1. YAZARLAR

  2. Sjef Teuns

  3. Duyumsal Yalıtım (tecrit) ile Sistematikleştirilen İşkence

Duyumsal Yalıtım (tecrit) ile Sistematikleştirilen İşkence

Şubat 2001A+A-

Tecrit genel tıpta enfeksiyonal hastalıklar, verem ve ağır ameliyat sonrasında önlem olarak uygulanan bir yöntemdir. Böylesi durumlarda hastanın sağlığına kavuşması ve en kısa zamanda taburcu olabilmesi için tecrit gerekebilmektedir.

Aynı yöntemin psikiyatri ve hukuk alanında kullanımı; insanı, yaşama yabancılaştırmayı amaçladığından genel tıptaki işlevinden bütünüyle ayrıdır. Psikiyatrı kliniklerinde, ziyaretlerin kısıtlanması hatta yasaklanması, mektuplaşma ve okumalarda sansür uygulanması, her türlü iletişimden yalıtarak sosyal ilişkilerin en alt düzeye indirilmesi sağlanmaktadır. Hastaların sakinleştirilmesi adı altında yapay yöntemlere; Örneğin ensülinle uyuşturup uzun dönemli uykularla tecrit metoduna sık sık başvurulur. Söz konusu uygulamayla insanların bilinçlerinde oluşturulan boşluk (vakuum), sosyalizasyon sürecini iyice imkansızlaştırmaktadır. Tüm psikiyatri kliniklerinde benzer tecrit hücreleri bulunmaktadır. Yine çokça başvurulan elektroşok tedavisini (!) kısa süreli ve yoğunlaştırılmış sara nöbetine benzetebiliriz. Günümüzde psikiyatri, tecrit yöntemlerinin mükemmelleştirilmesine dönük araştırmalara yoğunlaşmıştır. Aslında tedavi adı altında yapılanlar, insanı eylemlerinden yoksunlaştırmak-tan başka birşey değildir.

Hukuk alanındaysa idam ve ağır cezaların hafifletilmesine paralel bir şekilde, tecrit uygulaması (Praevention), soruşturma (tahkikat) ve cezalandırma amaçlı olarak yaygınlaştırılmaktadır. Hukukta tecrit, siyasi tutsakların hücrelerde yok edilmelerinin yasal güvence altına alınmasıdır. Tecridin uygulandığı ülkelerde bu, bir ceza indirimi olarak lanse edilmeye çalışılsa da aslında intikam, teslim alma ve yok etme aracıdır. Ceza; korku ve dehşeti yaygınlaştırırken, mahkumu uyum ve itirafçılık dayatılmasına açık hale getirmektedir. Böylece ceza, özel olarak tutukluya ve genel olarak da kamuoyuna uyarı niteliğinde birbirini tamamlayan ikili işlev görmektedir. Tahkikat ve soruşturma bahanesiyle tecrit uygulamalarının yaygınlaştırılması bundandır. Siyasi görüşlerinden vazgeçmeyenlerin, tecrit hücrelerinde cezalandırılarak, teslim alınıp yok edilmeleri hedeflenmektedir. Tecritle cezalandırılan tutsaklar; insani tüm hakları ellerinden alınmak suretiyle, zaman içerisinde kimliklerinden ve siyasi düşüncelerinden arındırılarak, sessiz bir ölüme terk edilmek istenmektedirler. Böylelikle "duyumsal yoksun bırakma" ile düşünme yeteneğinde büyük zararlara yol açılabilmektedir. Tutuklunun yakın/uzak çevresine de yönlendirilen bu tahribat, bilimsel araştırmaların rafine edilmiş bir yöntemi olarak kullanılmakta. "Duyumsal yoksun bırakma" (sensorische Deprivation) söz konusu bilimsel araştırmaların merkezi kavramıdır. Buna kısaca açıklık getirmek istiyorum. Duyumsal yoksun bırakmadan kasıt, yalnızca normal yaşamdan soyutlanmak olmayıp aynı zamanda duyumsal algının yoğun bir şekilde kısıtlanması ve bastırılmasıdır; insan için hayati bir öneme sahip olan dış dünyada olup bitenlerin, herhangi bir şekilde algılanmasının bütünüyle engellenmesidir. Sabitlik ve değişmezlik temelinde oluşturulan cezaevlerindeki hücreler gibi yapay ortamlar, duyu organlarına uygulanan bazen keyfi zaman zaman da sistematik tahriklerle desteklenerek mahkumun entegrasyon ve yönelimi köreltilirken, zora dayalı hareketsizlik kasların dermansızlaşmasına ve kemiklerin deforme olmasına yol açmaktadır. Tecrit, işkencenin bilimsel olarak araştırılıp mükemmelleştirilmesinden başka birşey değildir.

ABD'nin Vietnam'da esirlere uyguladığı "kaplan kafesleri"ne ilişkin resim ve belgeler değindiğimiz tahribatı açıkça doğrulamaktadır. Hareketsizlik kinematik ve duyumsal fonksiyonların tahribine yol açmıştır.

Duyu organlarına uygulanan bu tazyike maruz kalan insanda, normal beyin fonksiyonlarında ve dolayısıyla davranışlarında aşırılıklar belirir. Örneğin korku ve panik tepkisi, görsel ve işitsel halüsinasyonlar, sinir sistemi bozuklukları, dengesiz hareketler, titremeler şeklinde tezahür eder. Duyumsal yoksun bırakma yöntemiyle "kişiliğin özüne" ulaşılabileceğini savunanlar büyük bir yanılgı içindedirler. Bu tepkiler olsa olsa kişilik deformasyonunun bir kanıtı olabilir.

Duyumsal kısıtlamanın uygulandığı kişide artık çevresel değişimin sistematik doğal akışını sağlıklı bir şekilde algılayamama sorunları yaşanır.

Bu tarz tepkiler, devlet aygıtının uyguladığı bu tür "yalın (!)" şiddet hali ya da savaş ortamlarına hazırlıksız yakalanan bireyin refleksleridir. Savaş halinde olduğu gibi kaotik ya da bahsedildiği tarzda oluşturulan yapay sürecin (hücre) etkisiyle birey, doğal (!) tepki olarak yönelimini yitirmektedir.

Çevresel değişimleri algılayabilirle yeteneğindeki en ufak bir düşüş, aşırı hassasiyet, bireyin yalnız kendisiyle meşgul olmasıyla sonuçlanır. Bunun neticesinde duyumsal kısıtlama halüsinasyonlar oluşturabileceği gibi sinir sisteminin ağır hasarlar görmesine neden olabilmektedir. Artan yönelimsizlik, işitsel/görsel halüsinasyon ve sinir sisteminin arızalanması kimliğin imhasına dönük adımlardır.

Tecritte tutsağın sosyal yaşamdan koparılması ve fiziki olarak duyularının köreltilmesi hedeflenmektedir. Görme, işitme, koku, tat ve hissetme duyuları yok edilmektedir. Bunun için yıllarca "bilim adamları", psikologlar, doktorlar araştırma yürütüp, insanın beynini yok etmeyi amaçlayan cezaevi sistemini oluşturdular. Nazi insan kasabı Mengele'nin öğrencileri hücrenin ölümcül sonuçlar getirebileceğini elbette çok iyi bilmekteler. Zaten amaç yavaş yavaş ve sessiz bir katliam gerçekleştirmektir. Tıp bilimi, "tecritten doğan etkiler"i şöyle sıralıyor: Baş ağrısı, konsantrasyon kaybı, sürekli fiziki ve psikolojik yorgunluk, kronik soğuk algınlığı, kronik bronşit, psikolojik fonksiyonların zayıflaması, korku, sinir sisteminin hasar görmesi, fonksiyonel kalp rahatsızlıkları, algı mekanizmalarının zedelenmesi, aşırı açlık duygusu, uyku dengesinin bozulması, vs... Kısacası yavaş yavaş, parça parça gelen bir ölüm...

İnsan organizması, bu tür yapay duyumsal kısıtlamalara karşı başa çıkabilecek hazırlıkta değildir. Söz konusu durumu çölde yolunu kaybedip serap düşleyen bir insanla karşılaştırmak, bu kişinin doğada gece/gündüz, ısı ve ışık değişimlerini algılayıp yönünü kestirebilmesi bu benzetmeyi anlamsızlaştırmaktadır. Tecritteyse örneğin gece ve gündüzün değişimi, soğuk ve sıcak, ses ve sükunet gibi doğa kanunu azaltılmakta ve mümkünse iptal edilerek ortadan kaldırabilmektedir. Özellikle "ses ve gürültüden tecrit" hali anahtar işlevi görmektedir: sesin ve gürültünün değişimi doğada hava durumunun gidişatına (rüzgar, yağmur, gök gürlemesi) veya diğer canlıların varlığına işaret etmektedir. İşte tecritteki insan; sosyal çevre ile bağının ilk ve son tutanağı olan bu ortamdan dahi mahrum bırakılmaktadır. Bu ihtiyaç insanlık tarihi için olduğu kadar insanın tekamülü için zorunlu fıtri bir ihtiyaçtır. Unutulmamalıdır ki işitme, anatomik dengeyi sağlama işleviyle doğrudan ilgili olup, yönelimde temel öneme haizdir. Artan yönelimsizlik, işitsel/görsel halüsinasyon ve sinir sisteminin arızalanmasına yol açan bu süreç, ayan beyan kimliğin imhasına dönük adımlardır. Böylece yönelim desteğine sahip olmayan birey düzenin katı, keyfi tutum ve saldırganlıklarına karşı bu en savunmasız haliyle teslim alınabilecek; zararsız, bitkisel bir yaşama sürüklenebilecektir.

Özetle şunu söyleyebiliriz: Duyumsal kısıtlama ile bireyin tamamen suni ve değişmeyen bir ortamda bırakılması, imhanın en vahşi olduğu kadar en etkili yönteminin keşfedilmesi demektir. Duyumsal kısıtlama tıpta insanı yaşama tekrar kazandırmak amaçlı olumlu bir işlev görürken; diğer alanlara taşındığında, yaşamı sessizce yok eden bir yol olarak kullanılabilmektedir. Aylar ve senelerce süren böyle bir uygulama, "mükemmel katliam" deyimine en güzel örnektir. Bu sessiz katliamdan hepimizin sorumlu olduğu hatırlanmalıdır.

Duyumsal kısıtlamanın tesiri hakkında yapılan sistematik bilimsel araştırmalar 20 yıl önceye dayanır. Ellili yıllarda benzer hücrelerde insanların yalnızlık ortamında gözetlendiği ve deneyler yapıldığı bilinmektedir. Özellikle ABD ve Kanada'da ellili yılların sonunda bu doğrultuda "silent rooms" adı verilen ve deneylerin gerçekleştirildiği özel hücreler inşa edilmiştir,

Bu araştırmaların Almanya'ya sıçraması 70'li yıllara dayanmaktadır. Bilimsel kriterlere göre mükemmelleştirilen sessiz hücre (Stille Zelle) prototipi Hamburg Üniversitesi Davranış Araştırmaları Kliniği'nde bulunmaktadır. Burada üzerinde deney yapılan kişilerin bedensel tepkileri gözlenmekte ve ölçümler yapılmakta, aynı zamanda psikolojik test ölçümleri/çizelgeleri hazırlanmakta, tepkiler kategorileştirilerek sınıflandırılmaktadır.

Tecrit uygulaması, tutsakların hücrelerde insani tüm haklarından mahrum bırakılması demektir. Bu, düşünsel her türlü faaliyetin yok edilmesidir. İnsanın insanlığından soyutlanıp bir hayvan gibi ölmeyecek kadar yeme içme İle sınırlandırılmasıdır. Hiç kimseyle konuşmayan, düşünmeyen, okumayan, her türlü beyinsel faaliyeti yok edilen insanların yıllar içinde dengelerini yitirerek ölüme gitmesi hedeflenmektedir. Bunun İçin kendileri gibi düşünmeyen HERKES ezilmelidir. Düşünceleri yok edilmelidir. Bunun için her türlü baskı uygulanması YASALDIR. Tecrit hücreleri bu baskılardan biridir. Düşünmeyen, düşünceleri ve idealleri uğruna yaşamayan insanların yaratılması hedeflenmektedir. Tecrit bu yönlü bir ISLAHIN hedeflendiği politikadır.

Keyfi uygulamaları yasallaştırmaya dönük araştırmalarda çıkartılan sonuçların sonraki araştırmalar için hipotez olarak hizmet etmesi beklenirken, kişilik yapısı konusunda dogmatik bir söyleme dönüştürülmesine hız verildi.

Bugün tecrit konusunda yapılan araştırmalar, hücrelere kapatılmanın etkilerini tahlil etmekle sınırlı kalmamakta, tecrit hücrelerinin etkisinin ilaçlar kanalıyla nasıl sağlanabileceği üzerinde durmaktadır. Özel olarak hazırlanan bu ilaçlar "sayesinde" duyumsal kısıtlanma metoduna yapılan katkıların sağladığı gelişmelerden övgüyle söz edilmektedir. Böyle bir uyuşturucunun hap haline getirilmesiyle kullanımının nelere yol açabileceğini siz tahmin edin!

Özce yapılan, insanın beynini teslim almak, kimliğini yok etmek ve öldürmektir. Nazizmin temerküz kampları bugün tecrit olmuştur, hücre olmuştur, yakın gelecekte de belki ilaç komprimeleri olacaktır. Araçlar değişse de zihniyet aynıdır.

Çev: Ayla Tekin

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR