1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. ABD’yi Hezimete Uğratan Irak Direnişi Taifeci Tutumlarla Gölgelenmemelidir!

ABD’yi Hezimete Uğratan Irak Direnişi Taifeci Tutumlarla Gölgelenmemelidir!

Ekim 2005A+A-

Ekim'de yapılması planlanan Anayasa referandumu ile Irak'ta Amerikan işgali yeni bir sürece girecek. Amerikan propagandasına bakılırsa, Irak'ta modern ve demokratik bir devlet yapısı aşamalı bir tarzda gerçekleşiyor. Anayasa oylaması, ardından seçimlerle bu sürecin tamamlanacağı ve tüm Irak halkının "işgalin nimetleri"ni daha iyi tadacağı ileri sürülüyor. Oysa Irak halkı açısından işgal bu tür vaatlerle değil; 100 binden fazla insanın ölümü, had safhada yoksulluk ve gelecek korkusu, elektrik, su ve benzeri temel ihtiyaçların giderek katlanması ile somutlaşmakta.

Üstelik anayasanın getirdiği belirsizlik ve gerilimler bu kaygıları daha da belirginleştirecek görünüyor. Değişik kesimleri temsilen oluşturulan 71 kişilik bir komisyonca hazırlandığı görüntüsüne rağmen anayasa taslağının asıl mimarının Irak'taki Amerikan büyükelçisi Zalmay Halilzad olduğu biliniyor. Halilzad'ın son sözü söylediği taslak federalist bir yapı önermekte. Buna göre Irak bölgesel görünüm altında etnik ve mezhebi bölgelere ayrılmakta. Ülkenin kantonlara bölünmesi gibi bir sonuç doğurması kuvvetle muhtemel bu taslağın Irak'ta mevcut kutuplaşmayı daha da derinleştirmesi kaçınılmaz. Ne ilginçtir ki, işgalin bu ülkeye ödettiği acı faturanın büyüklüğü, korkunçluğuna rağmen işbirlikçiliğin nimetlerinden istifade edenler hiç sıkılmadan işgalcilerin daha bir müddet Irak'ta kalması gerektiğini, eğer şimdi çekilecek olurlarsa ülkede büyük bir kaos oluşacağını söyleyebiliyorlar. Oysa işgalciler Irak'ta düzen kurmak bir yana, saplandıkları bu bataktan nasıl çıkacaklarını bile bilmiyorlar.

ABD Yeniden Vietnam Kabusu Görüyor!

Irak'a hakim tüm belirsizlik ve bulanıklık görüntüsüne karşın kesin olan bir şey varsa o da işgalcilerin hezimete doğru gittikleridir. Tüm bölgeyi dizayn etme hesaplarıyla girişilen "Irak operasyonu" emperyalizmin bozgununa dönüşmüştür. İşgal koalisyonunda oluşan çatlaklar giderek derinleşmektedir. ABD kamuoyunda Bush ve taifesine karşı güvensizlik artmakta, Irak savaşının haklılığı ve gerekliliği kanaatini benimseyenlerin oranı istikrarlı biçimde azalmaktadır. Oğlunu Irak'ta yitirmiş bir anne olan Cindy Sheehan'ın Bush'un yaz tatilini geçirdiği Teksas'taki çiftliğinin kapısında tek başına başlattığı protesto eylemi kamuoyunda yankı uyandırmıştır.

Giderek daha fazla Amerikalı bu savaşın ardındaki hesaplara karşı kuşku duymakta, savaşın Amerikan halkının ve yeryüzünün güvenliği için gerekliliği iddiasını sorgulamaktadır. Tam da bu vasatta meydan gelen Katrina kasırgası ile yönetimin zaafiyeti ve sıradan Amerikalıların yaşadıklarına karşı umarsızlığının belirginleşmesi Bush'un Irak macerasının daha yoğun eleştirilmesine yol açmıştır. Nitekim 24 Eylül günü diğer batı kentleriyle birlikte ABD'de de gerçekleştirilen savaş protestolarına katılımın yüksekliği ve protestocuların söylemlerindeki keskinlik tepkilerin yükseldiğinin bir göstergesi sayılabilir.

Özetle bu tablo Vietnamlaşma manzarasıdır. Irak, ABD yönetiminin tarihe gömmek istediği, hafızalardan silmek istediği Vietnam öcüsünü yeniden hortlatmıştır. Hatırlanacak olursa 1991'de Irak ordusunun Kuveyt'ten çıkartılıp, adeta çöle gömülmesi ile sonuçlanan Körfez Savaşı'nın ardından yaptığı zafer konuşmasında o dönemin ABD Başkanı baba Bush "Vietnam sendromu"nun tarihe gömüldüğünü söylemişti. Ne enteresandır ki, on küsur yıl önce gömüldüğü düşünülen topraklar Vietnam sendromunun yeniden dirilişine sahne olmaktadır.

ABD ve işgal koalisyonunun Irak'ta ağır bir darbe yemesi sadece Irak ve bölge açısından değil; emperyalist saldırganlığın tüm yeryüzünü kuşatma altına alma planları açısından da son derece önemli bir gelişme ortaya çıkarmıştır. Nitekim ABD'nin Irak'ta giderek daha büyük bir batağa saplanması ve adeta ne yapacağını bilemez hale gelmesi tüm dünyada sevinçle karşılanmıştır. Irak'ta yaşananlara gerek fiziki mesafe açısından, gerekse de sosyo-kültürel kimlik açısından uzak halkların dahi ABD ordusunun çıkmaza girmesini hem kendi gelecekleri, hem de tüm dünya açısından olumlu, hayırlı bir gelişme olarak algılamaları boşuna değildir. Özellikle ABD'de giderek güçlenen, İsrail sevgisiyle maruf, yayılmacı-savaşçı zihniyetin ve bu zihniyetin temsilcisi neo-con taifesinin burnunun sürtülmesi tüm dünyaya "oh olsun" duygusu yaşatmakta, tahakküm tehdidine karşı nefes almayı kolaylaştırmaktadır.

Genellemecilik Yanlışı

Irak direnişi sadece kuşatıcı, tahakküm edici, zorba bir güce karşı koymanın mümkün olduğunu göstermekten ibaret bile kalsa, Müslüman halkların tarihi ve insanlık ailesinin onuru açısından büyük bir kazanımdır. Gelişmeleri bugüne kadarki mazisi ve bundan sonraki seyri açısından yorumlayanlar bu gerçeği görmezden gelemezler. Bu noktada direniş adına ortaya konulan ve gerek İslami gerekse de insani açıdan şaibeli, ölçüsüz, yanlış birtakım hareketler direniş hakkında kuşkular oluşturmayı haklı çıkarmayacağı gibi, bir bütün olarak direniş olgusunu yok saymayı da getirmez, getirmemelidir.

Bununla birlikte İslami kaygılarla gelişen ve emperyalist saldırganlığa güçlü bir cevap oluşturan Irak direnişinin kazanımlarını sahiplenmek direniş adına ortaya konulan ne var ne yok her şeyi toptancı bir tarzda benimsemeyi, üstlenmeyi de gerektirmez. Genel manada direniş olgusunu; direniş adına gerçekleştirildiği söylenen, iddia edilen kimi eylemlerden ayırmak mümkün ve gereklidir. Irak'ta uzunca bir süredir rahatsız edici, tasvip edilmesi mümkün olmayan, hatta izahı imkansız birtakım eylemlere şahit olunmakta. Direnişçilere atfedilen bu eylemler, daha önemlisi bu eylem mantığı ve buna elverişli zihin yapısı Müslümanlarca mutlaka gündemleştirilip ayrıştırılmak zorundadır. Genellikle Irak dışından gelen mücahitlerin oluşturduğu el-Kaide yapılanmasına atfedilen bu eylemler direniş olgusunu güçlendirmemekte, bilakis geriletmekte, gerek imaj gerekse de etkinlik açısından zayıflatmaktadır. 

Irak gerçeğini pek dikkate almayan, "Irak'ta nasıl bir gelecek?" tasavvuruna sahip olmayan, ölçüsüz ve ayrım gözetmeyen bir şiddet dalgasıyla işgalcilerden çok Irak halkına zarar veren bu eylemler, kim yaparsa yapsın tavır almayı gerektiren eylemlerdir. Dikkat edilirse söz konusu eylemler o kadar kabul edilemez nitelikli eylemlerdir ki, ilk planda herkesin aklına olsa olsa işgalcilerin bu işleri organize ettiği, bu eylemleri doğrudan işgalcilerin ya da onların yönlendirdiği kişilerin yaptığı yargısı gelmektedir. Maalesef bu tarz komplo teorileri gerçeğin uzağındadır. Söz konusu eylemlerin en azından bir kısmının Müslümanlarca gerçekleştirildiği ve işgale karşı direniş stratejisinin bir parçası olarak savunulduğu bilinmektedir.

Oysa bu yapılanlar öncelikle Irak halkı arasında zaten bir hayli derin temelleri bulunan ayrışmayı daha da derinleştirme, düşmanlığa dönüştürme neticesini doğurmaktadır. Ancak ittifak edebilir, güçlerini birleştirebilirlerse işgalcileri ülkelerinden atabilecek olan kesimleri birbirlerine karşı güvensizlik içine sokacak, aralarında husumeti artıracak eylemler doğal olarak sadece işgalcilerin elini kuvvetlendirmekte, halk arasında onlar olmadığında herkesin birbirini boğazlayacağına dair bir korku atmosferinin gelişimini beslemektedir. Geniş halk kitleleri ve ayrıca Irak'ı dışarıdan izleyen dünya halkları açısından buradan hangi sonuç çıkar? Muhtemelen işgalcilerin kalması gerektiği! Nitekim mevcut Irak yönetimi bu durumu gerekçe göstererek daha bir müddet "koalisyon güçleri"nin Irak'ta kalmaları gerektiğini söylemektedir. Talabani ve Barzani gibi tescilli işbirlikçilerin bu tavrı seslendirmesi garip değil, bilakis geçmiş siyasi çizgileriyle örtüşen bir durumdur. Ama ne var ki, Meclis-i Ala ve Hizbu'd Dava gibi önceleri işgali ilkesel olarak reddettiklerini söyleyen hareketlerin de ilerleyen günlerde bu tavrı takınmaları dikkat çekici bir olumsuzluk, açık bir gerilemedir. Bu olumsuzluğu Hekim ve Caferi çizgisinin "iktidar" karşılığında ödemek durumunda kaldıkları bir bedel olarak yorumlamak mümkündür elbette ama acaba ölçüsüz ve kışkırtıcı şiddet dalgasıyla oluşan kaos ortamının bu sonucun oluşumuna hiç katkıda bulunmadığı söylenebilir mi? En azından işgalcilerin varlığını meşrulaştırıcı bir etken olarak yorumlanabilmesi bile söz konusu eylemlerin yanlışlığına, faydasızlığına delalet eder.

Politik Basiretten Yoksun Tavırlar İşgale Güç Veriyor!

Kuşatıcı ve basiretli bir direniş hattı ancak farklı kesimleri kucaklayan, onları da işgale karşı tavır almaya yönelten, etkili bir strateji izleyerek işgalcilerle tüm halkı karşı karşıya getirmeye yönelen bir yaklaşımın somutlaşmasıyla mümkündür. Politik basireti zayıf adımlar ise bugün olduğu gibi muhatapların giderek daha fazla  işgal cephesine yönelmeleri sonucunu doğurur. Bağnazca bir tutumla tüm muhataplarını karşı safa itmeyi getiren tavırlar özünde ne kadar samimiyet ve fedakarlık içerirse içersin son kertede düşmanın elindeki silaha dönüşebilmektedir.

Şunu görmek gerekiyor; Irak'ta Kürtleri bütünüyle dışlayan, Şiileri blok olarak işbirlikçilik yaftasıyla mahkum eden bir yaklaşım baştan kaybetmeye mahkum bir yaklaşımdır. Oysa Kürtler arasında hakim güçleri temsil etmekten uzak olsalar da İslami yapılanmaların ve ayrıca kitlesel bazda İslami duyarlılığın mevcudiyeti inkar edilemez. Bunları geliştirmek yerine, top yekun karşı safa mahkum edecek söylem ve eylemlere yönelmek hiç de akıllıca değildir. Aynı şekilde mezhebi kaygıların da ön planda olduğu bir duygusallıkla, siyasi temsil konumunda olan örgütlerin tutumlarından kalkarak Şii Müslümanları bütünüyle işbirlikçi konumuna oturtmak ve düşman bellemek insaf ve adalet ölçüleriyle bağdaşmaz. Ayrıca da asla geliştirmez, kazandırmaz.

Ne yazık ki, Irak etnik ve mezhebi ayrışmanın giderek kutuplaşmaya doğru evrildiği bir görünüm sunmaktadır. ABD işgali ve ardından gerçekleştirilen düzenlemelerle bu olgu netleştirilmeye, pekiştirilmeye çalışılmıştır. Ama şunu da görmek gerekir ki, mezhebi taassuptan kurtulamamış, İslami iddialarla hareket etmelerine rağmen geleneksel kalıplara kendilerini mahkum etmiş anlayış sahipleri de bu sürece ivme kazandıran tutumlar takınmışlardır. Elbette daha olgun, basiretli tutumlar geliştiren kesimler de olmakla beraber, Şiisiyle, Sünnisiyle pek çok grup taifeci tavırlar takınma yanlışını göstermişlerdir.

On yıllarca süren ezikliğin ardından çoğunluk olmanın ve "iktidar"a yakın bulunmanın sağladığı avantajla Şiilerin tahakkümcü bir tavra yönelmeleri, öte yandan Sünnilik adına birilerinin açıkça Şiilere karşı savaş naraları atmaktan çekinmemesi son derece sağlıksız gelişmelerin habercisidir. Bu noktada Şiilerce ait camilerin bombalanmasının da Sünnilere ait camilere el konup Hüseyniyelere dönüştürülmesinin de kabul edilemez cürümler olduğu ve bunları yapanların fitne ateşini kızıştırmaya çalışan suçlular olduğu kabul edilmelidir.

Dünyayı talana çıkmış emperyalistleri bozguna uğratan ve planlarını alt üst eden Irak halkının direnişi başta Müslümanlar ve İslami hareketler olmak üzere tüm dünya halkları ve muhalifler açısından bir umut ateşi olmuştur.  Bu ateş mezhepçi kışkırtmalarla, hangi amaca hizmet ettiği bilinmeyen şaibeli tavırlarla küllendirilmemeli, kirletilmemelidir. Ve mutlaka basiretli, adil ve İslami ölçüler içinde sürdürülen direniş çizgisi; işgalcilerin propagandasına zemin teşkil eden ve masum halkı, sıradan insanları, Irak halkının kardeşlik bilincini hedef alan kör eylemlerden ayrıştırılarak ele alınmalıdır.

İşgale ve İşgalcilere Yönelen Namlular Onurumuzdur!

Irak zemininin tüm karmaşıklığına rağmen açık, net tutumlar geliştirmenin gerekliliği ortadadır. Birbiriyle bağlantılı şu hususların altını çizelim:

1. Irak'ta emperyalist şeflerin dahi inkar edemeyip, itiraf etmek zorunda kaldıkları etkili bir direniş mevcuttur.

2. Direniş kavramı tek merkezden idare edilen ve homojen bir yapılanmayı değil; çeşitli şahısların, örgütlerin, mahalli ve genel yapılanmaların ve bunların sözlü ya da fiili, siyasi ya da askeri eylemlerinin bütününü kapsar. Bu yüzden sadece silahlı gruplarla sınırlanmamalı; Şiiler arasında Mukteda Sadr hareketi gibi hem siyasi, hem askeri ya da Şeyh Cevad Halisi gibi sadece siyasi çalışma yürütenleri, aynı şekilde Sünni kesimdeki Heyet-i Ulema gibi örgütlenmeleri de içerecek şekilde tanımlanmalıdır.

3. Genel manada direnişi desteklemek, olumlamak direniş adına her yapılanı onaylamak anlamına gelmez, böyle bir toptancılığı gerektirmez. Direniş grupları adına gerçekleştirilenler arasında hak ve adalet ölçüleri dahilinde geliştirilmiş siyasi ya da askeri eylemler yanında, İslami ölçülerle bağdaşmayan eylemler de mevcuttur. Kur'ani temelde bunları ayrıştırmak mümkündür, gereklidir de. Ve İslami kimliği gölgeleyen, İslami mesajı kirleten her türden eylem failinin kim olduğuna bakılmaksızın reddedilmelidir.

4. İslami insaf ölçülerinden ve politik basiretten yoksun birtakım odakların kimi eylemleri gerekçe gösterilerek Irak'ta direniş olgusunu yok saymaya ve işbirlikçiliği meşrulaştırmaya dönük her türden yaklaşım reddedilmelidir. Bu tarz gerekçeler öne sürülmek suretiyle, yeryüzünü kana ve sömürüye boğmaya kalkan emperyalist saldırganlığa ciddi bir darbe indiren Irak direnişi ile dayanışma sorumluluğunun gölgelenmesine izin verilmemelidir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR