1. YAZARLAR

  2. Arif Çifci

  3. Akif’i Anlamak

Akif’i Anlamak

Ocak 1998A+A-

Her yıl Aralık ayı geldiğinde Mehmet Akif'in vefatı üzerine çeşitli yazılar yazılır. Okullarda ve resmi çevrelerde yapılanlara şöyle bir baktığımızda hamasi ve duygusal yaklaşımlarla kafalar bulandırılmaktadır. Genellikle yapılanlar "milli şair, vatan şairi, istiklal marşı şairi" biçiminde her zaman söylenegelen sözlerin ötesine geçmez. Onun şairliği, aruzu iyi kullanması, dile hakimiyeti, Anadolu'daki mücadelesi, milletvekilliği v.s gibi şablonlara sığdırılarak tanıtımı yapılır.

Oysa Akif bir düşünce ve dava adamıdır. O, sahip olduğu İslami düşüncenin ve bilincin toplumda mevcut olmadığını görünce, topluma bu düşüncenin yerleşmesi için bütün gücüyle çalışır. Akif örneklerini Kur'an'dan verir ve sürekli Kur'an'dan bahseder. Çünkü kendilerine müslümanım diyen insanların mevcut bilgilerinin Kur'an'dan kaynaklanmadığını, şifahi ve sözlü kültüre dayandığını, varolan dinin atalar dini var olan olduğunu anlatır. Ona göre içinde bulunulan toplum, Kur'an'ı ölüler kitabı yapmıştır. Oysa Kur'an diriler için gelmiştir. Diri olanları uyarmak ve hayatlarını ona göre düzenlemek için vahyedilmiştir. Ama insanlar artık bu ilahi mesajdan epeyce uzaklaşmışlar ve onun hayal veren düsturları yerine, kendi kafalarına göre bambaşka bir din oluşturmuşlardır.

Akif'e göre toplum, atadan, dededen gördükleriyle İslam'ı anlamıştır. Fertlerin hayatını kulaktan dolma bilgiler, daha çok dini-tasavvufi hikayeler, menkıbeler oluşturmuştur. Bu din anlayışı alabildiğince şekilcidir. Din dendiği zaman akla sadece namaz, sakal, bıyık, kılık ve kıyafet gelir. İbadetin özü, muhtevası kaybolmuştur. "Koleraya Dair" yazdığı bir yazıda bu salgın hastalığın şehre bulaşmaması için Yıldız Sarayı'nda Padişah Buhari ve Kur'an okutur. İstanbul'un çevresine hafızlar yerleştirilir. Ay tutulunca şeytan kovmak için dümbelek çalınır. Toplum nazar boncuklarından okunmuş sular satan dükkanlardan, mezar dediğimiz yatırlardan medet ummaktadır. Akif Kur'an-ı Kerim'in hastalara, ölülere okunmak için gelmediğini hiç kimseden çekinmeden korkmadan haykırır. O, Kur'an'ın yapraklarının suyunun içilmesiyle şifa bulunmayacağını; gerçek şifa ve çözümün Kur'an'ın öngördüğü İslami bir düzenin gelmesiyle mümkün olabileceğini söyler. Klasik İslam anlayışını yer yer eleştiriye tâbi tutar. Geçmişle İslam adına yapılan hataları bir bir gözönüne serer. İslam toplumlarının geri kalışını Kur'an'dan uzaklaşmalarıyla izah eder.

Akif hakkında yazılanlara baktığımızda; onun milliyetçi, vatancı, Türkçü gibi kavramlarla anlatıldığına maalesef hâlâ rastlıyoruz. Akif'i Türkçülük, vatan, millet, ulus, milli şair gibi kavramlarla anlamak ve anlatmak eğer bilgisizlikten, cehaletten kaynaklanmıyorsa, bunun kasıtlı ve bilerek yapılan bir oyun olduğunu söylemeliyiz. Çünkü Arif, Fransız Devrimi'nin meydana çıkardığı ulus ve vatan gibi kavramlarla İslam ülkelerinin bölündüğünü, parçalandığını, onların arasına nifak sokulduğunu biliyordu. Akif milliyetçi, türkçü olamazdı. O milliyetçiliğin ve türkçülüğün, hatta arapçılığın İslam ümmetini bölmek isteyen batıcı ulus devletlerin ve onların uzantılarının bir oyunu olduğunun farkındaydı.

Akif'e göre vatan, şeriatın yaşandığı yerdir. Çünkü İslam dini evrensel bir dindir. Dünyaya evrensel mesajı yaymak için vahyedilmiştir. O, ulusal, yapay sınırlar içine hapsedilemez. Dinimiz insanı yeryüzünün halifesi kabul etmiştir. Yeryüzünün halifesi olan bir müslüman Fransız Devriminin ortaya koyduğu anlayışın ürünü olan milli sınırlar, vatan sevgisi, ulusçuluk gibi kavramlarla bağdaşamaz. Onun için Akif'e göre ve müslümana göre vatan, şeriatın yani İslam'ın, Allah'ın kanunlarının hakim olduğu yerdir. Kavramlarımızı yerli yerine oturtmak, onları Kur'an'a göre anlamak zorundayız. Ama maalesef sağcı, milliyetçi, ulusçu kafalar Akif'i kendilerine göre algılama, anlatma hastalığına hâlâ devam etmektedirler. Akif sağcı, ulusçu ve milliyetçi bir kimlikle değil, ancak İslami kimlikle tanımlanabilir ve anlatılabilir. Akif Kur'anî bir müslümandı. O vatan, ulus, milliyetçilik gibi batı terminolojisinin kavramlarını kabul etmez, bu sıfatlarla anılmayı sevmezdi. Milliyetçi, sağcı ve muhafazakâr putlardan arınmayan kişilerin İslami bir kimliği ve şahsiyeti anlamaları mümkün olmadığı için, onları saptırarak anlatırlar. Fakat güneş balçıkla sıvanmaz. Bu anlatımlar ve saptırmalar, İslam'ın kavramları karşısında eriyip yok olacaktır, Bilinçli bir müslüman, İslam'ın ve Kur'an'ın kavramlarını kullanarak olayları ve dünyayı yorumlar, onlara bir çözüm önerir. Milliyetçi, ulusçu, Türkçü, ırkçı ve gelenekçi din anlayışının sahiplerinin Akif'i ve onun İslam anlayışını anlamaları mümkün değildir. Müslümanların bu gibi saptırmalar karşısında uyanık olmaları gerekir. O halde Akif, müslüman bir şair ve dava adamıdır. Onun davasını bulandırmadan net bir şekilde ortaya koymak gerekmektedir.

O, Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh'un öncülüğünü yaptığı tecdid ve ihya hareketinin takipçisidir. Bu düşünceye göre, mevcut gelenekçi İslam anlayışı artık iflas etmiştir. Batı karşısında yenik düşmüştür. İslam dünyası temel kaynaklarına yeniden dönmeli ve içinde bulunduğu durumdan kurtulmanın yollarını aramalıdır. Bu yol, Kur'an ve onun örnek olarak gönderdiği Rasul'ün mesajına uymakla mümkün olacaktır. Klasik anlayışlar çağın getirdiği problemlere çözüm üretmekten uzaktır. Artık yeniden bir diriliş gereklidir. Bu diriliş, dini anlayışımızı ve çağımızın emperyalist güçlerini gözden geçirmekle mümkün olabilecektir. Eğer dini kaynağından okumaz ve içinde bulunduğumuz dünyayı iyi tanımazsak, İslam Dünyası'nın içinde bulunduğu parçalanmışlıktan kurtulması mümkün görünmemektedir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR