlılığa etki edebilecek böyle bir filmin yapılması takdire layık. Özelde medya çalışanları için, genelde gerçekleri görmek isteyen herkes için önemli mesajlar taşıyan film aslında bizlere sanatın toplumsal işlevini de göstermekte. Güzel olan her şeyden etkilenmeye müsait olan insanın tabiatına belki de mesajımızı en iyi sanatsal faaliyetlerle anlatabiliriz. Anında tavır koymak açısından önemli ve bir değer ifade eden bildiriler, basın açıklamaları vb . faaliyetler mahiyet itibariyle gün gelir unutulabilir; ama sanatsal faaliyetlerin kalıcılığı şüphesizdir. Yine Grup Yorum'un Ulucanlar'la ilgili yaptığı "Eylül" şarkısı hadisenin belleklere kazınması açısından belki de en büyük katkıyı sağlayacaktır.

Filmin galasının yapıldığı hafta, Ulucanlar davasıyla ilgili iddianameyi hazırlayan savcı, "Jandarmaların verilen emirle görevlerini yaptığını, yaşanan ölüm olaylarının da bu görevin yerine getirilmesi sırasında olduğunu, bu nedenle jandarmanın kusurlu olmadığını ve ceza istemediğini" söyledi.

Filmi izlerken aklımıza Yeni Şafak Gazetesi de geldi doğrusu. Daha önce STV'yi eleştirdiği için kovulan İ. Süreyya Sırma'dan sonra muhafazakar kanalların eğlence programlarını eleştiren Yalçın Çetinkaya'nın da atılmasına Kanal 7'nin bir telefonu yetti. Ve son olarak atılanlar kervanına Melikşah Utku da katıldı ve veda yazısı dahi yayınlanmadı. Yani anlaşılan Kral Çıplak diyenler aç kalıyor. Ya olanlara kayıtsız kalıp halen gönül rahatlığıyla yazmaya devam edenlerin durumu, kabus gören Metin'in durumundan ne kadar farklı acaba?

Biz ise zulmü ifşa edip, insanlık onurunu ve adaleti yücelten tüm sanatsal faaliyetlerin başarısını diliyoruz.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR