1. YAZARLAR

  2. Ali Bulaç

  3. Hayata İlişkin Bakış Açımızı Değiştirmeliyiz

Hayata İlişkin Bakış Açımızı Değiştirmeliyiz

Mayıs 2020A+A-

1- Koronavirüs salgını hadisesinin doğal bir tabiat hadisesi, insanoğlunun had bilmezliğinin ve tüketim hastalığının bir neticesi ya da ilahi bir işaret, uyarı ve/ya ceza olduğuna dair yorumlara ilişkin sizin değerlendirmeniz nedir?

2- “Bundan sonra her şey çok farklı olacak!” türünden yorumlara da yol açan bu sürecin gerçekten bir şeyleri değiştireceğini düşünüyor musunuz? Öyleyse neler, ne düzeyde değişebilir?

3- Küresel çapta yaşanan bu musibetin insanın anlam arayışına bir katkıda bulunmasını ve Rabbine yakınlaşmasına vesile teşkil etmesini bekliyor musunuz?

4- Koronavirüs salgınının gelecekte daha otoriter yönetim süreçlerine yol açacağına, insanları çeşitli araçlarla kontrol etme eğiliminin hızlanacağına yönelik tezlere ilişkin kanaatiniz nedir?


1- Başlangıçta koronanın zaman zaman görülen bir tabiat olayı olduğunu düşünüyordum. Halen de bu kanaatimi kökten değiştirecek bilgiler, kanıtlar çıkmış değil. Mamafih zihin karıştırıcı bilgi ve iddialar da yok değil. Mesela Fransa'da Nobel ödüllü virolog Profesör Luc Montagnier, Covid-19 hastalığına sebep olan SARS-CoV-2 virüsünde AIDS'e yol açan virüsten parçalar olduğunu iddia etti. Fransız virolog iddiasını tam olarak temellendirmiş sayılmaz ama onda ciddi şüpheler uyandıran bazı veriler olduğu anlaşılıyor.

İki canlı varlıktan bir canlının çıkarılması mümkündür; bitkilerin, ağaçların ilkahı böyle bir şeydir. Her iki ihtimalde de korona bir tabiat olayıdır, zira herşey varlık âleminde ve kucağında yaşamakta olduğumuz tabiatta cereyan ediyor. İster onun ortaya çıkıp yaygınlaşmasını tetikleyen çevresel faktörler ister laboratuvarda üretilmiş olsun, sonuç itibariyle olup biten tabiat yasalarına uygun oluyor.

İki şey olmadan tabiat olaylarını açıklamak mümkün değil: Biri varlık/tabiat rastlantılarla varlığını sürdürmüyor; milyarlarca sene süren bir düzen varsa bu, bir düzendir ve zerreden kürreye varlıkta yer alan hiçbir şey tesadüfen düzen içinde yer almış değil. İkincisi düzen, belli, sürekli, sebep sonuç ilişkisine göre sürer, istikrarının bozulması, beklenmedik vakıaların ortaya çıkması da düzenin kendisiyle ilgilidir. Biz düzenin sürekliliğini sağlayan şeye “yasalar” diyoruz. Nasıl hukuk yasaları birileri tarafından tasarlanıp vazediliyorsa, kozmik ve tabii yasalar da vazedilmişlerdir. Buna âdetullah/sünnetullah deriz. Bizimle materyalistler arasındaki fark onlar toplumların, yasama meclisleri veya yasa koyucu olmadan yasaları belli bir düzene göre kurulup hayatiyetlerini devam ettirdiklerini iddia ediyorlar. Oysa düzen varsa yasa vardır, yasa varsa yasa koyucu da vardır.

Tabii ki bu, varlığa bakışımızda derin bir perspektif ayrılığına yol açıyor. Herşey kendinde ise her nasılsa aksamayan bir düzen kurulmuşsa, bu demektir ki tabiat üzerinde dilediğimiz gibi tasarrufta bulunabiliriz, nihayetinde tabiatın sahibi yok, mülkiyeti bizimdir, onu temellük edebiliriz.

Sanırım korona olayının bize öğretmesi gereken ilk ders budur. Şimdi insan tesadüflerin eseri bir tabiatın kör kuvvetiyle çetin bir mücadeleye girişti. Diğerlerinden farklı olarak doğru dürüst teşhis edemediğimiz, milyon kere büyütüldüğü halde yine de tam olarak fotoğrafı çekilmeyen bir yaratıkla karşı karşıya bulunuyoruz. Yaklaşık iki milyon kişiye bulaşan virüslerin toplam ağırlığının 1 gram olduğu söyleniyor. Uzay filmlerinde dünyaya saldırılar dışarıdan geliyordu, bu virüsün ise nereden geldiği belli değil. Teşhis ve tespit edemiyoruz, aşısı ve tedavisi yok ve olağanüstü bir hızla yayılıyor, dünyanın neredeyse tamamını ölümle tehdit ediyor.

Anne, taşıyıcı çocuğuyla temas kurmaktan korkuyor. Herkesin kendi başına kaldığı, kendini tecritle korumak durumunda olduğu bir zaman. Sanki mahşer kuruldu ve herkes kendi başının derdine düşmüş. Virüsün bulaştığı kişi 14 günlüğüne bir odaya kapatılıyor, sanki Nasıra’da cüzzama yakalanmış da şehrin kenarında bir yerlerde tecrit edilmiş bahtsız insanlar gibi.

Süper güçlerin nükleer silahlarının, bankalarının, borsalarının, parlamentolarının, firavunlaşmış liderlerinin yapabileceği bir şey yok. “Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” (48/Fetih, 7)

2- Bazı şeyler değişecek. En başta  gündelik hayatımızda rutinler değişiyor. Çoğumuz evdeyiz ve ev bizim bu ne olduğunu bilemediğimiz yaratığa karşı en güvenli barınağımız. Rutinin değişmesiyle aile bireyleri birbirlerine yeniden bakacaklar. Kimileri yeni bir nikâh akdedecek, kimileri nikâhı sona erdirecek. Dinini ciddiye alanlar evlerini mescit edinecekler, kadınları karargâh (müstakarr). Giyime bakışımız değişebilir. Ben 30 gündür eşofmanla yaşıyorum, gömlek, tişört, pantolon, mont askılarda duruyor.

Bazı sektörler büyük zarar görecek, bazı sektörler yükselecek. İletişim ve dijital daha çok hayatımıza girecek. Gıdanın, su kaynaklarının, dolayısıyla tarım ve hayvancılığın hayati önem taşıdığını anlıyoruz. Prestij ve güç gösterisine matuf dev projeler yerini hayatın devamını sağlayan zaruri yatırımlara yerini bırakmalı. Ben yetkili olsam, hemen tuzlu suyu tatlı suya çevirecek teknolojik yatırımı yapardım. İstanbul ciddi olarak su sıkıntısı çekebilir. Yine ilk yapılması gerekenlerden biri Anadolu’nun şenlendirilmesi, büyük şehirlerin ağırlıklarının bir kısmının Anadolu’ya kaydırılması.

Salgın en büyük etkisini büyük kentlerde gösteriyor. Gökdelen ormanlarının çoğaldığı kentler ciddi risk altında. Hava akımının yüzde 30’nu gökdelenler kesiyor, kar yüklü bulutlar şehir üzerine geliyor ama kar yağmıyor. Kadir Topbaş’ın bir TV’de konuşurken “İBB olarak 40 milyonluk bir İstanbul planı üzerinde çalışıyoruz.” dediğini hatırlıyorum. Belki bunun bir çılgınlık olduğunu şimdi daha iyi anlayabiliriz.

Bazı sektörlerin çökmesiyle işsizlerin sayısı milyonlara ulaşabilir. 1929 bunalımında büyük trajik olaylar yaşandı. Aç kalan insanlar herşeyi yapabilir. Öyle durumlar başgösterir ki devletin güvenlik kuvvetleri bile duruma hâkim olamazlar. İki kıtlık dönemini yaşayan babaannem, mahalledeki zengin adamın bir tomar parayı sokak ortasında yaktığını söylüyordu; para var, alacak ekmek yok. İnsanlar kedileri kesip etini yiyorlarmış. Ne inşaat ne turizm ne vekâlet savaşı… Su ve ekmekten daha önemli hiçbir şeyin işe yaramadığı günler olabilir.

Zenginler servetlerinin bir kısmını yoksul kesimlere ve işini kaybedenlere aktarmalıdırlar. Ben yıllar önce, küresel düzeyde BM’nin İslam’ın zekât sistemini bünyesinde kurumsallaştırıp en azından zengin ülkelerin servetlerinin1/40’ını yoksul ülkelere aktarmaları gerektiğini yazmıştım. Türkiye istese bunu BM düzeyinde seslendirebilir, daha fizibilite hale getirip savunabilir. Korona milli sınır tanımıyor, dünyanın bir ücra köşesinden diğer ücra köşesine yol alabiliyor.

Petrolün beş para etmediği bir dönemden geçiyoruz. Varil, içindeki petrolden daha pahalı. Stoklar ağzına kadar dolu, yeni stoklar yapmak petrol çıkarmaktan daha pahalı. Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan, Rusya bundan ciddi olarak etkilenecek.

3- Bütün bunlar birer uyarı değil mi? Varlık âlemine, hayata ilişkin bakış açımızın kökten değişmesi gerekir. Kadim soruları ıskalayıp yaşayamayız: Nereden geldik, niçin geldik, nereye gidiyoruz? Bu kâinatın bir Yaratıcısı ve Sahibi var, O’na rağmen tasarrufta bulunamayız. Başıboş mu bırakılmışız? Bu virüs, bizi rutinimizi, alışkanlıklarımızı değiştirmek zorunda bıraktığı gibi, zihinsel kalıplarımızı, yargılarımızı da gözden geçirmemizi sağlamalı. Belki de “göklerin ve yerin ordularından bir bölük” bizi buna sevketmekle memur kılındı.

Bu muhasebeyi en başta İslam âlemi yapmalı. Utanç içindeyiz, tarihimizin en zelil dönemini yaşıyoruz. Bu “şerden bir hayır” arayalım. “Kahırdan lütuf doğar.” demişlerdir. Bu musibetten küçük bir lütuf doğdu, taraflar Yemen’de iç savaşı durdurdular. İslam âleminin her tarafında çatışmalar durmalı, aklı başında vicdan ve selim akıl sahipleri (ulu’lelbab) bir araya gelip ciddi bir muhasebe yapmalı. Birbirimizi öldürmekten başka bir dil bilmiyor muyuz?

4- Kötüler korona sonrası için çoktan kollarını sıvamışlar. Zaruretler dolayısıyla gelen denetimi kalıcı hale getirmek isteyen olacak. Bu ihtimali ciddiye almak lazım. Marjinal ideolojileri, istibdat hevesleri olanların Carl Smhit’in “istisnai zamanlar” kuramından tam da istifade edebilecekleri bir durumdayız. Ama bu iyiler için de bir fırsat olabilir. Sistemin niçin çöktüğü ve yeniden kendisini üreterek devam etmemesi için neler yapılması gerektiği üzerinde düşünmek zorundayız.

Bizim dünyaya söyleyecek sözümüz var: Ma’ruf ve münker üzerine herkesi yeni bir mutabakata çağırabiliriz. Küresel kibre, sömürüye, işgallere, hak ve hukuk ihlallerine, tabiatın yağmalanmasına, ahlaki sapkınlıklara, zorbalıklara karşı Hilfu’l Fudul’a davet edebiliriz.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR