1. YAZARLAR

  2. Münir Maviş

  3. Bu Toplumda Yaşayan Herkes Konuya Duyarlı Olmalıdır

Bu Toplumda Yaşayan Herkes Konuya Duyarlı Olmalıdır

Ocak 2010A+A-

İnsan-Der, Van

Sorular:

1- Kürt açılımı konusunun gündeme gelme yöntemini ve ardındaki saikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

2- Konunun gündemleşmesinden bu yana yaşanan gelişmeleri ve konuya muhatap olan çevrelerin tutumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

3- Sürecin bundan sonraki gelişimine yönelik beklentileriniz nelerdir? Yapılması gerekenlere ilişkin ne öneriyorsunuz?

4- Genelde Türkiye’de ve hassaten de bölgede faaliyet yürüten İslami çevrelerin “Kürt açılımı” tartışmalarına yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konu çerçevesinde nasıl bir tutum takınılması gerektiğini ve nelere öncelik verilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?

 

1- Öncelikle Kürt sorununun (Kürtleri inkâr, asimilasyon ve imha sorunu) sistemin meydana getirdiği ve içselleştirdiği bir sorun olduğunu belirtmekte fayda vardır. Bunun içindir ki sorun, Cumhuriyet ile yaşıt bir sorundur. O kadar içselleştirilmiştir ki, Cumhuriyet tarihi boyunca Kürt halkının inkâr ve imha ameliyesine karşı en ufak bir hukuki sorumluluk (insan olmanın/medeni olmanın olmazsa olmaz şartı) ve vicdani duyarlılık gösterilmemiştir. Bundan ötürü 1930’ların Adalet Bakanı -adaletin kökünü kazıyan- “Kendini Türk his etmeyenler ancak Türklere hizmetçilik/kölelik hakkına sahip olabilirler.” ifadesini kullanabilmiştir. Dolayısıyla “Kürt sorunu” sistemle özdeşleşmiştir. Bu sorunu çözmek, sistemin köklü bir değişimini beraberinde getirmektedir. Bu nedenle yüzyıla yakındır sorunun tartışılması/konuşulması dahi mümkün olmamıştır, olamamıştır. Seksen beş yıl sonra konuşulmaya başlaması bile çetin bir tahammülsüzlükle karşılanmıştır. Bu açıdan bakıldığında açılımın gündeme gelme yöntemi ve ardındaki saikleri doğru anlamak mümkün olabilecektir. Söz konusu tarihi zorluktan kaynaklanan nedenlerden dolayı açılımın adı, hedefleri ve olası sonuçları konusunda bir netlik söz konusu değildir. Önce “Kürt sorununda güzel şeyler olacak.” dendi. Adı “Kürt açılımı” kondu, sonra “demokratik açılım” denildi, en son “milli birlik ve kardeşlik projesi” diye nitelendirildi. Bu hal zihinsel bir karmaşıklığı, yapılmak istenenin belirsizliği izlenimini uyandırıyor. Bu şekli ile gündeme getirilme yönteminin sorunlu olduğu açıktır. Ancak; sorunlu olmakla birlikte gündemleştirilmesi küçümsenmeyecek derecede önemlidir. Yöntemdeki olumsuzluklar, sorunun adının açık bir şekilde konulması, sebeplerinin açık bir şekilde ifade edilmesi, çözüm konusunda kararlı bir tavır sergilenmesi ile giderilebilecektir.

Çözümün gündeme getirilmesinin arkasındaki saiklere gelince:

Ülkenin olgularının bunda başat rol oynadığı kanısındayız. Var olan bu olgular görmezden gelinemeyecek noktaya gelmiştir. Yükselen toplumsal bilinç, sorunun çözümü için siyasi irade üzerinde önemli baskı unsuru olmuştur. Bu baskıya, hükümetin de olumlu yaklaşması sorunun gündeme taşınmasını sağlamıştır.

Kendi içinde sorunlu olan bir ülkenin veya halkın dışarıda başarı ve itibar kazanması son derece güçtür. Çünkü dâhili sorunları çözülmemiş bir ülke veya halk, dış mihraklı müdahale ve tahriklere açık olur.

Öte yandan pek çok ülke kendi tarihini masaya yatırarak geçmişinde halkına veya halkından bir kesime karşı işlediği zulümden ötürü medeni bir şekilde özür dilemiş, zulüm görenlere haklarını iade etmiştir. Bu ülke neden böyle bir medeni tavır içinde olmasın?

Diğer bir saik de ülkenin stratejik konumundan ötürü dış güçlerin baskısıdır. Afro Avrasya’nın kalbinde yer alan bir ülke olarak Türkiye, ulaşım ve enerji hatlarının en önemli aktarım bölgelerinden biridir. Bu denli önemli bir konumda olan bir ülkenin güvenlik sorunu yaşaması, dış güçlerin de işine gelmemektedir. Bu bakımdan sorunun çözümünde dış güçlerin etkisi ve baskısı inkâr edilemez.

Bütün bunlara rağmen, arkasındaki saikler ne olursa olsun, kendi toplumsal maslahatlarımızı nazar-ı itibara alarak özgürlük ve insani haklar namına atılacak her adımın desteklenmesi gerektiği inancındayız.

2- Konunun taraflarından ziyade bu toplumda yaşayan herkes konuya duyarlı, çözüm konusunda söyleyecek sözü olmalıdır, diye düşünüyoruz. Ancak sorunun çözümünden yana olmayanlar, çözümü istemeyenler de mevcuttur. Çözümü istemeyenlerin gerekçeleri her türlü hak, adalet, ilmi ve evrensel vicdani değerler ile siyaset ilminin ilkelerinden yoksundur. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ortalama yüz bin ölümle sonuçlanan soruna karşı kör ve sağır kesilmek medeni bir anlayış değildir.

Öte yandan sorunun çözümünden yana olanlar da farklı önerilerle ortaya çıkmaktadırlar. Bu normaldır da… Mühim olan, çözümü isteyenlerin farklılıkları ile birlikte ortak bir zeminde/paydada, ortak bir anlayışta buluşmalarıdır. Tavır ve davranışları ile ortak çözüme katkı sağlamalıdırlar. Öncelikle sorunun çözümünü gündemleştirerek Cumhuriyet tarihinin en önemli adımını söylem bazında bile olsa atan hükümet, tavır, davranış ve sözleri ile tahrik ve tahripkâr olmamalıdır. Başbakan’ın, 2005 yılında Diyarbakır’da yaptığı konuşmanın ardından oluşan olumlu havayı sonraki dönemlerde yaptığı konuşmaları ile berhava etmesi gibi, Diyarbakır konuşmasından çok daha ciddi ve olumlu görünen “açılım”ın bundan sonra öncelikle hükümet ve ardından da açılımı destekleyen tüm çevrelerin söz ve eylemleri ile sürecin sabote edilmemesine son derece gayret göstermeleri; açılıma karşı durup sabote gayretinde olan kesimlerin oyun ve tahriklerine kapılmamaları sürecin sahil-i selamete ermesi için hayati önem taşımaktadır. Özellikle hükümet kanadından süreci baltalayacak herhangi bir girişim, hükümetin konu ile ilgili tüm inandırıcılığını bitirip yalancı çoban konumuna düşüreceği gibi, müspet anlamdaki beklentilerinin bir başka bahara ertelendiğini gören bölge insanının, çözümü pek de hoşnut olunmayacak yerlerde aramalarına sebebiyet verebilecektir.

Sorunun çözümünden yana olduğunu söyleyen eski DTP yeni BDP cenahı ise bölgedeki oy oranı, Kürt seçmeninin neredeyse üçte birine denk gelmesinden en büyük Kürt oluşumudur. Böyle olmakla birlikte PKK’nın siyasi kanadı gibi davranmamalı, Türkiye’de yaşayan Kürtlerin ve ülkenin realitesiyle uyuşacak kendine özgü siyasi bir anlayış ve üslup geliştirmelidir. Şiddet bir çözüm aracı olsaydı, yıllardır süren devletin veya buna mukabil gelişen PKK’nın şiddet politikası şimdiye kadar çözüm getirmiş olmalıydı. En büyük müfessir olan zaman, şiddetin çözüm getirmediğini ortaya koymuştur. Binaenaleyh, siyasi bir yapılanma olan DTP-BDP de çözümü siyasi arenada aramalı, şiddetle kendisinin arasına önemli bir fasıla koymalıdır. Hükümetin öne sürdüğü açılıma inanıyorsa arkasında durmalı, inanmıyor veya eksik buluyorsa yine siyasi alanda kendi çözüm önerilerini ortaya koymalı, sokaklara taşıdığı muhalefetine şiddeti bulaştırmamalı, meydanlarda da sivil muhalefet yapmalıdır. Aksi takdirde açılıma şiddetle karşı çıkan muhalefet partileri ve Ergenekon uzantılarıyla aynı paydayı paylaşmaktan kurtulamayacak, Kürt tarihine kara bir leke olarak geçecektir.

3- Yaşanan bu süreçten olumlu sonuçlar çıkacağını umut ediyor, çözüm amaçlı belirlenen yol haritalarının bir yol kazasına kurban gitmemesini diliyoruz. Bu umudumuzdan ötürü, çözüm önerilerimizi daha önce basına ve kamuoyuna duyurmuştuk. O önerilerimizi tekrar burada zikretmekte fayda mülahaza ediyoruz.

KÜRT AÇILIMIYLA İLGİLİ ÖNERİLEN YOL HARİTASI

Kürt sorununun çözümü, Türkiye’deki farklılıkların birlikte yaşamı temelinde aranmalıdır. Birlikte yaşam temelinde çözüm aramanın, diğer muhtemel alternatiflerden daha sağlıklı, kendi gerçeğimize daha uygun ve halkın maslahatına daha yakın olduğunu destekleyen ve gerekli kılan önemli nedenler vardır:

Birincisi, Türkiye siyasî coğrafyasında yaşayan halklar İslam dünyası havzasına mensuptur. Dinî, kültürel ve siyasî açıdan İslam dünyasının tarihî tecrübesi, halkların birlikte yaşamını içeren yönetim modellerini gerektirmektedir.

İkincisi, Türkiye halkları İslam dünyası havzasına ait olmanın ötesinde, uzun asırlar çok daha geniş bir çerçevede, çok sayıda din ve kavmin birlikte yaşamasını sağlayan modele başarıyla öncülük etmiştir. Türkiye insanının tarihî deneyimi, birlikte yaşam için önemli bir birikim sayılmalıdır.

Üçüncüsü, İslam dünyası havzasında dinin siyasî, kültürel ve sosyo-ekonomik yaşam üzerindeki belirleyiciliği, kavmi özelliklerin belirleyiciliğinden daima daha müessir olmuştur. Pozitivist cephenin bir asrı aşkın çabalarına rağmen bugün devletler düzeyinde olmasa da halklar düzeyinde İslam’ın belirleyiciliği birinci sırayı korumaktadır. İslam, özelde kendi mensupları için, genelde de tüm insanlık için birlikte ve güçlü bir yaşamı önermektedir.

Dördüncüsü; tarihî, siyasî ve ekonomik nedenlerle Türkiye sınırları içindeki demografik yapıda önemli iç içe geçişler yaşanmıştır. Hiç kimsenin elinde sağlıklı bir veri olmamakla beraber, Kürt nüfusunun yarısının Türkiye’nin batı bölgelerine dağıldığı, yerleştiği ve kalıcı olduğu kuvvetle muhtemeldir. Özellikle bu husus, halkların birlikte yaşamı temelinde çözüm üretilmesini zorunlu kılmaktadır.

Beşincisi, Kürtlerle Türklerin yaşadığı ana bölgelerin birbirinden kesin çizgilerle ayrılmamış olması arada tamamen karma olan geniş bir alanın var olması, bu iki halkın birlikte yaşamasını zorunlu kılan önemli nedenlerden biridir.

Altıncısı, nüfusun ve yaşamın içiçeliği, ekonomik alanda da karşılıklı bağlayıcılık ve entegrasyon oluşturmuştur. Farklı temelde çözüm arayışları, hayatın önemli bir cephesini oluşturan ekonomik alanda büyük alt-üst oluşlara neden olacaktır.

Yedincisi, dinin belirleyici olduğu birlikteliğin asırlar boyu sürmüş olması sonucu Kürtler ve Türkler arasında yine kimsenin kesin ve net olarak bilmemesine rağmen milyonlarla ifade edilebilecek karşılıklı evliliklerin olması, birlikte yaşamı öngörmektedir. Bu husus da ayrıca birlikte yaşam çerçevesinde çözümü dayatmaktadır.

Sekizincisi, Türkiye’deki Kürtlerle Türkler arasında oluşan çok yönlü entegrasyon, Kürtlerin yaşadığı Suriye, Irak ve İran’a oranla çok güçlü ve ileri düzeydedir. Örneğin Suriye’de Şam; Irak’ta Bağdat, Basra ve Necef; İran’da Tebriz, Tahran, Meşhed, Şiraz ve İsfahan gibi metropol kentleri gezdiğinizde, buralarda Türkiye’deki gibi içiçeliği, kaynaşmayı ve demografik bütünleşmeleri Kürtler açısından göremezsiniz.

Birlikte yaşam zemininde/temelinde Kürt sorununun çözümüne ilişkin anayasal ve yasal değişiklikler yapılarak kısa, orta ve uzun vadede şu somut adımlar atılabilir ve sorun çözülebilir:

KISA VADEDE YAPILABİLECEKLER

1-Karşılıklı güven ortamının oluşturulması için son otuz yılda bölgede işlenmiş bütün hukuk dışı uygulamaların, olayların ve faili meçhullerin aydınlatılması amacıyla araştırma komisyonlarının oluşturulması, ulaşılan sonuçların gereğinin yapılması ve kamuoyuyla paylaşılmasının sağlanması,

2-Koruculuk sisteminin lağvedilmesi.

3-Kürtçe basın ve yayın faaliyetlerinin özel sektör tarafından yürütülmesi için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması.

4-İsmi değiştirilen yerleşim bölgelerinin adlarının orijinal haline döndürülmesi.

5-Resmî dairelerdeki memurların vatandaşla Kürtçe konuşabilmesi.

6-Valilerin ve yöneticilerin bölge insanından olmasına özen gösterilmesi.

7-Kürt nüfusunun çoğunlukta olduğu yerlerde imamların Kürtçe vaaz ve hutbe verebilmesi.

8-Kürt bölgelerindeki “Ne mutlu Türküm diyene!” yazılarının silinmesi ve tüm okullarda “Türküm, doğruyum!” andının okutulmasından vazgeçilmesi.

9-Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki tüm üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümünün açılması.

ORTA VADEDE YAPILABİLECEKLER

1-Askeri darbe ürünü olan 12 Eylül Anayasası’nı yamalamak yerine, tamamen değiştirerek 21. Yüzyıl insani tecrübesine uygun, yaşadığımız toplumun değerleriyle uyumlu, adaletin ve özgürlüğün temel alındığı demokratik bir anayasanın bir an önce hazırlanarak halkın onayına sunulması.

2-Anayasada vatandaşlık tanımı yeniden yapılmalı ve bu yeni tanım, Türkiye’de yaşayan bütün etnik ve dinî farklılıkları açıkça vatandaşlık tanımı içine almalı, farklılıklar Türkiye veya ANADOLU üst kimliği altında birleşmeli.

3-Etnik ve din temelindeki tüm farklılıklara kendi kültürlerini yaşatma hakkı anayasal garanti altına alınmalı.

4-Kürt dili ikinci dil olarak okutulmalı ve bunun alt yapı çalışmaları sağlanmalı.

5-Devlete bağlı tüm silahlı ve istihbarat güçlerinin hukuk dışı uygulamalarına kesin olarak son verilmeli.

6-İç çatışmanın sürdüğü bölgelerdeki tahribatı telafi edecek ciddi sosyo-ekonomik iyileştirmeler ve yatırımlar yapılmalı.

7-Yerel yönetimler güçlendirilmeli.

8-Türkiye, kendi tarihî sorumluluğunu dikkate alarak Irak Kürt Federal yapısıyla çok yönlü ilişkiler geliştirmeli, süregelen tehdit ve imha stratejisi yerine ortaklık ve inşa stratejisini hayata geçirmelidir. Kuzey Irak ile kurulacak güven verici ilişkiler, Türkiye’deki Kürt sorununun çözümüne ve problemin ülke için barışa, güvene ve kuvvete dönüşmesine önemli katkı sağlayacaktır.

UZUN VADEDE YAPILABİLECEKLER

1-Sadece Kürt sorunuyla ilgili olarak değil, cezaevinde ve dışarıda olan tüm siyasî suçlular için kapsamlı ve şartsız af çıkarılması.

2-Af kapsamına giren siyasilerin siyasi sürece katılabilmesi için siyasi faaliyette bulunma hakkından yararlandırılması.

3-Türkiye’nin eyalet sistemine geçmesi.

SONUÇ

Bu türden esaslı değişikliliklerin yapılabilmesi ve sorunsuz uygulanabilmesi için tarafların hadiseye kayıp ve kazanım, zafer ve mağlubiyet gözüyle bakmaması, hadiseyi politik çekişme ve çatışma zeminine çekmemesi gerekir. Herkesin hadiseyi doğal, tabii ve insanî hakların uygulanması olarak algılaması ve doğallık içinde uygulaması gerekir. Millet ve devlet olarak bu erdemliliği ve medeniliği gösterebilmeliyiz.

Birliktelik, herkesin aynı dini, dili ırkı ve düşünceyi kabulüyle gerçekleşmez; bu, mümkün de değildir. Birliktelik, herkesin kendi kimliği ve tercihiyle var olduğu, kabul gördüğü, kendi kimliği temelinde somut örneklikler oluşturduğu ortak bir zeminde ve ortak bir paydada gerçekleşebilir. Bu ortak zemin, Türkiye’dir. Türkiye, hepimizin vatanıdır. Ortak payda ise herkese var olabilme imkânını veren özgürlüktür. Gerçek birliktelik, özgür Türkiye’de tahakkuk eder. Millet olarak adalet, özgürlük ve güven temelinde ülkemizi yeniden inşa edebilecek güce sahibiz. Aramızda var olan dinî, kültürel, sosyal, ekonomik ve tarihî bağlar bize böyle bir imkânı fazlasıyla vermektedir. Yeter ki, bir bütün olarak kendi gücümüzün farkına varıp onu cesurca ve doğru kullanabilelim.

4- Maalesef, İslami kültür ve bilinç noksanlığından ötürü genel anlamda Türkiye’deki İslami çevrelerin Kürt sorununa yaklaşımları pek de sadra şifa olamamış, İslami bir duruş sergilemekten uzak olmuştur. Gerek devletin ve gerekse kartel medyasının tesirinde kalınmış, Kürt sorununa PKK sorunu gibi muamele edilmiş ve kendileri sorunun çözümünde taraf ol/a/madıkları için sorunun çözümü İslami kesimlerin dışındaki taraflara tevdi edilmiştir.

Sorun, temelinde bir halkın insani ve İslami haklarının gaspı olmasına rağmen, geçmişte İslami oluşumların bunu görmezden gelmeleri hiç anlaşılır ve kabul edilir bir anlayış değildir. Müslüman olsun veya olmasın zulme uğrayan her halkın hakları için meydanları haklı olarak dolduran bu oluşumların, Kürt halkı mevzubahis olunca ümmet mefhumunu ön plana çıkarıp Kürtlerin maruz kaldığı bu zulme duyarsız kalmaları her şeyden önce bir bedenin azaları gibi olması gereken ümmet anlayışıyla bağdaşmamaktadır.

Geçmişte yapılan kusurlardan arınarak mevcut sürecin İslami çevrelerce daha sağlıklı okunacağına inanıyor, yaşanan bu sürecin Kürt, Türk ve diğer tüm Müslümanların ve insanlığın hayrına olmasını diliyoruz.

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR