1. YAZARLAR

  2. Eyüp Sabri Togan

  3. Bir Perişanlık Durumu Olarak Kur’an’da Helak

Bir Perişanlık Durumu Olarak Kur’an’da Helak

Ocak 2022A+A-

Kur’an-ı Kerim’de ‘helak’ çeşitli ayetlerde bize anlatılır. Rabbimiz, Enam Sûresi 47. ayette, “De ki: Size Allah’ın azabı ansızın veya açıkça gelirse zalim toplumdan başkası mı helâk olur?” diye buyurur. Diğer taraftan, inananların korku ve üzüntü duymayacakları yani ne helake ne de azaba uğramayacakları temin edilir: “Biz peygamberleri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve halini düzeltirse onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyecekler.” (Enam, 6/48)

Enam Sûresi 47. ayette geçen helake uğrayanlardan kavim olarak söz edilmesi dikkat çekicidir. Helakin toplulukları hedef aldığı gibi bireyleri de kapsadığına ilişkin değerlendirmeler yapılmıştır. Bir kavme ahiret cezası öncesinde dünyada başlayan sert bir cezalandırma durumu olarak helak hususunda Kur’an kıssalarında hepimizin zihninde canlanan sarsıcı misaller vardır.

En geniş ifadesiyle kâfirlerin ölümüyle gerçekleşecek hal olarak tanımlamak mümkün olsa da helakin, diğer ceza ve yenik düşürme biçimlerinden derece olarak ayrılan, daha sert ve şoke eden bir cezalandırma olduğu söylenebilir. Nitekim Allah’ın ayetindeki kesin bir kanıtla hidayete tutunanlar ile helak olanlara ilişkin vurgu, hakkın bâtıldan ayrılmasıdır. Böylece kâfirler ile inananların safları netleşmektedir. Azgınlığa karşı helak, zalimin zulmünün yanlarına kalmayacağına ilişkin terazinin topuzu olarak ilahi bir dengedir.

Enfal Sûresi 42. ayet, Müslümanların eliyle kâfirlerin savaş esnasında helak edilebileceğinden bahsederek helakin sadece doğal etmenlere (rüzgâr, yağmur vs.) bağlı olmadığını gösteriyor. O halde, vahyî işaret anlamında (mucizeler) kesilmiş olsa da toplumlar arası mücadele ve savaşlar devam ettikçe helakin artık gerçekleşmeyeceği kesin bir dille söylenebilir mi?

Kur’an-ı Kerim peygamber kıssalarıyla kavimlerin uyarılması ve helake giden süreçlere muhtasar olarak değinir. Sözkonusu kavimlerin hemen hepsinin mucizeler geldikten sonra küfür ve zulümlerinde inat eden kimseler olduğu anlatılır. Buradan “Eğer mucize yoksa helak de olmayacaktır!” sonucu çıkarılmaktadır. Lût veya Nûh (as) kavminin benzeri helak manzaralarının yaşanmayacağı görüşünün temelinde, bir daha peygamberler gelmeyeceğine göre Kur’an’da geçen biçimiyle helaklerin yaşanmayacağı düşüncesi yatar. Diğer yandan, helakin kıyamete kadar müminler için de sakındırıcı ve korkutucu bir yanı olduğunu rahatlıkla görebiliriz: “Yoksa siz gökte üzerinize taş yağdıran bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Tehdidim nasılmış bileceksiniz!” (67/17) Ayette, helak geçmemekle beraber, cezalandırma biçiminin helaki anlatan ayetler gibi, çetin bir duruma işaret ettiği açık. Yine aşağıdaki ayette helak kelimesi geçmemekle beraber, can yakıcı bir azap veya helak durumu anlatılmaktadır: “Ne zaman ki emrimiz geldi, o ülkenin altını üstüne getirdik ve üzerlerine istif edilip pişirilmiş çamurdan taşlar yağdırdık.” (11/82)

Bu azap uyarısının yanında Yüce Allah, tövbe eden, azınlık da olsa arınma çabası gösterenler oldukça cezalandırma yoluna gitmeyeceğini ifade etmektedir. Helak nihai bir sonuçtur. Oysa Allah, kullarına ıslah yolları göstererek onları temizlemek ister.

Araf Sûresi’nin 170 ve 173. ayetlerinde atalarının izinden gittikleri için helakten korkan insanlara, helakten korunmaları ve kendilerini ıslah edip dersler almaları için teşvik görüyoruz.

Allah’ın Ayetleri Olarak ‘Mucize’ Bahsi

Mucize dediğimiz şey, Allah’ın ayetleridir ve vahyin kendisi bizzat mucizedir. Nitekim ‘mucize’ anlamı Kur’an’da ‘ayet’ kelimesi ile karşılanır. Mucize, peygamberlerin vaziyet ettiği, Allah’ın özel iznine tâbi olaylardır. Burada ayet kelimesinin bir karşılığı olarak olay ve bağlamla sınırlı (mucizeler) öncelikle vahyî alametlerdir. İsa’nın peygamberliği sırasında havarilerine gökten inen sofra gibi, bir çağrıya Allah’ın icabet ettiğini ayan beyan göstermesi ayetin tezahürüne yani mucize durumuna tekabül etmektedir. Burada ayet, gökten sofra inmesi kadar, İsa’nın (as) duası ile bu imtihanın Allah’tan açık bir işaret olarak gerçeklemiş olmasıdır. Kur’an, geçmişte cereyan eden olayın bizce gaybi yönlerini de yansıtmıştır. Hâlihazırda, günümüzde olaylar benzer şekilde cereyan etse bile peygamberlerin muhataplarıyla yaşadıkları ‘mucize-helak’ durumuna tam tamına karşılık gelmez.

Genel anlamda, Kur’an-ı Kerim’deki farazi helak örneklerinde bir ansızınlık, bir amansız gece veya gündüz istirahate çekilmişlerken yakalama vardır. Nûh (as) örneğinde, helakin bir süreç içinde, yağan yağmur, kabaran dalgalar ve yutan sele dönüşerek dalga dalga geldiğini söyleyebiliriz. Nûh’un (as), oğlunu dağlara kaçıp saklanmaya çalışırken bir taşın üstünde bulup konuşması, kurtuluş çağrısını son bir defa yapabilmesi helakteki aşamalara işaret eder. Hatta denizin yarılmasıyla, boğulmakta olan Firavun’un son bir hamle ile iman ettiğini söylemesi bile helakin ölüm öncesi kâfirlerin idrakinde açık azabın nasıl malum olduğunu gösterir. Bu anın, bir balyoz etkisiyle cereyan ettiğine ilişkin örnekler Kur’an’daki anlatımlarla tahayyülümüzde yer etmiştir.

Helak, hayatta kalmak veya ölmek ile değil ancak sapıklık ve doğru yolu bulmak çizgisinde belirlendiğinden, uzamı bu dünya ile sınırlı olmayacaktır. Aşağıdaki ayet-i kerime, kullarının helak üzerinden ayrışmasına şöyle işaret etmektedir:

“Hatırlayın ki (Bedir’de) siz vadinin yakın kenarında (Medine tarafında) idiniz, onlar da uzak kenarında (Mekke tarafında) idiler. Kervan da sizden daha aşağıda (deniz sahilinde) idi. Eğer (savaş için) sözleşmiş olsaydınız, sözleştiğiniz vakit hususunda ihtilafa düşerdiniz. Fakat Allah, gerekli olan emri yerine getirmesi, helak olanın açık bir delille helak olması, yaşayanın da açık bir delille yaşaması için (böyle yaptı). Çünkü Allah hakkıyla işitendir, bilendir.” (Enfal, 8/42)

Helakin geride sağ kalan Müslümanların durumunu da netleştiren bir ayraç olmasından yola çıkan Muhammed Esed, helak kavramını hayatta kalan kâfirleri de kapsayacak bir genişlikte kullanmaktadır. Bu yönüyle, kâfirlerin Müslümanların eliyle tasfiyesi bile helakin asgari anlamda gerçekleşmesi için yeterli olabilir. Kâfirleri yaşarken ölmüş olarak resmeden bu yaklaşım, ayet-i kerimelerdeki helak vurgusunun çeşitliliğine bir örnektir. Helakin kısmen veya tamamen yerle yeksan olmak anlamına gelmesinin kâfirler üzerinde travmatik etkileri vardır. Helak inananların yüreğine su serperken onun yakın muhataplarına ve uzak sempatizanlarına çağlar boyu unutamayacakları dersler vermektedir. Bu yanıyla helak, muhayyilelerde çeşitli biçim ve saiklerle hep yaşar. Nûh tufanının Gılgamış Destanı’nda ve diğer pekçok din ve kültürde halen canlı olması gibi.

Kur’an’dan mülhem helak değerlendirmelerinde afet ve musibetlerle kıyas yapılmaktadır. Toplu kayıplara neden olan afet veya musibetlerin masum insanların ölümüyle sonuçlanması nedeniyle buradaki can ve diğer kayıplar ile helak sırasında ölen çocukların, masum kadın ve erkeklerin durumu merak edilmektedir. Helak sırasında bazı inananlar hayatını kaybetmiş olsa da Kur’an’ın temin etmesiyle onlar helakin hedefi olan zalimler gibi asla cezaya çarptırılmayacaklardır, çünkü helak hedef aldığı insanı cehenneme taşıyan bir yoldur ve bu kesindir. Bir başka deyişle cehennem yoksa helak da yoktur.  

İradesini helakten kurtulmak adına kullanabilecek durumda olanlara ilişkin ayet uyarı ve ceza bağlantısını şöyle ifade eder: “Gerçek şu ki: Halkı habersizken Rabbin haksızlık ile ülkeleri helâk edici değildir.” (Enam, 6/131)

İnsanlık tarihinde helak, kadim anlatılardan mitolojilere, kutsal kitaplardan insan benliğine ve davranışlarına uzanan bir ağa sahiptir. Örneğin Nûh tufanında devasa bir nüfus kaybı yaşanmıştır. Kur’an, Nûh tufanından gelenlerin daha iyi bir yaratılışla dünyaya getirildiğini bildirmektedir. Burada bir demografik değişimin yanısıra dünyadaki mahlûkatın yeniden ve (belki farklı şekilde) neşet ettiği anlaşılmaktadır.

“Görmediler mi ki onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz bütün imkânları kendilerine verdiğimiz, gökten üzerlerine bol bol yağmurlar indirip evlerinin altından ırmaklar akıttığımız nice nesilleri helâk ettik. Biz onları, günahları sebebiyle helâk ettik ve onların ardından başka nesiller yarattık.” (Enam, 6/6)

Helakin, mülkleri de tarumar eden nasıl kapsamlı bir tasfiye olduğunu ise aşağıdaki ayetten okuyabiliriz:

“Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi (Yahudileri) de içini bereketle doldurduğumuz yerin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Sabırlarına karşılık Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta olduklarını ve yetiştirdikleri bahçeleri helâk ettik.” (Araf, 7/137)

Tarih boyunca, büyük savaşlar da benzer kırılma ve etraflı değişimlere yol açtı ve halen açmakta. Esasında, savaşlar ile doğa olayları arasında benzerlikler de var. Savaşlar tıpkı helak ve afetler gibi belli kavimlerin bertaraf edilmesiyle köklü değişimleri beraberinde getirmiştir. Aradaki fark, savaşların yol açtığı tasfiyelerin, doğrudan insan eliyle yapılıyor olmasıdır. Helak zalimlere ‘müstahak,’ diğer insanlar için ise ‘ibrettir’. Biz de helaklerin her an tekrar etmeyeceğinden emin olamayız. Mucize devri kapandığı için helaklerin yaşanmayacağı görüşünü dikkate aldığımızda, Kur’an’da yer alan mucize örneklerinin şimdi ve gelecekte insanları sebep ve sonuçları üzerinde düşündürmeye devam edeceğini söyleyebiliriz. İbret almak için bu mucizelerin illa tekerrür etmesine gerek yoktur.

Bu ayet, helak ile Allah’ın başka şekilde azap etmesinin ayrı olduğunu göstermektedir:

“İçlerinden bir topluluk: ‘Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?’ dedi. (Öğüt verenler) dediler ki: Rabbimize mazeret beyan edelim diye bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz).” (Araf, 7/164)

Zihinlerinde helak ve azap beklentisi olan bir grup insanın ağzından aktarılmaktadır ki bu ayette bir helakten önce, helak beklentisi vardır. Bu yanıyla, azgınlık ve sonucunda helak beklentisi ‘suç ve ceza’ bağlantısı için de düşünülebilir.

“Dilerse sizi ortadan kaldırır ve yerinize yeni bir toplum getirir.” (Fatır,35/16) Bu ayette geçen يُذْهِبْكُمْ (ortadan kaldırmak) kelimesine Türkçede taradığım mealler içinde, sadece Hayrat Neşriyat’ınkinde helak anlamı verildiğini gördüm. Diğer meallerde, ortadan kaldırmak, yok etmek veya yerine başka canlılar yaratarak insanları (tür olarak) silip süpürmek olarak geçiyor. Allah’ın yeni kavim/toplum getireceği hususunda Maide Sûresi’ndeki bir ayetten, vazifelerinde zafiyet gösteren Müslümanların, daha zinde ve sorumlu başka inananlarla yer değiştireceğini anlıyoruz. Bu sırada elenenlerin akıbetleri Allah’ın tasarrufundadır: “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler; müminlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; Allah yolunda mücahede eder, hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. Bu, Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah, geniş ihsan sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir.” (Maide, 5/54)

O halde bu iki ayet, insanların akıp giden zamanda daha iyilerine yer açmak adına tasfiyesi ve daha dar anlamda Müslümanların ham ve ihmalkâr olanlarının elenmesini ifade etmektedir. En az bir mealdeki ‘helak’ çevirisine rağmen, zikrettiğimiz bu son iki ayette ‘helak’ kelimesi geçmez. Buradan çıkarımla, helakin daha ziyade, kâfirler ile inananların arasındaki ayırt edici o kalın çizgi olduğu intibaı güçlenmektedir. 

Afet ve Musibetler

Afet ve musibetler kategorik olarak elbette helake eşdeğer bir ceza formu olarak görülemez.

“Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir. Kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.” (Şuara, 47/30) Ayetteki “Musibetler kendi elinizle yaptıklarınızdandır.” İfadesi spesifik bir pencereden, “Belli hatalar ve vahim yanlışlar, (bizlere) namlusu dönmüş bir silah gibi geri dönebilir.” şeklinde de anlaşılabilir. Bununla beraber, pek çok afet ve hastalıktaki ilahi murat bir kader tecellisi babında tevekkülle de ele alınmak zorundadır. Genelleme ve Allah Teâlâ’nın tam olarak neyi murat ettiğini hakkıyla bilemeyiz. ‘İbret’ almak ve takvayla ‘sakınmak’, bizi Allah’ın gazabından uzak tutacaktır. Diğer taraftan, kuruntulu, ‘Yürürken kafama saksı düşer mi?’ şüpheciliği içinde bir musibet endişesiyle kendini koruma anlayışı da paranoyalar doğurur. Burada Müslümanın afet ve musibetlere karşı dengesini ölçüde tutacak ayarlardan biri tevekküldür. Muhammed Esed, Şuara Sûresi 30. ayete ilişkin musibet tanımını, daha genel bir başlık açarak almakta ve kötü işler yapanların ahirette cezalandırılması olarak görmeyi yeğ tutmaktadır.

Doğa-insan ilişkisine dair Helmut Lehten, ‘Soğuk Temas’ kitabında, dünyaya, doğaya yabancı gelen insanın çeşitli ilişkilerle topluluğa karışırken, doğa ile de besin ve sosyal ilişkiler zincirine girerek bir dizi ilişki kurduğunu anlatır. Bu ilişkilendirme, insan davranışları eliyle doğanın tepki vermesi durumunun ta kendisidir aslında. Kur’an-ı Kerim, İsa’yı (as) tanrının oğlu gören abuk sabuk inanç sahiplerine karşı göklerin nasıl kızgınlıktan çatlayacak hale geldiğini anlatır. Kıyamet, son tahlilde, küfrün çoğa varmayacağını ve bâtılın mumunun sonsuza kadar yanmayacağını, Allah’ın yarattığı kâinatın bile şirke karşı sınır çizdiğini bize gösterir.

Hristiyanlıkta Günah ve Azap İlişkisi

Hristiyanlıkta günah ile şifa bulma düz bir çizgi içinde yansıtılır ve bu yaklaşım gereği, günahlardan sevaba geçen bir kişi ödülünü bu dünyada iyileşmiş olarak alacaktır. Deuteronomy’de (7:12) ise hastalık günahın esir aldığı bir durumdur ve Rabbe itaat ile iyileşme sağlanır. Hristiyanlıktaki bu tablo, dünya hayatınıöne çıkaran bir aciliyet içinde, ahiret vurgusunu gölgede bırakmaktadır. Oysa Müslümanların hayatında, güç getiremeyecekleri durumlar karşısında ‘sabır’ tavsiye edilmektedir. Hatta ıstıraplar karşısında, isyan etmeden, şükre devam ederek o ‘sabrı’ göstermenin bazı günahlara kefaret geleceğine ilişkin yaklaşımlarvardır ki bunlar Allah’ın kullarını affetme konusunda çeşit çeşit yollar yaratarak hesap günündeki kurtuluşlarını kolaylaştırmayı düşündürmesi açısından anlamlıdır. Günah ve helak ilişkisinde, Rabbin yok etmek için hastalıkları vesile kılarken, tebliğe muhatap olma, körü körüne inat ve ifsadın yaygınlaşması gibi Kur’an’da dile getirilen kritik noktalar Hristiyanlıkta odak olmaktan çıkmaktadır. Bir diğer örnek ise Yunus’un kavminin itaat ile azaptan kurtulmasıdır. Ayrıca Deuteronomy’de (28:61) hastalıkların nesiller boyu belli soyağaçlarına müstahak görülerek başlarına dert edilmesi, adeta bir etnik veya soya bağlı cezalandırmayı meşru göstermektedir ki İslam dininde kavimlere atalardan tevarüs edegelen bir günah keçiliği yoktur. Bu, İslam’ın insanlığı arındıran, ıslah eden farklarından biridir.

Doğanın akışı, bildiğimiz ve bilmediğimiz kurallarıyla bir ölçü ve düzen içinde devinmektedir. Bu anlamda, kaosa asla yer olmadığının da altı çizilir. Helak, doğanın temel yasalarındaki beklenen akışın dışındaki sürprizlerden biri olarak düşünülebilir mi? Mucizeler nasıl insanları hayretlere düşüren bir taaccub-u sayan durum ise helak de ‘alışıldık normalin’ dışında meydana gelen oluşumlardır. Helak kâfirleri kıskıvrak yakalayıveren fena bir sürprizdir. Bütüncül bir bakışla, doğanın içindeki düzen programlıbir düzendir ama -mucizelere atıfla- doğadaki deviniminyeni bir program ve kurulumlara dönmesi mümkündür. Allah’ın takdiriyle, ‘yaratma ve yıkım’, sonra yeni bir yaratılış ve kurulumlarla birbirini takip ederek gidebilir.

Sonuç

Ayetlerin bütünlüğünde, helakin, yalanlayanlara ve zulümlerine zulüm katanlara layık görülenen sert ceza formu olduğunu görüyoruz. Bu raddeye gelene kadar Allah sayısız ıslah ve kurtuluş fırsatını kullarının önüne seriyor. Rahman ve Rahim sıfatlarının yansıması olarak uyarmadan onları helak etmiyor. Allah’ın acilci şekilde ceza vermemesi bile tek başına O’nun kullarına olan merhametini göstermektedir.

Artık peygamberler ve vahiy dönemi son bulduğuna göre, mucizeler (ayet) sayfası; Musa’nın (as) önünde denizlerin yarılması gibi harikulade haller dönemi kapandı diyecek miyiz? Bize doğaüstü gelen hadiselerle helaklerin bundan böyle yaşanmayacağı kanaatine rağmen, kâfirlerin ölümü de yaşamı da helakten uzak değildir. Kendi helaklerine gözünü kapayan zalimler, dirildiklerinde şeytanın vaatlerinin bir seraptan ibaret olduğunu idrak ettiklerinde, her şey şipşak olup bitecek; hesap günü de yine seri bir hesapla geçecek. Biz müminler akıbetimizden emin olamayacağımız için, ne olduğumuzdan çok ne olacağımızı düşünerek helakin her türlüsünden Allah’a sığınmak isteriz.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR