1. YAZARLAR

  2. Yılmaz Çakır

  3. Biçenleri Bildik, Papatyalar Kim?

Biçenleri Bildik, Papatyalar Kim?

Aralık 2001A+A-

Geçmişi yad ederken ne diyordu şair: "Bir mü'min ölse ağlardık." Ya şimdi, şimdisi yok, her şey ortada ve biz sadece Cenk Kalesi'nde bir anda ve bir arada, hain bir tuzak sonucunda katledilen, ümmetin yedi yüz yiğit çocuğu için hiçbir şey diyemiyoruz, yapamıyoruz. Hepsinden de acısı belki de yüreğimizde bir sızı bile yok...

Öyle ya, Cenk Kalesi'nin ve orada öldürülenlerin, bizim mühim hayatlarımızın yanında, önemli işlerimizin arasında nasıl yeri olabilir?! Onlar kimlerse, niye Afganistan'a gitmişler ki! Dursalardı ya ülkelerinde: Yemen'de, Bosna'da, Türkiye'de, Çeçenistan'da, Özbekistan'da, Arabistan'da, Pakistan'da, Doğu Türkistan'da ve daha nice ülkede... Ne işleri vardı Afganistan'da?

ABD'nin başlattığı "Haçlı Savaşı"na karşı müslüman bildiklerinin yanında olmak onlara mı kalmıştı? Hem Taliban İslam'ı iyi temsil etmiyordu ki. el-Kaide ise İslam'ı terörize ediyordu... Amerika ve başyaveri İngiltere mi, onların yüzlerce günah ve suçları mı? Ne alakası vardı, bunları dillendirmenin, değerlendirmenin sırası mıydı?

ABD'nin günah galerisindeki Şili darbesinin; Haiti, Somali, Nikaragua, Dominik, Vietnam ve Panama işgallerinin; Guatemala'ya, el-Salvador'a, Angola'ya, Bolivya'ya ve İran'a yapılan müdahalelerin; Libya'ya, Irak'a, Sudan'a atılan bombaların dile getirilmesi "içimizdeki şeytan"ı meşrulaştırıyor olmasındı?!

İhanet ve zulüm yıllardır dışımızdan da gelse, ölüm; üzerimize "papatya biçen"ler olarak da yağsa, biz şeytanı içimizde aramalıydık. Böyle buyuruyordu birileri. Doğrusu Büyük Şeytan'ın avukatlarından başka türlüsü de beklenemezdi. Çıkartmalıydık ruhlarımızı teslim alan şeytanı içimizden ve kovmalıydık. Bunu yapmıyorsak, yapamıyorsak; tarihsel tecrübeleri ışığında "Haçlılara" bırakabilirdik işi... el-Hak onlar bu işte uzmandılar.

Neymiş: "Müslüman ümmete seksen yıldır zillet reva görülüyormuş, Irak'ta bir milyon çocuğun ambargo yüzünden açlıktan ölmesine sessiz kalınıyormuş, Filistin'de İsrail zulmü büyük-küçük demeden tam bir kıyım makinasına bürünmüş, ABD, dış yardımın yüzde kırkını İsrail'e yapıyormuş, vesaire, vesaire... Bunun sorumlusu ise ABD başta olmak üzere ona yardımcılık ve yalakalık eden devletlermiş. Bu açıkça batılıların hayat tarzına, yaşam standartlarına karşı; çevreye "vesvese" yaymak, etrafı velveleye vermek değil de nedir?! O halde bunların önünün alınması, biçilmesi uygundur!! Neyle, mesela Papatya Biçenlerle! Nerede, şimdilik Afganistan'da; sonra, her yerde.

Biçenleri anladık, bildik de biçilenler kim? Kim olacak, papatyalar. "Kış ortasında papatya mı olur?" demeyin. Birileri hiç de öyle düşünmüyor olmalı ki, kışa, kara, soğuğa ve ayaza karşı açan "papatyalar"ı biçiyor sürekli. Birileri de bu çiçekleri yetiştiren toprağa işaretle: Mevdudi'yi, Seyyid Kutub'u, Hasan el-Benna'yı dillerine doluyor. Doğrusu akıllıca... Akıllıca olan toprağı kurutmak elbet, üstelik topsuz tüfeksiz ve de bombasız ya da bombalarla.

Kunduz kuşatmasında esir alınan yüzlerce Afgan coğrafyasının dışından gelen müslüman, Birleşmiş Milletler'in onayı, ABD, İngiltere ve kiralık katil Raşit Dostum'un marifetiyle Mezar-ı Şerif'teki Cenk Kalesi'nde toplandılar ve elleri bağlı bir şekilde katledildiler. Onlar ümmetin direndiği bütün cephelerde, Bosna'da, Çeçenistan'da, Doğu Türkistan'da, Keşmir'de de en öndeydiler ve ABD'nin dünyaya dayattığı zorbalığın önünde önemli bir engeldiler. Onun için yok edilmeliydiler. Ve öyle de oldu. Şimdi Mezar-ı Şerif, daha bir ismi ile müsemma hale geldi. Artık ismini menkıbelerden değil, gerçeklerden alıyor.

Mezar-ı Şerifte bir yer Cenk Kalesi, Cenk Kalesi'nde tutsak müslümanlar ve güya isyan... Silahsız ve elleri arkalarına bağlı tutsakların isyanı... İsyan bastırılıyor, hem de geride bir tek kişi bırakılmamacasına... İsyan mı, elbette isyan. Ya ne sandınız? Ama Mezar-ı Şerifte değil, Cenk Kalesi'nde değil; taa müslüman olmakla, dünya egemenlerine karşı çıkmakla başlayan, bu uğurda yerlerini yurtlarını ve sevdiklerini terketmeyle devam eden bir isyan.

Dünya egemenlerinin emellerini gerçekleştirmede önlerine çıkacak olanlara reva görülen bu zulümden, başkaları da ders çıkartmalı! Ayaklarını denk almalılar!! Katliam bütün dünyaya "ibreti alem olsun" mesajları sunuyor sanki.

Okuyoruz, duyuyoruz. Bazıları; olup bitenleri medeniyetler savaşı olarak görüyor ve gösteriyorlar. Buna göre İslam medeniyeti ile batı medeniyeti çatışıyor. Eğer bu kullanımda, medeniyete müspet bir anlam yükleniyorsa, bunun Batı için özellikle de ABD için anlamı olmasa gerektir. Dünyayı kan gölüne çeviren ve sonra da kendisine yönelik en ufak bir hesap sormaya, itiraza büyük bir öfkeyle cevap verenlerin, bugün yaşadıkları ülkeyi bile Kızılderilileri soykırıma uğratarak gasp etmiş bulunan bir devletin; Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bombası atarak binlerce masum sivili öldürme suçu işleyenlerin medeniler olduğunu söylememeli. Medeniyetten kasıt; silahlar, gökdelenler, ikiz kulelerse o zaman insanlara derin acılar ve ızdıraplar çektiren Firavunlar da Nemrutlar da medeniydiler. Mısır Piramitleri de Babil Kulesi de birer medeniyet anıtı olmalı. Ama ya medeniyet ölçütü?! Medeniyeti taşlarla, demirlerle ölçenler için sorun olmasa gerektir. Fakat medeniyeti; taşların, tuğlaların arasına sızmış, saklanmış insan kanlarında, alın terinde gören anlayış için durum farklı olmalı.

Onun için diyoruz ki, bugün, evet birileri İslam'la savaşıyor. Ama bu savaş medeniyetler savaşı gibi tadı, tuzu, rengi olmayan; dahası açıkça bir aldatmacayı, kandırmacayı ihtiva eden bir adlandırmayla tanımlanamaz. Bu elmalarla armutları toplamaya benzer. İki farklı kategoriyi, iki farklı durumu tek ve ortak bir tanım altında ele almak onları kıyaslamak, hak ve batıl mücadelesini saklama hususunda işlevsel olsa bile geçerli ve tutarlı olur mu? İslam ümmeti bugün hakkı, hakkıyla temsil edemiyor olabilir. Ama bu, karşımızdakilerin batıllığı karşısında haksız olduğumuz anlamına gelmez.

Sovyet komünizmi 1989 yılında; ondan daha önce de Çin 1976 yılında Batı kapitalizmine alternatif olmayacaklarını, tersine egemen dünya sistemine eklemleneceklerini ilan ettikten sonra "Tarihin Sonu"nun geldiği iddia edilmişti. Öyle ya, herkes teslim olmuş, liberal-kapitalist Batı sistemi ve değerleri alternatifsiz kalmıştı. Bu erken zafer ilanı İslam ve müslümanlar gözardı edildiğinde haksız da sayılmazdı. Oysa çağdaş Batı modernizminin, -düşman da olsalar- kardeşleri arasındaki çatışmaydı olup biten. Ve kardeşlerden ikisi kaybetmiş, bir diğeri kazanmıştı. Aynı ananın: Modernizmin, Batılı değerlerin çocuklarıydı hepsi... Onun için çatışma da uzun sür(e)memişti. Ya İslam, daha önce de söylediğimiz gibi farklı bir paradigmayı, başka değerler bütününü, değişik bir tarzı seslendiriyor ve sergiliyordu.

İslam, ne Batının bu vakte kadar muhatap olup da, ezip geçtiği Doğu mistisizmi gibi sessiz bir içe kapanıklığı ve sözde tevekkülü onaylıyordu; ne de Batı İle yarışmaya; benzer referanslardan yola çıkıp da onların farklı yorumlarını yapmaya çalışırken, kendisini diğerleriyle aynı kulvarda bulan sosyalizme benziyordu.

İslam; dünyaya, insanlara, eşyaya, olaylara daha farklı bir pencereden bakmanın adıydı. Bu haliyle onun nezdinde insan; sömürülecek, ezilecek bir rakip değil şerefli bir mahluktu. Tabiat; egemenlik altına alma adına yakılan, yıkılan, tarumar edilen bir mekan değil; Allah'ın ayetlerinin sergilendiği hikmet tablosuydu. Hayat; başıboş ve gayesiz bir hedefsizliğin, şaşkınlığa ve sapkınlığa duçar kıldığı insanların tükettikleri, harcadıkları bir meta değil, hesabı bir gün verilecek, sorulacak imtihanın kendisiydi. Hasılı İslam ve Batı modernizmi telifi imkansız iki ayrı dünya görüşü, iki ayrı felsefeydi. İslam'ın bu farklılığı her geçen gün birçok mazlum ve müztezafa kuvvet veriyor; umut sunuyor. Artık müslümanlar istemese de müntesibi bulundukları dinin taşıdığı değerler ve dinamikler dolayısıyla Batı modernizminin, vahşi kapitalizmin tek alternatifidirler. Bu zor olmakla birlikte tarihin önümüze çıkarttığı zorunlu bir tekliftir.

Durumu çok önceden gören düşman, akıllılık edip çatışmayı müslümanların kendi aralarına, içine taşımak istiyor. Hem iki tarafı birbirine kırdırmak hem de bir taşla iki kuş... Tabii tutarsa. Formül belli. Geçen yüzyılın başında İslam devletlerinin savaş meydanlarındaki mağlubiyetlerine karşı, onları bir daha ayağa kalkamaz hale getirmeyi öngören kültürel ve siyasal baskıların önünde kimler durmuşsa, kaleyi içten fethetmek girişimi olarak tezahür eden "Frenk mukallitliği"ne karşı kimler meydan okumuşsa, önce onların ve takipçilerinin kökü kurutulmalı... Yani direniş odaklarının, dinamik unsurların kökü... Yani Cemaleddin Afganilerin, Seyyid Kutubların, Mevdudilerin, Ali Şeriatilerin ve onların yol arkadaşlarının... İtalyan Başbakanı da, yakınımızdaki bazı aymazlar da müslüman önderlerden teberri etmemizi bekliyor. Oysa kendilerinden uzaklaşılmaya layık olan büyük ve küçük şeytanlardır; ümmetin yüzakı mücahidler ve mütefekkirler değil.

Rivayet o ki, şimdi bütün dünyanın çiçekleri Afganistan dağlarında acımasızca biçilen kardeşleri papatyaların öcünü almak, yeniden tarihin öznesi olmak için ahdetmişler. Bunun yolununsa, daha çok okumaktan, öğrenmekten ve kararlı bir mücadele hattı benimsemekten geçtiğini ilan etmişler. Allah da niyetlerini, dileklerini kabul etsin.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR