1. YAZARLAR

  2. Şefik Sevim

  3. Hassasiyetlerimizi Yeterince Büyütüp Çoğaltamadık!

Hassasiyetlerimizi Yeterince Büyütüp Çoğaltamadık!

Haziran 2014A+A-

1- Mısır’da darbe yargısı tüm dünyanın gözleri önünde tarihte eşine pek rastlanmayan ağırlıkta cezalar yağdırmakta. Bu cezalarla Sisi cuntası neyi hedefliyor?

2- Darbecileri hukuku ayaklar altına alarak takındıkları bu tavırlarında cesaretlendiren faktörler nelerdir?

3- Uluslararası kuruluşların; İslam dünyasının ve Batı’nın konuya dair yaklaşımlarını nasıl buluyorsunuz?

4- Türkiye’de hassaten hükümet ve diğer siyasi mahfillerde konuya ilişkin yaklaşımları nasıl değerlendiriyorsunuz?

5- Müslüman halkların üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirdiğini düşünüyor musunuz? Bu bağlamda Türkiye’de ortaya konan tepkileri yeterli buluyor musunuz?

6- Bir başka açıdan bakıldığında Suriye’de Esed rejiminin haftalık katlettiği insan sayısı Mısır’da her iki kitlesel idam kararlarında geçen rakamlardan daha fazla bir sayıya tekabül ediyor. Yani Suriye’de istisnasız her hafta 529 ya da 683’ten fazla kardeşimiz katlediliyor. Buna karşın Suriye’de yaşananlara dair duyarlılığın Mısır’a oranla çok yetersiz kalışını neye bağlıyorsunuz?

 

1- Her ihtilal veya darbe yönetimi/cunta, muhaliflerini ezmek, sindirmek ve yok etmek için "gereken tedbiri" alır. Darbelerin kimyasının gereği olarak cuntalar olağanüstü mahkemeler kurar, hukuku rafa kaldırarak olağan dışı yargılamalar yapar. Darbeci zihniyetin karakteristik yansımasının bir sonucu olarak muhalefetin ölmesi gerekir. Yani darbecinin algısında en iyi muhalif ölü muhaliftir.

Buruc Suresindeki algının tam yansıması olarak ben algısı ve öteki tasavvuru yerine oturtulduğunda darbecilerin karşıtlarına hayat hakkı tanımamasının zalimlerin doğası gereği olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Ashab-ı Uhdud’un zulmettiklerinin tek suçu da Aziz ve Hamid olan Allah'a iman etmeleriydi. Bu gelişmeler, firavunvari gelenekte görmeye alışkın olduğumuz sürpriz olmayan bir gerçekliktir.

İdam, kelime anlamı olarak “yok etme, yok olma” anlamlarına gelir. Kürtçedeki “edim bu = kirlendi, yok oldu” manasındaki kelime de buradan gelmektedir. İdam kelimesinin anlamıyla paralel olarak meşru muktedirleri idam ile yok etmek isteyen darbeciler aynı zamanda ölümü gösterip sıtmaya razı etme stratejisi de gütmektedir.

Dış destek boyutu ile bakıldığında ise AB-ABD ve Körfez ülkeleri gibi unsurlarla ilişkilerini garantiye alma hedeflenmektedir. Tabir yerindeyse bu kararlara “Ben bu kadar kararlı ve tavizsizim. Beni görün ve ortak düşmana karşı gerekeni yapın.” denmektedir.

Yine en köklü İslami yapı olan Müslüman Kardeşlere vurulmak istenen bu darbe ile İslam coğrafyasındaki tüm İslami geleneklere bir korku, ümitsizlik ve gözdağı verilmek istenmektedir.

Mısır’da olanları sadece iç dinamiklerle değil dış dinamik unsurlarla da değerlendirmek gerekir. Sözgelimi, İsrail’in güvenliğinin teminat altına alınması, bölgede ABD etkinliğinin artırılması, Suud ve diğer krallıkların bekası gibi faktörler denklemin dış dinamiklerini oluşturmaktadır.

08.05.2014 tarihli Yeni Şafak gazetesinde yer alan ve İsrail’de yayınlanan Yedioth Ahronoth gazetesinin, cuntacı Abulfettah Sisi’nin seçimlerde kazanması için, İsraillileri dua etmeye çağırması haberi belki de sembolik örneklerden birisidir. Bu çerçevede Prens Bender b. Sultan’ın darbe sürecinde rolünün göz ardı edilmemesi gerekir. Prens Bender’in, Ortadoğu intifadalarının Suud’a uğramaması için Suriye ve Mısır direnişlerinin önünü kesmede rol oynadığı bilinen bir gerçektir. Yıllarca Suud’un Washington büyükelçiliğini yapmış, son üç yıldır da kritik bir konum olan Suud istihbaratının başında bulunmuştur. Mısır’da Sisi’ye güç veren Bender b. Sultan’ın Suriye’de de marjinal Selefilere ciddi nakdi ve silah yardımında bulunuyor olması Mısır’daki sürecin akamete uğrama nedenlerine ışık tutmaktadır.

Sisi, idam kararlarıyla İhvan’ı militarize/terörize etmeyi hedeflemektedir. Görünen o ki, Sisi’nin en büyük hayali GIA (Cezayir Silahlı İslami Grup) gibi bir yapılanmanın ortaya çıkmasını sağlamayı başarabilmektir. Bununla da İhvan’ın köklü meşru sosyal şahitliğini tartışılır hale getirmektir.

Küresel egemenler ve yerli işbirlikçileri, İhvan hilali diye tanımlayabileceğimiz Filistin, Suriye, Mısır, Tunus ve Libya ile çevrili İsrail’in endişelerini dindirmek için tabir yerindeyse “yılanın başı” olarak gördükleri Mısır İhvanına sert bir müdahale yapılması ihtiyacını hissetmişlerdir. Ana damar bu idamlarla kesilebilirse diğer bölgelerdeki İhvan başsız bırakılarak, büyük bir hareketin önü kesilmiş olur düşüncesinde oldukları görülmelidir.

2- Fiziki anlamda kendilerini güçlü bulmaları, her alanda (askerî, siyasi, sosyal, iktisadi alanlarda ve medya ayağında) üstünlüğü ele geçirmiş olmaları gerçeği, bu konuyla ilgili ilk olarak görülmesi gereken husustur. Geçmişten beri darbecilerin ilk işinin radyo ile televizyonu ele geçirmek olması manidardır. Ne yazık ki, Müslümanların da hemen hemen birçok ülkede basın-yayın alanında zayıf olmaları sonucu seslerinin zayıf kalması gerçeğini iyi okumamız gerekmektedir. Mısır ekonomisinin %60’ının ordunun elinde olması darbecileri cesaretlendiren çok önemli bir etkendir.

Darbecileri cesaretlendiren diğer bir faktör de dış destekle yani küresel egemenlerin desteğiyle bu işe girişmeleridir. Yani bir anlamda darbe öncesi icazetini, iznini uygun destekçilerden alarak darbeyi garantilemeleridir.

İhvan ve nitelikli bazı muhalifler istisna tutulursa, sindirilmiş, malından ve canından olacağını vehmeden bir kitlenin ses çıkaramaması gerçeği darbecileri cesaretlendirmektedir. Zaten cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de görüldüğü gibi Mısır’ın toplumsal mozaiğinin homojenlik ifade etmemesi (laikler, liberaller, Selefiler, Kıptiler vd.) blok şeklinde bir darbe karşıtlığını zorlaştırdığından darbeciler açısından olumlu bir faktör olarak görünmektedir.

Halkın, diğer tüm Ortadoğu’daki halklar gibi, baskı altında yaşamanın verdiği bir halet-i ruhiye ile Stockholm sendromuna duçar olması yine kanaatimizce darbelere zemin hazırlayan bir faktördür.

“Başarmış” olmanın tatminliği, rahatlığı, darbe yanlısı kesimin muktedir olana sığınması gibi nedenler darbecilerin işini kolaylaştırmaktadır.

3- Batı’nın “öteki” olarak gördüğü insanların maruz kaldığı baskı zulüm ve haksızlıklar karşısında kör, sağır ve dilsiz kaldığı öteden beri bilinen bir durumdur. Batı’nın algısında ötekiler hep şeytanlaştırılmak ve köleleştirilmek istenmiştir. Batı’nın algısında hakkaniyet değil, çıkarlar ve menfaatler öncelikli ve belirleyicidir. ABD ve AB’nin yer altı ve yer üstü kaynaklarının korunması, İsrail’in güvenliği gibi saikler temel prensiptir. Papa 14. Benediktus’un şu ifadelerinde söz konusu bu gerçek şöyle dillendirilmektedir:

“Avrupa bir coğrafyanın değil, ortak bir inanç üzerinde kurulu bir idealdir.”

Batı’nın gözünde Müslümanlar “mürtet” çocuktur. Yani iflah olmazlar, reddedilmeleri gerekir. Ama darbeciler “günahkâr/kusurlu çocuk” olduğu için sahiplenilmelidir.

Bırakın Batı’nın darbeyi görmesini, darbeleri yok etmeyi; tüm eleman ve enstrümanlarıyla algı operasyonundaki yerini alarak darbeyi makul, Müslümanları ise öcü gösterebilmektedir. J. Kerry’nin; “Darbe demokrasiyi olgunlaştırdı.” tarzındaki açıklamaları bu algının tefsiri açısından yeterlidir.

Ümmet coğrafyası maalesef, halkı Müslüman, yöneticileri ise hain despotlardan oluşan bir durumdadır. Bu hain yöneticiler, ateş evlerine, iktidarlarına tutuşmasın diye bütün hesaplarını bunun üzerine kurmuşlardır. Ne yazık ki, yaşamamamız gereken ve hak etmediğimiz önemli toplumsal kırılmalarla yüzleşmemizin arka planındaki sosyoloji gerçeğimiz de budur.

4- Özelde Suriye ve Mısır politikası başta olmak üzere ümmet coğrafyasındaki direniş ve gelişmelerle ilgili Erdoğan-Davutoğlu çizgisinin son dört yılda ümmetçi bir çizgide irade göstermesinin bir olumluluk olarak tarihe geçeceğini düşünüyorum. Adil, mazlum ve mağdurlardan yana bir politika izlenmektedir. Myanmar’dan Gazze’ye, Bosna’dan Orta Afrika’ya kadar, ümmetin bu iradeye samimiyetle karşılık vermesi hükümetin imkânları ölçüsünde bu sınavdan yüz akıyla geçme çabası içerisinde olduğunu göstermektedir. Hükümetin, iç ve dış güçlerin tahriklerine, yönlendirmelerine aldırış etmemesi olumlu bir duruştur. Mısır süreciyle ilgili tüm aracıların ısrarına rağmen bildiğinden şaşmayıp darbecilerle pazarlık etmemesi, masaya oturmaması ve “maslahat” kavramına sığınmaması diğer Müslüman coğrafyalarındaki muktedirlere kıyasla olumlu görülmesi gereken bir duruştur.

5- Görevimizi gerçek manada yerine getirebildik mi? Haksızlığa karşı çıkmak ilelebet sürmesi gereken bir sorumluluktur. Yeterince bu hassasiyeti sosyal şahitliğe dönüştürücü bir geleneğe sahip olmadığımızı teslim etmemiz gerekir. Barbarlığı yenecek tek gücün vicdan ve insaf olduğunu belleyemedik. Bu hassasiyetleri yeterince emzirip büyütüp çoğaltamadık; dualarımızda fazla yer açmadık. Özgür-Der ailemiz ve kardeş birkaç çevre hariç birçok İslami camiada hükümetin kendi yerlerine de bu görevi ifa ettiğine dair algının varlığı inkâr edilemez. Özgür-Der ailemizin dünyanın herhangi bir yerindeki Müslümanlar ve değerlerimizle ilgili gündemler konusunda sahada sosyal şahitlik sergilemesi şimdiye kadar küçümsenen bir algı iken bugün ise bunun anlamını, değerini müdrik bir psikoloji sergilemeleri İslami camianın tipik duruşu açısından manidardır.

Darbelerle büyümüş bir nesil olarak, darbelere karşı nasıl bir duruş sergilenir, nasıl davranılır, darbe nasıl geçersiz kılınır gibi soruların acemisi olduğumuzu tekrar gördük. Birçok Müslüman çevrenin, örnek “isyan ahlakı”nı, protestosunu oluşturamadıklarını, olgunlaştıramadıklarını görmeleri gerekir. Zamanlar, ırklar ve coğrafyalar üstü olan şefkat, merhamet ve empatiyi yeterince kuşanamadığımızı düşünüyorum.

İhvan’a Narayama Dağı zirvesine çıkarılan yaşlı muamelesi yaptık. Darbecilerden çok, İhvan ve diğer muhalifler ameliyat masasına alındı. Farkında olmadan darbecilerin değil mağdurların eksikleri üzerine yoğunlaşıldı. Üstad Cemaleddin Afgani’ye göre değişmez ilkelerden biri olan zalim/zorba yönetimlere karşı “cehd” göstermek ilkesine sadık kalamadık. İçimizdeki Musa’yı uyandıramadık. Coğrafyamız daha çok okumamızı, daha çok ağlamamızı ve daha çok anlamamızı gerektirecek potansiyel gelişmelere gebedir.

İran’ın İslam coğrafyalarındaki tüm intifadalarla ilgili sergilediği gayri samimi, problemli siyaseti izahtan varestedir.

Tunus, Libya gibi güçlü İslami damarın olduğu ülkelerden de kendi devrim süreçlerini onarma ve olgunlaştırma meşguliyeti nedeniyle bu tür gelişmelerde arzulanan bir duruşu göstermelerini beklemek zordur.

Körfez ülkelerinin tüm diğer gelişmelerde olduğu gibi bu süreçte de zilleti tercih etmeleri şaşırtıcı olmamıştır.

Netice olarak geçmişe kıyasla ve kaybedilen tüm hassasiyetlere rağmen Mısır direnişi özellikle Esma, Rabia gibi semboller üzerinden Türkiye Müslümanlarına bir ruh kazandırmıştır.

6- Acıları yarıştırmak, kıyaslamak kanımca doğru değil, her acı biriciktir. Ama tutarlılık açısından olayı ele alabiliriz elbette. “Küresel savaşı” iyi okumayanlar her iki konuda da iyi not alamadılar. Tutarsızlıklar rutinleşir hale geldi. Genel anlamda, Suriye’de olup bitene duyarlı olanlar Mısır’da olanlara duyarlılığı korudular. Ama tutarsızlar Suriye sürecinde darbecilerden yana durup, Mısır’daki gelişmelere dört elle sarıldılar. Bu, tutarsızlığın halet-i ruhiyesi olarak görünmektedir. Ne tuhaftır ki, Suriye’de silaha sarıldılar diye, Mısır’da da silaha sarılmadılar diye muhalifleri yerden yere vurdular, vuruyorlar. Bu durum kelimenin tam anlamıyla iyi niyet ve basiretten yoksunluk sorunudur.

Mısır, Türkiye ve İran denklemini kâbus olarak görenlerin ırkları, mezhepleri ayrıştırarak, buruşturarak eski dünya özlemlerini gidermelerinin genel manada iyi okunamadığını düşünüyorum. Türkiye’deki Müslümanların, Suriye konusunda iyi bir sınav veremediklerini düşünüyorum. Batı’daki İrancı cenah İran’ın hatırı için ses çıkaramadılar, doğudaki kimi Kürtçü İslami çevreler de “Kutsal Rojava” için ses çıkaramadılar. Esed’e kimileri can, mal ve kanlarıyla destek oldular. Ama Mısır konusunda bu nispeten değişti. Ortak bir tavır takınıldığı görülse de samimiyeti tartışılır bir duruş olduğu da gerçekten izahtan varestedir. Hatta Suriye konusunda iyi sınav veremeyen kimi çevreler Mısır duyarlılığı üzerinden günah çıkartma gibi bir ikircikli tavır içerisine girmektedirler.

Tabir yerindeyse aşiret mantığını kıramamış Müslümanlar olarak evvelemirde Türkiyeli Müslümanların birçok hayati konuda Ortadoğu intifalarında da kafa karışıklığından kurtulmaları gerekir. 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR