1. YAZARLAR

  2. Tarık Ramazan

  3. Hollanda’da Aleyhimde Konuşanlara Açık Mektup

Hollanda’da Aleyhimde Konuşanlara Açık Mektup

Ekim 2009A+A-

Avrupa’da yaşayan Mısır kökenli Müslüman düşünürlerden Prof. Dr. Tarık Ramazan, Avrupa’da İslam ve geleceği üzerine yoğunlaşıyor. Çok sayıda kitap ve makaleye imza atan Ramazan, özellikle İsviçre, İngiltere ve Hollanda’da verdiği konferanslar ve yaptığı tartışmalarda Batı ve İslam ilişkilerini masaya yatıran bir akademisyen. Hasan el-Benna’nın torunu olan Ramazan, Oxford Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak da çalıştı ve bir dönem Tony Blair’in danışmanlığını yaptı. Fransa’da liselerde uygulanan başörtüsü yasağına ilişkin yaptığı muhalif açıklamalar nedeniyle yoğun eleştiriye uğrayan Ramazan, Fransa’daki Yahudi kökenli entelektüellerin Amerika’nın Irak işgalini desteklediği yönündeki sözleri nedeniyle, Fransız basınında ‘Yahudi karşıtlığı’ yaptığı gerekçesiyle sert eleştirilere maruz kaldı. Kendisini İslam ile Avrupa arasında bir köprü olmakla tanımlayan Ramazan, son olarak Avrupa’nın önde gelen üniversitelerinden olan Erasmus Üniversitesi’ndeki “Vatandaşlık ve Kimlik” kürsüsü başkanlığı görevinden atıldı. Rotterdam Belediyesi, Tarık Ramazan’ın bir uluslararası yayın yapan İran televizyonu Press TV’de yaptığı kültür içerikli bir programı, Ramazan’ın görevinden alınması kararına gerekçe yapmıştı.

Söz konusu Müslümanlar olunca Avrupa’daki en akademik çevrelerde dahi düşünce özgürlüğünün paspas olduğunu bir kez daha gözler önüne seren bu olay, “fikir özgürlüğü ve akademik sorumluluk” bağlamında bir turnusol kâğıdı işlevi gördü. İslam’a ve İslami değerlere yönelik hakaret ve aşağılamaları “fikir özgürlüğü” adına savunan Avrupa’nın tahammül sınırları, bir Müslümanın bir İran televizyonunda program yapmasını kaldıramadı. Tarık Ramazan, bu makalesinde demokrat duruşundan kaynaklanan tartışmalı cümlelere imza atsa da Avrupa’nın “fikir özgürlüğü” hususundaki samimiyetini (!) serdeden hadiseyi yorumluyor. (Haksöz)

 

Bir kez daha Hollanda’da saldırıya maruz kaldım. Geçtiğimiz Mayıs ve Haziran aylarında açık sözlü olmamakla, eşcinsellere karşı dışlayıcı bir tutum takınmakla ve kadınları tahkir etmekle suçlandım. Soruşturma üzerine, Roterdam Belediyesi suçlamaların asılsız olduğunu açıkladı. Bugün tartışma devam ediyor: İran rejimiyle irtibatlıymışım, son seçimlerin ardından yaşanan baskıları destekliyormuşum. Bu son suçlamanın sadece Hollanda gündemiyle sınırlı olduğunu söylemek şaşırtıcı olur mu? Sanki özelde ben genelde İslam, önümüzdeki Hollanda seçimlerinde siyaset gündemini belli bir şekilde etkilemek için kullanıldı. Kur’an’ı Hitler’in Mein Kampf (Kavgam) kitabına benzeterek oy toplayan Geert Wilders, bu konuda önemli bir role sahip. Ben sağlıklı olmaktan uzak siyasi ihtirasların patlak vermesi için bir zoka olarak görülüyorum. Mevcut tartışma benden ziyade Hollanda siyasetindeki endişe verici durum hakkında çok daha fazla şey söylüyor.

Bana yönelik saldırılar çok şiddetliydi. Onlara net bir şekilde cevap vereceğim. Nisan 2008’de İran’ın 24 saat yayın yapan haber kanalı Press TV’de bir program yapmayı kabul ettim. Bu kabul, İranlı arkadaşlarla ve medya uzmanlarıyla fikir alışverişinde bulunmamın ve üç ay süreyle dikkatli bir değerlendirme yapmamın ardından gerçekleşti. Fazla mesai harcayarak İran’daki siyasi gelişmeleri ve ülke içinde gittikçe büyüyen gerilimi yakından takip ettim. Salman Rüşdi hakkında verilen fetvaya Batı’da ilk karşı çıkan Müslüman düşünürler arasındaydım. Geçtiğimiz 25-30 yılda, Arap ülkeleriyle karşılaştırıldığında İran, kadın hakları ve demokratik normlar konusunda kaydadeğer bir mesafe almıştı. Orada ifade hürriyetinin olmayışını, kadınlara başörtüsü takma mecburiyetinin bulunuşunu ve 2006’nın sonlarında da düzenlenen (İsrail politikaları eleştirisiyle anti-semitizm arasındaki çizgiyi tehlikeli bir şekilde flulaştıran) Holocaust (Yahudi soykırımı) konferansını, Haziran seçimlerini müteakiben göstericilere ateş açılmasını ve baskıları eleştirmişimdir. Pozisyonum her zaman yapıcı bir eleştiriden yana olmuştur. Vaktimin çoğunu İran siyasi sisteminin iç dinamikleri üzerine çalışmaya ayırmaktayım. Hem İran rejiminin hem de (her zaman kendisinin masum, İran’ın da barışın önündeki en büyük engel olduğunu ileri süren) İsrail’in propaganda yoluyla nüfuz gayretlerine kapalıyım. Aynen stratejik menfaatleri olan ABD ve Avrupa ülkelerinin nüfuz çabalarına olduğu gibi.

İran’da din ve siyaset ilişkisi son derece karmaşıktır. Fundamentalist muhafazakârlara karşı demokratik reformcular şeklinde birbirine muhalif iki siyasi grup olduğunu ifade edenler, İran realitesi hakkında büyük bir cehalet örneği sergilemektedirler. Bunun da ötesinde, Batı’nın baskısıyla hiçbir demokratik şeffaflık sağlanamaz: Süreç; iç dinamiklere dayalı, uzun ve acılı bir şekilde işleyecek. “İslam ve çağdaş hayat” konulu televizyon programını yapmayı kabul ettiğimde, tartışmacı bir üslubu tercih ettim. Hiçbir dayatmayı kabul etmedim. Konuk ettiğim kimselerin arasında ateist, Yahudi din adamı, rahip, başörtülü, başörtüsüz kadınlar vardı. Hepsi özgürlük, akıl, dinler arası diyalog, Şii İslam telakkisine karşı Sünni anlayış, şiddet, cihad, sanat vb. konuları tartışmak için davet edildiler. Beni eleştirenlerden bu programları dikkatlice izlemelerini ve onlarda İran rejiminin desteklendiğine dair en ufak bir delil bulabilirlerse göstermelerini istiyorum. Program dünyaya açık. Her misafir eşit saygı görüyor.

Günümüzde, İran krizle boğuşurken, doğru değerlendirme yapabilmek için gerekli tüm vakti sarf etmeye niyetliyim. İran’da şeffaflık ve insan haklarına saygı konusundaki uzun soluklu yürüyüşü desteklerken uygun bir strateji benimsenmeli ve tüm gerçekler dikkate alınmalı. Bugün Hollanda’da gördüğümüz türden sert polemikler ve hararetli tartışmalar bizi hiçbir yere götürmez. Bir eyleme geçmeden önce, resmin tamamını görmekte kararlıyım. Londra’da Press TV şirketinin teklifini kabul ettiğimde (görüştüğüm tek kişi şirkete yeni bir yaklaşım getirmeyi amaçlayan İngiliz yapımcıydı), konularımı seçme özgürlüğü ve din, felsefe ve çağdaş meseleleri ele alan haftalık programın parametreleri içinde tam yetki istediğimi açık bir şekilde ifade etmiştim.

Yöntemim baştan beri İran rejimine destek vermeye çalışmaksızın, kendimi de tehlikeye atmaksızın meseleleri ele almak şeklindeydi. Bu, İranlı arkadaşların anlamakla kalmayıp destek de verdikleri bir tercihti. Para önemli değil. Başka bir uluslararası kanal bana Press TV’nin verdiğinin üç katını teklif etti ama onların teklifini prensip olarak kabul edemezdim. Siyasi ve dini görüşlerimi değiştirseydim zengin biri olabilirdim. Kariyerim hakkında biraz bilgi sahibi olanlar bunu bilirler. Krallara, prenslere, rejimlere ve zenginlere dalkavukluk yapmak bana göre değil. Siyasi duruşumun maliyeti yüksektir. İlkelerimi asla pazarlık konusu yapmadım. En temel insan haklarını dahi ihlal eden ve demokratik olmaktan uzak rejimlere sahip Mısır’a, Suudi Arabistan’a, Tunus’a, Libya’ya ya da Suriye’ye seyahat edemiyorum. Irak ve Afganistan’daki savaşları ve Amerika’nın tek taraflı İsrail desteğini açıkça eleştirdiğim için Amerika’ya giriş vizem iptal edildi. İsrail’de istenmeyen kişi ilan edildiğimi söylemeye gerek yok. Yirmi yıl önce, Çin sefaretinden bir görevli, Pekin’in benim Tibetlilerle bağlantılarımı çok iyi bildiklerini iddia etti.

Her zaman görüşlerimin arkasında olmuşumdur. Herhangi bir İslam toplumunda ya da başka bir yerde dikatörlüğü asla desteklemedim. İran televizyonunda programım var diye “ilkesel” olarak beni suçlayanlara diyorum ki: Bir ülkenin televizyonunda çalışmak, o ülkenin rejimini desteklemek anlamına gelmez. Her şey ayan beyan ortada olmuş olsaydı, beni eleştiren siyaset erdemlileri çok daha önceleri Hollanda hükümetinin İran, Suudi Arabistan, Mısır, İsrail ya da Çin ile ilişkilerini kesmelerini isterlerdi. İlginçtir, ben “açık olmamakla” ya da “eşcinsel düşmanlığıyla” suçlanırken Roterdam Belediyesi tarafından aklandığımda ya da en son Amerikan Federal Mahkemesi daha alt mahkemenin vizemi iptal eden kararını bozduğunda onların sesini duymak mümkün olmadı. Niçin sessizler? Niçin suçlamaların muhatabı yalnızca benim? Cevap basit: “Ön planda olan Müslüman bir entelektüeli” diğerlerinden ayrı tutmak, Müslüman karşıtı duyguları provoke etmek ve insanları kendi güvenliklerinden endişeli hale getirmek. Oy istemeye gelince, tüm seçenekler masada, hatta en hileli ve en galiz olanları bile. İlkelerim bu aldatıcı propaganda kampanyalarına boyun eğmekten çok daha önemli. Sadece kişisel haysiyet meselesi olarak değil ama insan onuru ve geleceğe olan inancım açısından da durum böyle.

Çev: Murat Kayacan

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR