1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. 'Barış Süreci'nde Suriye'nin Değişen Tavrı

'Barış Süreci'nde Suriye'nin Değişen Tavrı

Nisan 2000A+A-

Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad, 7 Mart'ta 'istifa ederek' uzaklaştırılan eski kabinenin yerine yeni kabinesini bu ayın başlarında atadı. 1992 yılından beri Suriye'nin yaşadığı en kapsamlı değişiklik olarak bu gelişme; büyük ölçüde, yaşlı Hafız'ın, yerine veliaht olarak bırakmayı planladığı oğlu Beşir'in konumunu güçlendirmeye yönelik olarak görülüyor. Bu değişiklik aynı zamanda Beşir'i güçlendirmeye yönelik olarak yapılacak bir dizi tasfiyenin ilk aşamasını da oluşturuyor.

Bununla beraber, son gelişmelerin bir başka takvimin işletilmesine yönelik etkileri olduğu da açıkça görülüyor. Suriye'nin; Şam'ın 'barış süreci'ndeki alışılmış tavırları ile tescillenmemiş yeni bir hükümete kavuşmuş olması ve İsrail'in Güney Lübnan'dan çekilme iddiasına gösterdiği yeni tavır gözden kaçmamalı. Gelişmeler Şam'ın, Siyonist devlet ile 'Kapsamlı bir Ortadoğu Barış Antlaşması' yapması hususunda, ABD ve Arap devletlerinden gelen yoğun baskıya artık yenildiğinin işaretlerini veriyor. İsrail'in yakın müttefiki olan Türkiye'nin, yakınlarda gerçekleştirdiği, Suriye ve Ürdün'ün su problemlerini çözme teklifi -ki bu, yerleşim açısından her iki ülke için de çok ciddi engeller oluşturan bir sorundur- başkan Hafız Esad'a, 'barış süreci'ne teslimiyet çağrılarına uymayı açıkça çok cazip kılıyor. Diğer yandansa, Şarm el-Şeyh'te 9 Mart'ta yeniden başlayan Filistin 'Devlet Başkanı' Arafat ve İsrail Başbakanı Ehud Barak arasındaki görüşmeler, İsrail ile Suriye arasındaki muhtemel bir antlaşmanın, Filistinlilerin aleyhine olmayacağını ispatlamak için kullanılabilir gözüküyor.

Ne var ki normalde tüm bunlar önemli değişimleri gölgeleyen, önemsiz ve ilgisiz gelişmeler olarak duruyor. Aynen Mart'ın 7'sinde meydana gelen gibi. 7 Mart'ta Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa Kahire'deki bir basın açıklamasında, ülke-sinin 'barış süreci'nde önemli bir ilerleme olması halinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ekonomik Konferansı'nı ağırlamak istediğini belirtti. Amr Musa sözlerine şunu da ekliyordu: "Biz önümüzdeki birkaç ay içerisinde bu seferki barış sürecinin önemli mesafeler alacağına dair iyimser düşünmeye devam ediyoruz."

Washington ve Tel Aviv'in her ikisi de, Arap devletlerinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirmekle kalmayıp, aynı zamanda bir Arap-İsrail barış antlaşması sonrasında ülkenin siyasal ve ekonomik bünyesiyle yakın ilişki kurmaları gerektiğinde ısrar ediyorlar. İşte İsrail'in de daha önce katılmaya hak kazandığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ekonomik Konferansı da bu amaca matuf forumlardan biri konumunda. Görünen o ki Kahire; daha Bill Clinton ofisinden çıkıp, yeni bir barış antlaşmasının ufukta göründüğünü söylemeden bu konferansa ev sahipliği yapmayı planlıyor.

Suriye; birçok kanıtın ortaya çıkardığı gibi İsrail'le bir barış antlaşması imzalamaya cidden hazırsa; Şam yönetiminin artık, Washington'un ve Tel Aviv'in şimdiye kadar saygısızca dayattıkları hususları kabul etmeye hazır, yeni model bir hükümeti de var. 7 Mart'taki kabine değişimi ile Esad, yerel bir valiyi başbakan olarak atadı. Yeni hükümetin, Suriye'nin Ortadoğu 'barış görüşmeleri'ndeki tecrübeli ve asık yüzlü delegesi Dışişleri Bakanı Faruk Şara'yı da içerip içermeyeceği henüz belli değil. Ancak belli olan şu ki, Kuzey Halep'in tanınmamış taşralı valisi Muhammed Mustafa Miro, Mahmud Zubi'nin yerine yeni başbakan olarak atanmış bulunuyor.

Kabine değişikliği aynı zamanda, Esad'ın başlamayı vaadettiği sosyal ve ekonomik reformları hızlandırma amacına ve şimdiye kadar orta yaşlıların hakimiyetinde olan kabineye gençlerle taze kan pompalamaya da matuf görünüyor. Ancak bazı Suriyeliler, böyle tanınmamış isimlerin bakan yapılmasından şaşkına dönmüş olarak yeni hükümete 'Beşir'in kabinesi' adını takmışlar bile. Bununla; sözde bir krallık değil, cumhuriyet olan Suriye'de, yaşlı ve zayıf babasından ülkenin hakimiyetini devralmayı bekleyen 34 yaşındaki veliaht Beşire gönderme yapıyorlar.

Hem İsrail, hem de ABD, taleplerini kabul ettirmek için Suriye'ye daha ne kadar baskı yapabileceklerini anlamak amacıyla Esad'ın hastalığının mahiyetini ve gelişimini yakından izliyorlar. Haftalardır haber bültenleri Esad'ın hastalığının çok ağırlaştığı ve bu yüzden kendisi ölmeden ve Beşir yerine geçmeden önce bir barış antlaşmasını tamamlamanın telaşı içerisinde olduğunu söylüyor. Yakınlarda çıkan bir haberde CIA'nın, İsrail hükümetine Esad'ın 'bunama'ya başladığını ve unutkanlıktan şikayetçi olduğunu söylediği; İsrail istihbarat kaynaklarının ise Esad'ın çok daha ciddi bir durumda bulunduğu inancında oldukları ifade ediliyor.

Esad'ın antlaşma yapmak için büyük bir telaş içerisinde olduğunu gösteren bir diğer delil ise Suriye yetkililerinin 7 Mart'ta bir açıklama yaparak, İsrail birliklerinin Güney Lübnan'dan planlı olarak çekilmesinin Suriye'yi doğrudan ilgilendirmediğini açıklamasıydı. Bu açıklama İsrail kabinesinin Lübnan'la bir antlaşma oluşsa da oluşmasa da Temmuz ayı itibariyle bölgeden çekilineceği kararını yayınlamasından hemen sonra yapıldı. Oysa şimdiye dek Şam, İsrail'in Güney Lübnan'dan geri çekilmesini ve Yahudi göçmenlerle İsrail birliklerinin Golan tepelerini tamamen boşaltmasını hep ön koşul olarak öne sürmekteydi.

Suriye her zaman, İsrail'in 1963 Savaşı'nda işgal ettiği tüm Suriye topraklarından, göller ve su yolları dahil olmak üzere tamamen çekilmesini talep etmiştir. Tel Aviv ise bu talepleri yerine getirmeyi hep reddetti. İşte tam burada gündeme Türkiye'nin Ürdün ve Suriye'ye yaptığı su teklifi geliyor. Mart ayının başlarında yaptığı Türkiye ziyaretinde birçok antlaşmanın yanında "su antlaşmaları"na da imza koyan Ürdün Kralı Abdullah tüm Araplara Ankara ile yakın İlişkiler kurmaları çağrısını yaparken; Türkiye'nin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de ülkesinin Suriye ile iyi ilişkiler kurmak için sonuna kadar gitmeye hazır olduğunu açıklıyor ve Şam'a, yakın bağlar oluşturabilmenin ilk adımı olarak bir 'prensip antlaşması'nı imzalamayı öneriyordu.

Bu çerçevede diğer bir planlı gelişme olarak da, Arafat ve Barak, iki ülke arasında nihai bir antlaşmaya varma ihtimali gibi, aslında beklenmeyen bir gelişmeyi temin etmek amacıyla, daha önce yarım kalan İsrail-Filistin müzakerelerine tekrar başlamaları konusunda ikna edildiler. Şarm el-Şeyh'teki görüşmeleri takiben bu iki adamın birbirlerinin elini sıkmak için Washington'a gitme ihtimali yüksek görülüyor. Görüşmelere yeniden başlamanın gerekçesi olarak ise İsrail'in Filistin'e, aslında sıradan bir gelişme olan, bir miktar toprak daha bırakmayı kabul etmiş olması gösteriliyor.

İsrail-Suriye görüşmelerinin kesilmesinin önüne geçmek için alınan bir diğer önlem olarak ise İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi'nin Arap Birliği Dışişleri Bakanları Toplantısı'na kabul edilmemesini gösterebiliriz. Söz konusu toplantı 11 Mart'ta İsrail'in Lübnan'a yönelik yeni gerçekleşmiş bombalamalarına karşı Arap dayanışmasını göstermek amacıyla Beyrut'ta gerçekleştirilmişti.

Arap Birliği Genel Sekreteri İsmet Abdülmecit 7 Mart'ta Birleşik Arap Emirlikleri'nde yaptığı açıklamada Harrazi'nin toplantıda bulunmasının, ülkesinin Basra Körfezi'ndeki adalarla ilgili olarak İran'la yaşadığı yerel çatışmalardan dolayı reddedildiğini, uygun bir özür ile açıklıyordu. Abdülmecit aynı açıklamada bu yıl mutlaka bir Arap Zirvesi'nin yapılması gerektiğini de söyledi.

Geçmişte ABD; Arap zirvelerinin toplanmasını, Washington ve Tel Aviv'in hoşuna gitmeyen şeyleri değiştirmek amacıyla başarıyla örgütlerdi. Şu muhtemeldir ki Washington ve Tel Aviv; bir zirvenin daha toplanmasından, İsrail'e hediye olarak son ve toptan bir Arap satışını tüm Araplara onaylatmak, imzalatmak ve sunmak amacıyla memnun olacak ve böyle bir gelişimi teşvik edecektir.

Crescent International
Çev: Bünyamin Esen

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR