1. YAZARLAR

  2. Burhan Kavuncu

  3. İslam Dünyası Kendini Yenilemek Zorunda

İslam Dünyası Kendini Yenilemek Zorunda

Haziran 2003A+A-

"Ortadoğu'da statükonun mimarı olan emperyalizm şimdi yenileşme istiyormuş. Buna kim inanır?"

ABD'nin Irak'ı işgaline "özgürlük operasyonu" ismini vermesi ve bölgeye demokrasi getirmek istediği iddiaları inandırıcı değildi. Nitekim ne batıda ne de bölgemizde bunlara inanacak saf dilli birileri pek görülmedi. (ABD bütçesinden oluşturulan fon tarafından satın alınan birkaç kişiyi saymıyorum). Kendileri de pek inandırıcı bulmamış olacaklar ki, bu tezlerini başlangıçtaki kadar hevesle öne çıkarmıyorlar. "Demokrasi ve özgürlük" iddiaları bir tarafa, ABD, saldırı ve tehditlerini uluslararası hukuka ve meşruiyete dayandırma ihtiyacı bile duymuyor. Dünya üzerindeki hegemonyasını pekiştirirken ne kendisi hukuka uygunluk ve meşruiyet gözetiyor, ne de BM ve önde gelen devletler bu durumu sorguluyor. Bu yüzyılda da dünyamızda geçerli olanın kuvvet ve kuvvetlinin çıkarları olduğu kabul edilmiş durumda.

 ABD saldırganlığı ile Ortadoğu ülkelerinde görülen değişim çabaları arasında birebir ilişki kurulması biraz zorlama olur. Aslında saldırganlığın boyutu ile denk veya onun cesametine uygun çapta bir değişim çabasına henüz tesadüf edemedik. Her kriz dönemi veya her yeni dalga, varlığını tehdit altında gören yapıların yeni arayışlara yönelmesine sebep olur. Ortadoğu'da öteden beri mevcut olan egemen yapılanmaların yol açtığı istikrarsızlık ve beraberinde süregelen arayışların, yeni dönemde biraz daha yoğunlaşmaya başladığından söz edilebilir. Irak halkı, Baas faşizminin baskısı altında kendini ifade etmek ve geliştirmek şöyle dursun, kendini algılamak başlangıç noktasına bile yaklaşamıyordu. Baas rejiminin yerine geçen ABD işgal yönetimi ortamında nisbi bir hareketlilik, örgütlenme, eylem ve düşüncede bir canlanma görülebilir. Bu yeni durumun, faşizmin donuk statüko ortamına göre çok daha bereketli olacağı aşikar. Irak'ın işgali deneyinin, yakın tarihteki diğer işgalcilerin hazin sonlarını düşünürsek ABD açısından pek de parlak durumlar sağlamayacağını tahmin edilebiliriz. Bizim için daha ilginç bir tecrübe olarak, Müslüman grupların hangi yönde bir gelişme göstereceği, halkın bağrından ne gibi muhalefet hareketlerinin ortaya çıkacağı, bunların gelecek için söyleyeceği şeyler ve kendi aralarındaki ilişkiler, dikkatle izlenmesi gereken hususlar. Gerçi yakın geçmişte farklı Afgan kabilelerine dayalı 'İslami' hiziplerin Rusları hezimete uğrattıkları süreçte, başkaca olumlu herhangi bir şey üretemediklerini, hatta geçmiş dönemi aratan kör bir kabilecilik ve bağnazlık batağında kaybolup gittiklerini unutmuyoruz. Yine de Irak halkının aynı hataları tekrarlamayacağını ümit edebiliriz. Sosyo-ekonomik yapının farklı ve biraz daha gelişmiş olması, geçmişte yaşanan acı tecrübeler gibi sebepler, bizi biraz daha ümitvar olmaya sevk ediyor.

 Ortadoğu'daki yönetimlerin krallık veya otoriter baskı yönetimlerinden demokrasiye evrilmesi kötü bir gelişme olmaz. Osmanlı devletinin tasfiyesinden sonra teşkil olunan krallıklar, Baasçı tek parti yönetimleri veya kendine mahsus diktatörlükler, kendi vatandaşları ile sağlıklı bir ilişki geliştirmediler. Yönetimin dışında tutulan kitlelerin siyasi sayılan konularda fikir üretememesi, muhalefetin yasak olması, yeni yetişen kuşakların belirlenen alanların dışına çıkamaması, azgelişmiş toplumlar ortaya çıkardı. Ne dinamik bir ekonomik yapı, ne düşünce hayatında bir canlılık, Müslüman halkların henüz tanışmadıkları olgular. Gönül arzu eder ki, Pakistan'da Müşerref'in askeri yönetimini sorgulayan bir entelektüel birikim olsun ve rejimi halkın taleplerine uygun bir şekilde değişmeye zorlasın. Peki bunu ABD arzu eder mi? Önceki başkan Clinton, Güney Asya gezisi sırasında, seçimle gelen siyasi iktidarı devirdiği için General Müşerref ile görüşmekten imtina etmişti, en azından böyle görünmeyi başarmıştı. Ama ABD çıkarlarına hizmet eden bir Müşerref rejimi, bugünkü ABD yönetiminin tercihe şayan bir müttefiki. Hem de "stratejik bir müttefik!" ABD'nin herhangi bir Ortadoğu ülkesinde de, krallıklar veya otoriter rejimlerin yerine, muhalefet inisiyatifi koyabilen gelişmiş toplumların öne çıkmasını istemesi mümkün mü? Çünkü tek tek de ele alınsa, genel olarak da bakılsa Mısır, Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan ve Kuzey Afrika ülkelerinde, yönetimlerin en güçlü alternatifi İslami hareketlerdir. Yani ABD  karşısında ne kişilikli, gelişmiş toplumlar isteyebilir, ne de İslami hareketlerin iktidarını kabul edebilir. Onun için önemli olan, çıkarlarına hizmet edebilecek kukla yöneticilerdir.

Diğer taraftan iktidar tecrübesi olmayan muhalif akımların, öncelikle İslami hareketlerin, kendi toplum modellerini oluşturmak için ciddi çabalar sarfetmeleri gerekiyor. İslami gruplar bir taraftan hayattan kopuk bir radikalizme saplanma tehlikesiyle karşı karşıya (el Kaide çizgisi), diğer taraftan pragmatizmin şekilsizleştiren, ilke ve çizgi bırakmayan rüzgarlarında savrulma ihtimaliyle (İhvan ve benzeri hareketler).

 Tabii Türkiye ve İran yukarıdakilerin dışında, daha farklı örneklikler oluşturuyor. Her iki ülke de farklı yönlerde de olsa model olma imkanlarıyla birer laboratuar durumunda. Gerçi model olma meselesi, kısa vadeli çıkarları önceleyen bugünkü ABD yönetimi açısından ihmal edilebilir, ama asla göz ardı edilmeyen bir öneme sahip. Burada demokratikleşme ve reform gayretlerinin her zaman İslami hareketlerin yararına olmayabileceği, hatta ABD'nin de bu durumu kendi çıkarları için kullandığı ileri sürülebilir. Bu doğru da olabilir. "Demokrasi her zaman iyidir ve iyi sonuçlar verir" biçimindeki yaklaşım elbette isabetli değildir. Konunun bir çok değişik yönden ele alınması gerekir. Salt yönetimin paylaşılması değil, bilginin üretilmesi ve paylaşımında gereken özgürlük, 'çevre'nin 'merkez' karşısında varlığının ifadesi ve etkinliği, egemen kurumların doğası gereği dondurmaya çalıştığı toplumsal hareketlilik, bütün bunlar İslam dünyasının her beldesinde gelişmenin önünü açacak tartışma konuları olarak önümüzde duruyor.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR