1. YAZARLAR

  2. Ersoy Göveç

  3. Haksöz ve Sorumlu Tavır

Haksöz ve Sorumlu Tavır

Mart 2016A+A-

1991’den bu yana yayın hayatına devam eden ve 300. Sayısına ulaşan Haksöz dergisini tebrik ederim. Derginin yayın politikası ve bunların oluşturduğu çağrışımlar, yansımalar ile ilgili bazı kanaatlerimi paylaşmak isterim.

Lise 2. sınıfta Söz dergisinin ilk sayısıyla tanıştım. İktibas dergisi, Mustafa İslamoğlu’nun kitapları ile birlikte Haksöz’ü de takip etmeye başladım. Aklı ve düşünmeyi öne çıkaran bir söylemi ve Kur’an’a dönüşü öneren bir mesajı vardı. Subuti ve delaleti kat’i nasslarla, zorunlu itikadın sınırlandırılmasını, vahdetin zemini olarak görüyordu. Menar-Sebilürreşad çizgisinin bir devamı idi. Vahyi toplumsal düzlemle buluşturmaya, Kur’ani kavramları hayattaki karşılıklarıyla çözümlemeye çalışıyordu.

Üniversite yıllarımızda rahmetli Erbakan’ın başbakanlığına, akabinde onun post-modern bir darbe ile iktidardan uzaklaştırılmasına şahit olduk. 28 Şubat kararları sadece başörtülülerin değil bizim de hayat akışımızı değiştirdi. Başörtüsü yasağı kalksın, İHL’ler kapanmasın vb. taleplerle yolları aşındırdık; o zamanki MGV’lerle yoldaş olduk. Başörtülü sınıf arkadaşlarımızın okuldan atılıp da bizim okulda kalakaldığımız karanlık günleri yaşadık. Haksöz o yıllarda net bir tavırla yasakçıların karşısında yer aldı ve fikrî tohumlarını bu toprağın içine bıraktı.

Dergide çalışan bazı arkadaşların da şehadet ettiği bir olayı anlatmak isterim: İÜ Edebiyat Fakültesinin bahçe balkonundan sarkıttığımız “Cuntanın ve Çetelerin Karanlığına Karşı Bir Mum Yak!” yazılı bir afişin arkasında idik. Karşımızdaki kaldırımda ise okula alınmayan, üstlerine kapıların kapatıldığı başörtülü öğrenciler. Onlar da bizim gibi bir avuç kalmıştı. “Başörtüsü furuattandır!” sözü fetva gibi telakki edilerek bölünmüş ve içeriden barikatlarla da yalnızlaşmıştık. Ümmetin ve Müslümanım diyenlerin kitleselliği ve yaşadığımız yalnız bırakılmışlık duygusu... Bu bana sanki derginin de serencamını özetliyor. Tıpkı AK Parti hükümetinin İslami ve insani politikalarına getirilen “değerli yalnızlık” kavramı eleştirisi gibi.

Mektepleşme sürecindeki söylemi 28 Şubat ile birlikte de ete kemiğe büründü ve Özgür-Der doğdu. Dergide söylemin, onu taşıyanlardan daha üstte konumlanmasını sağlıklı bir hal olarak gördüm. Fikrî liderlik, şahısları aşan bir perspektifi ifade ediyordu. Üniversite yıllarında dergi vesilesiyle hem kendimizi ifade etme imkânı buluyor hem de düşünsel ve pratik yönden kendimizi eğitme ve geliştirme fırsatını yakalıyorduk. Öğrencilik dönemimde felsefi/düşünsel arayış ve kendini ifade edişte dergi bize zemin oldu. Birlikte bu zeminde bulunduğumuz, yazılarını okuyup tecrübelerinden istifade ettiğimiz yazarlarla bu ilişkiyi sürekli kılma yeteneği gösterememenin hüznünü yaşadık. Nesilden nesle fikrî sürekliliği sağlayabilmek/aktarabilmek mektep olabilmenin başat özelliklerinden olsa gerektir.

Hayattan kopmadan, hayata teslim de olmadan ama hayatla birlikte Müslümanca yaşama, Haksöz’ün tarzı oldu. Kendisini İslami cemaatlerden ve toplumdan koparmadı, sürekli onlarla iletişim, etkileşim halinde oldu. Ayrıca içinde yer aldığı toplumu, sistemi sürekli analiz etmeye ve nereye doğru bir evrim geçirdiğini anlamaya çalıştı. Yani vakıayı doğru tespit etmeye ve o tespite göre içtihatlarını güncellemeye çalıştı. Bence her şeye rağmen bu yönü sayesinde istikametini şaşırmadı. Müslüman camianın örgütlü güçlerinin, sosyal ve siyasi önemli olaylar vesilesiyle kaleme aldıkları bildiri ve basın açıklamalarına özellikle katılmama tavrı olduğunu düşünmüyorum. Fakat belli terim, sembol ve vurguların varlığı gerekçe gösterilerek bundan beri durmak bazen kamuoyunda düşünce ve tavır netliğini zedeleyici bir imajın oluşmasına neden olabilmektedir. Bunun muhasebesini yapabilecek bir kifayetin olduğunu düşünüyorum. Ayrıca derginin ve kardeş kuruluşlarının basın açıklamalarının bu alanda faaliyet gösteren sendika vb. kuruluşlarınca takip edildiğine, yer yer istifade edildiğine de şahitlik ettim. Öncülük etmek bu boyutuyla bir erdemi ifade ederken; yalnızlığın veya ayrı durmanın elitist bir temeli olarak tasarlandığında bir sorun olabilmektedir. Toparlayıcı olabilmek, hem içte hem dışta bir boyutuyla öncü olmayı gerektirirken bir boyutuyla da neferleşebilmeyi de gerektirmektedir.

Kürt sorununu, Türk sorunu ile birlikte ve bu bütünsellik içerisinde değerlendirme dirayetini gösterdi. Ulusçuluğun sorunun asıl adresi, resmi ideolojinin de onun taşıyıcısı olduğunu ifade etti. Bu sorunları sayfasına taşıdığı için bazı sayıları toplatıldı. İnsanlığın yarısını oluşturan kadınları düşünceleriyle muhatap aldı. Kadının adının olmadığı muhafazakâr dünyaya, güzel örneklik olmaya çalıştı.

AK Parti ile paralel yapı çatışmasında, din temelli olduğunu belirten bir yapıya karşı, adaletin gereği olarak seküler bir yapıyı tercih etti. Bunu hükümete operasyon olarak gördü. Bu siyasi tavrın ahlaki temelleri önemlidir. Toplum bu olay sonrası “cemaat” kavramına mesafeli hale gelmiştir. Aidiyet bilinci oluşturmak tabeladan ziyade söylem ve eylemle mümkün hale gelmektedir. İnsanların Kur’an’a ve İslam’a meyli fazladır. Ve fakat cemaat otoritelerinin veya bazı kifayetsiz insanların yönetimi altına girmek istememektedirler. Dolayısıyla tabelaya değil söyleme çağırmak asıldır ve öyle olmalıdır. 

Paralel yapıda ve Türkiye’deki bazı cemaat ve tarikatlarda yaygın olarak görülen rüya ile Peygamberimizle görüşüp din yorumu oluşturma tahrifatına prim vermedi ve bununla mücadele etti. Siyasi amaçları için dinin çarpıtılması ve sömürülmesi çamuruna bulaşmadı. Rüya ile din inşa edenlere tepki vermeyen bazı kamuoyu önderleri, Haksöz’le birlikte bunları eleştirenleri marjinalize etmeye çalıştılar.

Solcu kisvesine bürünmüş mülteci düşmanı ve ırkçı zihinli çevrelerin, Suriyeli muhacirlere karşı yürüttükleri negatif kampanyanın etkisizleştirilmesinde derginin kamuoyunu etkileyici rolü olmuştur. İlginç bir dönemde yaşıyoruz. Bilumum solcular ve laikçiler hatta CHP, seküler diye PKK/PYD’yi desteklemektedir. AK Parti/Erdoğan düşmanlığının geldiği nokta burası. Hükümetin, bağımsızlaşan Türkiye istikametinde adım attığı okumasında bulunan derginin AK Parti yanında durması eski okumayla muhalefet devam edenlerin garibine gitmektedir.

Gezi Parkı kalkışmasını AK Parti MYK’dan önce tanımlayıp tavır geliştiren Haksöz olmuştur. Olayı tanımlamakla yetinmemiş Grup Yürüyüş’ün bir çalışması olarak ‘Ağaç Kurdu’ klibine de zemin hazırlamıştır. Ki böylece başta Müslüman camia olmak üzere kamuoyu aydınlatılmıştır.

İnsanın özgürlüğü meselesi ile ilgili Haksöz’ün “özgür iradeci” bir noktada durması en büyük ahlaki duruş biçimidir. Salt insan aklının ürettiği soru ve sorunlara da çözüm arayışı içinde olması ve toplumsal karşılığını bulmaya çalışması önemlidir. Zira bu, söylemin evrenselliğini artırmakta ve ufkunu tüm insanlık zeminine taşımaktadır.“İslam Ahlak Teorileri” kitabında Macit Fahri, dar olandan kuşatıcı, toplumsal ve akli olana doğru 4 ahlaki alandan bahseder: Tasavvufi ahlak, nassi ahlak, kelami ahlak ve felsefi ahlak. Kamil anlamıyla ahlak, bireysel münzevi bir olgu olmayıp, siyasi ve toplumsal bir yörüngeyi ifade etmektedir. Siyasi tavırlar değişebilir fakat onların özündeki ahlaki dinamikler baki kalabilir. Haksöz’ün İran ile ilgili tavır değişikliğini de ben bu zeminde değerlendiriyorum. Kavmiyetçilik ve mezhepçilik kültürünü aşan ümmetçilik ve adaletli olma ahlaki yörüngelerinde bir sapma olmadığını düşünüyorum.

Bununla birlikte, siyasi işlerde pek hatırlanmayan empati, diğerkâmlık, tevazu gibi kişisel ahlaki vasıflar çoğu kere muhatap insanları dönüştürmede, fikrî derinlikten daha fazla etkili olmuştur. Ayrıca Babanzade Ahmet Naim örneğinde olduğu gibi ıslahatçı kişiliklebunlar bütünlüklü olarak bulunabilir. İhvan-ı Müslimin’de de bu türden örnekler vardır.

Modern dönemde Müslümanların çöküşünün bir nedenini de itikatta gören “yeni kelami hareketler” hadislere de itikadi değer olarak yaklaşmışlar ve ahad haberin itikadi değer ifade etmeyeceğini vurgulamışlardır. Bu husus, aslında zihinlerde ahad haberlerle amel edilmeyeceği sonucunu doğuran bir vurgu değildir. Sekülerleşmeye karşı hadisler, taşıdıkları nebevi düsturlar yönüyle daha bir değer kazanmaktadır. Diyanet’in 7 ciltlik “Hadislerle İslam” kitabı bu yönüyle değerli bir çalışma olup, gaybi tartışmalara ve zayıf rivayetlere yer verilmemiştir. Bir gelenek halini almış 40 hadis uygulaması hayatın ayrıntılarla örüldüğünü hatırlatmaktadır. Dergide bu tür çalışmalar da yok değildir.

Derginin muhatap kitlesi daha çok İslami bilinç noktasında belirli bir seviye kazanmış insanlardır. Aslında bu söylem, getto söylemi değil felsefi karşılığı birçok cemaatten geniş bir fikrî çizginin ifadesidir. Alevilere, sekülerleşmiş Batıcı insanlara, Türk-Kürt ulusalcılarına söylenecek sözler bulunmaktadır. Salt siyasi zeminlerde bu tür muhataplıklar dönüştürücü olamamaktadır. Dergi yetkililerinin yeni muhatap kitlelere açılma noktasında bir rezervi olduğunu düşünmüyorum tabii ki. Belki de sosyal-siyasi dergiciliğin kendi mantığı ve sürdürülebilirliği bu noktayı doğuruyor da olabilir.

Siyaset, kendi ara ve ana hedefleri için üst ahlaki normlar üretebilmektedir. Dolayısıyla hakikati ve özgür düşünceyi sınırlama potansiyeli yüksektir. Fazlurrahman, “İslam Felsefesi Problemleri” kitabında “Özgür düşünce ve düşünce tamamen aynı anlama sahiptir. Ondan özgürlüğü alıp da düşüncenin varlığını sürdürmesi beklenmemelidir.” der. “Özgür düşünceyi” savunan ve sürdürmeye çalışanların politika üretirken bu alanın risklerine karşı hassasiyet içerisinde olmasının önemini belirtmek isterim.

Vahiy temelli bir düşünce sistemi geliştirmesine rağmen mezhepçilik tuzağına düşmemesi Haksöz’ün meziyetidir. Tasavvufu ayrı bir din gibi görüp sufileri tekfir etmedi. Lakin eleştirisini de sakınmadı. Ama ülkemizdeki tartışma düzeyinin düşüklüğü her eleştirinin bir “sapıklık” gibi görülmesi, yapıcı bir sürecin gelişmesini engelledi. Haksöz’de İbn Arabi ile ilgili yazılar ileriye dönük bir projeksiyon gibi görülebilir. Vahiyle çelişmeyen boyutuyla, tıpkı hadis ve fıkıh gibi bir ilmî alan olarak ahlak ilmi veya bazılarının bakışıyla tasavvuf, kayıtsız kalınamayacak ciddi bir toplumsal ve tarihî arka plana sahiptir. Bu alanla ilgili sadece terimler bile yüzlü rakamlarla ifade edilmektedir. İnsanı tanıdığımızda ve onun tüm yönleriyle bir bütün olduğunu gördüğümüzde bu alanın daha çok mesai istediği fark edilebilecektir.

İslam dünyası şuan bir varolma mücadelesi vermektedir. “Küresel sömürüye karşı küresel intifada” söylemi derginin temel tezinin direniş olduğunu belirtmektedir. Bu proje, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bugün “Dünya 5’ten büyüktür!” sözüyle halklar nezdinde karşılık bulmaktadır. Mektep-hareket çizgisi korunarak, AK Partili siyaset tecrübesine yaklaşım da bundan sonra önem kazanacaktır. Devlet ve rejim ayrımı üzerinde tekrar düşünmek, vakıaya daha uygun gözükmektedir. Pür ideal ümmetçi noktada Türkiyecilik fikri bir sapma görülebilecek iken bugün ümmetin ve onun bir parçası olan ülkemiz Müslümanları için bir imkânı ve fırsatı barındırmaktadır.

Güçlü birey, düşünür, âlim yetiştirebilmek için ortak okumalarda kazanılan bakış açısı zeminine ihtiyaç bulunmaktadır. Yalnız kazanılan bu bakış açısıyla huzur içinde durağanlığa düşme tehlikesine karşı, birinci el kaynaklar sürekli irdelenmelidir. Zemahşeri’nin Keşşaf’ı çevrilmektedir. Bunlar derginin söyleminin tarihî arka planını ve köklerini daha anlaşılır kılmaktadır diye düşünüyorum.  

Ümmetçiliğin güçlenmesi için heterojenliği ve çok kültürlülüğü dışarıya bakışta ölçü aldı. Bununla beraber kendi iddialarının varlığının/homojenite yaşattığı gerginliği üstünde hissetti. Ümmetin çoğulculuğuna karşı gösterilen müsamahakâr tavrın, ümmetin birliği ve bütünlüğünü koruma kaygısı temelli olduğu görülmektedir. Geleneği eleştirirken yapıcı tavrını korumasını da bu zeminde değerli buluyorum.

“İletilen din ve üretilen din” retoriğinin, İslami sahih geleneği de ötekileştirme tehlikesi barındırdığı ve muhafazakâr dindar kitle ile ilişkileri zedeleme tehlikesi barındırabileceği kanaatindeyim. Derginin bunu tercih etmemesini de anlamlı buluyorum. Zira vahiy insanlık kültürünü dışlamamakta, hatta vahye karşıt olmayan geleneği sürdürmektedir. Modern hayat çeşitlendikçe Müslüman kişiler yorumlarıyla/üretimleriyle bu alanı doldurmaktadırlar. Bir de gereksiz teolojik tartışmalarla ihtilaf çıkarmak toplumun dinîtekâmülü açısından faydalı olmayabilecektir.

İslam düşüncesinde süreklilik, hem İslam dünyası boyutuyla ilişkimiz hemde Osmanlı geleneğiyle ilişkimiz boyutuyla Türkiye’dekiinkılaplarla kesintiye uğradı. Maalesef dilimize ve kelime, kavramlarımıza sahip çıkamadık. Bu boşluğu kapatamamanın etkileri ülkemiz Müslümanlarında kendini gösteriyor. Haksöz dergisi, alıcılarını hep İslam dünyasına açık tuttu. Yöneliş Yayınları’ndan Ekin Yayınları’na ümmetin tarihi, bugünü ve geleceği üzerine birçok eser yayınladı. Gerek Dünya ve İslam dergisinde ve İDKAM’da gerekse de kardeş kuruluşlarda oturumlar düzenledi, düzenliyor.

Haksöz, siyasetten ticarete, kadından/aileden ahlaka felsefi derinliği ve tutarlılığı olan evrensel boyutlu bir söylem geliştirmeye çalıştı. Bu söylemini oluştururken vahiy ve nebevi sünnet, kendisine çerçeve ve zemin oluşturdu. Popülizm yapmadı, siyasetini itikatlaştırıp ümmetin bir bölümünü ötekileştirmedi. Ama adalet çizgisinde doğru bildiğini ifade etmekten de beri durmadı. Kendini “fırka-i naciye” düşüncesine kaptırıp, tespitlerini mutlaklaştıranlara da eyvallah etmedi. Bu demek değildir ki eksiği hatası olmadı. Bunu fark ettiğinde kibir yapmadan hakikate kendini teslim etmeye çalıştı.

Haksöz, bir bürokratik güç değil, olmaya da çalışmadı. Toplumsal değişimi önceleyen ve bir dip dalgası gibi sivil, evrensel bakışı olan bir çizgidir. Haksöz bir seviye ve değerdir. Türkiye İslamcılığında bir tuğladır, gelecek bunun üstüne konacak tuğlalarla yükselecektir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR