1. YAZARLAR

  2. Elçi Bahtiyar

  3. Bakara 73. Ayeti Örneğinde Ayrıntılarda Boğulmak

Bakara 73. Ayeti Örneğinde Ayrıntılarda Boğulmak

Ocak 1999A+A-

Giriş

İlk insan, Hz. Adem'den günümüze kadar gelip-geçmiş insanlar Yüce Allah'ın gösterdiği yoldan1 saptıklarında2 veyahut kendi çıkarları için onu tahrif ettiklerinde3 Cenab'ı Allah onlara acıyarak, onlara lütufta bulunarak doğru yolu, razı olduğu yolu4, yeryüzünde bahtiyar, huzurlu hayat sürme kanunlarını onlara göstermiş, bildirmiştir. Değişik zaman birimlerinde insanlar içinden salih olanları kendine peygamber seçerek şu veya bu devir insanlarının zaman ve durumu, şuur ve anlayış seviyesine göre beşeriyete hitap etmiştir5. Bu itibarla son peygamber Muhammed (s)6 de son semavî kitapla gönderilmiştir. Hz. Muhammed'den sonra peygamber gelmeyeceğine göre İslam'ın Yüce Peygamber'i kıyamete kadar tüm insanların peygamberidir.7 O'na indirilen Kur'an-ı Kerim'in de kıyamete kadar gelecek bütün insanlara hitap edecektir8.

Allah Teala'nın üzerinde en çok durduğu, Kur'an'ın hemen her sûresinde değindiği konuların başında ahirete imanın olduğu görülmektedir. Gerçekten de insan, işlediği herbir amelin sorgu-suâline çekileceğini, bildiği ve buna inandığı takdirde bir eylemi fiile dökmeden önce düşünür. Şayet hesabını verebilecekse bu fiili, ameli gerçekleştirir. Hesabını veremeyeceği bir işten de kendini sakındırır.

Yüce Allah, Kur'an'da ahirete imandan söz ederken, çeşitli misaller vermekte, geçmiş millet ve kavimlerin başlarına gelen belâ ve musibetleri, önceki peygamberlerden bazılarının kendileri ile kavimleri arasındaki konuşmaları, tartışmaları bize anlatmaktadır. Dikkat edilirse, Cenab'ı Hak insana anlatmak istediği meramı veya mefhumu, anlayış ve bilinci esas alarak kıssalarla aktarırken bazı meselelerin, konuların teferruatına girmemekte; onların mühim olmadığına, ehemmiyetsizliğine işaret etmektedir. Hal böyle iken, Kur'an'daki birçok kıssa, misal ve temsillerde kısaca değinilen konulara insanların daha çok önem verdiğini, onlar üzerinde kafa yorduklarını görmekteyiz. İnsanların bu konularda ortaya koydukları açıklama ve görüşlerin bilgi olarak değeri olduğunu kabul etmek çok zordur. Mesela, Nemi sûresinin 18. ayetinde Hz. Süleyman'ın ordusu geçerken karıncalardan birinin, ezilmemeleri için diğerlerini uyardığı ifade edilmektedir. Burada son derece gereksiz olarak, bu karıncanın adı konusunda spekülasyon yapılmış ve çok çeşitli isimler üzerinde durulmuş, hatta daha da öteye gidilerek bu karıncanın cinsiyeti bile tartışılmıştır9. Öte yandan Ashâb-ı Kehf'in köpeğinin adı10, rengi11, cinsi12 ve hatta kimin köpeği olduğu13 bile tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu ve benzeri konular hakkında yapılmış spekülasyonlar ilim bakımından zengin ve kıymetli addedilen tefsirler incelendiğinde de çok net olarak ortaya çıkmaktadır. Öyle ki, mübhemattan (anlamı kapalı) sayılabilecek herhangi bir kelimenin geçtiği kıssalardan hangisini ele alırsak alalım, bu kıssaların insana verdiği, ona ulaştırmak istediği esas mesaj, mesele, haber, uyarı, bildiri, emir-nehiy, müjde veya azabın yanında hiçbir ehemmiyeti olmayan basit meselelerin de bu ana gayeler seviyesine çıkarılmış, onlarla aynı hizada tutulmuş olduğu gerçeğini görürüz. Hatta daha da ileri gidilerek görebildiğimiz kadarıyla, birçok yerde de mübhemiyet ihdas edilmiş ve ihdas edilen mübhemiyeti açıklamaya gayret edilmiştir. Mesela. Enbiya sûresinde adalet terazilerinden bahsediliyor14. Metinden yola çıkılırsa, belki buradaki mübhem olan husus, terazilerin neliği ve niceliğidir; ama nedense mübhemâtı araştıranlarca bu konu ilgi görmemiş, terazilerin sahibi tespit edilmeye çalışılmıştır15. Ayete bakarsak, tespit edilmeye çalışılmış konuda mübhem bir kelime söz konusu değildir. Mübhem, icad edilmiş ve açıklanmaya gayret gösterilmiştir ki, bize göre bu, abesle iştigâlden başka bir şey değildir.

Bilindiği gibi, Kur'an'da şahıslar ve özel isimlerin vurgulanması önemli değildir. Önemli olan husus, fikirlerin ve niteliklerin ön plana çıkarılmasıdır. Kur'an'ın evrensel hedefler gözettiğini şüpheye mahal kalmayacak biçimde aksettiren husus, onun bu ifade özelliğidir denebilir. Dolayısıyla, Kur'an, bu ifade özelliği icabı cins isimleri kullanmıştır. Bütün insanlara hitap eden, onları cezbeden Kur'an, fevkalade bir gereklilik olmadığı sürece ifadelerinde tahsise gitmez, zira varlıkların adlarından ziyade, onların cinsleri ve nitelikleri önemlidir. Cins isimler, bir yerde Kur'an'ın evrensel hedefler gözettiğinin bir göstergesidir diyebiliriz16. Kur'an'daki bu cins isimlerin yer aldığı ayetlerin tefsirine baktığımız zaman bu isimlerin belirlenmesi için büyük çabalar sarf edildiğini açıkça görürüz. Birkaç misal verelim:

Mesela, Nisa sûresinin 128. ayetindeki "imra'e=kadın" kelimesinden maksadın, Hz. Peygamber'in hanımlarından Sevde olduğu söylenmektedir.17

Lokman sûresinin 10. ayetindeki "revasi=yüksek dağ" kelimesi gereksiz yere tahsis edilmiş ve Cûdi, Lübnân, Kâf, Ebû Kubeys, Tûr'i Sînîn, Tûr-î Sînâ gibi dağ isimleri sayılmıştır18.

Mü'minun sûresinin 50. ayetindeki "rabve=tepe, yer, mahal"in Dimaşk olduğu anlatılmaktadır19.

Sâd sûresinin 41. ayetinde Hz. Eyyub'un hastalanmasına sebep olan şeytanın adının Muît/Muyat olduğu ifade edilmektedir20.

Yine Hûd sûresinin 65. ayetindeki "selasete eyyam=üç gün" ifadesi hakkında Katâde'den gelen bir rivayete göre bu üç günün, perşembe, cuma ve cumartesi günleri olduğu söylenmiştir21.

Öte yandan Sâffât sûresi 142. ayetindeki "fe'l-tekamehu'l-hût=onu balık yuttu" ifadesinde sözü edilen, Hz. Yûnus'u yutan balığın adı belirlenmeye çalışılmıştır22.

Yine Neml sûresinin 20. ayetinde geçen Hüdhüd kuşunun adının Anber diye zikredildiğini görmekteyiz23.

Bunlardan başka, cins isimlerle ilgili belirlemelere bakılırsa insan gruplarıyla ilgili isimler24 ve ülke isimlerinin25 tespit edilmeye çalışıldığını görürüz. Hatta yukarda sözünü ettiğimiz, Mü'minun sûresinin 50. ayetinde geçen "rabve " kelimesinden Mısır'ın kastedildiği söylenmekle birlikte, aynı kelimeyle Beytu'l-Makdis26 ve Filistin'in Remle bölgesinin27 de kastedildiği zikredilmektedir. Öte yandan Neml sûresinin 39. ayetindeki "ifrit" kelimesinin cinlerden biri ve adının da Kuzen olduğu rivayet edilmektedir28.

Kur'an'da mübhem sayılan kelimelerin tespit edilmesi işi, siyasî ve mezhebi görüşlerin te'yid edilmesi konusunda her zaman müsait bir ortam sağlamıştır29, Bu bakımdan mübhemât konusu sürekli olarak istismara açık olmuştur30. Mübhematı kendi lehlerine kullandıklarını görebildiğimiz grupların başında, tespit edebildiğimiz kadarıyla bazı şii gruplar gelmektedir. Şii müfessir ve alimler gerçekten mübhemâtı sonuna kadar kendi kabullerine hizmet amacıyla kullanmışlardır, denilebilir31. Konuyla ilgili misaller oldukça çoktur. Burada onların hepsi üzerinde durmanın uygun olmayacağını düşünerek sadece birkaç misal verip ana konumuzu incelemeye geçeceğiz.

İbrahim sûresinin 28. ayetinde kâfir oldukları söylenenlerin32 Benî Ümeyye ve Benî Muğire oldukları iddia edilmektedir33. Şiilere göre İbrahim sûresinin 26. ayetindeki "şeceretin habise=kötü ağaç"den de maksat, yine Emevi sülalesidir34.

Öte yandan Tabresî, Mecmuau'l-Beyani'nda, Tabatabâî de el-Mizanı'nda, Ahzâb sûresinin 33. ayetindeki "Ehli beyt" tabirinin ihtiva ettiği şahısların, Hz. Peygamber, Fâtıma, Ali, Hasan ve Hüseyin'den müteşekkil beş kişi olduğunu rivayet etmektedirler35.

Bu açıklamalar ve burada yer verme imkanı bulamadığımız diğer yorumların36, Kur'an metninin okuyucuya verdiği şeyler olmadığını ifade edebiliriz.

Konuya böylece açıklık kazandıktan sonra üzerinde araştırma yapacağımız Bakara sûresinin 73. ayet-i kerimesinin mealini ve bu konudaki ihtilaflı görüşleri vermekle devam edelim.

"Fekulnâ'drbûhubiba'diha" ifadesi ve Müfessirlerin Bu Ayetteki İhtilafları

Yüce Allah Bakara sûresinin 73. ayetinde şöyle buyurmaktadır:

"'Ona (ölüye) onun (ineğin) bir parçası ile vurun' dedik..."37.

Ayetle ilgili olarak tefsir kitaplarında çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Hemen her tefsir kitabında rastlanabilecek, aralarında pek fark olmayan rivayetlerin38 birini burada vermemiz uygun olacaktır:

"İbn Abbâs ve diğer müfessirlerden rivayet edilen muteber haberlere göre, Benî İsrail'den birisi mirasına konmak için kendi akrabasını öldürüp yol kavşağına atar. Hz. Musa'ya gidip akrabasının öldürülmesini şikayet eder. Hz. Musa, işe girişir fakat gerçek katil ortaya çıkmayınca, cemaatin Ondan katilin bulunması hususunda Allah Teala'ya dua etmesini talep etmesi üzerine Allah'a dua eder. Yüce Allah da, 'Allah, size bir inek kesmenizi emrediyor' ayetini indirir. Halk önce şaşırır, sonra ise ineğin tarifini defalarca sorar, sorularına cevap aldıktan sonra da, bu kez tarif edilen ineği sadece bir kişide bulurlar fakat o, ineği satmak istemez. Sonuçta ineği kat kat pahalıya alırlar. Hz. Musa onlara, ineğin bir parçasıyla ölüye vurmalarını emreder. Vurdukları zaman ölü hemen dirilivererek kendi katilinin ismini söyleyip tekrar eski haline dönüşür (ölür). İsmi verilen kişi ise, başlangıçta Hz. Musa'ya şikayet eden şahıs idi ki, o da, kısas olarak öldürülür"39.

Müfessirler, maktule ineğin hangi parçası ile vurulduğu konusunda ihtilaf etmiş birçok rivayetler serdederek ineğin çeşitli uzuvlarını tercih etmişlerdir. Fakat hemen şunu belirtelim ki, ineğin vurulan parçası hususunda hiçbir görüş rivayet etmeyen müfessirler de yok değildir. Şimdi ineğin ölüye vurulduğu iddia edilen parçalarına ve bunları belirtmeye çalışmış tefsircilerin görüşlerinin neler olduğuna bakalım.

Müfessirler, kesilmiş ineğin ölüye vurulan parçası konusunda, rastlayabildiğimiz kadarıyla, on iki farklı parçadan söz etmişlerdir. Bazı parçaların birçok müfessir tarafından adeta ittifak edercesine tercih edilerek kendi eserlerine alınmalarının yanı sıra, diğer bazı müfessirlerin ise ineğin sadece bir parçasını benimsemiş olması dikkat çekmektedir. Bu konudaki rivayetleri yeri geldikçe ilmi seviyemiş nisbetinde tahlil ve tenkide tabi tutmaya çalışacağız.

a) Diliyle

Maktule, kesilen ineğin diliyle vurulduğunu Zemahşeri Keşşafı'nda Dehhâk'a dayanarak rivayet etmiştir40. Aynı görüşü benimseyenler arasında Râzî41, Tabresî42, Nevevi43, Vahidî44 de vardır. Sonuncu müfessir hariç, ineğin ölmüş şahsa vurulmuş parçasının ineğin dili olduğunu tercih eden diğer müfessirler bu parçanın yanısıra ineğin bazı diğer uzuvlarını da kitaplarına alarak onlara da ihtimal payı vermektedirler. Vahidî ise tefsirinde sanki, ölüye ineğin diliyle vurulduğuna şüphe bırakmamak için, diğer görüşleri rivayet etmemektedir.

Yine Celâleyn tefsirine baktığımızda Suyutî'nin, maktule hangi parçanın vurulduğu hususunda yapmış olduğu iki tercihinden ilkinin ineğin dili olduğunu görmekteyiz45. Suyuti, Mahallî'nin görüşüne Mufhemâtı'nda da vermektedir46.

Öte yandan Muhyiddîn el-Arabî, işârî tefsirinde ölüye vurulmuş parça konusunda benimsediği iki görüşten birinin ineğin dili olduğunu belirtir. Yalnız Muhyiddîn-i Arabî, diğer müfessirler gibi ineğin uzuvlarından birini veya birkaç tanesinin benimsemekle kalmamış, tercih ettiği iki parçayı kaydettikten sonra, bu parçalarla ölüye vurulmasının hikmetine tasavvufi izahlarla kendince açıklık kazandırmaktadır47.

b) Kulağıyla

Vurulmuş parçanın, ineğin kulağı olduğu görüşünü Fahruddîn er-Râzî Tefsir-i Kebiri'nde48, Suyutî ed-Dürru'l-Mensûru'nde49 ve Mufhemâtı'nda50, Zemahşeri de Keşşafı'nda51 rivayet etmiştir. Öte yandan, ilim camiasına daha geçen sene sunulmuş İbn Ebî Hâtım'ın tefsirinde de aynı görüşün benimsendiğini görmekteyiz52.

c) Omuzları Arasındaki Parçayla

Maktule, ineğin hangi parçasıyla vurulduğu konusunun belirlenmesinde Râzî'nin, önderler sırasındaki yerini bu uzuvda da koruduğunu müşahede etmekteyiz. Mefâtihu'l-Gayb'ın sahibi, bu görüşü de tefsirinde nakletmektedir53.

Yine Taberî de Câmiu'l-Beyânı'nda, Süddî'den naklen ölüye ineğin omuzları arasındaki parçayla vurulduğunu rivayet etmektedir54.

Şii müfessirlerden Tûsî, Tefsiru't-Tıbyânı'nda, Taberî'nin Süddî'den rivayetini aynen nakletmiştir55. Tabresi de Mecmau'l-Beyânı'nda, selefinin görüşünden farklı bir yaklaşım sergilememiş56. Suyuti, tefsirinde, ineğin vurulmuş parçasını belirlemede sıraladığı rivayetler içerisinde bu görüşe de yer vermiştir. Aynı haberi, Kur'an'daki mübhem hususlar hakkında kaleme aldığı Mufhemâtı'na da aldığını görmekteyiz58.

Burada, bir hususa değinmeden geçemeyeceğiz. Müfessirlerce, maktule ineğin hangi parçasıyla vurulmuş olduğu konusu mübhem görülmüş ve bu parçanın ineğin parçalarından hangisi olduğu büyük bir itina ile belirlenmeye çalışılmıştır. Yalnız, buraya kadar bahsettiğimiz ve ileride değineceğimiz nakledilegelmiş diğer parçaların bir ölçüde bu mübhem konuya açıklık getirdiğini kabul etsek bile, "omuzlan arasındaki parçayla" belirlemesinin bu "karanlık" konuya ufak bir ışık tuttuğunu söyleyemeyiz.

d) Et Parçası ile

Görebildiğimiz kadarıyla en az rivayet edilmiş haber budur. Buraya kadar verdiğimiz rivayetleri birçok müfessir kitabına alıp naklederken bu görüşe tefsirlerinde rastladığımız iki tefsirciden ilki Ebû Bekir Abdurrezzâk b. Hemmâm'dır. Müfessir, benimsediği bu görüşü Ubeyde'den nakletmiştik.

Maktule, boğazlanmış ineğin etinin bir parçası ile vurulduğu görüşünü nakleden ikinci müfessir Taberî'dir. Tabeıi, Câmiu'l-Beyânı'nda naklettiği diğer rivayetler gibi bunu da senedi ile vermiştir60. Rivayetin senedine bakılırsa, denebilir ki, Taberî, bu görüşü Abdurrezzâk'tan aktarmıştır.

e) Kemiklerinden Biri île

Ebû Aliye'den nakledilen bu haberi Taberî'nin rivayet ettiğini görmekteyiz61. Suyutî de, ed-Dürru'l-Mensûru'ndan benimsediği bu görüşü aynı tarikten nakletmiştik62. Suyutî'nin Taberî'den aldığı bu rivayete, Mufhemâtında da yer vermeyi ihmâl etmediği görülüyor.

Yine, bu görüşü kitablarına alan müfessirler arasında şii müfessirlerden Tabresî64 ve Ebû Ca'fer Muhammed et-Tûsî65 de vardır.

Bu görüş ve yukarda zikrettiğimiz son görüşün, maktule ineğin hangi parçası ile vurulduğu konusundaki mübhemiyeti ne kadar açıklığa kavuşturduğu gözler önündedir. Bu görüşler, ayette geçen "ineğin bir parçası ile" "biba'ziha" ifadesindeki "bazı" kelimesinden ineğin hangi parçasının kastolunduğunu, dolayısıyla da maktule ineğin hangi uzvu ile vurulduğu hususundaki mübhemiyeti belirtmek şöyle dursun, ineğin vurulmuş parçasının onun kemiklerinden yahutta etinden hangi parçanın olduğu doğrultusunda "ikinci bir mübhemiyet" ortaya koymaktadır.

f) İneğin Baldırı île

Vurulmuş parçanın belirtilmesi konusunda tercih edilmiş görüşler içerisinde ineğin baldırı ile vurulduğu rivayetine önceki nakillerden daha çok rastlanmakta olduğunu önceden belirtelim. Fakat ineğin baldırı konusunda bile ihtilaf edilmiş, herhangi bir baldırı ile diyenlerin yanısıra, ineğin sağ baldın ve baldırının kemiği ile değil de, eti ile vurulmuş olduğu da nakledilegelmiştir.

Bu rivayeti, Zemahşerî Keşşâfı'nda66, Taberî Câmiu'l-Beyâm'nda67 rivayet etmişlerdir.

Aynı görüşü, tabiî alimlerinin en sağlam müfessirlerinden68 addedilen Mücâhid'e atfedilen tefsirde de görmek mümkündür69.

İneğin baldırı ile vurulduğu görüşünü şii müfessirlerden Tûsî de benimsemiştir70.

Yine, İbn Ebî Hâtım'ın da, tefsirinde "bazı" kelimesinin ineğin hangi parçasına râci' olduğunu belirtmeye çalışırken verdiği rivayetlerden biri de bu görüştür71.

Hemen hemen hiçbir rivayeti kaçırmayan Suyutî, bu nakli Mufhemâtı'nda72 zikrettiği gibi, ed-Dürru'l-Mensûru'nda da vermektedir73.

F 1) Sağ Baldırıyla

Öte yandan Fahruddîn er-Râzî, tefsirinde ineğin baldırlarından hangisi ile vurulduğu konusuna bir açıklık getirerek maktule ineğin sağ baldırı ile vurulduğunu iddia etmektedir74. Râzî'nin, bu görüşünde yalnız kalmadığını, Nevevî75 ve el-Ferrâ'nın76 da aynı görüşü paylaştıklarını görmekteyiz.

F 2) Baldırının Eti île

İneğin hangi parçasıyla vurulduğu mevzuunda aşırı giden müfessirlerden Taberî ve Abdurrezzâk'i da zikretmeden geçemeyeceğiz. Câmiu'l-Beyân'ın sahibi, ineğin baldırı ile vurulduğu rivayetiyle yetinmemiş, baldırının eti ile vurulduğunu belirten rivayeti de nakletmiştir77.

Taberî'nin Katâde'den rivayet ettiği bu haberi Abdurrezzâk da tefsirinde aynı tarikle vermiştir78.

g) Kuyruğu İle

Maktule, ineğin hangi parçasıyla vurulduğunun belirtilmesi konusundaki çabalar sonucunda ortaya çıkarılmış görüşler içerisinde ölüye ineğin kuyruğu ile vurulmuş olduğu rivayeti de müfessirlerce çok tutulmuştur. Çeşitli ekollere mensup müfessirler arasında bu parçanın revaç bulması ilginçtir.

İneğin çeşitli uzuvlarına kitabında yer veren Râzî, sözkonusu görüşü de nakletmiştir79. Yine, Muhyiddîn el-Arabî, ineğin kuyruğu ile vurulduğunu iddia etmekle kalmamış, tercih ettiği görüşü delillendirmek için tasavvufî açıklamalarda bulunmuştur80.

Hicri 13. asır alimlerinden en-Nevevî, tefsirinde sıraladığı çeşitli rivayetlere bu görüşü de katmıştır81

Küfe nahiv ekolünün önderlerinden el-Ferrâ da, telif ettiği Meâni'l-Kur'ân'ında belirsiz miktar ifade eden "bazı" kelimesini somutlama çabalarından kendisini alıkoyamamış ve ineğin kuyruğu ile vurulduğunu rivayet etmiştir82.

Öte yandan ileri gelen şii müfessirlerden Tabresi83, Tûsî84 de aynı rivayeti tefsirlerinde nakletmişlerdir. Bunların halefi mesâbesindeki Tabatabâî, el-Mîzânı'nda Ali b. Mûsâ er-Rıdâ (İmâmiyye Şiası'nın 8. İmâmı)'dan naklettiği rivayette de farklı bir şey söylüyor değildir85.

Bu mevzuda Suyutî'nin, ölüye ineğin kuyruğu ile vurulmuş olduğu rivayetine Mufhemâti'nda86 yer verip meşhur tefsirinde zikretmemesi dikkat çekicidir.

Tefsirlerde, ineğin kuyruğunun hangi bölümü ile vurulduğu hususunda da spekülasyona rastladık. Bazı müfessirler ineğin kuyruğu ile değil de, kuyruk sokumu ile vurulduğunu iddia etmişlerdir.

g 1) Kuyruk Sokumu İle

Bu görüşe Celâleyn tefsirinde rastlanabilir87. Burada, maktule ineğin kuyruk sokumuyla vurulduğu görüşünü tercih eden Celâleddîn es-Suyutî, nedense bu görüşünü ed-Dürru'l-Mensûru'nda nakletmemektedir. Yalnız Mufhemâtı'nda88, bu haberi senedsiz olarak kaydetmektedir.

h) Bazı Uzuvları İle

Bu görüşü benimseyip tefsirlerine alan tüm müfessirler İbn Zeyd'e isnad edilen rivayete dayanmışlardır.

Tabresî, Mecmau'l-Beyânı'nda89, Taberî de Câmiu'l-Beyânı'nda90 sıraladıkları rivayetler içerisine bu haberi de dahil etmişlerdir.

Öte yandan başka bir şii müfessir Tûsî de Tibyânı'nda aynı görüşü benimseyerek farklı bir şey söylememektedir91.

Yukarıda zikrettiğimiz rivayetlerle kıyas edilirse, bu görüş nassa daha yakındır, denebilir.

i) Bir Parçası İle

Bu, maktule ineğin hangi parçası ile vurulduğu hususundaki belirlemeler arasından bulabildiğimiz kadarıyla, son görüştür.

Verdiğimiz tüm belirleme ve görüşler içerisinde Kur'an metnine en yakın olması hasebiyle bu açıklamayı burada zikretmeyi uygun gördük. Diyebiliriz ki, bu ifade metindeki ifade ile örtüşmektedir.

Basra nahivcilerinin en meşhurlarından92 Ebu Ubeyde Ma'mer b. el-Müsennâ, Mecâzı'nda sadece te'nis zamirinin ineğe râci' olduğunu açıklamakla iktifa etmiş, "bazı" kelimesi ile ineğin hangi parçasının kastedildiğini belirtme çabasında bulunmamıştır93.

Tefsiru'l-Kur'ân bi Kelâmi'r-Rahmân sahibi Ebu'l-Vefâ da, ayetteki mezkûr ifadenin mânasını açıklamaktan öteye geçmemiştir94.

Yine, Elmalılı Hamdi Yazir, tefsirinde bu ifade hakkında "zebh edilmiş olan bakarenin bir parçası ile o maktul nefse vurun" açıklamasını yapmakta ve vurulmuş parça hususundaki hiçbir görüşü benimsemeyerek bu ihtilâfa girmemektedir95.

Bu konudaki görüşleri zikretmeden önce en-Nevevî'nin de bu görüşe değindiğini görmekteyiz96. Fakat o, bu açıklamayı yaptıktan sonra birkaç görüşü benimseyerek tefsirine almasının yanısıra olay hakkında muhtasar bir rivayete de yer verdiği görülmektedir. Hatta müfessir, maktulün isminin "Amil" olduğunu da vermektedir97.

Öte yandan Taberî, tefsirinde aşağı-yukarı bütün rivayetleri senedleri ile zikrettikten sonra kendi görüşünü açıklayarak:

"Allah Teâlâ'nın 'Biz onun (ineğin) bir parçası ile ona (maktule) vurun dedik' sözünün te'vili konusunda, bize göre doğru olan husus, sadece Yüce Allah'ın onlara (Benî İsrail'e) yeniden canlanması için öldürülmüş kişiye ineğin bir parçasıyla vurun emrini vermiştir demekten ibarettir. Zira, kavmin, ölüye vurmaları emrolundukları parçanın ineğin hangi parçası olduğuna dair bir delil, ne ayette, ne de haberde (hadiste) var. Hâl böyle iken, onların maktule vurmaları emrolundukları parçanın ineğin baldırı, kuyruğu, omuz kemiği veya başka istenilen parçasının olması caizdir. Bu durumda, vurdukları parçanın hangi parça olduğunun belirlenmesi -kavmin, ineği keserek onun bir parçası ile ölüye vurduklarını ve Allah Teâlâ'nın onu diriltmesini tasdik ettikten sonra- ne cehle zarar verir, ne de ilme fayda sağlar"98 demektedir.

Taberî'nin bu görüşü, âyetin geçtiği pasajdaki siyâk-sibâk bağlamı ve Kur'ân'ın kıssaları anlatma üslûbu gözönünde bulundurulursa doğrudur diyebiliriz.

Kur'an'ın, bir bakıma Yüce Allah'ın sonsuz kudretine, ilim ve hikmetine delil olarak gösterilebilecek bu ayetinde açık olan husus bize göre, Yüce Allah'ın sadece, O'nun izniyle dirilip cemaat arasındaki ihtilaf ve kargaşayı ortadan kaldırmak ve gerçek katilini söylemesi için ineğin bir parçası ile ölüye vurmalarını emretmesidir.

Benî İsrail'i konu edinen bu kıssa, Tevrat ve İncil'de de vardır. Fakat Yahudi ve Hristiyan kültürünün dayanağı olan Tevrat ve İncillerdeki kıssalarla Kur'an'daki kıssalar arasında bazı benzerlikler bulunsa da, icmal ve teferruat yönünden farklılık ve ihtilâflar vardır99. Kur'an'da arzedilen kıssalarda cüz'î meselelerin tafsilâtına girilmediği, hadiselerin tarihleri zikredilmediği, vakıaların meydana geldiği beldelerin ve kahramanların isimleri açıklanmadığı halde, aynı kıssalara Tevrat ve İnciller'de bakılırsa, bütün teferruatı ile anlatıldığı görülür100. Ancak Kur'an'da anlatılan kıssalara bakılırsa bunlarda, genel olarak, olayların detaylarına inilmediği, konunun can alıcı noktasına gayet vecîz ve özlü tarzda temas edildiği açıkça görülebilir.

Belki de, kıssalarda zaman ve yer ta'yin edilmiş olsaydı, bir Allah inancı üzerine müesses (monoteist) olan İslam dini büyük zararlar görebilirdi. İnsanlar ilk fırsatta olayların geçtiği yer ve zamanlara akla gelmez kutsallıklar atfederlerdi. Oysa İslam, sadece Allah Teâlâ'yi ibadete lâyık tek varlık olarak görür101, şirke ve putperestliğe amansız düşmandır102.

Sonuç

Kur'an'ın bu kadar özlü, güzel ve lüzumsuz söz kalabalığından uzak bir tarzda anlattığı kıssalarla ilgili birçok şeyler düşünülmüş, uydurulmuş ve yakıştırılmıştır. Özellikle de Ehl-i Kitab'dan bahseden kıssalarla ilgili olarak, Kur'an'daki kıssa ile yetinmeyip, Tevrat ve İnciller'den de faydalanarak ayetlere mana vermek neredeyse adet olagelmiştir. Lüzumsuz teferruata muttali olmak için sahabenin bile Ehli kitab'a başvurdukları malumdur103. Üzücü olan husus ise, Yahudi ve Hristiyanlardan alınanların, tenkîd süzgecinden yeterince geçirilmemesidir. Böylece bu alıntılara güvenilmiş ve bazı müfessirler bunları kitaplarına geçirmişlerdir. İncelediğimiz rivayetlerde de görüldüğü gibi, müfessirler asırlar boyunca bir öncekinin eserine başvurmak suretiyle aynı şeyleri tekrar etmiş ve bu hayal mahsûlü düzmeler yer yer dinin aslından zannedilegelmiştir104. Bu konuda İbn Haldun, Mukaddime'sinde "Tanrı kitabını tefsir edenler ve üstad râviler, naklettikleri haberlerin doğrusunu-zayıfını incelememiş; hikmet ve felsefe bakımından incelemeden ve tabiatı, kâinat kanunlarına göre ölçmeksizin sadece nakil ve rivayetlere güvenerek aktarmışlardır. Bu naklettikleri rivayetleri dikkatlice düşünmemişlerdir. Haber verilen olayların vukû'unun mümkün olup olmadığına inanarak nakletmedikleri için çok yanılmış ve doğru yoldan saparak vahim bata çöllerinde yollarını kaybetmişlerdir" demektedir105.

Oysa, bu ayeti doğru anlamak için ne Tevrat'a, ne de İnciller'e başvurmak gerekmektedir. Gerek ayetin kendisi, gerekse ayetin geçtiği pasajdaki siyâk-sibâk göz önünde bulundurulursa, burada Cenâb'ı Hakk'ın insanoğluna vermek istediği mesaj, her şeyin O'nun izni, iradesi ve kudretiyle olduğudur. Kesilmiş, cansız ineğin bir parçası ile ölü, cansız insan meytesine vurulduğu takdirde kendisinin izni ile meyyitin dirilmesi gibi bir mucize gerçekleşebilir. Böylece Cenâb'ı Allah, kendisinin mutlak iradesi, sonsuz kudreti, hikmet, ilim ve murad ettiğini dilediği şekilde yaratmasını; husûsiyle de, bütün canlıları öldükten sonra yeniden diriltebildiğini, başka bir deyimle, insanların lâubâlî bir şekilde yanaştıkları ahiret hayatı ve öldükten sonra Allah Teâlâ'nın bizi yeniden diriltip hakk-hesaba çekeceği meselesine apaçık delil getirmekte ve bunu isbât etmektedir. Ahirete îman etmedikçe sağlam, zararsız ve hayırlı, daha doğrusu, Yüce Allah'ın istediği bir cemiyetin kurulamayacağını mantıkla düşünen akıllara, çalışan kafalara bildirmektedir. Onları bu konuda tefekkür ve tedebbüre sevketmektedir, denebilir.

Dipnotlar

1- 3/Al-i İmran, 51; 16/Nahl, 76.

2- 10/Yunus, 33

3- 4/Nisa, 46; 5/Mâide, 13,41

4- 14/İbrahim. 1; 34/Sebe', 6; 36/Yasin, 61; 48/Feth, 2.

5- 5/Maide, 70; 6/Enam, 42; 11/Hud, 25, 96; 13/Ra'd, 38; 15/Hicr, 10.

6- 33/Ahzab, 40

7- 4/Nisa, 79,170; 7/A'raf, 158; 21/Enbiyâ, 107; 34/Sebe',28.

8- 6/En'am, 155; 31/Lokman, 2-3; 38/Sa'd, 29; 41/Fussilet, 3.

9- Zemahşerî, Keşşaf, III, 141; Suyutî, Mufhemât, s. 151-152.

10- Taberî, XV, 199; Tabresî, III, 456; Zemahşerî, II, 704, 713; Kurtubî, X, 370; Nesefî, Medârik, II. 434,438; İbn Kesir el-Bidaye1, II. 114, 115; Suyutî, Mufhemât, s. 137.

11- Tabresî, III, 456: Kurtubî, X, 370; Suyutî, Mufhemât, s. 137.

12- Nesefî,Medarik, II, 438.

13- Taberî, XV, 204, 214; Kurtubi, X, 370; Tabresî, III. 456; Nesefi, Medarik, II, 434.

I4- 21/Enbiya,47

15- Suyutî, Mufhemat. s. 145; Albayrak, Hâlis, Mubhemâtu'l Kur'an Ikra ve Kur'an Tefsirindeki Yeri. A.Ü.İ.F.D., XXXII, 178.

16- Albayrak, Hâlis, Mubhemâtu'l-Kur'ân. s. 159.

17- ibn Sa'd, Tabakât, VII, 36.

18- Suyutî, Mufhemât. s. 162.

19- Taberi, C. Beyân, XVIII. 26; Suyutî, Mufhemât. s. 148.

20- Suyutî, Mufhemât, s. 177.

21- Suyutî, a.g.e., s. 119

22- Suyutî, Mufhemat. s. 174.

23- Suyutî, aynı eser, s. 152.

24- Nisa sûresinin 81. ayetindeki "taife" kelimesinden nifak ehlinin kastedildiği zikredilmektedir. (Bkz. Suyutî, Mufhemat, s. 73).

25- Mü'minun sûresinin 50. ayetindeki "rabve" kelimesinin Mısır olduğu rivayet edilmektedir (Suyutî. Mufhemat, s. 148).

26- Taberi, C. Beyân, XVIII, 26, Suyutî, Mufhemâl. s. 148.

27- Taberî, C. Beyân, aynı yer; Suyutî, Mufhemat, s. 148.

28- Suyutî. Mufhemat. s. 154.

29- Albayrak, Hâlis, Mubhemâtul-Kuran. A.Ü.İ.F.D., XXXII, 175.

30- Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, s. 186

31- Cerrahoğlu, İsmail, Tefsiri'l-İslâmî (Arapçaya çev. Abdulhalîm en-Neccâr) Mısır, 1374/1955, s. 306.

32- "Allah'ın nimetlerini küfürle değiştirenler..." 14/ibrahim, 28

33- Tabatabâî, M. Hüseyn, el-Mîzân, XII, 66.

34- Tabatabâî.a.g.e.,XII,63.

35- Tabresî, M. Beyân, VI, 314; Tabatabâî. el-Mîzân, XVI, 31B.

36- Suyutî, Mufhemât, s. 47-49,125.128; Tabatabâî, a.g.e., XVIII. 46.

37- Kur'âni Kerim ve Açıklamalı Meali, TDV yay., s. 10.

38- Süfyân b. Üyeyne, Tefsiru Süfyân b. Üyeyne, I. b., Mektebetu Osâme, 1403/1983, Riyâd, s. 210; Taberî, C. Beyân, I, 357-358; Tabresî, M. Beyân, 1,137-138; Nevevî, M. el-Câvî, Tefsiru'l-Munîr, Mısır, 1,19; İbnu'l Arabî, Ahkâmul-Kur'an, I, 22-23; el-Arabî, Muhyiddîn, Tefsiru Muhyiddîni'l-Arabî, s. 22; İbn Kesîr, I, 188, el-Bidâye, I, 293; Tabatabâî. el-Mizân, I, 206; Yazır, Elmalı'lı M. Hamdi, Hak Dini Kur'an Dili, I, 386; Şeltût, Mahmud, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, s. 40; Tesntye, 21/1-9.

39- Râzî, Fahruddin, Mefâtuhu'l-Gayb, Tahran, 1.557.

40- Zernahşeri, Keşşaf, 1,220.

41- Râzî, Mefâtihu'l-Gayb, 1.393.

42- Tabresî, M. Beyân, 1,137.

43- Nevevî. M.el-Câvi, Tefsiru'l-Munîr, 1,19.

44- Vahidî, Ebu'l-Hasan Alî b. Ahmed, el-Vecîz fî Tefsiri'l-Kur'âni'l-Azîm, 1,19 (Nevevî'nin Tefsiru'l-Munîri'nin hamişinde).

45- Mahallî, Celaleddîn-Suyutî, Celaleddin, Tefsiru'l-Celâleyn, s. II.

46- Suyutî, Mufhemat, s. 44.

47- el-Arabî, Muhyiddîn, Tefsiru Muhyiddîni'l-Arabî.. 22.

48- Râzî, a.g.e., I, 393.

49- Suyutî, ed-Dürru'l-Mensûr, 1,194.

50- Suyutî, Mufhemat, s. 43.

51- Zemahşerî, a.g.e., 1,220.

52-  ibn Ebî Hâtım, Tetsiru'l-Kur'âni'l-Azîm, I. 145.

53- Râzî, a.g.e., 1,393

54- Taberi,C. Beyân, I, 360.

55- Tûsî, Tersiru'l-Tıbyân, 1,305.

56- Tabresl, M. Beyân, i, 137-138.

57- Suyutî, ed-Dürru'l-Mensûr. 1,194.

58- Suyutî, Mufhemat, s. 43.

59- Abdurrezzâk, Ebû Bekir b. Hemmân, Tefsiru Abdirrezzâk, I. b., Dâru'l-Ma'rife, Beyrut, 1411/1911,1, 70.

60- Taberî, C. Beyân, 1,360.

61- Taberî, C. Beyân, aynı yer.

62- Suyutî, ed-Dürru'l-mensûr, 1,194.

63- Suyutî, Mufhemat, s. 43.

64- Tabresî, M. Beyân, I, 137.

65- Tûsî, Tefsuru't-Tıbyân. 1,304.

66- Zemahşerî, Keşşaf, 1,220.

67- Taberî, C. Beyân, 1,359, 360.

68- Cerrahoğlu, İ., Tefsir Tarihi, 1,151.

69- Mücâhid, Telsiru Mücâhid. s. 79.

70- Tûsî, a.g.e., 1, 305.

71- İbn Ebî Hâlim, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azîm, 1,145.

72- Suyutî, Mufhemat, s. 43.

73- Suyutî, ed-Dürru'l-Mensûr, 1,194.

74- Râzî, Mefâlihu'l-Gayb, I, 393.

75- Nevevî, et-Tefsiru'l-Munîr. 1,19.

76- el-Ferrâ, Meâni'l, Kur'ân, Mısır, 1374/19555,1, 48.

77- Taberi, C. Beyân, 1,350.

78- Abdurrezzâk, Tefsiru Abdirrezzâk, 1,70.

79- Râzî, a.g.e., I, 393.

80- el-Arabî. Muhyiddîn, a.g.e., s. 22.

81- Nevevî, Tefsiru'l-Munîr, 1,19.

82- el-Ferrâ. a.g.e., 1.48.

83- Tabresî. M. Beyân, 1,137.

84- Tûsî, a.g.e., 1,304.

85- Tabatabâî. el-Mîzân. 1,206

86- Suyutî, Mufhemat, s. 44.

87- el-Mahalli, Celâleddîn-es-Suyutî, Celaleddin, Tefsiri'l-Celâteyn, s. II.

88- Suyutî, Mufhemâl. s. 44.

89- Tabresî, M. Beyân. 1,138.

90- Taberî, C. Beyân, 1,360.

91- Tûsî. Tefsiru'1-Tıbyân, 1,304.

92- Cerrahoğlu, İ., Tefsir Tarihi, 1,286.

93- Ebû Ubeyde, Ma'mer b. el-Musennâ, Mecâzu'l-Kur'ân, Ib., Mısır, 1.45.

94- Ebu'l-Vefâ, Abdullatif. Tefsiru'l-Kur'ân bi Kelâmi'r-Rahmân, s. 16.

95- Yazır, Elmalı'lı M. Hamdi, Hak Dini Kur'ân Dili, 1,386.

96- Nevevî, Tefsiru'l-Munîr, 1,19.

97- Nevevî. Tefsiru'l-Munîr, aynı yer.

98- Taberî, C. Beyân. 1,360.

99- Cerrahoğlu. L, Tefsir Tarihi, 1,121.

100- Tekvin, bâb, 2-3; Matta, bâb, I; Markos, bâb, 2.

101- 2/Bakara, 21; 4/Nisa, 36; 5/Mâide, 72. 117; 7/Araf, 59, 65, 73, 85; 11/Hûd, 50, 61,84; 16/Nahl, 36 vb.

102- 13/Ra'd, 36; 18/Kehf, 38; 22/Hacc, 26; 29/Ankebüt, 8; 40/Ğafir, 42;72/Cinn.20 vb.

103- İbn Sa'd, Tabakât. I, 87.

104- Aydemir. Abdullah, Tefsirde isrâîliyyât, s. 70.

105- İbn Haldun, Mukaddime, 1,20.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR