1. YAZARLAR

  2. Murat Ural

  3. Kabuksuz Kalan Kaplumbağa

Kabuksuz Kalan Kaplumbağa

Eylül 1999A+A-

Bir Ağustos gecesi harekete geçen arz, sadece yerkabuğunu değil bölgedeki milyonlarca insanın artık kabuklanmış "güvende olma" duygusunu da kırıp ikiye ayırıverdi. İnsanoğlunun en kuvvetli arayışlarından, gereksinmelerinden biridir güvende olma duygusu. İnsanın tarih boyunca gerçekleştirdiği çabaların önemli bir bölümü güven içinde yaşamaya dairdir. Sadece hemcinslerine karşı değil tabiata karşı da korunmak ister insan. O'nun için yağmur gibi şiddetli soğuklar ya da sıcaklar gibi birçok tabiat olayı hayatı tehdit edici birer afet haline dönüşebilir. Bu yüzden insan en eski zamanlardan bu yana hemcinslerine ve tabii olaylara karşı kendini koruyabileceği, güvende hissedebileceği mekanlar bulmuş ya da inşa etmiştir. Zaman içinde güvenlik duygusunun topluca oluşturulmaya çalışıldığı şehirler ortaya çıkmış insanın başlıca güvenlik alanı olan ev olgusu şehir içinde merkezi yerini almıştır.

Büyük ve görkemli şehirler inşa etmiş, çevresini asılmaz surlarla çevirmiş olan geçmiş kavimler, emniyet duygusu ile birlikle bir başka duyguyu da keşfetmişler çoğunlukla: Kibir... Güvenliğini sağlama aldığını düşünen insan, artık bunun bozulmasının çok güç olduğu zannıyla, güvenlik duygusunun asıl kaynağı olması gereken yaratıcısına karşı büyüklenme eğilimine girebilmiştir. İnşa edilen çok kaili asma bahçeleri, devasa heykeller, piramitler güvenlik alanı olarak görülen görkemli şehirlerin, gökyüzüne uzanan meydan okuyucu uçları olarak değerlendirilebilir.

Ancak, kendisine karşı büyüklenip, meydan okudukları ilahi kudret onları kendilerini en güvende saydıkları mekan ve zamanlarda, görkemli binaların içinde ve uykularında yakalayıp sarsmış, yerle bir etmiştir. Öyle ki sonra ki kavimler, onlardan hiç bir iz bulamamışlardır. Kur'an-ı Kerim, ilahi mesajı kabul etmeyip, büyüklenmekte ısrar edenlere, ibret almaları için geçmişte aynı tavrı gösteren kavimleri ve şimdi harabe halinde olan görkemli şehirlerini misal verir. Onlar ki büyük bir ihtimalle hiçbir gücün düzenlerini bozamayacağını hatta ölümün kendilerine uzak olduğunu düşünmekteydiler.

Ne var ki insanoğlu Kur'an-ı Kerim'in ilahi mesajından yeterince ibret alıp ders çıkaramamış büyüklenmeye devam etmiştir. Son birkaç yüzyıl içinde yani insanın kendi aklını kutsayıp ilah edindiği, büyüklenmede en üst sınıra eriştiği modern çağda şehirler, tabiata dolayısıyla Allah'a karşı açılmış savaşın karargahları haline dönüşmüştür. Artık tabiattan sadece korunmayı değil, ona hakim olmayı, boğazını sıkıp sırlarını ele geçirmeyi kendine şiar edinen modern müstekbirler, tabii olana tamamen yabancılaşmış beton yığınlarından ve sokaklara dökülmüş ziftlerden müteşekkil kentler inşa elmiş ve onları tabiata karşı açlıkları savaşta güvenli karargahlar bellemiş durumdalar.

Teknolojinin, yani modern insanın elinde varolduğu sandığı en büyük silahın gücüyle, asla yıkılmayacak gibi gözüken çok katlı binalar inşa edilmiş, piramitlerin yerini yüzlerce metre yüksekliğindeki gökdelenler almış. Gerek çelik gövdeli gökdelenlerden oluşmuş batı metropolleri, gerekse malzemesinden çalınarak inşa edilmiş betonarme binalı üçüncü dünya kentleri, modern insanın kendini güvende hissettiği, tabiata karşı korunduğu ve hatla ona meydan okuduğu yerleşim alanlarıdır artık. Ta ki arz Allah'ın izniyle harekete geçip üzerindekileri silkeleyene, toprakla birlikte o kibirle karışık, kabuklaşmış güvende olma duygusunu ortadan ikiye ayırana kadar. İnsandaki yığma hırsıyla uyumlu bir biçimde üst üste yığılmış katlardan oluşan binalar ardı ardına göçerken güvenli kentler bir anda toplu mezarlığa dönüşmekteler.

İnsanın meydan okuyuşuna son ve nihai cevap olan kıyamet gününün adeta bir provası olan yaşadığımız son deprem, gerçek güven duygusunun ancak imanla mümkün olduğunu, emin olan insanların ancak mü'minler olabileceğini öğüt almak isteyenlere haber vermekte. Güvenli sanılan mekanlarda hüküm süren rutin bir hayatın, 17 Ağustos gecesi sarsılmasıyla ortaya çıkan bina enkazları haricindeki bir başka enkaz, insanlardaki güven bunalımı kaynaklı psikolojik yıkım oldu. Güven duygusunun parçalanmasıyla birlikte, bu duygunun sarıp sarmaladığı, örtmeye çalıştığı en büyük insani kaygı, ölüm kaygısı bütün dehşetiyle birlikte açığa çıktı. Gerek deprem bölgesinde o müthiş sarsıntıyı yaşayanların, gerekse tv'leri başında yerle bir olmuş binaları seyrederken gözleri kendi tavanları üzerinde gezinmeye başlayanların çoğu her nefsin mutlaka tadacağı ölümün kendilerine hiç de uzak olmadığını ürpertiyle kavramış oldular.

Kendilerini en güvende saydıkları mekanda ve uykularının en derin zamanında onları yoklayan ölüm teknoloji merkezli modern güvenlik anlayışını bina enkazlarının içine gömüverdi. Ve böylece çoğu insan sırtından kabuğu alınmış bir kaplumbağa gibi ürkek bakışlarla bakmaya başladı hayata. Emin olma merkezli bir güvenlik anlayışına sahip olmayan yani 'mü'min' olmayan her insan eninde sonunda sırtından kabuğu alınan kaplumbağa konumuna düşmekten kurtulamayacaktır.

Kendini artık güvende hissetmeyen bir insanın sahip olduğu en kuvvetli duygu ölüm kaygısıdır şüphesiz. Deprem sonrası görülen kaygı bozukluğu ağırlıklı ruhsal sorunların büyük çoğunluğunun temel kaynağını da ölüm kaygısı oluşturmakta. Burada kaygı ve korku arasındaki farka dikkat çekmekte fayda var. Gerçekçi temele dayanmayan abartılı bir duygulanım olarak tanımlayabileceğimiz kaygı korkuyla kardeş gibi gözükse de, korkunun gerçekçi temellere dayanan ölçülü bir duygu olması ikisinin arasında ciddi bir nitelik farklılığı olduğunu göstermekte.. Yükseklik fobisi, mikrop fobisi, açık alan fobisi gibi birçok kaygı durumu gerçekçi temellere dayanmayıp abartılı bir duygu içermektedir. Tıpkı deprem sonrasında sıkça rastlanan kapalı alan fobisi, uyku bozuklukları, aşırı gerginlik ve panik atak bozukluğu gibi ,bütün bu sorunların temelinde de aslında tek bir kaygı yatmakladır: Ölüm kaygısı...

Deprem sonrası ön plana çıkan psikolog ve psikiyatristlerin uğraşmak zorunda kaldıkları en büyük sorun da aslında ölüm kaygısından başka bir şey değil. Tabii, pozitivist birer bilimin mensubu olan psikolog ve psikiyatristlerin, metafizik boyutu baskın olan ölüm kaygısını ve buna bağlı diğer psikolojik sorunları ne derece kavrayıp çözüm getirebileceği oldukça şüpheli. Ölüm gerçeğine verecek tek bir anlamlı cevapları olmayan hayat uzmanlarının ürettiği çözümler haliyle yetersiz kalmakta. Ölüm kaygısını gerçekçi temele dayalı ve ölçülü bir ölüm korkusuna dönüştürecek iman esaslı bir güvenlik anlayışı tesis edilmedikçe alınacak psikolojik yardımın, kabuksuz kalan kaplumbağa'nın bir müddet için kabuklu olduğuna inanmasını sağlamaktan öte bir yarar sağlayamayacağı söylenebilir.

Ölümü anlamlı kılmaya dönük iman odaklı her eylem ölüm karşısındaki duygulanımı kaygıdan korkuya çevirecek daha sonra da bu korkuyu ölçülü bir hale getirecektir. Tarih boyunca iman hariç hiçbir şey insana gerçek "güvende olma" duygusunu verememiştir. İmandan başka her "kabuk" yerle bir olan güvenli şehirler mitinde olduğu gibi gün gelmiş kırılmış, insanı "kabuksuz kalan bir kaplumbağa" misali çırılçıplak ve acziyet içinde bırakıvermiştir. Umulur ki, 17 Ağustos depremi birçok insanın, kırılan kabuklarından çıkarak gerçek emniyet duygusuna kavuşmasına, burçları salih amellerden oluşan iman kalesine girmesine vesile olur.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR