1. YAZARLAR

  2. Musa Özgün

  3. Hakiki Demokratlar ve Demokrasi Düşmanları

Hakiki Demokratlar ve Demokrasi Düşmanları

Ocak 1998A+A-

Türkiye'de birçok kavramın içeriklerinin boşaltılıp yeni bir içerikle kullanılması, kesif bir sis perdesinin oluşmasına, o çok bildik deyimle ifade edecek olursak "kavram kargaşası"na yol açmakta. Esasları itibariyle evrensel ve genel geçer anlamlara sahip birçok kavramın; içinde yer aldığı tarihsel, felsefi ve ideolojik bağlamlarından kopartılarak, bunlara yeni anlamların yüklenilmesi, bu işi yapanların toplum veya iktidar nezdinde kendi konumlarını meşrulaştırmayı hedeflemeleri ile açıklanabilir. Örneğin, Türkiye'de egemenler İslam'ın özüne tekabül eden bazı kavramların içlerini boşaltıp kendi otoritelerine zarar vermeyecek yeni bir muhteva kazandırarak -bu kavramları tamamen reddetmeden- dini hassasiyetlerini hâlâ muhafaza eden halk katında meşruiyet sağlamayı hedeflerken, öte yandan muhalifler de sistemin kutsallarından olan bazı unsurları (Atatürkçülük, laiklik vb...) kökten reddetmek yerine, onları yeniden tanımlayarak egemenler karşısında meşruiyet aramaktadırlar.

Halihazırda, başına "gerçek", "hakiki", "asıl" gibi kelimeler getirilerek herkesin farklı farklı yorumladığı (hatta tanımladığı) ve böylece sahip çıktığı kavramlardan biri de demokrasidir.

Bugün tüm dünyada demokrasi, evrensel ve nihai bir "yönetim biçimi", hatta bir "değerler manzumesi" olarak takdim edilmektedir. Yürürlükteki birçok rejim, demokrasi adı üzerinde bir tür iddia ileri sürmekte ve böyle yapmayanlar da çoğu kez, kendi demokratik olmayan yönetimlerinin nihai demokrasiye giden yolda zorunlu bir aşama olduğunu vurgulamaktadırlar. Tıpkı tek-parti dönemini "vesayet rejimi", dönemin Cumhuriyet Halk Partisi'ni "vesayet partisi" ve dönemin ideolojisi olan Kemalizm'i "vesayet ideolojisi" olarak niteleyerek rejimin, partinin ve ideolojinin sürekli bir otoriterlik peşinde olmayıp, aksine toplumu demokrasiye hazırlamanın amaçlandığının ifade edilmesi gibi... Hatta günümüzde diktatörler bile meşruluklarının vazgeçilmez bileşenlerinden birinin, demokrasi dilinden alınan bir veya iki tutam söz olduğuna inanıyor gibi görünmektedirler.

Demokrasinin ve demokratik fikirlerin kabul edilirliğindeki bu tarihte eşi görülmedik küresel yaygınlaşma, aslında akla "herşeyi ifade eden bir terim, aslında hiçbir şeyi ifade etmez" sözünü getiriyor. Demokrasiye bu zaviyeden bakınca; onun cazibesinin de işte bu muğlak, her şeyi (ya da hiç bir şeyi) ifade eden, içi istendiği şekil ve mahiyette doldurulabilen bir kavram olmasından kaynaklandığı görülüyor. Demokrasi gerçekten hiçbir şey ifade etmeyen, içine ne konursa onun rengini alan bir kavram mıdır, değil midir; bu bir tarafa, demokrasinin bugünlerde başına gelenler bundan ibarettir.

Gerek gündelik, gerek felsefi dilde, demokrasinin hem bir ideali, hem de bu ideale göre önemli eksikleri olan mevcut rejimleri anlatmak üzere kullanıldığını görmekteyiz. Demokrasi bu iki boyutuyla da eleştirilere maruz kalmaktadır bugün. Yani eleştiriler, demokrasinin hem pratik hem de teorik boyutuna yöneliktir. Bu yazının konusu ise, demokrasi eleştirisi değil (düşmanlığı hiç değil) demokrasi eleştirilerinin (hususen de müslümanların demokrasiye bakışlarının ve yönelttikleri eleştirilerin) eleştirisi veya tahlilidir.

Demokrasi, tarihte her zaman eleştiriciler için bir arena olmuştur. Eleştiricileri kabaca üç gruba ayırabiliriz: Birinci grubu; demokrasiye, mümkün olsa bile, içsel olarak istenilmeyen birşey olduğu için karşı çıkanlar oluşturur. Bu grubun en eski ve tipik temsilcisi Plüton'dur. O, ehliyetsiz olanlara hükümet etme hakkı verdiği için demokrasiye karşıdır. Bunun yerine, en iyi niteliklere sahip olanların uzun yıllar sürecek yönetimi yeğlediğini söyler. Aristo da benzer nedenlerle (demokrasinin iktidarı yoksullara devredeceğinden dolayı) demokrasiye karşı çıkar.

Tasnifte ikinci grubu ise; mümkün olması halinde istenebilir bir şey olmakla birlikte, gerçekte doğası gereği imkansız olduğu için temelden karşı çıkanlar oluşturur. Ve üçüncü grupta da demokrasiye sempatik yaklaşmak ve onu sürdürmek istemekle birlikle, yine de demokrasiye karşı bazı önemli noktalarda eleştirel tavır alanlar yer almaktadır. Bu çok basit ve kabaca yapılmış tasnifte ilk iki grubu muhalif, üçüncüsünü ise sempatik eleştiriciler diye adlandırmak mümkün olabilir.

Bu üç gruptaki eleştiriciler, kuramsal olarak ve uygulamaları itibariyle hiç de küçümsenmeyecek bir şekilde demokrasinin zaaf ve tutarsızlıklarını ortaya koymaktadır. Klasik eleştiricilerin yönelttikleri eleştiriler daha çok elitist/aristokratik endişelerden kaynaklanmakla iken, çağdaşların eleştirileri ise daha çok demokrasinin kapitalizmle olan pozitif ilişkisi, yani demokrasinin kapitalizmin gereksinimlerine cevap vermesi (sermayenin iktidarda söz sahibi olma imkanını sağlaması gibi), demokrasinin esas itibariyle uygulanabilirliğinin olmasından öte bir enstrüman olarak kullanılması ("halkın halk için halk tarafından yönetimi" formülasyonunun aksine, halkın, gücü elinde bulunduranlar tarafından yönetilmesi ve bu yapılırken de katıldığını sanan halkın avutulması), demokrasinin farklılıktan (dinsel, etnik, kültürel...) birlikte ve fark gözetmeksizin kucaklama iddiasına rağmen bunu başaramaması noktalarında odaklaşmaktadır1.

Demokrasi ile ilgili sorun ve eleştiriler, daha tanımı noktasında başlamaktadır: Örneğin tanımdan çıkarılan "halk yönetimi" veya "halk iktidarı" ilkesi; halk nedir, halkı meydana getirmek durumunda olanlar kimlerdir ve yönetmek onlar için neyi idare eder sorularını akla getirir. Sürekli referans verilen Eski Yunan demokrasisine bakıldığında onun aslında bir Yunan demokrasisi değil Atinalılar'ın, Korentliler'in veya bir diğer kent devletinin demokrasisi olduğu görülür. Öyleyse bir ulus-devlet içerisindeki yerel cemaatleri oluşturan insanlar bir ölçüde kendilerini yönetme hakkına sahip midirler? Böyleyse, hangi insanlar ve hangi konularda?

Bu tür sorular demokrasi teorisini aşan sorulardır. Demokrasi savunucuları; "bir halk'ın var olduğunu önceden kabul ederler, halkı tanımlarlar ve halkın varoluşunu bir olgu, tarihin bir ürünü olarak kabul ederler ve "bir halk"ın var olduğu varsayımı ve bu varsayımdan çıkarsanan diğer ön kabuller, demokrasinin "sözde" teorisinin bir bölümü haline gelir,

Muhalif ve sempatik eleştiricilerin demokrasi teorisi ve pratiğine yönelttikleri eleştirilerin bazıları bunlar. Bu sınıflama haricinde tuttuğumuz ayrı bir kategori olan müslümanların ise demokrasiye karşı tavırları iki zıt uçta seyrediyor: Özür dileyici bir eziklikle toptan bir sahiplenme ve ürpertici bir basitleştirmenin beraberinde gelen kör bir düşmanlık.

Müslümanların diğer birçok modern kavramda olduğu gibi, insanlığın erişeceği nihai ve en mükemmel(!) bir yönetim biçimi ve değerler bütünü olarak sunulan demokrasi konusunda da düşüncelerinin bulanık olması, tutarlı ve sarsıcı eleştiriler yerine teslimiyetçi ve özür dileyici (demokrasinin en hasının İslam'da bulunduğunu iddia etmek gibi) bir duruşun ortaya çıkmasına yol açıyor.

Geçtiğimiz iki ay boyunca İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin haftalarca üst üste tertiplediği (kendisine ceza verilen bir öğrencinin 40 defa arka arkaya "demokrasi, demokrasi..." diye yazması gibi) demokrasi konulu konferans ve sempozyumlarda müslümanların bu tavrını net bir şekilde görmek mümkündü. Diğerleriyle demokratik konusunda yarışırcasına gerçek demokrat, en hakiki demokrat (!) kesilmeleri düşündürücü olduğu kadar üzücüydü de... John L. Esposito ve Hurşîd Ahmed'in konferanslarıyla başlayan demokrasi atağı, iki gün süren geniş katılımlı bir sempozyumla sürdü.

Hurşid Ahmed'in konuşmasının sonunu; "Doğulu toplumların gerçek demokrasiye kavuşabilmeleri için olabildiğince Batı'dan uzak durması ve İslam'a yaklaşması gerekir" diyerek bağlaması, yukarıda bahsedilen, müslümanların demokrasiye bakış noktasında sahip oldukları psikolojiye iyi bir örnek teşkil etmektedir. Hurşid Ahmed, konuşmasının sonuç cümlesinde gerçek demokrasiyi adeta felah, kurtuluş manasında kullanarak (gerçek demokrasi ifadesini cümleden çıkarıp yerine felahı koyduğunuzda cümle anlamlılığını koruyor, hatta daha da anlam kazanıyor) İslam'ın buna ulaşmada tek geçerli yol olduğunu söylüyordu. İslam'ın tüm dünyada yükselen değer olduğu, Washingtong'dan Sivas'a kadar gündemin ilk sırasında yer aldığı bir süreçte; Batı'da bugün uygulana-gelen demokrasi oyununu, İslam coğrafyalarındaki demokrasi aldatmacasını, İslam ile Batı Demokrasisi (Hurşid Ahmed'e göre Batı Demokrasisi ve demokrasi farklı şeyleri ifade ediyor) arasındaki farkı anlattıktan sonra -ki H. Ahmed bunu başarıyla yaptı-, İslam'da gerçek demokrasinin olduğu düşüncesini işlemek ne kadar anlamlı acaba? Demokrasi Sempozyumında, bazı müslümanların, demokrasinin İslam'a (hatta İslam'ın demokrasiye) uygunluğunu isbat etmek için, hakimiyetin değil hükmün Allah'a ait olduğunu, demokrasinin aslında bir "değerler bütünü" değil, bir "siyaset tekniği" olduğunu anlatabilmek için çırpınmalarını anlamak da güçtü.

"Türkiye'yi medenî, çağdaş, gerçek çoğulcu demokrasinin tatbik edildiği, bir ülke haline getirmek için canla-başla ve inançla çalışan"2 ve bu maksatla hükümete gelen RP'nin Türk demokrasisinin gadrine uğrayıp alaşağı edildikten sonra, daha da artan hakiki demokratlık iddialarına karşı bazı konuşmacıların, Refahlıların gözlerinin içine bakarak "Türkiye'de partiler kapatılırken, milletvekilleri Meclis'te yaka paça tutuklanırken neredeydiniz, hükümetten düşürüldünüz, partiniz kapatılma durumuna geldi, böyle oldunuz" diye adeta azarlamaları ve onların da (sempozyumun kapanış konuşmasını yapan R. Tayyip Erdoğan'ın da bizzat ifade etme gereği hissettiği gibi), "biz her zaman demokrattık, şimdi de demokratız; demokrasi ile ilgili bu programların da bizin kapatılma davamızla ilgisi yok" diyerek kendilerini savunmaları trajikomik bir sahneydi.

Müslümanlarda rastlanan bu birinci tavır, yani İslam'ın demokrasiye, demokrasin İslam'a uygunluğu iddiasının tam karşısında ikinci bir tutum yer almakta: Sathi, derinlikten ve destekten yoksun bir "demokrasi düşmanlığı", Söz konusu düşmanlık, demokrasi (demos-halk, kratos=yönetiminin aslında (demon=şeytan kratos-yönetim) şeytan yönetimi olduğu gibi alt seviyelerde seyreden demokrasi eleştirileri3 şeklinde tezahür etmekte, en ileri seviyede yapılan kritikler ise, demokrasinin tağuti ve şirk olduğunu söylemekten daha ilerilere gidememektedir, Demokrasinin, doğası gereği, egemenlerin/sermayenin kitleleri yönetmek/yöneltmek (bunu yaparken de halkın yönetimi diyerek avutmak) amacıyla kullanılan bir enstrüman olduğunun bilincinde olmakla beraber, bugün baskıcı monarşi ve oligarşilerle yönetilen İslam coğrafyalarında derinlikten uzak bir demokrasi düşmanlığı yapmanın da ne anlam ifade ettiği, neye ve kime hizmet ettiği dikkate alınmalıdır.

Kalkış noktası itibariyle isabetli, fakat slogan düzeyinde kalması bakımından yetersiz bu radikal eleştirilerin; bizatihi demokrasi teorisi ve uygulamalarının kendi iç tutarsızlıklarından sağlanabilecek bilgi, veri ve malzemelerle, teorik ve pratik olarak desteklenilmesi zaruridir. O taktirde, kuvvetli referanslara sahip müslümanlar için daha etkili eleştiriler yapmak, işten bile olmayacaktır.

Dipnotlar

1- İdeal demokrasi olarak nitelendirilen Atina demokrasisinin doruğunda olduğu dönemde bile halk (demos) Atina'nın yetişkin nüfusunun küçük bir azınlığından daha fazlasını hiç bir zaman kapsamamıştır. Eski Yunan'dan modern zamanlara gelinceye dek, bazı kişiler, niteliksiz oldukları gerekçesiyle dışlanmışlar ve kadınların seçme ve seçilme haklarını kazandıkları bu yüzyıla kadar, dışlanmış kişilerin sayısı -bazan Atina'da olduğu gibi- büyük bir farkla içeridekilerin sayısından fazla olmuştur. Bu durum, kadınların ve tabii ki çocukların dışlanmasının yanısıra, siyahların çoğunu ve Amerikan yerlilerini de dışlamış olan ilk modern ''demokrasi"de, yani ABD'de de böyle olmuştur.

2- Refah Partisi'nin 4. Büyük Kongresi'nde Erbakan tarafından dile getirilen sözler.

3- Laikler bu iddiaya "Şeriat" kelimesinin, "şerr"den geldiğini söyleyerek karşılık vermişlerdir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR