1. YAZARLAR

  2. Robert Fisk

  3. İzmit'te Askerler Uyuyordu

İzmit'te Askerler Uyuyordu

Eylül 1999A+A-

Marmara Depremi sonrası Batı medyasında Türkiye siyasal atmosferiyle ilgili yoğun bir ilgi oluştu. Yapılan yorumlarda çoğu zaman TC siyasal yapısının deprem sonrası düştüğü aciz konum ve deprem mağdurlarının yanında yer alan İslami çevrelerin etkinlikleri vurgulandı. Batının İslami muhalefetin etkinliğini kırabilmek için TC'ye bolca ihsanda bulunması gerektiği de çokça işlenen başlıklar arasındaydı. Bu yorumlara bir örnek olması amacıyla İngiliz melasından The Independent'ın bir yorumunu alıntılıyoruz.

Birçok kez uyarılmalarına rağmen, yetkililer felaket geldiğinde tamamen hazırlıksızdılar:

14 Ağustos Cumartesi sabahı, İzmit'in arka mahallelerindeki üç katlı evinde uyumakta olan Kaniye Topal saat 3 sularında korkunç bir sese uyandı. "Bütün köpekler uluyordu," diyor, "Evet uluyorlardı, bir köpek gibi değil aynı bir kurt gibi." Bayan Topal korkunç bir çığlık attı. Köpekler Pazar gecesi, Pazartesi sabahının erken saatlerinde de aynı sesi tekrarladılar. Ardından kedileri yere yatarak halıyı tırnaklamaya başladı. Caddenin diğer tarafındaki komşuları Kadir Akgül de Pazartesi gecesi köpeklerin kurt gibi havladıklarını hatırlıyor.

Görülen o ki, doğa İzmit, Yalova, Gölcük, İstanbul ve daha 450 km'lik bir alanda binlerce kasaba ve şehrin insanlarını uyarmaya çalışıyordu. Yerin 20 km altında Kuzey Anadolu Kaya Plakasının devasa fay hattı tekrar hareket etmeye başlamıştı. Denildiğine göre Yalova'da Pazar günü tüm kuşlar sessizliğe bürünmüşler ama hiç durmaksızın daldan dala uçuşmaya başlamışlardı.

Salı günü sabah saat 3 sularında; hayvanların İzmirlilere son uyarılarını yapmalarından yaklaşık 24 saat sonra, 12 km derindeki çatlak yarılarak arzı kırdı ve üzerinde uyuyan çaresiz insanları ziyaret etti. 45 ile 90 saniyelik bir zaman diliminde (bazı binaların yıkılması diğerlerinden daha uzun zaman almıştı) hastaneler, dükkanlar, fabrikalar ve evler, ölümden dönen birinin tanımladığına göre atom bombasına benzer bir gürültüyle yerin dibine gömüldüler. Bazıları bu depremin etkilerini "facia" olarak tanımlıyor; lüks evlerin duvarları kağıt gibi ezilirken insanların çığlıklarının apartmanlardan, duvarlardan, asansörlerden dalga dalga yayıldığı, sandviç gibi olmuş apartman katlarının arasından kanın fışkırdığı bir facia, bazıları ise son kez bir korkunç ilahi imtihan.

Tüm kuzey-batı Türkiye'yi kaplamış bulunan toz bulutunun içinden günün ilk ışıklarının süzülmesiyle birlikte, toplumun ufak bir nükleer bombanın yaratacağı etkide bir yıkıma uğradığı gün yüzüne çıktı. İlerleyen günlerde tüm bu manzara aynı atom bombası kullanılmış bir savaşta olduğu gibi insanlarda fiziksel tahribatları, devlet dairelerinin yıkımını, açlık tehlikesini, salgın hastalık tehdidini bir kabustan gerçeğe dönüştürdü.

Doğal afetler tüm ülkelerin başına gelebilecek bir tehlike. Ancak Türkiye daha önce felaketler hususunda sadece bu yüzyıl içerisinde (1902'den beri) 65 bin insanının canına mal olan bir faturayla 108 kez uyarılmıştı. Ancak eğer ders alınmış olsaydı, kendinden emin bir şekilde hazırlıklı olunurdu. Devlet basitçe hiçbir zaman böyle bir felakete yönelik olarak zahmete girip te tedbir almamış.

Felaketten kurtulanların anlattıklarına göre. Yalova'da yıkılan çürük binaların bazılarını, halen Bülent Ecevit hükümetinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yapan Yaşar Okuyan'ın bir akrabası dikmişti. Deprem sonrası Türk hükümeti, Ortadoğu ülkelerinin klasik tepkisini gösterdi: Alışılmış şüpheler yayma ve devlet televizyonuna verilen "sesini kes" emri.

Sakarya, Kocaeli ve Yalova'nın valileri unutuldu. Başbakan vekili Hüsamettin Özkan Türkiye'nin rafineri kapasitesinin % 30'unun patlayarak bir cehenneme dönüşmemesi için İzmit'te en iyi bir şekilde çabalayan rakip resmi görevlilerden rafineriyi korumak üzere İzmit'teki yanan rafineriye gidiyordu. Bunun ardındansa televizyonda facia ile devletin başa çıkamadığını söylediklerinden dolayı TRT yetkililerinin kulağı çekildi.

Tüm bunların ötesinde, İzmit'ten İstanbul'a sahil yolundan giden veya Boğazdan Yalova'ya geçen herkesin gördüğü üzere, ülkenin en güçlü, en masraflı ve en saygın kuruluşlarından biri Körfez'e yayılır: Türk Ordusu. Marmara Denizi boyunca parıldayan feribotları, destroyerleri, gambotları ve deniz altılarıyla ordu her saldırgan ülkeye karşı vatan savunmak üzere hazırdır. Depremin üzerinden çok zaman geçmeden, bir gün sonra anayollar boyunca askerler en güçlü sembollerinden olan zırhlı araçlarla hantal hantal kışlalarını henüz yeni terk ediyorlardı.

Şu doğru, İstanbul'da bazı komutanlar yıkıntılar arasında ellerinden geldiğince bir şeyler yapmaya çalıştılar ve ordunun bizzat kendi ölüleri olması dolayısıyla acılı olması normaldi: Gölcük üssünde binlerce genç denizci ve donanmanın bazı kıdemli komutanları ölürken, astsubaylar çöken rıhtımın kendilerini de batırmaması için deniz altılarını ellerinden bir şey gelmeyen, çaresiz bir şekilde açığa çekmek zorunda kaldılar. Ve tabii ki, ordu, Türkiye'deki gerçek iktidar ve güç olarak, ulaşılmaz, her türlü suçlamanın ötesinde şüphe edilemez en sağlam kaynaktı.

Görülüyor ki, generaller ve tugay komutanları binlerce Kürt kasabasını temizlemeyi ve isyancılara karşı engebeli arazilerde acımasız ve kanlı bir savaş yürütmeyi biliyor ama birçok depremde kendi insanlarına yardım etmek için eğitilmiş uzman bir kurtarma tugayı oluşturmayı düşünmüyor. Kuzey Kıbrıs'ı işgal ediyorlar, Suriye'yi tehdit edebiliyorlar, Irak'ı bombalayabiliyor ve Yugoslavya'ya saldıran NATO'ya yardım edebiliyorlar, İsrail'le ittifak kuruyor ve PKK lideri Abdullah Öcalan'ı Afrika'dan planlar yaparak kaçırabiliyor ve kendisini göstermelik bir mahkemede yargılayabiliyorlar ama İzmit'teki rafineri yangınını söndüremiyorlar veya evleri kendilerine ölüm kapanı haline gelen binlerce Türkü kurtarmak için hemen ilk saatlerde bu konuda uzmanlaşmış timler gönderemiyorlar.

Peki öyleyse Türk ordusu, 501 adet savaş uçağıyla, 4205 muharebe tankıyla, 3649 silahlı personel taşıyıcısıyla, 38 hücum helikopteriyle, 15 deniz akışıyla, 5 destroyeriyle ve 16 firkateyni ile ne işe yarar gerçekten? Neden ta İsviçre'den, Fransa'dan ve Avusturya'dan gelen ordu birlikleri kadar bile hızlı hareket edemediler? Türk ordusunun yıllık bütçesi 4.5 milyar dolar. Bu parayla depremde oluşan hasar tahmini olarak iki kez karşılanabilir. Son 12 yılda ordunun harcadığı oldukça yüklüce miktar para yıkılan kuzey-batı Türkiye'yi inşa etmekte önümüzdeki 15 yıl kullanılabilirdi.

Bu akıl dışı halin oluşmasına biz Batılılar sebep olduk. Nato müttefikimizi sivil savunma ve insan hakları konusunda eğitmek yerine SSCB'nin çöküşü sonrasında Genişleme Harekatı doğrultusunda, tasfiye amacıyla Avrupa'nın Nato süprüntüsü silahlarını ucuza Türkiye'ye sattık. Bizler Türkiye'yi Ortadoğu'daki polisimiz olarak tutmak istedik. Ve Türk ordusu da bu senaryoyu keyifle kabullendi.

Türklerin felaket anlarında çevrelerine baktıklarında gördükleri şey ancak uyanan, eğitimsiz ve kötü bir organizasyona sahip askerlerinin hali oldu. Bundan sonra ordu daha önce olduğu gibi en çok sevilen kurum olmaya devam edebilecek mi? Geçen hafta olan deprem Türkiye'nin en heybetli, en çok şımartılan kurumunu kalbinden vurdu. İzmit'te deprem önce köpekler uyanıp Ordu Türkiye'yi her türlü dış düşmanına karşı korumaya hazır olarak uyukluyordu.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR