1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Netanyahu rehineleri sadece soykırıma giden yol olarak gördü
Netanyahu rehineleri sadece soykırıma giden yol olarak gördü

Netanyahu rehineleri sadece soykırıma giden yol olarak gördü

Batılı liderler ve medya, rehineler hakkında İsrail'in katliamının yeniden başlamasını kaçınılmaz kılan bir propaganda söyleminin desteklenmesine yardımcı oluyor.

27 Şubat 2025 Perşembe 01:50A+A-

Jonathan Cook’un MEE’de yayınlanan yazısını, Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.

 

İsrail, Gazze'deki katliamına Batı'nın desteğini 15 ay boyunca sadece yoğun bir yalan kampanyasıyla sürdürdü.

Hamas'ın özellikle ‘kafa kesme ve toplu tecavüz’ gibi, hiçbir kanıt gösterilemeyen iğrenç savaş suçlarını uydurdu. Buna karşılık, Hamas'ın İsrail'e yönelik saldırılarına karşılık olarak kendi işlediği daha da ağır savaş suçlarını küçümsedi.

Hamas'ın Ekim 2023'te işlediği suçlar dikiz aynasında her zamankinden daha uzakta dururken ve İsrail'in işlediği suçlar Gazze'nin tamamen yok edilmesiyle -Uluslararası Adalet Divanı'na (UAD) göre “makul” bir soykırıma varan- hala çok görünür durumdayken, İsrailli liderler umutsuzca dikkatleri yeni bir anlatı savaş alanına kaydırmaya çalışıyor.

Katliamın yeniden başlamasını haklı çıkarmak için yeni bir dizi yalana ihtiyaçları var. Ve her zaman olduğu gibi Batılı müesses nizam medyası da aktif bir şekilde buna yardımcı oluyor.

Hem Hamas hem de İsrail, ateşkesin ilk aşamasında İsrailli ve Filistinli rehinelerin düzenli olarak değiş tokuş edilmesini ahlaki üstünlüğü ele geçirmek için kullanarak tahmin edilebilir bir propaganda oyunu oynuyorlar.

İsrail bir kez daha tüm kartları elinde tutuyor, Batı'dan kaya gibi sağlam bir destek alıyor ama bir kez daha halkla ilişkiler savaşını kazanamıyor.

Bu da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun hafta sonunda neden öfke nöbetlerinden birini daha geçirdiğini, bu kez Hamas'ı İsraillilerin serbest bırakılmasını “küçük düşürücü” ve “aşağılayıcı törenler” olarak adlandırdığı bir şekilde sahnelemekle suçladığını açıklıyor.

İsrail ve destekçileri, cumartesi günü serbest bırakılan esirlerden birinin sahnede kendisini esir alanlardan ikisini alnından öperken gülümsemesine özellikle öfkelenmiş görünüyor.

Kızıl Haç personeliyle birlikte devir teslim törenine doğru yürürken kolunu esirlerden birinin omuzlarına dolayarak bir başka sevgi gösterisinde bulundu.

Bir sonraki turda serbest bırakılacak olan diğer iki İsrailli ise yakınlardaki bir arabadan onları izlerken, özgürlük beklentisiyle heyecanlanırken ve Netanyahu'ya serbest bırakılmalarını sabote etmemesi için yalvarırken görüntülendi.

Ateşkesi havaya uçurmak

Tahmin edilebileceği üzere, BBC de dâhil olmak üzere batı medyası İsrail'i destekleyerek bunların, İsrail'in ateşkesin başladığı 19 Ocak'tan bu yana Gazze'ye düzenlediği yüzlerce saldırıda 130'dan fazla Filistinliyi öldürmesinden çok daha ciddi ihlaller olduğunu öne sürdü.

Medya, İsrail'in bu kez işgal altındaki Batı Şeria'da gerçekleştirdiği yeni yıkım dalgasına da benzer şekilde kısa bir yer ayırdı. Binlerce ev yıkıldı ve tüm topluluklar etnik olarak temizlendi.

Batılı yayın organları bu savaş suçlarının aynı zamanda ateşkes anlaşmasının da ağır bir ihlali olduğunu kayda değer bir şekilde görmezden geldi.

Şimdi Netanyahu, İsrailli esirlerden bazıları ile Hamas arasındaki samimi ilişkileri, ikinci aşama önümüzdeki hafta başlamadan önce ateşkesi bozmak için bir bahane olarak kullanıyor. İsrail'in Gazze'den tamamen çekilmesi ve yeniden inşasına izin vermesi bekleniyor.

Cumartesi günü serbest bırakılması gereken yüzlerce Filistinli rehineyi taşıyan otobüsler geri dönmek zorunda kaldı ve rehineler hapishanelerine geri gönderildi. İsrail'in kendi değerlendirmelerine göre bile, bu Filistinlilerin büyük çoğunluğu “çatışmaya katılmadı”.

Aralarında sağlık personelinin de bulunduğu pek çok kişi 7 Ekim'deki Hamas saldırısının ardından Gazze sokaklarında ele geçirildi. Herhangi bir suçlama olmaksızın tutulan bu kişiler, işkence görmüş ve İsrailli insan hakları gruplarının “cehennem” benzetmesi yaptığı barbarca koşullara maruz bırakılmışlardır.

Soykırım sloganları

İsrail ve destekçilerinin, esirlerini halka teşhir ederek Hamas'ın uluslararası insancıl hukuktan kaynaklanan saygınlık haklarını ihlal ettiği konusunda gerçekten endişeli olduklarını düşünmek güzel olurdu. Ama aldanmayın - ya da aptallık etmeyin.

İsrail rehine takasından vazgeçmeden önce bile Filistinlilerin kendi aşağılayıcı muamelelerine maruz kalacaklarına dair söz vermişti. İsrail'in Gazze halkına yönelik soykırım eylemlerini destekleyen sloganlarla süslenmiş tişörtler giymeye zorlanacaklardı.

Ve İsrail'in destekçileri, cumartesi günü serbest bırakılacak olan 600 Filistinli rehinenin hassasiyetleri konusunda pek de endişeli görünmüyorlardı; otobüsler onları tam da özgürlük kokusu alabilecekleri sırada İsrail'deki işkence kamplarına geri gönderdi.

Ancak her halükarda İsrail'in kendi rehineleri Netanyahu için başından beri düşük bir öncelikti.

Eğer İsrail onları gerçekten bu kadar önemseseydi, Gazze'yi 15 ay boyunca ‘halı (yoğun) bombardımanına’ tutmazdı.

Bunun yerine ateşkes ve esir takası fırsatını geçen ay değil -gelecek ABD Başkanı Donald Trump'ın ağır baskısı altında yapmak zorunda kaldığı gibi- geçen mayıs ayında, tam olarak aynı şartlarda bir anlaşma teklif edildiğinde değerlendirirdi.

Eğer İsrail esirleri bu kadar önemsiyor olsaydı, ABD tarafından tedarik edilen 2,000 lb'lik sığınak delici bombaları kullanarak Gazze'nin büyük bir bölümünü ayrım gözetmeksizin yok etmekle kalmaz, aynı zamanda İsraillilerin birçoğunun tutulduğu tünelleri zehirli gazlarla doldurmazdı.

İsrail esirleri bu kadar önemsiyor olsaydı, Gazze'de ilan edilmemiş “ölüm bölgeleri” kurmaz, İsrail askerleri hareket eden herkesi ve her şeyi vurmazdı.

Beyaz teslim bayrağı sallayan üstsüz üç İsrailli, Aralık 2023'te tam da böyle bir ortamda İsrail askerleri tarafından vurularak öldürüldü.

İstediğini yapmak

İsrailli tutsaklar Netanyahu ve onun yalaka savunucuları için ancak soykırımı meşrulaştıran bir anlatıyı desteklemeye yardımcı oldukları sürece faydalıdır.

Trump tarafından köşeye sıkıştırılan İsrail başbakanı, Gazze'deki çocukların toplu katliamına devam etmeden önce, en azından bir kısmının geri dönmesini sağlamanın, yeni ABD başkanını ve kendi halkının çoğunu yatıştırmak için ödemesi gereken bir bedel olduğunu hesaplamıştı.

Birinci aşama olan ana esir değişimlerinden sonra kalıcı bir ateşkese doğru ilerlemek gibi bir niyeti olmadığını defalarca ve açıkça ortaya koydu.

Netanyahu için İsrailli esirlerin önemi sadece kendisine ‘soykırıma geri dönüş için bir rota’ sağlamasıdır.

Öte yandan Hamas, esirlerin serbest bırakılmasıyla açılan küçük pencereyi kullanarak İsrail'in tasarladığı ve Batı'nın dayattığı dogmanın öcüsü olmadığını göstermek için her türlü tecrübeye sahip.

İsrail'in yıkıcı saldırısına rağmen, dikkatle yönetilen salıvermelerinin Gazze'de hala ne kadar söz sahibi olduğunu göstermesini umuyor.

Ve Hamas'ın İsrailli esirlerle makul ilişkiler geliştirmek için nedenleri var - en azından yabancı kamuoyları nezdindeki imajını yumuşatmak ve Netanyahu'nun soykırıma geri dönmesini zorlaştırmak için.

Elbette İsrail'in böyle bir karşılıklı teşviki yok. Çok daha güçlü bir taraf olarak -7 Ekim 2023'ten önce bile Gazze'nin tüm nüfusunu 17 yıllık bir kuşatmayla rehin tutan bir taraf olarak- iddialarının batı medyası tarafından hiçbir zaman doğru dürüst bir incelemeye tabi tutulmayacağından emin bir şekilde dilediğini yapabilir.

Serbest bırakılan Filistinli mahkûmların işkence, cinsel saldırı ve tecavüze uğradıklarına dair tanıklıkları -ki bunlar uluslararası insan hakları gözlemcileri tarafından da teyit edilmiştir- görmezden gelinmektedir.

Stockholm sendromu

İhtimaller İsrail'in lehine olmasına rağmen, farklı gerçekler o kadar keskin ki İsrail yine de propaganda savaşını kaybediyor. Bu nedenle Netanyahu'nun esir takasını bir gün daha sürdürmeye niyeti yok.

Sorun şu ki Hamas tarafından serbest bırakılan esirler çoğunlukla onun davasına yardımcı olmuyor. Aksine engel oluyorlar.

Bu ayın başlarında serbest bırakılan bir grup İsrailli rehinenin neredeyse İsrail tarafından serbest bırakılan yüzlerce Filistinli rehine kadar solgun ve bir deri bir kemik görünmesi, İsrail'in soykırım savunucularını kısa süreli bir rahatlamaya itti.

Serbest bırakılan Filistinlilerin daha da perişan durumlarına kayıtsız kalınırken, bu küçük İsrailli grubun durumu karşısında her tarafta öfke vardı.

Ancak serbest bırakılan İsraillilerin çoğu, özellikle de İsrail'in 15 aydır Gazze'ye yiyecek ve su girişine izin vermediği ve esirlerin çoğunun Gazze'nin neredeyse tamamını yerle bir eden İsrail bombardımanlarından korunmak için yeraltında tutulmak zorunda kaldığı düşünüldüğünde, oldukça sağlıklı görünüyordu.

Ancak İsrail için daha da endişe verici olan, esirlerin kendilerini esir alanların yanında çoğunlukla rahat görünmeleri.

Savunmaya geçen İsrail destekçileri bu sahnelerin kameralar için sahnelendiğini ya da esirlerin kendilerini esir alanlarla özdeşleştikleri söylenen psikolojik bir durum olan “Stockholm sendromundan” muzdarip olduklarını öne sürdüler.

Bu mümkün olsa da, neden hiçbir Filistinli esirin İsrailli gardiyanlarına benzer şekilde sevgi dolu bakmadığını ve ses çıkarmadığını düşünmemek elde değil.

Çok az zaman kaldı

Batılı kamuoyları gözlerinin önündeki kanıtları nasıl değerlendirirse değerlendirsin, bu kanıtlar İsrail'e çok az destek sağlamaktadır.

Hamas ve esirler arasındaki bu sahneleri, İsrail tarafından sunulan - ve batılı kuruluşlar tarafından tekrarlanan - Hamas'ın bebeklerin kafasını kesen ve toplu tecavüzler gerçekleştiren barbarlar olduğu yönündeki hala baskın ve kanıttan yoksun anlatı ile bağdaştırmak zordur.

Hamas'ı basitçe canavarlara indirgeyen İsrail'in amacı, soykırım suçlarını meşrulaştırmak için Gazze'nin tüm nüfusunu insanlıktan çıkarmaktı.

Yine de esirlerin Hamas'tan esir alanlarla insani bir bağ kurduklarını gösteren sahneler bu fikrin sürdürülmesini zorlaştırıyor.

Eğer Hamas, batılı kamuoylarının inandırıldığı kadar kötü değilse - eğer üyelerinin davranışları İsrail askerleri ve hapishane gardiyanlarınınkinden daha kötü ya da daha iyi değilse - bu, batı medyasının önceki 15 aylık soykırımla ilgili haberlerinin güvenilirliği hakkında ne söylüyor?

Ve daha da önemlisi, seçilmiş liderlerimizin Hamas'ın 2023 saldırısının sözde intikamını almak için Gazze'de on binlerce - ve muhtemelen yüz binlerce - Filistinli sivilin öldürülmesini bu kadar rahat kabul etmeleri kendi batı barbarlığımız hakkında ne söylüyor?

Liderleri, Gazze'nin çocuklarına yönelik soykırım niyetlerini açıkça ilan etmişken - bize tüm nüfusun Hamas'ın saldırısına karıştığını ve bu nedenle meşru hedefler olduğunu söylerken - İsrail'in ahlaki üstünlük iddiasından ne anlamalıyız?

Sözde ateşkes sırasında bile anlaşma şartlarını 250'den fazla kez ihlal eden ve fiilen ateşi kesmeyi reddeden İsrail hangi ahlaki üstünlüğe sahip olabilir?

İsrail, geçen hafta yaptığı gibi Gazze'ye bildiriler atarak, oradaki Filistinlilerin Trump'ın tüm nüfusu etnik olarak temizleme planına boyun eğmemesi halinde soykırım niyetini yinelediğinde hangi ahlaki yüksek zemini işgal ediyor?

“İsrail Güvenlik Ajansı” tarafından yayınlanan bildiri şu uyarıda bulunuyor: “Eğer tüm Gazze halkı yok olursa... Kimse sizin için üzülmeyecek ve kimse sizi sormayacak... Çok az zaman kaldı - oyun neredeyse bitti.”

Filistinlileri işbirliğine çağırarak sona eriyor: “Her kim çok geç olmadan kendini kurtarmak isterse, biz buradayız ve zaman bitene kadar buradayız.”

Irkçı hesaplar

Benzer şekilde İsrail, 7 Ekim'de rehin alınan İsrailli bir anne ve iki küçük çocuğu olan Bibas ailesinin Gazze'deki ölümleri üzerine oluşan yüksek duyguları, toptan dezenformasyona başvurarak istismar etmeye çalışmaktadır.

Hafta sonunda cesetlerinin teslim edilmesinin ardından İsrail hemen Bibas ailesinin kendilerini esir alanlar tarafından öldürüldüğünü iddia etti; bu durumda Hamas değil, Çölün Efendileri olarak bilinen ve Ekim 2023'te Gazze'den kaçmayı başardıktan sonra aileyi ele geçiren bir suç çetesi söz konusuydu.

Bir an için İsrail'in ailenin “soğukkanlılıkla” öldürüldüğüne dair hikâyesinin gerçekte doğru olduğunu varsayalım.

İsraillilerin bu üç ölümü, İsrail ordusunun Gazze'de on binlerce Filistinli çocuğu katletmesi ve sakat bırakmasından daha fazla önemsemesi - korkunç bir milliyetçilik olsa da - anlaşılabilir bir durumken, Batılı siyasetçiler ve medya neden aynı ırkçı hesabı benimsiyor?

Neden üç İsrailli masumun ölümü, on binlerce Filistinli masumun ölümünden çok daha önemli, çok daha fazla haber değeri taşıyor ve çok daha acı verici?

Ama aslında İsrail'in bir kez daha yalan söylediğine ve bunun, soykırım havasını ilk olarak körükleyen “kafası kesilen bebekler” kurgusunun yeniden ısıtılması olduğuna inanmak için çok iyi nedenler var.

Bibas ailesinin, İsrail'in soykırımının başlarında, Kasım 2023'te İsrail'in halı bombardımanıyla öldürüldüğü yaygın bir şekilde bildirilmişti.

Hamas, ölümlerinden kısa bir süre sonra cesetlerini - hala hayatta olan babalarıyla birlikte - iade etmeyi teklif etti. Filistinli analist Muhammed Şehada'nın da belirttiği gibi, tamamen alaycı bir şekilde İsrail bu teklifi reddetti, böylece “kasıtlı olarak hala hayattalarmış gibi davranabilecek ve bir bebeği rehin tutan Filistinli ‘canavarlar’ anlatısından faydalanabilecekti”.

Şimdi Bibas ailesinin acısı İsrail ve destekçileri tarafından -medyanın da yardımıyla- Filistinli bebeklerin soğukkanlılıkla öldürülmesine geri dönülmesi için destek toplamak amacıyla istismar ediliyor.

Bibas ailesinin, binlerce Filistinli aile gibi, ABD tarafından tedarik edilen bombalarla parçalanmış olması muhtemeldir. Bu durum, Hamas hatayı düzeltmeden önce anne Şiri Bibas yerine Filistinli bir kadının İsrail'e iade edilmesine yol açan ilk vücut parçalarının karışmasını açıklayabilir.

İsrailli yetkililerin bu konudaki güvenilirliklerinin ne kadar az olduğunun bir göstergesi olarak Bibas ailesinin hayatta kalan üyeleri, salı günü yapılacak cenaze törenlerine hükümet bakanlarının katılmasına kesinlikle karşı çıktı.

Şikâyetler çığ gibi büyüyor

Batı medyasının bu çok açık manipülasyonlardaki suç ortaklığı bir kez daha gözler önüne serildi.

Geçtiğimiz hafta Declassified UK tarafından yapılan bir araştırmada BBC, Sky News, ITN, Guardian ve Times çalışanlarının hepsi İsrail propagandasının kendi kuruluşlarında “hüküm sürdüğünü” ifade etti.

Guardian'ın hoşnutsuz çalışanları, gazetenin “tartışmasız İsrail propagandasını güçlendirdiği ve İsrailli sözcülerin açıkça yanlış beyanlarını inandırıcı olarak değerlendirdiği” “dağ gibi örnekler” içeren bir elektronik tablo hazırladı.

Sky'dan bir gazeteci kanalın sadece İsrail'le ilgili haberlere uygulanan bir dizi yazılı olmayan kural koyduğunu söyledi: “Gerçeği bildirmek için sürekli bir savaş var.” Ne zaman Filistinliler insancıllaştırılsa ya da İsrailli sözcüler mercek altına alınsa, kanal “çığ gibi büyüyen telefon ve şikayetlerle” karşı karşıya kalıyordu.

Sky'ın üst düzey İsrailli yetkililere erişimini engelleme ve kanalın muhabirlerini bölgeden uzaklaştırma tehditleri istenen etkiyi yaratmış ve “yayında söylenenleri ve söylenmeyenleri” etkilemiştir.

BBC çalışanları bir kez daha devlet yayın kuruluşunda, İsraillilere yapılan muamelenin tam tersine, Filistinlilerin rutin olarak insanlıktan çıkarıldığı bir kültürden söz etti.

Gazetecilerden biri “soykırım kelimesinin kullanımının fiilen yasaklandığını ve bu kelimeyi kullanan herhangi bir katılımcının susturulduğunu” belirtti.

BBC'nin hafta sonunda Gazze ile ilgili bir belgeseli kısa süreliğine yayın hizmeti iplayer'dan kaldırma kararı da bu bağlamda anlaşılabilir.

Gazze'nin yıkımına büyük ölçüde çocuk gözüyle bakan “Gazze: Savaş Bölgesinde Nasıl Hayatta Kalınır?”, İsrail'in “makul” soykırımına başlamasından tam 16 ay sonra devlet yayıncısının Filistinlileri doğru bir şekilde insanlaştırmak için gösterdiği ilk çabaydı.

Korkak medya

Gazze'deki çocukların katledilmesini her adımda korkunç bir şekilde rasyonalize eden İsrail yanlısı gruplar kaçınılmaz olarak tıslama krizine gireceklerdi. BBC de aynı şekilde tahmin edilebileceği üzere en ufak bir baskı karşısında boyun eğecekti.

Ancak müesses nizam medyasının korkaklığının kasvetli standartlarına göre bile bu düşük bir seviyeydi.

İsrail yanlısı lobiciler, filmin ana anlatıcısı 14 yaşındaki Abdullah'ın Hamas hükümetinden bir bakan yardımcısının oğlu olması nedeniyle BBC'yi terörizmi desteklemek ve dezenformasyon yaymakla suçladı.

Ayman el-Yazuri, 45 Yahudi gazeteci ve medya yöneticisi tarafından kaleme alınan BBC'ye yönelik resmi şikayette “terörist lider” olarak nitelendiriliyor.

Ancak lobinin itirazları, Gazze hükümeti Hamas'la her türlü ilişkiyi terörizmle bir tutan, İsrail'den esinlenen acımasız Birleşik Krallık mevzuatının temel önermesine bağlı olarak asıl dezenformasyondur.

İsrail, Hamas yönetimi tarafından denetlenen kamu hastanelerinde çalıştıkları için terörizmle ilişkili oldukları gerekçesiyle Gazze'de yüzlerce sağlık personelini esir almış ve onlara işkence etmiştir.

Benzer şekilde, İngiltere'de bir üniversitede çevre kimyası alanında doktora yapan ve daha sonra Birleşik Arap Emirlikleri'nin eğitim bakanlığında çalışarak bilim müfredatının geliştirilmesine yardımcı olan el-Yazuri, Gazze'ye döndüğünde eğitim ve tarım bakanlıklarında işe alındı. Bunun nedeni Hamas üyesi olması değil, uzmanlık becerileriydi.

Gazze'de İngilizce konuşulan tek okulda eğitim gören oğlu Abdullah, muhtemelen Gazze'de BBC izleyicilerine kendi ana dillerinde akıcı bir şekilde anlatabilecek birkaç çocuktan biri olmasından daha kötü bir nedenle seçilmedi.

Her halükarda, Abdullah'ın anlatımı tamamen sıradan: sadece İsrail tarafından tasarlanan ve seyircinin ekranda kendi gözleriyle görebileceği bir insani felaketle mücadele eden karakterleri tanıtıyor.

Olağanüstü baskılar

Hikâyeleri anlatılan - ve şimdi silinen - çocuklar açıkça gazetecilik nedenleriyle seçildi: çünkü İsrail'in uyguladığı gıda ablukasına rağmen Tiktok'ta süperstar bir şef olmaktan, İsrail saldırılarında sakatlananları ambulanslardan bekleyen doktorlara taşımak için bir hastanede gönüllü olmaya kadar olağanüstü baskılar altında zorlayıcı şeyler yapıyorlar.

Bunun dışında, belgeselin çerçevesi tamamen İsrail dostu: Hamas, İsrail'den daha fazla acı çeken bir halk tarafından lanetleniyor; dünyanın en yüksek mahkemesinin Gazze'de bir soykırım olduğundan şüphelendiği şey basitçe bir “savaş” olarak tanımlanıyor; ve Hamas tarafından esir alınan İsraillilerden, askerler bile, tekdüze bir şekilde “rehine” olarak bahsediliyor.

Belgesel İsrail için politikasından dolayı değil, Gazze'de muazzam sayıda katledilen çocukları insanlaştırmasından dolayı tehlike arz ediyor.

İsrail yanlısı lobi gruplarının korktuğu şey - bir ambulans ekibinin İsrail Apaçi helikopterleri tarafından saldırıya uğradığı son bölüm dışında - İsrail propagandasıyla çelişen herhangi bir Filistinli portresidir: Gazze'deki herkesin, hatta çocukların bile, kendi başlarına ölüm ve yıkım getiren teröristler olduğu.

Bu sadece psikopatlarda yankı bulması gereken bir argüman. Yine de yayıncılarımız bunu sorgusuz sualsiz kabul ediyor, tıpkı İngiltere Başbakanı Keir Starmer'ın hükümeti gibi.

Ve bu soykırımı meşrulaştıran bir argümandır. Batılı liderlerin ve medyanın bunu engellemek için yoğun çaba sarf etmesi gerekir. Bunun yerine, soykırımın yeniden başlamasını kaçınılmaz hale getiren bir propaganda anlatısının oluşturulmasına yardımcı oluyorlar.

 

* Jonathan Cook, İsrail-Filistin çatışması üzerine üç kitabın yazarı ve Martha Gellhorn Gazetecilik Özel Ödülü sahibidir.

HABERE YORUM KAT