1. YAZARLAR

  2. Crescent

  3. İslami Mücadelede Militan Tavır

İslami Mücadelede Militan Tavır

Ağustos 2008A+A-

Dünyanın tek süper gücü ya da başka bir isimle “hiper-gücü”, uzaydaki uyduları ve her yerdeki casusları ile dünyanın en ileri askeri gücü Amerika Birleşik Devletleri, Afganistan’da burnu sürtmüş durumda ve Irak’ta askeri bir yenilgiden mustarip! Bu aşağılamaları yaşatanlar kim? İşgalcileri vatanlarından söküp atmak için çelikten bir iradeden başka bir silah ile donanmamış olan mücahidler.

“Ortadoğu’nun bölgesel süper gücü” olarak tanımlanmasına rağmen, Müslüman topraklarında Amerika’nın yardımcı-işgalciliğini yürüten Siyonist Frankenstein’ı da, benzeri bir şekilde, Lübnan’da darbe aldı ve Filistin’de kan kaybediyor. Peki, Siyonistlere diz çöktürenler kimler? Cevabı bir kez daha, çok az bir kaynağa sahip olmalarına rağmen muazzam bir beceriye sahip mücahidler. Ki onlar, Allah korkusunu düşmanlarının kalplerine yavaş fakat emin adımlarla yerleştiriyorlar. Bu, Hizbullah ve Hamas’ın, sebatkâr olmaları ve Arap ulusalcıların ve liberallerin Siyonist ve emperyalist mihrabı önünde diz çökerlerken güçlerini korumaları sayesinde olmuştur. 1979’da İran’daki İslam inkılâbı, 1980’lerdeki Afgan mücahidlerinin Sovyetler’e karşı zaferi, Hizbullah’ın 2000 yılında Güney Lübnan’dan İsrail’i def etmesi ile birlikte anılmak üzere zaferler listesine Hizbullah’ın Lübnan’daki 2006 zaferini de ekleyebiliriz.

Dünya şunu anlamaya başladı ki ırkçı Siyonizm ile ittifak halindeki Amerika’nın sömürgeci ve emperyalist saldırgan taktikleri -ki hepsi teknik üstünlüğe ve muazzam askeri ateş gücüne dayanmaktadır- ve Holywoodvari bir dünya anlayışı, dünyanın kalan kısmına işgali ve sömürüyü kabul etmeye zorlamak için artık yeterli değildir. Arap-İslami Doğu, emperyalist-Siyonist hegemonyanın çözülmeye başladığı yerdir.

Siyonist-emperyalist eksenin çözülmesini ve mahvolmasını sağlayan kimlerdir? Ulusalcılar mı? Hayır! Liberaller mi? Elbette ki hayır! Mezhepçiler mi? Bir kez daha hayır! Suud himayesindeki sahte İslamcılar mı? Lütfen bırakın dalga geçmeyi! O zaman, ABD’ye ve Siyonist oluşum İsrail’e diz çöktüren kimlerdir? ABD ve İsrail’i çaresiz kılanlar, sadece Allah’a dayanıp güvenen devrimci Müslümanlardır. Osmanlıları dehşete düşüren, 20. yy’ın ilk yarısında dünyayı emperyalist “tımar”lara bölen ve Arap ulus devletlerinin kukla ordularına karşı Siyonistlerin başarılı savaşlarını körükleyen Batı’nın teknolojik ve askeri üstünlüğü, İran’daki İslam inkılâbını sağlayan ve Filistin ile Lübnan’daki İslami direnişi oluşturan İslami halk hareketleri gibi güçler tarafından metruk ve yersiz kılınmıştır.

Yeni bir dönemin şafağı sökün etmektedir üzerimize. Müslümanların öğrenmek zorunda kalacakları -ki anlamları üzerinde durmamızı gerektirecek uzunca bir süre geçmesi gerekebilir- ders şudur: Düşmanlarımız karşısında onların taktiklerini, silahlarını kullanarak ve onların kafa yapısını içselleştirerek veya taklit etmeye çalışarak başarılı olamayız. İthal silahlar ve düşmanın kullandığı savaş planları ve çarpışma stratejileri kullanarak onlarla yaptığımız her mücadelemizde savaşı veya çarpışmayı hep kaybettik. Müslümanlar, Batılı güçler tarafından Müslümanların hükümetlerine kendi halklarının hayati çıkarlarının korunması adına büyük finansal ve politik maliyetlerle satılan gelişmiş silahları kullanarak bir kez dahi başarı gösterememiştir. Müslümanlar ne zaman ki emperyalist-Siyonist savaş endüstri tesislerinde imal edilmiş tankları, füzeleri, hava araçlarını ve silah sistemlerini kullanarak savaş alanına çıktılarsa kendi yenilgilerini temin etmiş oldular.

Afganistan’da son dönemlerde yaşanan sıkıntı verici problemler hakkında ne düşünürsek düşünelim, hakikat odur ki 1980’lerde Afgan mücahidler, Kızıl Ordu’yu inançlarıyla ve bazı küçük silahlarla yenilgiye uğrattılar. Savaşın son aylarında sağlanan Stinger füzelerinin savaşın seyrini değiştiren etken olduğu yönündeki Amerikan propaganda tuzağına düşmemeliyiz. Kızıllar, Stingerlerden çok önce, Amerika’nın şu anda Afganistan ve Irak’ta yaşadığı gibi, halka kendi iradelerini empoze edememeleri sonucunda yenilgiye uğramışlardı. 1980’lerde de İsrail’in Lübnan’ı işgali, Hizbullah’ın yerel direniş kuvvetleri içinden gelerek Lübnan’ın bir İsrail mandasına dönüşmemesi için İsrail’e karşı durması sayesinde askeri bir fiyaskoya dönüştü. Yine benzer bir şekilde Birinci İntifada sırasında Filistinli gençler, kadınlar ve çocuklar, İsrail savaş makinesinin yenilmezliği mitini sonlandırmışlardı; hem de Amerika’nın sağladığı Apache helikopterleri, F–16 savaş uçakları, tankları ve füzelerine karşı taşlar, sapanlar ve kaba molotof kokteylleri ile. Somali’de, varoluş sınırının biraz üzerinde yaşamlarını sürdüren Müslümanlar, BM himayesindeki ABD ordusuna halk muhalefetinin ağına yakalandığında askeri bir süper gücün nasıl güçsüz kaldığına dair kâbus dolu bir ders vermişlerdi. Yine Filistin’de, İkinci İntifada İsrailli generalleri Batı Yaka’daki sıkı kontrolü gevşetmeleri ve Gazze’yi toptan terk etmeleri için zorlamıştı. Çünkü İsrail’in kayıpları dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı.

Aynı şekilde, elçiliklerine, askeri üslerine, Batı ticari faaliyetlerine ve kültür merkezlerine yapılan saldırılara Amerika’nın cevap veremediği kanıtlandı. Amerikan ordusunun, önceleri işine geldiği için varlığına göz yumduğu fakat bilahare eskimiş ve yetersiz hale gelmiş iki hükümet sistemi olan ve Taliban'ı ve Saddam Hüseyin'in Baasçı rejimini NATO ve muhtemelen İsrail'in de yardımıyla devirdiği 2002 ve 2003 yıllarında zafer coşkusu ile bir dönem üstünlük halet-i ruhiyesine kapıldığı doğrudur. Fakat her iki ülkedeki uyanmakta olan halk muhalefeti ve direnişin tohumları apaçık bir İslami karakter ve azim ile durumu hızlı bir şekilde değiştirdiler. Böylece Irak’ta Amerikan güçlerine karşı gerçekleştirilen direnişi “çıkmaz yolun yolcuları” ve “vadesi geçen son rejimin kalıntıları” olarak niteleyen Donald Rumsfeld gibi Amerikan yetkililerinin açıklamalarını yalanlamış oldular.

Irak ve Filistin’de emperyalizme ve Siyonizm’e karşı savaşan mücahidler, toplumlarımıza musallat olan Amerikan ve Siyonist hegemonyasına -ister askeri, ister politik, sosyal veya kültürel olsun- karşı çıkmak için zırhlı askeri araçlara, süpersonik jetlere veya karmaşık askeri yapılara ihtiyacımız olmadığını bizlere gösteriyorlar. Bu düşmanlarla yüksek teknolojili konvansiyonel askeri güçlerimiz olmadan da savaşabiliriz. Asimetrik savaşa başvurabiliriz. Kendi seçeceğimiz direniş metotlarını kullanabiliriz. İsrail-Amerikan kuvvetleri bizim topraklarımızda, şehirlerimizin içinde, vatanlarımızda ikamet ediyorlar ve rahatça hareket ediyorlar ve bizler kendi yolumuzla, bizim için ne zaman uygunsa, onlara karşı bir savaş açmaktan çekinmemeliyiz. Bu, dünyanın son durumuna ilişkin ve bunu değiştirmeye yönelik İslami çabaların bilgilerini yaymamızı, genel stratejimize uygun politik kampanyaları, sıradan insanların seferberliğini, Siyonist ve emperyalist kaynaklarla bağları olan şirket ve malların boykotunu, İslam’ın bize öğrettiği ulvi ahlaki ve etik standartlara uygun diğer etkili ve uygun doğrudan eylemleri içerebilir.

Bu mücadele kaçınılmaz olarak askeri unsurlar içermeye devam edecektir, tıpkı ABD, müttefikleri ve işbirlikçilerinin, denizlerdeki denizaltılarından, havadaki süpersonik jetlerinden, uzaydaki uydularından ve içimizdeki ajanlarının aracılığıyla bizlere karşı saldırganca askeri güçlerini kullanmaktan çekinmedikleri gibi. Bunlardan dolayı da İslami hareket belirgin bir şekilde askerileşmektedir. Peki, ne olacak? Onlarla güçlü oldukları alanlarda değil, savunmasız ve korumasız oldukları alanlarda savaşabiliriz. Elbette ki bunu ahlaki tabiatımızla yapacağız. Onların askeri kabiliyetlerinden kaçınacağız ve zaaflarından faydalanacağız ve bunu onurumuzla yapacağız. Küresel İslami hareketin askeri kanatlarındaki mücahidler, askeri mücadelenin el kitabını kanlarıyla yazıyorlar.

Bazıları için bu tür açıklamalar kabul edilemez provokasyonlar, kasıtlı ve kışkırtıcı açıklamalardır. Bunlara cevabımız şudur ki: Bunlar, Müslümanların karşı karşıya kaldığı durumlarla yüzleştiğinde her sıradan insanın yapacağı şeylerden daha fazlası değildir. Hayal edin: Amerikalıların, eğer Müslümanlar Alaska, Texas ve Meksika Körfezi’nden petrol çıkarıp satsaydı neler yapacağını... Ya da hayal edin: Müslümanlar, ABD’de, Kanada’da, Avrupa genelinde ve Avustralya’da askeri üslere sahip olsalardı onlar nasıl karşılık verirdi? Hayal edin: Müslümanlar Hollanda’yı işgal etse ve hükümetini azletse veya Fransa’daki rejimi yıksa ve yerine Müslüman dünyanın çıkarlarını gözeten bir hükümet atasa neler olurdu? Hayal edin: Ağırlıkları olarak Hıristiyan bir ülkeye 150 bin kişilik Müslüman birlikleri yerleştirse ve içişlerine karışmak için ve direnişi kontrol etmek için kalıcı üsler inşa etse kopacak fırtınayı... Batı dünyasının liderleri insanlara “Şimdi de diğer yanağınızı dönün!” mü derlerdi? Yoksa onları direnişe mi özendirirdi?

Pasifizm, güç sahiplerinin kendilerine karşı direnen güçlerin mücadelesini gözden düşürmek için kullandığı, statükonun bir silahıdır. Müslümanlar, dünya realitelerinin farkına varmış oldukları ve her alanda karşılaştıkları meydan okumalarla yüzleştikleri için özür dilemek zorunda değillerdir. Farkında olmamız gereken tek şey şudur: İslami hareketlerin mücadelelerinin askerileşmesi/silahlanması kaçınılmaz bir olgudur; toplumlarımızı Batı hegemonyasından kurtararak İslam’ın öngördüğü politik, soysal, etik ve ahlaki düsturların tekrar oluşturulması yönündeki diğer mücadele alanlarındaki İslami hükümleri dışlayan bir anlayış ve bakış değişikliği baskısına yol açacak bir manaya da gelmemektedir.

Crescent,Temmuz 2008’den

Çev: Yusuf Huseyn Arslan 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR