1. YAZARLAR

  2. Bejan Matur

  3. Muktedirin özrü
Bejan Matur

Bejan Matur

Yazarın Tüm Yazıları >

Muktedirin özrü

19 Şubat 2008 Salı 02:47A+A-

Avustralya hükümeti, 200 yıldır uygulanan asimilasyon politikasından dolayı Aborjinlerden resmen özür diledi.

Avustralya Başbakanı Kevin Rudd, parlamento kürsüsünden yaptığı konuşmada yerli Aborjinlerden özür diledi. Başbakan iyi seçilmiş ifadelerle son 200 yılda beyazların uyguladığı asimilasyondan söz ederken sadece yerliler değil, beyazlar da ağlıyordu.

Avustralya parlamentosunda o gün yaşananlar, vicdanın, sömürge tarihinde nasıl karmaşık ve derin bir anlam ürettiğinin göstergesiydi. Bir iktidarın tarihten gelen sorumluluğu üstlenip kendi halkından özür dilemesi ilk kez olmuyordur elbette, ama Avustralya'dan gelmesinin ayrı bir anlamı var bana göre. Avustralya'nın beyazlarının da kendilerini kurban olarak gördüklerine inanıyorum çünkü.

Bu özrün İngiltere'den Hindistan için gelmesi beklenirdi. Ama olmadı. İngiliz kraliçesinin siyaset üstü olması dolayısıyla Hint kıtasında yapılanlardan dolayı özür dilemesi belki mümkün değildi; ama Hindistan'da yaşanan asimilasyonun mimarları da tarihe özür dilemiş olarak geçmediler. Geri çekilme de bir özür sayılır diyenler, aynı şey olmadığını çok iyi bilirler. Fransızlar Çin Hindi'nde ve Kuzey Afrika'da yaptıklarından dolayı yerli halklardan özür diledi mi? Hiç sanmam. Ya ABD Vietnam için? Liste uzun. Bize sıra gelmeden yanı başımızdaki Rusya'dan söz edelim. Sovyet rejiminin bastırdığı, yok etmeye çalıştığı onca dilin hayatta kalma mücadelesi ne kadar hüzünlüdür. Ve elbette bizim hikâyemiz. Bir arada yaşadığımız başka kültürlerin dillerine bakışımızdaki taklit sömürgeci mantığın tarihimizde ne marazlar yarattığını ve yaratmaya devam ettiğini saymaya gerek var mı? Taklit diyorum çünkü hiçbir zaman gerçek sömürgeci olmamış bir muktedirin bu topraklardaki kültürlere bakışında son yüzyılda olanların hangi asimilasyon politikalarını örnek aldığını az çok biliyoruz hepimiz.

Tabii bu yüksek özrün Avustralya'dan gelmesi fazlasıyla anlamlı... Gelibolu savaşı yıldönümlerinde her sene kapımızda beliren Anzakların torunlarını hatırlayın. İngiltere karşındaki konumlarının, Avustralya ve Yeni Zelanda kimliklerinin yapılanmasında ne kadar etkili olduğunu Gelibolu savaşına duydukları ilgiye bakarak çıkarabilirsiniz.

Bilindiği gibi her yıl Gelibolu'ya üst düzey devlet yetkilileri topluca gelip Anzaklı savaş kurbanlarının anısı önünde saygıyla eğiliyorlar. Elbette pek çoğumuz sömürge kalıntısı beyazların neden hâlâ bu kadar derin bir üzüntü içinde olduklarını, neden onca gözyaşını yurtlarından bu kadar uzakta döktüğüne anlam veremiyoruz. Anadolu'dan katılmış ve sayıları milyonlara yaklaşan şehitler için bile o kadar yas tutmayan bizler Anzakların resmi kederine pek de anlam vermeden izlemekle yetiniyoruz. Sömürge tarihi üzerine biraz olsun düşünenler vahşi katliamların tarihi olduğunu da bilirler. İş asimilasyona geldiğinde vahşetin boyutu kültür adı altında şık bir pakete kavuştuğundan öncesindeki fizik yok etmelerin hesabı tarihe bile kalmıyor yazık ki. Konunun yakın takipçilerinden bazıları Anzak kutlamaları için şunu söylüyorlar: 'Onca kilometreyi kat edip gözyaşı döken muktedirler aslında yerlilerine karşı yaptıkları katliamı perdeleme telaşındalar.' Bu da mümkün ama bana kalırsa. İngiltere karşında var olmanın, kendi olmanın kimlik öğesine dönüşüyor Anzak yası. Ayrıca sömürgeci efendisi adına elini kana bulamanın ağır vicdani yükünü temizleme çabası da yok değil bu anmalara atfedilen önemde. Yeni Zelandalılar ve Avustralyalılar Gelibolu'ya gözyaşı dökerek, İngilizlere biz de katledildik mesajı veriyorlar. Üstelik bunun iç iktidarlarını ilgilendiren bir yanı da var. Biz her sene farkında olmadan Gelibolu'da kimlikler arası bir mağduriyet yarışına tanıklık ediyoruz. Çünkü tıpkı diaspora topluluklarında olduğu gibi mağduriyet, o uzak adalarda da kimliğin kurucu unsuru. Sahip olunan tarih, acı vermenin, katletmenin tarihi olduğundan, o tarihin yüklediği vicdan azabından kurtulmanın yolu kendini de kurban pozisyonunda tarif etmekten geçiyor. En nihayetinde kurbandır da. Tabii bu ortak tarihte Avustralya ve Yeni Zelanda arasındaki gizli yok sayma onların kendi sömürge tarihi içinde kol kırılır yen içinde kalır hesaplaşmasına dönüşüyor. Dikkatinizi çekti mi hiç eskiden Gelibolu'da her iki ulustan ziyaretçiler olurdu törenlerde. Son yıllarda Avustralyalılar azaldı ve giderek Yeni Zelandalıların yasına dönüştü. Çünkü kendi iç ilişkilerinde Yeni Zelanda, Avustralya tarafından muhatap bile alınmıyor. Sömürge tarihi kurbanlar tarihi ne yazık ki. Aktörleri de kurban olan vahşi bir tarih.

Diğer yandan ekranlarımıza yansıyan o tarihî özür konuşması aslında insanlık adına yapılması gerekenlerin çok da imkânsız olmadığını gösteriyor. Aslında fantezi düzeyinde de olsa muktedirlerin dünyanın her yerinde, zulmettiklerinden, zulme uğrattıklarının kaybolan her değeri adına özür dilemeleri ne büyük bir sınav olurdu. Tabii bu naif beklentinin şimdilik gerçeklik kazanması, sömürgecilerin kendi aralarındaki katmanlı iktidar mücadelelerinin kristalleştiği uzak adalarda mümkün oluyor. Ve üstelik bu özür hazin bir biçimde aslında gerçekten yerliliğin yok edilmiş olmasının da tescili anlamına geliyor. Yani geride ne bir Aborjin kültürü kaldı ne de gerçek yerlilik. Asimilasyonun yerli, beyaz herkesi birbirine benzettiği noktada geliyor özür. 'Keşke çok daha öncesinde gerçekleşebilse' demek yazık ki bir temenni olmaktan öteye geçemiyor şimdilik. Düşünün, asimilasyona konu ettiği tüm diller ve kültürler yok olmadan, Rusya Devlet Başkanı Putin parlamento kürsünden özür diliyor. Şunu hayal etmek ne muhteşem olurdu; bizim 80 yıllık tarihimizde imparatorluk geleneğine hiç de uymayan dar ulus çerçevesinin mağduru olan kültürlerin yok sayılmış, incinmiş her zerresinden Türkiye başbakanı çıkıp özür diliyor. Üstelik bu o çok övündüğü atalarının geleneğine de halel getirmezdi.

Bugün Güneydoğu'da Kürtçe ile ilgili yapılmak istenen her uygulamanın nasıl, hangi nedenlerle bastırıldığını hepimiz az çok biliyoruz. Büyük devlet geleneklerinde tebaa sayılan herkesin varlık hakkı doğası gereği tanınır ve öylece gönüllü bir bağ oluşur muktedirle halkı arasında. Bu bağı zorla oluşturmanın tarihi olan ulus devlet tarihinin bu toprakların ruhuna uymadığını ve biçilen elbisenin dar geldiğini aslında iktidardakiler de biliyorlar. Bakmayın siz Başbakan'ın Diyarbakır'da 'Bekara karı boşamak kolay. Kürtlere haklarını verirsek, Çerkez de, Arap da, Boşnak da hak talep eder' demesine. Başbakan'a şunu sormak istiyorum: Hadi Kürtlerle ilgili rejimin kaygılarını anlıyoruz, Çerkez'in, Laz'ın, Boşnak'ın, Arap'ın kültürel haklarının tanımasında ne gibi bir mahzur olabilir?

Aslında Başbakan da gayet iyi biliyor ki ancak, Çerkez'ine, Arap'ına, Laz'ına ve dahi Kürt'üne kimliklerinden kaynaklanan demokratik hak ve özgürlüklerini tanıyan bir Türkiye geleceğe büyüyerek yürür. Ben yine de bu türden açıklamaların yerleşen, kolaycı iktidar reflekslerinden kaynaklandığını düşünüyorum. Ve şuna inanıyorum ki; her ne kadar bizim muktedirlerimiz dil düzeyinde bu tarz refleksler gösterseler de, devletin bürokratik yapılanmasında çok derin dönüşümler yaşanmakta ve olması gereken demokrasiye doğru Türkiye tüm kurumlarıyla hazırlanmakta. Önümüzdeki 10 yıl içinde bizim siyaset dünyamızda da Kürtlerden ve istemedikleri halde Çerkezlerden ve Lazlardan özür dileyen bir lider çıkması hiç de imkânsız görünmüyor. Bunu hayal etmek bile işin epeyce bir kısmını halletmiş olmak demek. Sıra, yüce gönüllü gerçek muktedirlerin alacağı sahnede ve sözde...

Zaman gazetesi

YAZIYA YORUM KAT