1. YAZARLAR

  2. Murat Özer

  3. İslamcıların Taliban’la İmtihanı

İslamcıların Taliban’la İmtihanı

Haziran 2009A+A-

Önce Sovyetlere karşı savaş, sonra derin bir acı ve silinmez izler bırakan iç savaş, nihayet dokuz yıldır kesintisiz bir şekilde devam eden küresel emperyalizmin merkezine karşı verilen büyük direniş. Bir halk düşünün ki, üç nesildir savaşın sıcaklığını sürekli yaşıyor. Taliban böylesi bir atmosferin meyvesidir. Pakistan’a hicret etmiş ve buradaki medreselerde talebelik yapan ikinci kuşak mücahidler olarak biliniyorlar. Evet, bunlar son derece klişe ifadeler olabilir. Ancak, Taliban hareketi hakkında medyada yazıp çizenler, sohbetlerde, konferanslarda konuşanlar bu arka planı bir cümleyle geçip, ardından sayfalar dolusu ağır eleştirilere yer verdiler daima. Bir dünya “ağır, büyük” sözcükleri boca ettiler üzerimize. Fakat özellikle de Müslüman fikir erbabı, yazar ve akademisyenin çok az bir kısmı, otuz yıldır mütemadiyen büyük savaşların içinde hayatta kalma mücadelesi veren, en basit insani ihtiyaçlardan dahi yoksun, ne asfalt yolları, ne içilebilir su kaynakları ne de kanalizasyon tertibatı olmayan, dünyanın en yoksul insanlarının neler düşündüklerini, neleri sevip, nelerden ve niye nefret ettiklerini lütfedip düşündü; anlamaya çalıştı.

Bu yazı, ne övgü ne de yergi yazısı olacaktı. Kısa bir tahlil, Svat’ta 15 günde ölen birkaç bin mücahid, hicret eden 2 buçuk milyon insan... Bir dergi sayfasında 2 yaprak…

Daha ne kadar parçalanacak bedenin; papatya biçen bombalar altında; kendinin gerçek bir Müslüman, ABD’nin esaslı bir düşmanı, İslam’a ve İslamcı paradigmaya gönülden iman eden yoksul ama fedakar bir mü’min olduğuna inandırmak için, konformist Müslümanlara… Daha ne kadar tıkılacaksın bir konteynırın içine yüzlerce kardeşinle beraber ve susuzluğunu terini yalayarak dindirmeye çalışacaksın; havasızlıktan ölüp, bir çölde vahşi hayvanların azığı yapacaksın cesedini. Ama yetmeyecek. Çünkü sen, büyük devletlerin piyonu, akılsız, kendi başına karar alamayan, kullanılmaya açık, ortaçağ kafalısın. Paramparça da olsa, yuvan ve bedenin, 9 yıldır savaşsan da Büyük Şeytanla ve onun yerli işbirlikçileriyle; kanıtlamaya yetmez gücün, hakiki bir adam olduğuna kendini. Sen sanalsın hatta. Belki gerçekte yoksun bile.

Sen, ABD’nin Orta Asya’ya yayılmak için kurduğu bir tezgahsın. Dünyanın tek İslam Cumhuriyeti’nin bölgedeki nüfuzunu kırmak için planlanan gizli bir şebekesin. Hiç boşuna uğraşma. İnandıramazsın bizleri, gözleri yuvalarından fırlatacak “o gün” gelene dek.. Asya’nın en munis, en kibar, en cömert, en yiğit, en fakir insanı olsan da, buna yalnız Ortaçağın karanlığı(!) na imrenen insanlar inanacak; kara gözlü kardeşim…

Sen tüm gelirini uyuşturucu ticaretinden sağlayan, bazen ABD’nin bazen Pakistan’ın paralı askerisin. 5 yıllık iktidarında dünya afyon üretimini yüzde 85 oranında düşürüp, halkının neredeyse tek geçim kaynağı olan afyon tarlalarını yaksan da, bunlar ancak BM’nin verileri olduğu için itibar edilmeyecek. Çünkü biz, fasıkların getirdiği haberlere inanmayız. Bizim, komplo teorileri üretip, kanal kanal gezen aydınlarımız var. Üzerine yarım tonluk bomba yerken sen, burkaları gösterip; “bu hapisanenin içine hangi kadın kendi gönül rızasıyla girebilir” diyerek, muhteşem analizler yapan ilahiyatçılarımız, münevverlerimiz var. Cenk kalesinde, ya da Veziristan’da kömüre dönüşebilir bedenin; fakat bizim için senin ilm-i hal’in, sakal boyunun uzunluğu, çanak antenleri ve futbolu yasaklaman daha önemli. Sen Kur’an’dan nasipsiz, sünnetten bihaberken; nasıl örnek olabilirsin Müslümanlara, İslami Hareketlere... Vizyonun, gelecek tasavvurun, Küresel ekonomik krize karşı bir çözümün, çevre kirliliği ve nükleer atıkların yok edilmesi problemi hakkında bir görüşün var mı?

Bazen, insafın gerçekten lugatimizde bir karşılığı var mı, merak ediyorum. İslamcılar, kendisinin hiçbir örneklik talebi, yayılma iştahı bulunmamasına rağmen, Taliban’dan biraz da karikatürize ettiğim bu gibi şeyleri taleb ettiler. 19. yüzyılın sonundan beri toprakları işgallerle kirletilen, nüfusunun neredeyse yarısı mülteci durumundaki bir halkın evlatlarından dünya Müslümanlarına neden “mütekamil bir örneklik” ortaya koyamadıklarını sorguladılar yüzsüzce.

Lakin tarihin bir cilvesi midir, bilinmez; dünyanın en kaba ve bağnaz insanları olarak tavsif edilen bu kişilerin eline kimlik ve kıyafet değiştirerek düşen bir İngiliz gazeteci kadın, serbest bırakıldıktan sonra İslamla şereflendi. Dünyanın en modern ve çağdaş iki ülkesi; ABD ve İngiltere’nin aşağılık askerlerinin eline düşen Müslümanlar en ağır fiziki ve psikolojik işkencelere maruz kalıp, kadın ve erkeklerimize tecavüz görüntüleri bilmem ne sitelerinde servis edilirken; Taliban savaşın ortasında esir ettiği Batılı bir kadına nasıl muamele etmişti ki, Yvonne Ridley daha sonra Müslüman olmayı seçebildi. Sanırım, Taliban’ı tahlil eden insanlar için bu nokta iyi bir başlangıç olabilir; şayet hala insaf sahibiyseler.

Svat’a giden yol

Afganistan Taliban Hareketi, Sovyet işgali sebebiyle Pakistan’a hicret edip, burada kendilerine yeni bir hayat kurmaya çalışan insanların çocukları eliyle kuruldu. Ne Pakistan’ın ne de Afganistan’ın toprakları sayılmayan ikibin beş yüz kilometre uzunluğundaki sınırın Pakistan’a bakan dağlık bölgelerinde; veziri ve peştun kabilelerin hakimiyetindeki teslim alınamayan topraklarda hayatlarını inşa etmeye çalışan mültecilerin çocukları; şimdi Küresel Emperyalizme meydan okuyorlar. Çoğunluğu Diyobend ekolündeki Sünni medreselerde eğitim gören talebeler, iç savaşın yorduğu Afgan halkı için bir umut olmuş; kısa sürede Afgan topraklarının yüzde 95’ine hakim olmuşlardı. ABD işgaliyle tamamen biteceği hesap edilen Taliban, tüm strateji uzmanlarının öngörülerine inat; sadece Afganistan’a dönmekle kalmadı; neşet ettiği topraklarda da egemenlik alanını arttırdı. Taliban asıl büyük gelişimini, Veziristan’da sağladı. Medyaya “Svat saldırısıyla” birlikte bazen yanlış bir şekilde yansıyan haberlerde, adeta Afgan Taliban’ının Pakistan topraklarında ilerlediği gibi bir izlenim doğmuş görünüyor. Oysaki durum hiç de böyle değildir. Svat Vadisi’ne, oradan İslamabad’a 100 km. kadar yaklaşan Taliban Hareketi, tamamen Pakistanlılardan oluşmakta. Zaten hareketin ismi de Tehrik-i Taliban-ı Pakistan. Yani, Taliban ismi bölgede adeta bir fenomen durumundadır. Yayılma istidadı gösteren şey, hareketin üyeleri değil, zihniyetin ve bu zihniyetin tezahürü olan direnme bilincidir.

