1. YAZARLAR

  2. Tufan Caymaz

  3. Filistin Dramı ve Küresel İkiyüzlülük

Filistin Dramı ve Küresel İkiyüzlülük

Haziran 2002A+A-

Peter Mansfield "Osmanlı Sonrası Türkiye ve Arap Dünyası" adıyla Türkçe'ye çevrilen eserinde Filistin'de bugün yaşanan trajediyi hazırlayan tarihi dönemeçlerden biri olan Balfour deklarasyonuna değinir ve burada yer alan ilginç bir "ayrıntıya" dikkat çeker. Dönemin İngiltere dışişleri bakanı olan Balfour'un kendi hükümetine hitaben yazdığı ve Filistin'de bir Yahudi devletinin kurulması gerekliliğini içeren bu tarihi önemi haiz mektupta Filistinli Araplar'dan "Yahudi olmayan topluluklar" şeklinde söz edilmektedir. Bu sırada Yahudilerin Filistin'deki nüfusu 60 bin civarında olup, yaklaşık %7'ye tekabül etmekte; buna karşılık yaklaşık 750 bin Arap ise nüfusun %93'ünü teşkil etmektedir. Ama Araplar ancak "Yahudi olmayan topluluklar" şeklinde anılmaktadırlar. Şüphesiz bu emperyalizmin yok sayma-yok etme politikası ile uyumlu bir yaklaşımdır. Nitekim yaklaşık yüz yıllık süreçte de Filistin sorunu hep bu zihniyetle ele alınmış ve emperyalist güçler Filistin halkını ve Filistin gerçeğini hep görmezden gelmişlerdir.

Bugün de değişen bir şey yok. Filistinliler dünya gündeminde ya isimsiz, kimliksiz, "insansız" bir tarzda sadece sayılar -Tulkarim'de 3 Filistinli, Gazze'de 5 Filistinli çıkan çatışmalarda ...-şeklinde yer bulabilmekte; ya da dünya kamuoyunun ağzının tadını bozan, neşesini kaçıran "intihar" saldırıları ile hatırlanmaktalar. Mart ayının sonlarından itibaren tüm Batı Yaka'da katliama dönüşen Siyonist İşgal karşısında dünyanın gözlerinin çevrildiği Filistin bugün yeniden sessizliğe gömülmüş, terk edilmiş halde. Oysa işgal sürüyor. İsrail hukuksuzluğu ara vermeden devam ettiriyor. Kuveyt, Doğu Timor, Kosova krizlerinde şahin kesilen BM ise Siyonist küstahlık karşısında süt dökmüş kedi rolünü tercih ediyor.

Filistin halkının işgale, katliama, çaresizlik dayatmasına karşı bedenlerini feda ederek gerçekleştirdiği direnişi her fırsatta eleştiren, suçlayan, mahkum eden çevreler sorunun gündemden çekilmiş olması karşısında rahatlamış olmalılar. Can sıkıcı bir mevzuda tutum belirleme zorunluluğundan kurtulmak ne güzel bir duygudur kim bilir! Hem Filistinliler de artık terörün kabul edilemez bir yöntem olduğunu anlamalılar değil mi ya?! Zaten Filistinliler 2000 Yaz'ında Camp David'de Ehud Barak'ın kendilerine önerdiği teklifleri ne diye reddetmişlerdi ki? Her ne kadar Barak'ın teklifi Filistin'i İsrail kontrolü altında kantonlar halinde beş bölgeye ayırıyor ve hem Kudüs'ü, hem de sürgün edilmiş Filistinlilerin geri dönüşlerini ebedi olarak unutmayı içeriyorsa da. Ne var ki, göz kapamakla sorunlar ortadan kalkmış olmuyor. Dozu azalsa da vahşet vahşettir. Tam elli iki yıldır resmen işgal altında olan bir halkın maruz bırakıldığı çaresizlik tüm dünya için sonsuz bir utanç kaynağıdır. Filistinli küçük kızın "ar'un aleykum!" haykırışları duyulmak istenmese de kulaklarda çınlamaktadır.

İsrail'in tanklarını Arafat'ın karargahından çekmiş olması ya da Filistin'de günlük katledilen insan sayısının "olağan" rakamlara düşmesi görülüyor ki, uluslararası kamuoyunda adeta "Filistin'de normale dönüş" şeklinde algılanmakta. Oysa işgal gerçeğini gözardı etmek tek kelimeyle suç ortaklığıdır. Mesele Arafat'ın hücresinden çıkıp daha büyük bir hapishaneye tıkılması değildir. Arafat kendisine tanınan bu "serbesti"ye şükran duyuyor da olabilir. Nitekim şehadet eylemlerini kınaması, Cenin'e gidip katliamın yaşandığı mülteci kampını ziyaret etmemesi, Nativitas kilisesindeki Filistinlilerin tutuklanmamaları karşılığında sürgüne gönderilmeleri konusunda siyonistlerle uzlaşması gibi adımlar hem bir yorgunluk alameti, hem de İsrail'le uzlaşmaya aşırı yatkınlık göstergesi sayılabilir. Ama işgal gerçeği apaçık ortadadır.

İsrail'in son operasyonları neticesinde ortaya çıkan manzara korkunçtur. Sayısı belirsiz Filistinli öldürülmüştür. Binlercesi yaralanmış, sakat kalmıştır. Filistin şehirleri harabeye dönmüş, altyapı büyük ölçüde tahrip edilmiştir. Ve yine sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte, yaklaşık 5.000 kişi esir alınarak muhtelif temerküz kamplarına götürülmüştür. İsrail'i hedef alan her eylemi anında kınama yarışına giren "uluslararası toplum" ne hikmetse bu insanların akibetleri hususunda en küçük bir gayret içine bile girmemiş, bu insanları tamamen işgalci, katliamcı İsrail'in insafına terk etmiştir. Bir başka halkın topraklarını işgal edip orada yaşayan bir kısım insanı alıp götürmenin tek adı vardır; Korsanlık! Ve tüm dünya bu korsanlığı seyretmiştir.

Oysa İsrail'in bu yaptığı hukuk dışı, insanlık dışı fiiller uluslararası standartlara ve sözleşmelere aykırıdır. Örneğin İsrail'in de imzalamış olduğu İşkence ve Başka Zalimce, İnsanlıkdışı ya da Onurkırıcı Davranış ya da Cezaya Karşı Sözleşme (BM İşkenceye Karşı Sözleşme) birtakım kurallar belirlemiştir. Buna göre gözaltına alınan, tutuklanan ya da hapsedilen herkesin isminin ve niçin böyle bir muameleye maruz kaldığının açıklanması; kişinin durumu ve nerede olduğu hakkında ailesine ve yakınlarına bilgi verilmesi zorunludur. Oysa bilgi vermek şöyle dursun, İsrail elinde tuttuğu insanların sayısını bile açıklamamaktadır. Son derece kötü iklim şartlarında, sürekli baskı ve işkence altında tutuldukları bilinen Filistinli tutsakların durumu sadece Siyonistlerin zalimliğinin değil, 'küresel medeniyet'in ikiyüzlülüğünün de bir belgesi olarak durmaktadır.

Aynı ikiyüzlülük ve duyarsızlık Nativitas kilisesinden tahliye edilen Filistinliler konusunda da ortaya konulmuştur. İnsanların evlerinden, doğup büyüdükleri memleketlerinden sürülmelerine kimse itiraz etmemiştir. Siyonist saldırganların günlerce kiliseyi abluka altında tutmalarına, bu süre zarfında tam dokuz Filistinliyi hedef vurma oyunu oynarcasına bir pervasızlıkla öldürmelerine ses çıkarmayan Batılı 'medeni' devletler ancak bu insanları birer ikişer bölüşerek kendi ülkelerine kabul etme lütfunda bulunabilmişlerdir! Bir yandan dünyanın dört bir yanından sürüler halinde Filistin'e toplanan, Filistinlilerin evlerini, topraklarını işgal ederek buraya yerleşen Yahudiler; diğer yandan topraklarını terk etmeye, sürgüne zorlanan Filistinliler!

1967 sonrasında işgale uğrayan Filistin toprakları Batı Yaka, Gazze ve Doğu Kudüs'te 1972 yılında 8.400 olan yerleşimci nüfus 2002 yılına gelindiğinde tam 411.000 rakamına ulaşmış. Ve bunca anlaşmaya, karara, katliama rağmen Ariel Şaron hükümeti yerleşim politikasının sürdürüleceğini söylüyor. Yani açıkçası "işgale ve dolayısıyla katliama devam edeceğiz" diyor.

Filistin halkı elli yıldan fazla bir zamandır bu dramı yaşıyor. Örneğin İsrail 1948'de Filistin topraklarını işgale başladığında Hayfa'da yaşayan Filistinlilerin bir kısmı evlerini terk edip daha güvenli bir yer belledikleri Cenin'e geliyor ve burada geçici(!) olarak mülteci kampına yerleşiyorlar. 19 sene sonra tüm Batı Yaka ile birlikte burası da işgale uğruyor. Ve Cenin mülteci kampının sakinleri 35 yıl sonra yeniden korkunç bir katliamı yaşıyorlar. Bu tabloya dünyanın bir itirazı olduğunu kimse söyleyebilir mi? Irak'ı potansiyel silahlanma suçundan dolayı şamar oğlanına çeviren BM'nin İsrail'i Cenin'e bir heyet göndermeye dahi ikna edememiş olması, hala Filistin direnişini uyguladığı yöntemler nedeniyle kınama tutumunu sürdürenleri utandırmalıdır.

İşgale karşı somut tavır almayan hiçbir gücün, kuruluşun ya da devletin işgale karşı savaşan direniş güçlerini eleştirmeye ve kınamaya hakkı yoktur. Uluslararası toplum barış isteğinde samimiyse bunu Filistin'in işgaline onay verme anlamına gelen var olan statükoyu devam ettirme çabaları şeklinde değil, vakit kaybetmeksizin İsrail zulmüne tavır alma şeklinde göstermelidir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR