1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Netanyahu'nun son oyunu: İzolasyon ve paramparça olmuş güç illüzyonu
Netanyahu'nun son oyunu: İzolasyon ve paramparça olmuş güç illüzyonu

Netanyahu'nun son oyunu: İzolasyon ve paramparça olmuş güç illüzyonu

Netanyahu'nun iktidarda ne kadar kalacağı belirsizliğini koruyor ancak siyasi konumu önemli ölçüde kötüleşti. Ülke içinde yaygın bir muhalefet ve uluslararası kınama ile karşı karşıya.

25 Mayıs 2025 Pazar 18:08A+A-

Ramzy Baroud’un MEMO’da yayınlanan yazısı, Haksöz Haber tarafından tercüme edilmiştir.


Binyamin Netanyahu'nun tüm kartları elinde tuttuğu bir dönem vardı. Filistin Yönetimi büyük ölçüde pasifti, işgal altındaki Batı Şeria nispeten sakindi, İsrail'in diplomatik erişimi genişliyordu ve ABD, İsrail'in Filistin üzerinde tam kontrol arzusuna uyum sağlamak için uluslararası hukuku esnetmeye hazır görünüyordu.

İsrail başbakanı ayrıca, en azından kendi tahminine göre, yıllardır boğucu İsrail ablukasını kırmak için - başarısız bir şekilde - mücadele eden ve sürekli meydan okuyan Gazze'yi kontrol altına almayı başarmıştı.

İsrail içinde Netanyahu, ülkenin en uzun süre görev yapan başbakanı olarak kutlanıyordu; sadece uzun ömür değil aynı zamanda eşi benzeri görülmemiş bir refah vaat eden bir figürdü. Netanyahu bu dönüm noktasını kutlamak için görsel bir malzeme kullandı: bir Orta Doğu haritası ya da kendi deyimiyle “Yeni Orta Doğu”.

Netanyahu'ya göre bu yeni Orta Doğu, İsrail liderliğinde ‘büyük nimetlerin’ yaşanacağı bir geleceği temsil eden birleşik yeşil bir bloktu.

Bu haritada dikkat çekici bir şekilde Filistin'in tamamı -hem tarihi Filistin, şimdi İsrail, hem de işgal altındaki Filistin toprakları- yer almıyordu.

Netanyahu'nun son açılımı 22 Eylül 2023 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda gerçekleşti. Zafer kazanmış gibi görünen konuşmasına katılım azdı ve hazır bulunanlar arasında da coşku göze çarpmıyordu. Ancak bu durum Netanyahu, onun aşırılık yanlılarından oluşan koalisyonu ve İsrail kamuoyunun geneli için pek de önemli görünmüyordu.

Tarihsel olarak İsrail, kendi hesaplarına göre birincil öneme sahip olduğu düşünülen birkaç ülkenin desteğine bel bağlamıştır: Washington ve bir avuç Avrupa başkenti.

Ardından 7 Ekim saldırısı geldi. Başlangıçta İsrail, Filistinlilerin saldırısını Batı'nın ve uluslararası toplumun desteğini almak için kullandı ve hem mevcut politikalarını doğruladı hem de vermeyi planladığı yanıtı meşrulaştırdı. Ancak İsrail'in tepkisinin bir soykırım kampanyası, Gazze'deki Filistin halkının yok edilmesi ve Gazze nüfusu ile Batı Şeria topluluklarının etnik temizliğe tabi tutulması anlamına geldiği ortaya çıkınca bu sempati hızla dağıldı.

Gazze'deki yıkıcı katliamın görüntü ve fotoğrafları ortaya çıktıkça İsrail karşıtlığı da arttı. İsrail'in müttefikleri bile çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan on binlerce masum sivilin kasıtlı olarak öldürülmesini haklı göstermekte zorlandı.

İngiltere gibi ülkeler İsrail'e kısmi silah ambargosu uygularken, Fransa bir yandan ateşkes çağrısında bulunurken diğer yandan bunu savunan yerel aktivistleri bastırarak denge kurmaya çalıştı. İsrail yanlısı Batı söylemi giderek daha tutarsız hale geldi, ancak yine de son derece sorunlu olmaya devam ediyor.

Başkan Biden yönetimindeki Washington, başlangıçta İsrail'in soykırım ve etnik temizlik hedefini dolaylı olarak onaylayarak tereddütsüz desteğini sürdürdü.

Ancak, İsrail algılanan hedeflerine ulaşmada başarısız oldukça, Biden'ın kamuoyu önündeki duruşu değişmeye başladı. Ateşkes çağrısında bulundu, ancak İsrail'e baskı yapmak için somut bir isteklilik göstermedi. Biden'ın İsrail'e verdiği sadık destek, birçok kişi tarafından Demokrat Parti'nin 2024 seçimlerindeki kayıplarına katkıda bulunan bir faktör olarak gösterildi.

Sonra Trump geldi. Netanyahu ve hem İsrail'deki hem de Washington'daki destekçileri, İsrail'in Filistin ve daha geniş bölgedeki (Lübnan, Suriye, vs.) eylemlerinin daha geniş bir stratejik planla uyumlu olacağını tahmin ediyorlardı.

Trump yönetiminin gerilimi daha da tırmandırmaya istekli olacağına inanıyorlardı. Bu tırmanışın İran'a karşı askeri harekâtı, Filistinlilerin Gazze'den sürülmesini, Suriye'nin parçalanmasını, Yemen'deki Ensarullah'ın zayıflatılmasını ve önemli tavizler olmaksızın daha fazlasını içereceğini öngörüyorlardı.

Başlangıçta Trump bu gündemi takip etmeye istekli olduğunun sinyallerini verdi: daha ağır bombalar konuşlandırdı, İran'a karşı doğrudan tehditler savurdu, Ensarullah'a karşı operasyonları yoğunlaştırdı ve Gazze'yi kontrol etmek ve nüfusunu yerinden etmek istediğini ifade etti.

Ancak Netanyahu'nun beklentileri sadece yerine getirilmeyen vaatlerle sonuçlandı. Bu da şu soruyu gündeme getiriyor: Trump, Netanyahu'yu kasıtlı olarak mı yanılttı yoksa gelişen koşullar başlangıçtaki planlarını yeniden değerlendirmesini mi gerektirdi?

İkinci açıklama daha makul görünüyor. İran'ın gözünü korkutma çabalarının etkisiz olduğu kanıtlandı ve Tahran ile Washington arasında önce Umman'da, ardından Roma'da bir dizi diplomatik angajmana yol açtı.

Ensarullah direnç göstererek ABD'yi 6 Mayıs'ta Yemen'deki askeri operasyonlarını, özellikle de ‘Rough Rider’ operasyonunu azaltmaya sevk etti. 16 Mayıs'ta bir ABD yetkilisi USS Harry S. Truman'ın bölgeden çekileceğini açıkladı.

Özellikle 12 Mayıs'ta Hamas ve Washington, İsrail'den bağımsız olarak, ABD-İsrailli esir Edan Alexander'ın serbest bırakılması için ayrı bir anlaşma yaptıklarını duyurdu.

Trump 14 Mayıs'ta Riyad'da düzenlenen ABD-Suudi yatırım forumunda bölgesel barış ve refahı savunan, Suriye'ye yönelik yaptırımları kaldıran ve İran'la diplomatik çözüme vurgu yapan bir konuşma yaptı.

Bu bölgesel değişimlerde Binyamin Netanyahu'nun ve onun stratejik ‘vizyonunun’ yer almaması dikkat çekiciydi.

Netanyahu bu gelişmelere Gazze'deki Filistin hastanelerine yönelik askeri operasyonları yoğunlaştırarak, Nasır ve Avrupa Hastanelerindeki hastaları hedef alarak karşılık verdi. En savunmasız kişileri hedef alan bu eylem, Washington ve Arap devletlerine, sonuçları ne olursa olsun hedeflerinin değişmediğine dair bir mesaj olarak yorumlandı.

Gazze'de yoğunlaşan İsrail askeri operasyonları, Netanyahu'nun algılanan siyasi kırılganlık karşısında güç gösterme çabasıdır. Bu tırmanış, Filistinli kayıplarda keskin bir artışa ve iki milyondan fazla insan için kıtlık olmasa da gıda sıkıntısının şiddetlenmesine neden oldu.

Netanyahu'nun iktidarda ne kadar kalacağı belirsizliğini koruyor ancak siyasi konumu önemli ölçüde kötüleşti. Ülke içinde yaygın bir muhalefet ve uluslararası kınama ile karşı karşıya. Birincil müttefiki ABD bile yaklaşımında bir değişimin sinyallerini verdi. Bu dönem Binyamin Netanyahu'nun siyasi kariyeri ve potansiyel olarak korkunç derecede şiddet yanlısı hükümetiyle bağlantılı politikaları için sonun başlangıcı olabilir.

 

*Ramzy Baroud, gazeteci ve Palestine Chronicle'ın editörüdür.

HABERE YORUM KAT