İşte Taliban’ın başarısı buradadır. Afganistan’daki kabile ve hizip savaşlarını büyük ölçüde engelleyip iktidarda kaldığı 5 yıl boyunca ülkede huzur ve sükunu tesis eden Hareket, asırlardır kavgalı Veziri ve Peştun kabilelerini de “inanç ve eylem” temelinde birleştirmeyi başarmış görünüyor. Hiçbir zaman merkezi bir otorite tarafından yönetilemeyen bu kabileler, Taliban’ın “şeriatın ve adaletin ikamesi ve Haçlılarla mücadele” sloganı etrafında birleştiler.

Svat Vadisinde Taliban’ın güçlenmesi ve sonunda şeriat kurallarını ilan etmesine giden süreç, Türkiye’de ancak katliam haberlerinin medyada yer almasıyla gündeme geldi. Oysaki batılı gözlemciler ve muhabirler yabancı haber ajanslarına kendileri için yaklaşan tehdit ile ilgili haberleri geçmeye geçtiğimiz yıl başlamışlardı bile. BBC muhabiri Chris Morris geçtiğimiz yıl, Pakistan Taliban’ının yöre halkının gönlünü kazanması ve aşiretlerin desteğini alarak ilerlemesi karşısında Pakistan yönetiminin ve Batı dünyasının tehlikeli bir sürece girdiğine işaret ediyordu. “Swat vadisine engebeli ve virajlı bir yolla ulaşılıyor ama aslında burası, İslamabad'dan sadece birkaç saat uzaklıkta. Evet, burada bir savaş sürüyor. Batılı ve Pakistanlı güvenlik uzmanlarına soracak olsanız, çoğu, son birkaç aydır Pakistan'ın bu savaşı kaybetmekte olduğunu söyleyecektir. Kazanan tarafsa, El Kaide ve Taleban ile ilişkili gruplar. Bu eğilimi tersine çevirmek için bir şey yapılmazsa, söz konusu grupların manevra alanı genişleyecek, faaliyet gösterdikleri bölgeler büyüyecek ve uzun erimde, eğitim kampları oluşturarak dünyanın dört bir yanında saldırılar planlamaları için daha büyük bir özgürlük elde etmiş olacaklar. İç karartıcı bir tahmin bu ama, birçoklarının buna katıldığı görülüyor.”

Morris, Müşerref döneminde kaleme aldığı makalesinde Pakistanlı generallerin orduyu Taliban üzerine sürmekte kararsız olduğunu gözlemlediğini, ancak yine de artık bazı generallerin ülkedeki istikrarın demokrasiden daha önemli olduğu noktasında düşünmeye başladığını söylüyordu. Müşerref, ABD’li efendilerinin istediklerini yerine getirme konusunda çok fazla yetenekli olamadı. Ancak, Pakistan’da Batıcı-laik zihniyete daha yakın duran Butto’nun ve hakkında çok sayıda yolsuzluk dosyası bulunan eşi Asıf Zerdari, ABD’nin yeni yönetimiyle daha uyumlu çalışacağının sinyallerini veriyordu.

Her ne kadar selefi durumundaki Müşerref’in “Lal Mescid katliamı” gibi efendilerini memnun edecek icraatları olsa da, Zerdari için bu yeterli değildi. Obama’nın yeni stratejisinin bir parçası olarak, 5 yıl boyunca her yıl 1 buçuk milyar dolarlık rüşveti garantileyen Zerdari için artık ülkedeki dengeleri gözetmek gibi bir lüksü yoktu. Küresel Emperyalizm, etki alanı giderek daralan Zerdari’ye, yükselen İslamcılığı yok etmek için açık bir çek vermişti. İslam dünyasındaki tek nükleer güce sahip bir ülkenin İslamcıların kontrolüne geçmesi, başta ABD ve İngiltere olmak üzere Batılı güçlerin uykularını kaçırıyordu. Pakistan yönetiminin Svat Vadisine başlattığı büyük saldırı, işte bu gerekçelerle başladı.

Svat Vadisi, Asya’nın doğa harikası güzellikleriyle, İsviçre’si olarak biliniyor. Hem Batılı turistler, hem de Pakistan ve Asya’nın diğer ülkelerinin zenginlerinin tatillerini geçirmek için tercih ettikleri bir bölge. Böylesi bir bölgenin Taliban’ın kontrolüne geçmesi, sadece Pakistanlı egemenleri değil, Batılıları da derinden sarstı. Aslında bu topraklar, Pakistan’ın hiçbir zaman tamamen kontrolünde olmamıştı. Svat’ın en önemli kenti olan Mingora, Afganistan’ın kapısı olan Celalabad yolu üzerinde bulunuyor. Doğal olarak, mücahidlerin en yoğun etkinlik alanı Sovyet savaşından bu yana bu bölge oldu. Asia Times’tan Seyid Salim Şehzad, bu bölgenin en önemli şehri olan Peşaver hakkında şöyle yazıyor: “Peşaver -Yüksek Kale- Kuzey-Batı Sınır Eyaleti’nin (NWFP) başkenti ve Pakistan’ın Federal olarak yönetilen kabile alanlarının merkezi durumunda. Eski İpek Yolu üzerindeki ana ticaret merkezlerinden Güney ve Merkez Asya ile Orta Doğu arasındaki farklı kültürler arasındaki önemli kavşaklardan birisi. Afganistan sınırındaki meşhur Hayber Geçidi’nin yakınlarındaki Peşaver birkaç milyonluk nüfusuyla Pakistan’daki Peştunların ekonomik, siyasi ve kültürel başkenti durumunda. Peşaver ve çevresi şimdi Taliban ve diğer militanlar için sadece Afganistan ve Pakistan değil, Şam ve Filistin’deki Arapların can damarlarını teşkil eden merkezlere uzanan “kıyamet savaşı”nın merkezini oluşturacak bir üs olarak inşa edilmektedir.”

Şehzad, ABD’nin bu bölgedeki savaşa çok daha önceleri karar verdiğini ve geçtiğimiz Aralık ayında ABD Savunma Dairesi’nin kabile bölgelerindeki mücahidlere karşı savaşta öncü kuvvetleri oluşturan polis ve sınır timlerine daha kaliteli bir eğitim vermeleri ve en iyi silahları almaları için Pakistan’a 2.64 milyon dolar verdiğini ifade ediyor.

Taliban’ın bölgedeki etkisi

Afganistan’a ikmal sağlayan NATO konvoylarının %80’inin geçiş yolu olan Hayber kabile bölgesi tamamen mücahidlerin eline geçmiş durumda. Yine Kunar, Nuristan ve Kapisa eyaletleri boyunca başkent Kabil’e uzanan tüm yolların üzerinde bulunduğu ve Afganistan için stratejik birer koridor olan Mohmand ve Bajur kabile bölgeleri tamamen mücahidlerin kontrolüne geçmiş durumda. 2005 yılında Taliban büyük bir toparlanma yaşadı ve bu bir sonraki yıl Pakistan’ın Kuzey Veziristan kabile alanındaki toplantılara uzandı ve Mevlana Celaleddin Hakkani’nin komutası altında NATO’ya karşı savaşmak için bir anlaşma yapıldı.
El Kaide ve Pakistanlı mücahidler 2008'in sonlarına doğru NATO'nun Afganistan'a ikmal gücünü kırmaya yönelik bir plan geliştirdiler. Bu plan büyük bir başarı kazandı. NATO’nun ikmal yolu kullanılamaz hale geldi.

Halkın kalbini kazanmayı başardı

Taliban sadece askeri açıdan değil, siyasi ve sosyal hayatta da nüfuzunu arttırmakta ve halkın gönlünü kazanmakta. Bunun çarpıcı bir örneğini Selim Şahzad, Tehrik-i Taliban yönetimi ile bölgede çalışan bir doktorun mektuplaşmalarını örnek vererek gösteriyor. Taliban yönetimi, halkın, bölgede faaliyet gösteren bazı doktorlardan şikayet etmesi üzerine radyo istasyonları aracılığıyla bir bildiri yayınlar. Bildiride şu ifadelere yer verir: “Bölgemizdeki beş doktorun hastalara iyi muamele etmedikleri, onlardan fahiş fiyatlar taleb ettikleri ifade edilmektedir. Bu doktorlarımızdan hastalarına karşı daha fazla merhametli davranmalarını taleb ediyoruz. Hastalarınız müşteri değil, sizin şefkatle yaklaşmanız gereken kardeşlerinizdir. Taliban Pakistan (Melekand) Emiri Kari Cebbar.”

Kısa bir süre içerisinde şikayetlerin arkası kesilir. Doktorlar Taliban emirine kendilerini ıslah eden bu yaklaşımlarından ve hassasiyetlerinden ötürü özür ve teşekkür mektupları yazarlar. Taliban emirinin cevabi mektubu ise çok daha dikkat çekicidir: “Melakan Kabile Bölgesi: Sevgili Doktorum.. Allah sizden razı olsun. İnsanlara merhamet eden Allah'dır ve Yaradan, insanların üzerine rahmet yağdırır. Tehrik-i Taliban Pakistan adaleti temel alan bir refah toplumunu kurmaya çalışan bir hareketin adıdır ve bu büyük projesini hayat geçirmek için tüm şer güçleri karşısına almıştır. Allah sizi tüm fiziksel ve manevi rahatsızlıklarınızdan arındırsın. Bizim kimseye karşı kişisel bir kinimiz yoktur. Biz eğer her hangi bir şerri durduruyorsak veya her hangi bir hayra öncülük ediyorsak bu yalnızca alemlerin Rabbi olan Allah'ın rızası içindir. Siz bizim kardeşimizsiniz. Eğer bizim davranışlarımızla yaralanmışsanız, sizden özür dileriz. Biz ne yaptıysak sadece sizin davranışlarınızı dinin aslına döndürmek için yaptık. Hz. Muhammed (sav) bir kişiye güzel ve hoş bir kelam etmek hayırdır buyurmuştur. Bu nedenle bizim size tavsiyemiz hastalarınızı tedavi etmenizdir. Çünkü bu konuda birkaç insan dışında sorumluluk üstlenecek çok fazla kişi yoktur. Allah sizi hayırla mükafatlandırsın ve iyi işlerinizde size rehberlik etsin. Selametle..”

Taliban yönetimi, hastaların tedavisini yaptığını idda eden “üfürükçülerle” de mücadele eder. Radyo aracılığıyla bu tür hurafe ve bidatleri yaygınlaştıranların cezalandırılacağı ilan edilir. Bir süre sonra ise uyarılara aldırış etmeyen ünlü bir “üfürükçü” infaz edilir. Ve üzerine şöyle bir not asılır: “Bu adam gibi hurafelerle hareket edip, halkın parasına ve sağlığına göz dikenlerin akibeti budur”

Bölgede kurulan şer’i mahkemeler ise Pakistan mahkemelerinin yıllar boyunca karara bağlayamadığı tartışmalı davaları, kısa bir sürede karara bağlamaya başlar. İki kız kardeşin davası buna güzel bir örnek: Zubeda ve Pari Gul, babalarından kalan mirasın erkek kardeşleri tarafından gasbedildiği iddiasıyla Pakistan Yüksek mahkemesine başvurmuşlar. Ancak iki yıl süren davada bir karara bağlanması mümkün olmamış. Svat’ta şeri mahkeme kurulunca, kadıya basit bir dilekçeyle başvurmuşlar. Avukata gerek duyulmamış. Zubeda Kadı’nın dilekçeyi aldıktan sonra erkek kardeşlerini ve akrabalarından bazılarını şahit olarak çağırdığını, onları dinledikten sonra aynı gün içinde kararını verdiğini söylüyor. Karar, kızların haklarının iadesi ve mirasın yarısının kızlar arasında paylaşılması şeklinde olmuş. Yabancı bir haber ajansına konuşan Zubeda şöyle diyor: “İnanılmaz bir şey oldu. İki yıldır süren davamız, 4 saatte Şeriat Mahkemesi tarafından sonuçlandı. Hakkımızı aldık.”

Taliban hareketinin kısa sürede bölgede etkinliğini arttırmasının hikmetini bu iki örnek aslında çok iyi izah etmektedir. Taliban halkın menfaatlerini ve adaleti gözeten, yumuşak ve ikna edici bir dil kullanmaktadır. Aynı zamanda bölgedeki tüm grupları ABD karşıtlığında birleştirmektedir. Bölgedeki tüm İslamcı grupları Küresel Emperyalizme karşı bölgesel bir savaş altında birleştirmeyi başarmış görünüyor.

İslamcılar Taliban fenomeni hakkındaki kanaatlerini gözden geçirmeliler

Taliban Afganistan sınırlarını çoktan aşmış, bir düşüncenin adı artık. Şeriatın sadece sosyal ya da adli boyutu olmadığını, aynı zamanda Küresel Emperyalizmle hesaplaşmayan bir anlayışın şer’i olamayacağını ortaya koymaktadır. Suud tipi, ya da Batılı güçlerin desteklediği şimdiki Somali yönetiminin uyguladığı Şeriat düzeninin, Rabbimizin taleb ettiği bir düzen olmadığını söylem ve amelleriyle göstermektedir. Aslında bu anlayış, İslamcı paradigmanın geçtiğimiz yüzyılın başından beri vurguladığı söylemle bu yönüyle örtüşmektedir.

Taliban’ın usuli çizgisi hakkındaki kanaatleri tartışılabilir. Fakat, siyasi ve sosyal duruşunun İslamcılıkla birebir örtüştüğü ortadadır. Yüz yıla yakın bir zamandır, İslam dünyasında verilen pek çok savaş, aslında bu çizgiden uzaktır. Birinci Çeçen savaşı, Bosna cihadı, Cezayir Bağımsızlık Savaşı, İslami bir kimlik taşısa da, “Küresel Emperyalizmle savaşmak ve İslam Şeriatını ikame etmek” gibi bir çizgiden uzaktılar. Taliban’ın 15 yıldır ortaya koyduğu pratik ise, ulusal, kabilevi ya da hizbi bir savaşın uzağındadır. Çok duru bir şekilde, Asya’nın en fakir insanları güçleri yettiği oranda İslam şeriatını ikame ederken, namlularını her türlü etnik ve hizbi bağnazlıktan uzak olarak Emperyalizm’e ve yerel tağuti otoritelere çevirmiş durumdadırlar. Bu gerçek, birtakım arızi hatalar gerekçe gösterilerek, görmezden gelinemeyecek durumdadır.

Hayatını Allah yolunda cihada, önce Rus Emperyalizmiyle savaşa, şimdi ise Büyük Şeytan ABD ve işbirlikçileriyle mücadeleye adamış, tek gözünü bu savaşta kaybetmiş, dünya medyasında tek bir fotoğrafı dahi yayınlanmamış bir adamın etrafında kenetlenmiş bir hareket, bugün tüm İslam dünyasına büyük bir ders vermekte. Fedakarlığın ve inancın neler yapabileceğini… Afgan cihadında yanında yer alan bir mücahidi, ABD’ye teslim etmemek karşılığında iktidarını kaybetmeyi göze alan, bu uğurda binlerce şehid veren bir hareket. ABD’nin işbirlikçisi olduğu yalanına yıllardır bizleri inandırmaya çalışan aydınlarımıza, medyaya, stratejistlere inat, dokuz yıldır ABD güçleri öncülüğündeki NATO’ya karşı savaşan bir hareket.

15 asırdır maslahat yalanıyla uyutulan bir ümmetin kaderini derinden sarstılar. Öyle ki, “Usame bin Ladin’i bize teslim et” dediklerinde, ne büyük demokrasilerin, ne de ümmetin başına hükümran olmuş sultanların yapamadığını, söyleyemediğini onlar söylediler. “Biz ancak Şer’i mahkemelerin vereceği kararı uygularız” dediler. Saltanat sahiplerinin azıcık menfaat karşılığında neler yapabildiğine şahit olmuş bir ümmetin makûs talihini değiştirdiler. İlkelerinden taviz vermediler. Maslahat yalanına tevessül etmediler. Sizce Allah kime yardım eder?

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR