1. YAZARLAR

  2. Hamza Türkmen

  3. Ilımlı İslam: İki Toplantı İki Yöntem

Ilımlı İslam: İki Toplantı İki Yöntem

Aralık 2005A+A-

Geçtiğimiz Kasım ayında Büyük Ortadoğu Projesi kapsamı içinde sivil toplum zeminini şekillendirmek amacıyla iki uluslararası toplantı yapıldı.

İlk toplantı Bahreyn'deydi. Dışişleri bakanları düzeyinde yapılan ve bazı muhafazakar STK temsilcilerinin de katıldığı bu "Gelecek Formu" toplantısının tanımı ve hedefleri açıktı: İslam coğrafyasında sivil toplumu güçlendirebilmek için bir "Gelecek Vakfı"nın kurulması ve BOP Projesi dahilinde çalışacak STK'ların finanse edilmesi.

G-8 ve Dünya Bankası tarafından desteklenen bu forumda, bölgedeki STK'lara dağıtılmak üzere 100 milyon doların harcanması kararlaştırıldı. Ancak Forum, Mısır yönetiminin karşı çıkması nedeniyle bir kapanış deklarasyonu yayınlayamadan sonuçlandı. Mısır yönetiminin demokratikleşme ve sivilleşme çerçevesinde sonuçlarına karşı çıktığı bu toplantıyı, aynı tarihlerde İstanbul'daki "Doğu Konferansı"na gelip bir konuşma yapan Mısırlı Hasan Hanefi ise bir Soros operasyonu olarak değerlendirdi ve bu toplantıya Türkiye'den katılan "İslam Sanatı, Tarihi ve Kültürü Araştırma Merkezi"(IRCICA) gibi kuruluşları da siyasilerin güdümündeki araçlar olarak tanımladı.

Bahreyn toplantısı, 2005 Nisan ayında BOP kapsamında İstanbul'da gerçekleştirilen ve Gönüllü Teşekküllüler Vakfı (TGTV) öncülüğünde İslam ülkeleri STK'ları arasında düzenlenen ve 4-5 farklı ülkede benzer tarzda da yapılan BOP çerçevesindeki uluslararası toplantıların bir finaliydi. Özellikle ABD, İngiltere ve bölgede BOP'un taşıyıcısı Türkiye, Ürdün, Yemen ve son olarak da Irak yönetimleri için belirleyici öneme sahip bu toplantı, ilgililerce sükut içinde geçiştirilince medyaya pek yansımadı.

Ancak ABD'nin BOP projesinin ateşli destekçisi Cengiz Çandar gibilerinin, Soros güdümlü ve benzeri sivil toplumculuğa şiddetle karşı olduğunu deklare ederken modern toplumsal model arayışlarından da uzak durmayan Ali Bulaç'ın ve özellikle Fethullah Gülen çizgisindeki medya aksiyonerlerinin konuyu gündeme taşımalarıyla yönlendirici tarzda bilgilendiğimiz ABD'de de benzer amaçlı iki uluslararası toplantı gerçekleştirildi. Yine Kasım ayı içinde Bahreyn'deki toplantı tarihleriyle birbirine denk gelen günlerde önce Chicago'da sonra da Houston'da yapılan bu toplantılara uluslararası çapta birçok yazar, akademisyen, bürokrat, siyasetçi iştirak etti. Bu toplantılar Fethullah Gülen "Hocaefendi"nin düşünceleri ve ekibinin etkinlikleriyle gündeme geldiği iddia edilen sivil toplum hareketi ile ilgiliydi.

Bahreyn'deki toplantının amacı BOP Projesi dahilinde özgürlükler, demokrasi, serbest piyasa, kadın ve azınlık hakları önceliğinde Müslüman halkları sivil toplum olarak yeniden dizayn etmek amacına yönelikti ve dışardan uygulanan bir projeydi. Krallık ve darbe rejimleri altında yaşayan Müslüman halkların da tabii ki hukuk ve özgürlükler konusunda büyük sıkıntıları vardı. Ama Müslüman halkların tüm muhalif ve dinamik unsurları ABD güdümlü özgürlüklerden değil, kendi kolektif iradeleriyle kazanacakları özgürlüklerden ve bağımsızlıktan yanaydılar. Onlar BOP projesini imkan buldukça protesto ettiler. Tüm mahrumiyetlerine rağmen kendilerine uzatılan kirli dolarlar ve imkanlar karşısında el açmadılar. Ama bu toplantıya katılan muhafazakar STK'ların ve siyasilerin temel amacı sunulan pastadan pay kapmaktı. Bütün bu eğreti ve uzlaşmacı kimlik ve tutumlara rağmen BOP Projesi İbrahim Karagül'ün ifade ettiği gibi "bazı kimselere kariyer hatta para sağlayan bir seçkinler projesi olmanın ötesine" geçemeyecektir. Bu proje, İslam coğrafyasında toplumsal taban bulamadı ve bulacak gibi de gözükmemektedir.

ABD'de gerçekleştirilen benzer amaçlı Chicago ve Houston toplantılarında ise, BOP ile paralelleşen Türkiye ve Fethullah Gülen merkezli din anlayışının imkanları üzerinde duruldu ve bir nevi ABD'nin "Ilımlı İslam Projesi"ne alternatif katkılar yakalanmaya çalışıldı. Gülen merkezli din anlayışı ABD politikalarıyla oldukça denk düşüyordu ve Türkiye toplumunda iç dinamiklere dayandırılan bir çıkıştı. Gülen ekolünün yaklaşımı bir nevi dışardan zorlanarak değil de, karşıtının istemlerine uyarak ve karşıtının arzularıyla da diyalog-uyum içinde bir açılım gösteriyordu. Öncelikle karşıtının imkanlarına ulaşmak için karşıtıyla iyi diyalog kurma yanılgısından kaynaklanan bu tutum, karşıtının imkanlarını ele geçirdiğinde de, ondan nasıl farklı olacağının vahyi dinamiklerine sahip görünmemektedir.

Rahmetli Malik bin Nebi'nin "sömürüye müsait olma hali" dediği tabloya oldukça benzeşen bu tutum, Bahreyn'deki dışardan dayatan proje yerine, çoğulculuk söylemiyle kendine karşıtının içinde yer bulabilen bu nedenle de karşıtı tarafından müsamaha ile karşılanan ılımlı görünümlü bir proje olarak karşımıza çıkıyor. Modernizmin öteki kültürlere değer vermeksizin karşıtını kendine benzeten dayatmacı yaklaşımı yerine; zıtlarına modern statü içinde kendini ifade etme imkanı vererek kuşatmasını sürdüren postmodern bir strateji önümüze çıkıyor. Yani Bahreyn'deki toplantıda BOP stratejisinin arkasında yatan "Ilımlı İslam" bir dayatma politikası olarak planlanırken; Chicago-Houston buluşmalarında ise, karşıtının itham ettiği "Siyasal İslam"dan veya "İslamcılık"tan arınma işlemleri sağlanan ve küresel kapitalizmin kuşatması altındaki iç dinamikleri "Ilımlı İslam" formu ile terbiye edebilen veya kontrol altında tutabilen bir akıma gösterilen ilgi söz konusuydu.

Fazlur Rahman'ın uzun yıllar çalıştığı Chicago Üniversite'nde yapılan "Farklı İnançlar, Paylaşılan Değerler" başlıklı iki günlük ilk toplantıya Harvard, Columbia, Georgetown gibi üniversitelerin ilahiyat ve İslam uzmanlarının yanı sıra, Katolik Başpiskoposu, Ortadoks ve Protestan dini liderleri de katılmışlar. Houston Rice Üniversitesi'nde iki gün süren konferansın başlığı ise "Günümüz Dünyasında İslam: Düşünce ve Pratikte Fethullah Gülen Hareketi" idi. Sunulan tebliğler ve tartışmalar arasından dikkat çeken bazıları şunlar:

"Sufi Düşünce ve Çağdaş Meseleler", "Fethullah Gülen'in Müslüman-Hristiyan Diyaloguna Katkısı", "21. Yüzyılda Dinler, Küreselleşme ve Diyalog", Fethullah Gülen'in Neo-Sufizmi"; "Fethullah Gülen 'Sufi' mi, 'Ulema' mı, 'Eğitimci'mi?", "Gülen Neo-Platoncu Olarak Nitelenebilir mi?", Gazali ve Mevlana ile; ayrıca Louis Massignon, Jürgen Habermas ve Walt Whitman gibi meşhur isimlerle karşılaştırılması.

Zaman gazetesinin aktardığı haberlere göre Chicago-Houston toplantılarında tebliğci ve tartışmacılar genellikle Gülen'in sunduğu "kendin yerine başkasına hizmet et" ifadesiyle özetlenebilecek ahlak örnekliği üzerinde durdular. Ayrıca Türkiye'ye dışarıdan ithal edilen İslam fundamentalizmi karşısında ve Türk toplumunda din özgürlüğü ve çoğulculuk için verilen mücadele ile neler öğrenilebileceği tartışıldı. Devlet kontrollü laikçi din korkusu üzerinde de duruldu. Özellikle oryantalistler ve batılı islamiyatçılar, Fethullah Gülen hareketi ile ortaya çıkan yeni organizasyon türlerinden ve İslami söylemden 21. yüzyılda İslam'ın nasıl yaşanması lazım geldiğini kavramaya çalıştılar. Bu açıdan Chicago-Houston tecrübesi "Ilımlı İslam" ideologları açısından önemli bir imkan sağladı.

Bu toplantıda neo-gelenekçilerin rehberi Louis Massignon değerlendirilmiş olmakla beraber Seyyid Hüseyin Nasr gibi talebeleri var mıydı ve fonksiyonları ne oldu? soruları henüz meçhulümüz. Ancak bu tecrübenin BOP Projesi kapsamında hangi biçimlerde karşımıza çıkacağını dikkatle takip etmemiz gerekiyor. Öyle anlaşılıyor ki artık ABD'li radikallerde, müstağni tavırlarından arınıp sinsi İngiliz politikasının iki yüzlü yaklaşımlarına daha çok ihtiyaç hissetmeye başlamış olmalılar. Ortadoğu'daki ABD karşıtlığının kitlesel yaygınlığı yükseldikçe, bundan sonra dayatmacı projeler değil, postmodern bir tutumla "Ilımlı İslam Projesi" gibi çalışmalar daha da ciddiye alınmaya başlanabilir.

Ali Bulaç ve Fethullah "Hocaefendi"!

Chicago-Houston toplantılarına katılanlardan Ali Bulaç, Türkiye'ye dönüşünde insanların umut kaynağını bulduklarını ilan eden yazılar kaleme aldı. Batı kamuoyu açısından "Doğru nerede, hakiki İslamiyet'i kim temsil ediyor" gibi bir arayışı ifade eden sorular artık cevapsız kalmayacaktı. "Arayış içinde olan insanlara Hocaefendi'nin şahsiyeti umut verici geliyor"du. Ancak yapılacak çok iş vardı ve "çok dikkatli olmak lazım"dı.

Bulaç üç veya dört yıl önceki Zaman gazetesindeki bir yazısında Fethullah Gülen "Hocaefendi"nin ABD'ye gaybi bir işaret neticesinde gittiğini yazmıştı. Felsefik tasavvuftan ve Said Nursi söylemlerinden aşina olduğumuz olağanüstülüğü ifade eden bu tarz vurgularla ABD'ye gidişi hicret olarak değerlendirilen Gülen'i, Ali Bulaç dahil Türkiye'den giden heyetin Pennsylvania'da kaldığı malikanede ziyaret ettiklerini Cengiz Çandar'ın Bugün'deki yazılarından öğrendik. Ve gene öğrendik ki Gülen, Pennsylvania'da içinde on müstakil bina olan 104 dönümlük bir ormanlık kampusta yaşıyor. Gülen'in gurbetteki bu yaşantısını Çandar, "çilehane" olarak değerlendiriyor. ABD politikalarına ve GOP'a verdiği destekle bilinen Çandar'a göre Fethullan Gülen'in "gücü tasavvuf ehli olmasından ileri geliyor." Ancak Çandar, Gülen hareketinin oldukça övdüğü dünyaya yayılan 700'e yakın okulunun Genişletilmiş Ortadoğu Projesi içinde nasıl değerlendirdiği ve nasıl bir role sahip olduğu ile ilgili hiçbir kanaat belirtmiyor, bilgi vermiyor.

104 dönümlük malikanede Fethullah Gülen'le mülaki olan Cengiz Çandar muhabbetini onun tasavvuftan gelen gücüne işaret ederek ifade ederken, Ali Bulaç ise zıtlaştırarak kurguladığı "ulema" ve "aydın" kavramlarını diyalektik bir yaklaşımla "ulema-aydın" sentezine vardırdıktan sonra, yeni bir önderlik profilini ifade ettiği iddiası ile, bu tipi de Fethullah Gülen'e armağan ederek göstermektedir. "Ulema"yı gelenekselci formdan, "Aydın"ı da Aydınlanma felsefesinden ayrı düşünemeyen Bulaç; böylece karşımıza neo-gelenekçi veya "gelenekçi-modernist" bir tipi model olarak dikmektedir. Ali Bulaç, tabii ki ümmet bilincini kaybetmiş ve Kur'ani değerlerden uzaklaşmış olan Müslüman halklar için istediği kurguyla bir önderlik profili inşa etmekte serbesttir. Ancak iki şeyi birbirinden ayrıştırması gerekir.

Birincisi: Son zamanlarda zayıfladığını ifade ettiği ulema geleneği, yitirdiğimiz "İslam Medeniyeti" olgusu gibi çetrefilli bir kavramdır. Alim olmak, Avam-Havas ayrımına gitmeden Kur'an'daki tüm müminlerin elde etmesi gereken bir vasıftır. Ama dini ilimlerde ihtisas erbabı veya bürokratik bir din adamları sınıfı tarzındaki "ulema" algılanışı kastediliyorsa, bu algı homojen değildir. Ulema geleneği denilen çizgi, genellikle öncelerde Ali Bulaç'ın da çokça kullanmış olduğu "Saray Uleması" tarafından temsil edilirdi. Ve bu çizgi özellikle Sünni dünyada "zalim sultana itaat farzdır" diyen bir akaidin taşıyıcısı olmuştur. Bugün ise ulema denilen sınıf, medreseli veya akademisyen olarak Bulaç'ın da şikayetçi olduğu, ucu Soros Vakfı'na kadar uzanan ulusal veya küresel istikbarın çeşitli araçları veya doğrudan ilişkileriyle kuşatılmaya çalışılıyor. Ve geleneksel ulemanın Kur'an, hadis, fıkıh algıları ve usulleri, onları tevhidi bütünlük içinde vahyi kavramaya, yeni sorunlar karşısında içtihadi çözümlere ve mücadele imkanlarına yöneltmiyor. Klasik ulema formuna yani gelenekçi mukallidliğe mahkum tipler, Ali Bulaç'ın iddia ettiğinin aksine modern meseleler karşısında Kur'ani temelde çözümler getirememişlerdir. Onların en fazla etkinlik gösterdikleri alan Said Nursi gibi şer'i tefekkür alanı değil, keşf alanı ve bu alanda ki zanlarıdır. Zaten dağılan İslam ümmetinin yoksunluğu, rehbersizliği ve parçalanarak sürüklendikleri cahili toplumların tutsağı olmaları da büyük ölçüde bu tür zaaflardan kaynaklanmamış mıdır?

İkincisi: Usul olarak hayatı yönetimde, siyasette ve doğa disiplinlerinde şer'i tefekkürden uzaklaştıran geleneksel tefsir, hadis ve fıkıh usulünün imkanlarına taassupla bağlı ve sosyal hayatta ise küresel ve ulusal ölçekte yaşanan ifsad ve bu ifsadın taşıyıcıları ile kapsamlı diyalog girişimlerinde bulunan bir ekolü ve bu ekolün rehberini ıslahatçı olarak göstermek önemli bir yanlış olmalıdır. Fethullah "Efendi"yi nasıl kabul ediyorsanız öyle tanımlayabilirsiniz. Ama gerek gaybi gerek siyasi alanda tuğyana karşı canla, malla, emekle, terle, kanla mücadele etmiş ve İslam'ın ve tevhidi değerlerin yaşayan gücü olmuş bir çizgiye saygılı olmak, bu çizgiyi modernist reformcularla da, neo-gelenekçilerle de karıştırmamak, Türkiye'de tevhidi uyanış sürecinin ilk adımlarını oluşturanlardan biri olan Ali Bulaç gibilerine dün de yakışıyordu bugün de yakışmalıdır.

Bir de Bulaç'ın, Houston'daki toplantıda sunduğu tebliğinde "Sivil Toplum" ile "Resmi Toplum" arasındaki dialog köprüsü kurmak istemesini anlamakta gerçekten zorlandık. Yani bir tarafta ümmet olma diriliğini kaybetmiş ama sığlaşmış bir din anlayışının taşıyıcısı halk kitleleri, öbür tarafta bu kitleleri ulusal kimliğe göre şekillendirmek isteyen bir jakoben toplumsal mühendislik projesi. Bunlar arasında kurulacak diyalogdan ne kazanılacaktır. Köprüler birleşik kaplar gibidir. Yani bir tarafta helal olan su, öbür tarafta haram olan rakı. İkisi buluşunca ne olur?

Bulaç, "Hocaefendi"nin diyalog çabalarının iki boyutunun olduğunu söylüyor: Biri şizofrenik yarılmalara yol açan iki toplumsal kesim, resmi toplum ile sivil toplum arasındaki diyalog. (Böylece resmi toplumun yani ulus toplumun da meşruiyeti ilan edilmiş oluyor). Diğeri "medeniyetler arası çatışma"ya karşı "dinler arası diyalog". Chicago Üniversitesi'nin elamanı olan Fazlur Rahman'ın takipçisi Devlet Bakanı ve ilahiyatçı Mehmet Aydın organizatör olarak, 2005 Kasım ayının sonunda ikinci tarz diyalogu gerçekleştirmek amacıyla İspanya'da olacak. Batı'yı İspanya'nın, İslam'ı Türkiye'nin temsil ettiği bir buluşma gerçekleştirilecek. Ama bu diyalogun adı dinler arası değil, medeniyetler arası olacak. Sanki "İslam Medeniyeti" varmış veya yaşıyormuş gibi!

Tıkanmış süreçleri ve yıpranmış psikolojileri aşmak için bazı teşebbüslerde bulunmak zorunludur. Ama "Ilımlı İslam", tam böyle kalkış heyecanlarına göre kapanını oluşturan bir tuzaktır. Gerçekten Ali Bulaç'ın 19 Kasım 2005 tarihli yazısında ifade ettiği gibi, bu konuda "çok dikkatli olmak lazım"dır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR