1. YAZARLAR

  2. Abdulhakim Beyazyüz

  3. Bağımsız İslami Kimliğimiz İle Adaletten Yana Durmalıyız!

Abdulhakim Beyazyüz

Yazarın Tüm Yazıları >

Bağımsız İslami Kimliğimiz İle Adaletten Yana Durmalıyız!

Ocak 2010A+A-

Özgür-Der, Diyarbakır

Sorular:

1- Kürt açılımı konusunun gündeme gelme yöntemini ve ardındaki saikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

2- Konunun gündemleşmesinden bu yana yaşanan gelişmeleri ve konuya muhatap olan çevrelerin tutumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

3- Sürecin bundan sonraki gelişimine yönelik beklentileriniz nelerdir? Yapılması gerekenlere ilişkin ne öneriyorsunuz?

4- Genelde Türkiye’de ve hassaten de bölgede faaliyet yürüten İslami çevrelerin “Kürt açılımı” tartışmalarına yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konu çerçevesinde nasıl bir tutum takınılması gerektiğini ve nelere öncelik verilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?

 

1- Sorunun cevabına geçmeden önce, açılımla neyin hedeflendiğine dair önemli gördüğüm birkaç noktayı ifade etmek istiyorum. En temelde bu açılımla PKK’nin dağda kalmasının artık bir anlamının olmadığı, PKK’nin geniş bir militan grubunun rencide olmadan dağdan inebilecekleri, topluma katılabilecekleri ve mücadelelerini siyasi yolla yapabileceklerinin mesajının verilmeye çalışıldığını söyleyebiliriz. Diğer yandan belki en az bunun kadar önemli olmak üzere, başta DTP tabanı olmak üzere, değişik eğilimlerdeki tüm Kürt kesimlerine, devletin bazı yanlışlar yaptığı, artık Kürt kimliklerinin tanındığı, bu ülkenin asli bir unsuru oldukları, parçalanmadan birlikte yaşamanın herkesin faydasına olacağı mesajı verilmesinin hedeflendiği söylenebilir. Böylelikle geçmişteki zulüm ve asimile politikalarının yol açtığı güvensizliğin, kırgınlıkların giderilmek istendiğini öngörebiliriz. (Açılım yapılsa bile, içeriğinin bunu ne kadar karşılayacağı ayrı bir tartışma konusudur.)

AK Parti’nin açılımı gündeme getirişinin/getirebilişinin altında yatan faktörlere gelince, bu saikleri en temelde iç ve dış konjonktürün belirli bir oranda uygunluğuyla, AK Parti’nin sorunu çözmedeki istekliliği olarak görmek mümkün. Bunları maddeler halinde sıralayalım:

1- AK Parti’nin diğer partilerle kıyaslanmayacak kadar, zihniyet itibariyle bu sorunun çözümüne yakın oluşu. (Bu olumluluğunu “muhafazakâr, sağcı ve devletçi zaaflarıyla beraber” geldiği geleneğin görece yoğun İslam kültürüyle yoğrulmuş olmasına borçlu olduğunu söyleyebiliriz.)

2- Ülkenin bu sorunun doğurduğu ağır yükten kurtulması durumunda kazanabileceği hareket kabiliyetinin önemini idrak etmeleri. (Diğer hükümetlerin ülkenin bu sorundan kurtulma durumunda kazanacağı imkânlarla ilgili geniş bir perspektife sahip olmamaları, görebildikleri olumlulukları da Kemalist ideolojinin asimile politikalarını içselleştirmeleri ve askeri vesayete teslim olmaları nedeniyle ideolojik olarak reddetmeleri, bu sorunun çözülme imkânını ortadan kaldırıyordu.)

3- Kürt kimlik bilincinin, (Türk ulusçuluğunu öne çıkaran sistemin zulümlerinin etkisiyle ve buna karşı verilen mücadele ve bedellerin sonucu) kitleler düzeyinde yaygınlaşması ve bunu değiştirme imkânsızlığının fark edilmesi. (Türk ulusçuluğu, Kürt kimlik bilincinin yaygınlaşmasına sebep olmanın dışında maalesef Kürt ulusçuluğunu da doğurdu.)

4- Resmi ideolojinin borazanlığını yapan medya tekelinin, belli oranda kırılmış olması ve açılımı destekleyecek belirli bir medyanın oluşmuş olması.

5- Kürt halkının ezici çoğunluğunun (Türk ve Kürt ulusalcılarına rağmen) Türk kardeşleriyle beraber yaşama arzusu ve iradesine sahip olması.

6- Başta, “İslamcılar”, demokratlar, liberaller, dindar muhafazakârlar (özellikle Fethullah Gülen çevresi), solcular olmak üzere bu çevrelerin tüm kesimlerini kapsamasa da önemli oranda bu sorunun çözümüne destek verenlerin artmış olması.

7- ABD ve Avrupa’nın PKK’yi enerji koridorları güvenliği için tehdit edici bulmaları.

8- Türkiye’nin komşularla sıfır problem stratejisinin ve değişen konjonktürün etkisiyle komşu ülkelerin PKK’ye olan desteklerinin kesilmesi.

9- Askeri bürokrasinin asimile ve imha politikalarıyla Kürt sorununu çözme umutlarını yitirmeleri, bunu itiraf etmeleri. Bu nedenle çok dar anlamda olsa bile, Kürt kimliğini tanımaya ve bireysel bazı özgürlükleri kabule yeşil ışık yakmaları.

10- Batı’nın; laikliği benimsemiş bir Türkiye’yi bölgede İran’ın karşısında örnek ve alternatif bir ülke olarak öne çıkarmak isteyişi. Bunun için de sınırlı oranda sorunlarını çözmesi için önünü açmayı ve destek olmayı çıkarlarına uygun buluşları.

11- Bölge halkı ve sivil toplum kuruluşlarının istikrar ve güvenin kendi lehlerine olacağı bilinciyle sorunun çözümünden yana bir duruş içinde olmaları.

12- Avrupa Birliği’ne giriş sürecinin ve dünyadaki görece özgürlüğün, sorunun şiddet yoluyla çözümünü zorlaştırması, başka yolları arama ihtiyacını doğurması.

Bütün bu faktörlerin sorunun gündeme getirilişini nispeten kolaylaştırdığını söyleyebiliriz. Ama sonradan görüldüğü gibi, bu sürece güçlü bir direnişin olmayacağı anlamına da gelmiyordu. Nitekim engellemelerden ötürü, “Kürt açılımı” adıyla başlayan süreç, daha sonra “demokratik açılım”, sonunda da “milli birlik projesi” adını alıyordu. Maalesef bu ad değiştirme hikâyesi burada da bitmeyebilir. Başladığımız yere dönerek “terörü bitirme projesi” adıyla da sonuçlanabilir. Bunu ise mücadeledeki güçlerin hamleleri ve başarıları belirleyecek.

Askeri bürokrasi sınırları çizdi; CHP, MHP statükodan yana durdu; DTP üstüne düşeni yapamadı; PKK önceden olumluyken sonradan kendisine bir pay çıkaramayacağını görünce meydanı ateşe verdi.

2- Bu süreçte AK Parti, ulusalcı Kemalist devlet ve Kürt milliyetçileri olmak üzere üç temel aktörün olduğunu söyleyebiliriz.

Bunların içinden AK Parti’nin, istekli ama temkinli bir şekilde hareket ettiğini, bir yandan kandilden gelen militanların askeri giysilerine bile karışmamaya dikkat ederken, diğer yandan askeriyeyle, halkın milliyetçi unsurlarını gözettiğini, toplumun tüm kesimleriyle diyalog çabası içinde olduğunu, dolayısıyla da olumlu bir görüntü verdiğini söyleyebiliriz. Diğer yandan AK Parti’nin “demokratik açılım” adında ısrar etmeyişi (Artuklu Üniversitesi’nde açılacak bölümün adı da Kürt dilinden, Anadolu dillerine dönüştürüldü.) ve bu sürecin neyi ifade ettiğini bir iki simgesel değişim örneği dışında güçlendirememesi (Tunceli’yi Dersim’e, Güroymak’ı Norşin’e çevirmek gibi), açılımla gelecek kazanımların kalıcı hale gelmesi için anayasa değişikliğine dair bir umut oluşturamaması, DTP içindeki barışçı kanadın güçlendirilmesi için gerekli hassasiyeti (Türk ulusalcılardan çekinmesi ve sağcı devletçi refleksleri sebebiyle) göstermemesi, bu süreci daha iyi yönlendirmesini engelleyen zaaflarından bazıları olarak zikredilebilir.

Kemalist devletin en önde ve etkili temsilcisi askeriye ise bir yandan Ergenekon sürecinin yıpratıcı baskısını üzerinde hissetmesi, diğer yandan Kürt sorununun silahla çözülemeyeceğini anlama noktasına gelmesi nedeniyle süreci kökten reddetme gücünü bulamadı. Ancak sürece, sadece güvenlik projesine dönüştürmeye neden olacak kırmızı çizgiler çekmek suretiyle, açılımın önünü tıkama görevini sürdürmeye devam etti. Diğer arzuladıklarını ise CHP ve benzeri kuruluşların üstünden dikte ettirmeye çalıştı. CHP ve MHP’nin bir yandan kendilerini AK Parti’yle diyaloga kapatmaları, meseleyi cumhuriyete ve Türk ulusuna ihanet olarak nitelendirmeleri, gerekirse dağa çıkma tehditlerine başvurmaları, toplumu yeterince tahrik etmeye ve tansiyonu yükseltmeye yetti. Devleti temsil eden bu kesimin farklı şekilde davranmaları, varlıklarını borçlu oldukları, kendisinden beslendikleri statükodan vazgeçmeleri zaten imkânsız gibi bir şeydi.

Üçüncü temel aktör olan Kürt ulusalcılardan DTP’nin, barış sürecine çok olumlu tepki vermesine karşın, Kandil ve Mahmur’dan gelen kafilenin karşılanması sırasında, var olan hassasiyetleri dikkate almaması, mevcut koşullarda mümkün gözükmemesine rağmen ısrarla Öcalan’ı adres göstermesi, Kürt halkının haklarından öte Öcalan’ı merkeze almış bir görüntü vermesi, Öcalan’ın hücresinin sebep gösterilerek şiddet eylemleriyle sonuçlanan gösterileri sürekli tekrarlaması, süreci ciddi bir şekilde zora soktu. Böylelikle ancak PKK’nin ve Öcalan’ın baskısı altında bir politika yürüttüğü izlenimini verdi. (Zira başta DTP’nin üst düzey yöneticilerinin bir kısmı ve tabanının neredeyse tümü olmak üzere, bütün Kürt kesimin arzusu barış ve haklardı. Verilecek özgürlük ve hakların yeterli olmadığı açıktı. Ama bu haklara ulaşma yolunu kolaylaştıracak bir yolun/sürecin önünü tıkamanın mantıklı bir izahının olmadığı da açıktı.)

PKK’ye gelince Kandil ve Mahmur’dan gelen kafilenin karşılanması, görüntülerin Türk milliyetçilerde oluşturduğu tepkiler, bunların devletçi kesimce istismar edilmesi, bunların sonrasında hükümetin yeniden durum değerlendirmeye kendini mecbur hissetmesi ve Öcalan ve PKK üst düzeyine dönük iyileştirme yapma ihtimalinin zayıflaması, Öcalan ve PKK’yi DTP ve PKK’li milisler üzerinden süreci engellemeye sevk etti. Nitekim bu tavır Reşadiye saldırısının üstlenilmesiyle açıkça deklare edilmiş de oldu. PKK, Kürt halkının haklarının artırılması sürecini kendi örgütsel çıkarına tercih edebilseydi, diğer tarafta tozu dumana katan kafatasçı Türk ulusalcıların ekmeğine yağ sürmeseydi, barışı isteyen Kürt ve Türk halkı kazançlı çıkacaktı. Elbette ki bu durum PKK’nin derin devletin maşası olduğu iddialarını haklı kılmaz. Her hareket gibi içinden devşirilen grupların olması ise ayrı bir konu. En temelde derin devletle PKK’nin çıkarlarının ve zihniyetlerinin uyuşması, derin devletin etkilediği bazı kişilerce yönlendirmeye çalışması (Öcalan gibi) veya diğer Kürt hareketlerini zayıflatmak için devletin PKK’ye gizli destekler vermesi bile bu iddiayı ispatlamaz. Çünkü en temelde PKK’yi doğuran Kürt sorunudur. Kürt ulusalcılığının en önemli temsilcisi PKK’nin ulaştığı nokta, derin devletin basit bir maşası olmasına engeldir. Ama bu durum PKK’nin, Reşadiye gibi, Bingöl saldırısı gibi bazı eylemlerde derin devletin tezgâhına düşme ihtimalini sıfırlamaz.

3- Bundan sonra da zor olmasına karşın, çözümden başka bir seçeneğin olmaması nedeniyle AK Parti’nin süreci sürdürmeye çalışacağını tahmin edebiliriz. Çıkan engeller sebebiyle süreç yavaşlasa bile AK Parti bu süreci sürdürmek zorunda olduğunu biliyor. Hem ülkenin hem de AK Parti’nin çıkarı bunu gerektiriyor. Sorun, bu sıkıntılı sürecin nasıl iyi bir şekilde yönetileceğidir. Bu tehlikeli yolda arabanın devrilmesine izin vermeden süre- cin nasıl sürdürebileceği meselesidir.

AK Parti bu süreçte konjonktür gereği Öcalan’ı ve PKK’yi direkt muhatap almamalıdır. (Öcalan’ın ve PKK’nin muhatap alınmasında bir sorun görmemekle beraber, açılımın selameti gereği şimdilik bundan uzak durulmalıdır. Zira tüm Kürt halkının temsilcileri değillerse bile, hatırı sayılır bir temsiliyeti ifade ettiklerini teslim etmek gerekmektedir.) Diğer yandan PKK militanlarının onurunu zedelemeden sivil mücadeleye katılmalarının yollarını açmalı, halkı muhatap alarak, eski DTP milletvekilleri, bölgedeki tüm kanaat önderleri ve STK’larla işbirliği içinde Kürt halkının uğradığı zulmü giderici, beraber yaşama umudunu artırıcı adımları atmakta ısrarlı ve kararlı olmalıdır.

Her şeyden önce hükümet, devletin geçmişte yaptığı zulümlerle yüzleşmeye, haksız yere öldürdüğü çocuk, kadın ve yaşlılardan dolayı özür dilemeye ve yeni bir başlangıca hazır ve istekli olduğunu ortaya koymalıdır. Ayrıca Kürt diline dönük her türlü yasaklamaları kaldırmalı, kaldırılan eski yöre isimlerini geri vermeli, köylerinden çıkarılanlara gerekli desteği vermek suretiyle evlerine dönme imkânını sağlamalı, koruculuğun kaldırılmasına dönük makul adımlar atmalı, bölgedeki devlet dairelerinde makul ölçüde Kürtçe bilen görevliler istihdam etmeli, Kürt kimliğinin kabul edildiği gerçeğini, mümkün olan en yakın zamanda anayasal düzeyde tescil edeceğini deklare etmelidir.

4- İslam, kendisini benimseyenlerin önüne üstünlük ölçüsü olarak takvayı koyar. Ayrıca her türlü dil, renk, kavim farklılığını Allah’ın bir ayeti ve zenginlik addeder. Bu bakış açısına sahip olan İslami çevreler, bu nedenle sorunun çözümüne katkı sağlaması gereken çevrelerin başında gelmeliler. Nitekim “Kürt açılımı” tartışmalarında meseleye olumlu yaklaşanların başında bu çevreleri görmek de mümkündür. Ancak İslam’ın kendilerinden istediği orandaki bir kararlılık ve netlikle zulme karşı çıkmada ve hakları teslim etmede tam bir önderlik yaptıklarını söylemek maalesef mümkün değildir. Bunun sebeplerini şöyle sıralamak mümkündür:

a) Ulusalcı zihniyetten etkilenmişlik. (Kürtlere haklar verilirse Misak-ı Milli sınırlarının tehlike altına girme ihtimali endişesi.)

b) Kürt kimlik ve haklarının savunuculuğuna soyunan kesimin, özellikle dine belirgin bir şekilde karşıt olmalarının verdiği çekingenlik.

c) Teorik ve ahlaki söylemlere kilitleniş ve sosyal problemlere ilgisizlik. (Sanki on binlerin ölümüyle ilgili bir meseleye yaklaşımın ahlaki bir duruşla ilgisi yokmuş gibi.)

Hâlbuki yapılması gereken İslam’ın bize verdiği adalet ölçüsü içinde, zulme uğrayanın dinine, rengine, diline, sınıfına bakmadan mazlumun yanında yer almaktır. Oysa bu süreçte bağımsız sahih İslami kimliğe sahip Müslümanlar olarak, istenilen anlamda sesimiz çıkmadı. Sınırlı imkânlarımıza paralel bir duruş sergileyebildiğimizi dahi söyleyemeyiz. Hâlbuki bu sorun, milyonları etkileyen bir mesele, aynı zamanda bize ulusalcılığın çıkmazlarını deşifre etme ve İslam’ın harika görüşlerini ortaya koyma fırsatını sunuyor.

Bunu gerçekleştirmek için tüm sahih İslami anlayışa mensup çevreler olarak, net bir İslami kimlikle ulusalcılık ideolojisinden beri olduğumuzu ortaya koyan bir duruş sergilemeliyiz. Açık bir şekilde Kürt halkının, Türk halkının sahip olduğu tüm haklara sahip olarak, ama mutlaka beraber yaşaması yönünde irademizi ortaya koymalıyız. Bunun için tüm sahih İslami anlayışa sahip kesimlerle işbirliğine girmeli, kitlesel basın açıklamaları, mitingler, tam sayfa gazete ilanlarıyla ve çeşitli toplum kesimlerini ziyaretlerle sesimizi duyurmalıyız. Mevcut gücümüzle süreçte tüm inisiyatifi ele geçirmemiz zaten mümkün değil. Ama bağımsız İslami kimliklerimiz ve duruşlarımızla var olduğumuzu, adaletten yana olduğumuzu ortaya koyabiliriz. Bunu başardığımızda, halkın sorunlarına İslami bir kimlikle sahip çıkıp çözüm yollarını gösterdiğimizde, halkın umudu olma imkânını da yakalayabiliriz. Böylelikle temel hedefimiz olan Allah’ın kullarını şeytanların tasallutundan kurtarma hedefimize bir adım daha yaklaşmış oluruz.

Söylediklerimizden yanlış olanlar kendi vehmimizden, doğrular Rabbimizin lütuflarındandır. O bize hidayeti vermekle minnet etmiştir. Hamd/övgü O’na aittir…

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR