1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Modern zamanın unutturmak istediği değer: Utanmak
Modern zamanın unutturmak istediği değer: Utanmak

Modern zamanın unutturmak istediği değer: Utanmak

Yasin Ramazan Başaran, modern çağda değersizleştirilmeye çalışılan utanma duygusunun birey ve toplum için taşıdığı ahlaki önemi analiz ediyor.

10 Ekim 2025 Cuma 15:37A+A-

Yasin Ramazan Başaran/Fokusplus

Utanmaya Övgü: Bireyi ve Toplumu Tekrar Kazanmak

Utanmanın hor görüldüğü günlerde yaşıyoruz. Onu zararlı, modası geçmiş, hatta ilkel buluyoruz. Sanki utanmak, bir tür zayıflığın ya da özgüvensizliğin işaretiymiş gibi bir algı var. Hatta bazılarına göre utanmak eski kafalı insanların işi. Modern insan utanmaz, ne istiyorsa cesurca yapar, kimseye hesap vermez. Modern ahlak felsefesi de uzun süredir utanmayı ciddiye almıyor.

Ahlaki yaşamı genellikle rasyonel seçimler, ilkelere bağlılık ya da fayda hesapları üzerinden tartışıyor; duyguların sessiz rehberliğini ise göz ardı ediyoruz. Oysa utanma, soyut ilkelere indirgenemeyen bir farkındalıktır, başkasının gözünde görünür olmanın, ilişkisel bir varlık olduğumuzun kanıtıdır. Modern ahlak, bireyi özerkliğin dar kalıplarına sıkıştırırken, utanmanın hatırlattığı karşılıklı bağımlılığı unutmuştur. Bu yüzden bugün, ahlak konuşuyoruz ama bağdan, özsaygıdan, yüzün kızarma hakkından pek söz etmiyoruz.

Oysa bir düşünelim; utanma diye bir şey olmasaydı ne olurdu? Hiçbir davranışın bizi rahatsız etmediği, hiçbir sözün yüzümüzü kızartmadığı, kimsenin gözünde kendimizi yanlış hissetmediğimiz bir dünya nasıl bir dünya olurdu? İlk bakışta ve belki özgürlüğün ne olduğunu bilmeyen için kimsenin gözünden kendine bakmamak özgürlük gibi gelir. Ama böyle bir dünyada utanmayan değil kendisinden utanılmayan insanlardan olduğunuzu düşünün.  

Yani kimsenin kimseden çekinmediği bir dünyada yaşamak dayanılmaz olmaz mıydı? Çünkü utanma, sessizce ve fark edilmeden bizi birbirimize bağlayan şeylerdendir. Toplumdaki ahlaki dokunun çözülmemesi, sadece bireysel tercihlere indirgenmemesi onun sayesinde olur.

Başkalarının dikkat ettiği bir sınırı aştığımızda utanma duygusu bir nabız gibi atmaya başlar. Henüz kimse bir şey dememiştir ama içimizde bir şey “yanlış yaptın” der. Bu, dışsal bir yargıdan çok, kendimizden büyük bir şeye aidiyetin yankısıdır. Utanmak, yalnızca benliğe değil, başkalarına da ait olduğumuzu hatırlatır. Utanmadan yoksun biri özgür değil, kaybolmuştur. Utanmayan insan kendini yaşayanların dünyasından koparmıştır. Çünkü birlikte yaşamak, görünmez bir karşılıklı saygı ağının içinde var olmaktır; utanma, o ağın harekete geçmesi ve kişiyi davranışlarını denetlemek için harekete geçirmesidir.

Utanmanın iki hali

Elbette utanmanın her türlüsünü kutsayacak değiliz. Tarih, yanlış yönlendirilmiş utançlarla doludur: Yoksulluktan, başarısızlıktan, farklılıktan utanmak mesela. Bunlar gibi haksız gerekçelerle utanmak vicdanın ya da ahlakın değil, gücün eseridir. İnsanları susturmak, denetlemek için üretilmiş duygulardır. Yoksul olduğu için, köylü olduğu için, koyu tenli olduğu için, her hafta yeni bir kıyafet alamadığı için, arkadaş ortamında içki içmediği için, yüzündeki yara için, ailesi eğitimsiz olduğu için utanmak, Nietzsche’den ilhamla söyleyecek olursak, güçlülerin güçlerini korumak için yaydıkları algıların sonucudur. 

Bunun gibi yersiz utançları bulunduğunuz her yerde görebilirsiniz. İş yerinde bir işi yapamadığınız için patronunuz tarafından, okulunuzda dersi geçemediğiniz için arkadaşlarınız tarafından, ticarette zarar ettiğiniz için zengin arkadaşlarınız tarafından hissettirilen, yersiz ve haksız yere utanmadır. Sizi toplumun gerçekçi olmayan ideallerine uymamakla suçlayan bir utanmadır. Gerçek utanma kırmak için değil, onarmak içindir. Yaptığımızın yankısını duymamızı sağlar; sesi bastırmak yerine tonu düzeltir.

Bir kültür, utancı doğru yere yöneltebildiğinde, kendini dışarıdan zorlamaya gerek kalmadan baskı ile özgürlük arasında dengede tutabilir. Yoksa toplumsal kontrolle bireysel özgürlüğün her çatışmasını sürekli kanun ve kurallarla çözmeye çalışmak çoğu zaman ters teper: Görülmediği yerde kişi istediğini yapacaktır. Yakalanmadığı durumda kişi istediğini yapmayı özgürlük sayacaktır. Veya tersinden, toplum kişiye ait her alana girecek, düşünceleri ve niyetleri bile suç sayacaktır.

Kimileri utancı ortadan kaldırırsak içsel özgürlüğe ulaşacağımıza inanır. İçimizdeki “yapma” sesinin sustuğu bir özgürlük kulağa hoş gelir, özellikle de egoya tapınılan bir çağda. Ama böyle bir özgürlüğün kısa sürede içi boşalır. Ölçüsüz bir özgürlük, kendini kaybetmiş, yolları karıştırmış bir insanın sağa sola sapmasından ayırt edilemez. Her istediğini yapan insan sadece kendi aklına, sadece kendi deneyimine, sadece kendi istek ve ihtiyaçlarına göre hareket ederek özgür kaldığına inanır. Oysa insanlığın binlerce yıldır biriktirdiği birikimden kendini mahrum ederek, güdülerine, yanlış anlamalarına, bireysel ve toplumsal sınırlarında oluşan kavramlarına, kişisel yaralarına ve pek çok çeşit manipülasyona mahkum olur. Utanma, benliğin sınırlarını kabul etmenin ve içe bakışın göstergesidir. Utanç olmadığında, benliğin sınırları dağılır; neye temas ettiğimizi, kimi incittiğimizi anlayamaz oluruz. Sonunda özgürlük değil, yönünü bilmez bir yorgunluk kalır geriye.

Ama moralimizi bozmayalım. Utanma o kadar kalıcı bir şekilde kültüre işlemiştir ki tamamen silinmesi mümkün görünmüyor. Her gün küçük örneklerini yaşarız. Kopya çekmek üzereyken bir öğrencinin duraksaması utanma sebebiyledir: Ya hocam görürse? Küçük bir yalanın gecesinde uykusu kaçan bir arkadaş ya da. Arkadaşına ihanet etmiş olmak duygusu oldukça rahatsız edicidir. Sözünü tutamadığı için yüzü kızaran bir insan. Sözünü tutmadığından dolayı herhangi bir kanunla cezalandırılmayacaktır oysa. Ama sözün değeri ne olacaktır? Elbette, idealist (aslında fazla idealist) ahlak öğretileri, ahlaklı bir insanın bunları aklından bile geçirmemesini bekler. Ancak bu yazıyı yazan ben dahil olmak üzere kimsenin böyle tertemiz ideal bir ahlakının olmadığını biliyoruz. İçimizden kötülükler gelebilir. Şeytan her an tetikte bekler. Ahlaklı olmak, aklına kötülüğün gelip gelmemesi veya yanlış bir şeyin arzulanmaması değildir. Bizi ahlaklı yapan eğer bu düşünce ve arzular olsa bile doğru karar verme eğilimimiz ise, utanmanın bu eğilime yardımcı olduğunu gözden kaçıramayız. Ahlaki tercihleri her zaman içten gelen pırıl pırıl bir motivasyonla yapmayı bekliyorsak yanılırız. Öğrencinin kopya çekmemesi veya arkadaşına ufak bir yalan söylememek büyük erdem hikayeleri değildir, ama toplumun görünmez dengesini bunlar kurar. Bunların cezası olmayabilir. Bizi dürüst tutan şey çoğu zaman korku değil, utanma kapasitemizdir, çünkü utanmamak, artık hiçbir gerçek bağın içinde olmamaktır.

Yine de utanç fazla büyüdüğünde, yol gösterici niteliğini kaybeder. Kimi insanlar, ne kadar çok utanırlarsa ve başkalarını ne kadar çok utandırırlarsa o kadar iyi olacaklarını sanır. Oysa fazla utanç insanı arındırmaz, ezer, hareket kabiliyetini söndürür ve kişiyi adeta felç eder. Utandığı için hatasına devam eden ne çok insan vardır. Utandığı için tövbe etmeyen ne çok günahkar vardır. Utanarak açıklama yapmak yerine ortadan kaybolan veya özür dilemenin ağırlığından dolayı yaptığı yanlışta ısrar eden insanlarla doludur çevremiz. Bunlar dışında bir de utanacağını düşünerek yapılmayanları da saymalıyız. İtiraz etmekten utandığı için hakkının yendiğini göz göre göre kabullenenler yok mu? En haklı soru aklına geldiği halde utandığı için söz almayan öğrenci yok mu? Bunlar genelde utanmanın bir davranışa bağlı olmayan sağlıksız bir karakter özelliği olduğu durumlardır. Sağlıklı bir utanma kısa sürer ama öğreticidir; insanı içine değil, dünyaya geri döndürür.

Utanmanın zararlı hale geldiği yer, insanın özsaygısını kaybettiği noktadır. Çünkü özsaygı, aslında ailemiz başta olmak üzere bize başkalarının gösterdiği saygı aracılığıyla öğrenilir. Bu yüzden özsaygı, toplumun gözündeki yerimizi korumaktan çok bağımsız değildir. Kişi kendi değerini, kendine değer veren insanlardan öğrenir öncelikle. Biri artık kendini değerli görmüyorsa, utanmak da anlamını yitirir. Ya da tersine, utanma ölçüsüz bir suçluluğa dönüşür. Haklı gerekçelerle utanma, tam da bu özsaygının dışavurumudur. İnsan, başkalarının yargısından değil, kendi onurunun incinmesinden utanır. Bu yüzden utanmak, sadece topluma boyun eğmek değil, toplumsal saygının içinde kendine yer açmaktır. Utanç yoksa, özsaygı da yoktur; çünkü Aristoteles’in hatırlattığı gibi, esasen toplumsal bir canlı insan, ancak başkalarının gözünde görünür olmanın değerini hissettiğinde, kendi varlığını ciddiye alır.

Kısacası utanma ne tamamen zehir ne de saf bir ilaçtır. Utanma, ahlaki yaşamın nabzını tutar. Bazen düzensiz, bazen ritmik, ama hep canlıdır. Utanma kanun ve kuralların yerine geçemez, çünkü ne herkesten utanmasını bekleyebiliriz (gerçekçi olalım) ne de kendimiz her durumda utanarak hareket ederiz (dürüst olalım). Utanma, kanunların ve kuralların neden konduğunu bize her seferinde hatırlatsa yeter. Hala bir başkasının gözünde kim olduğumuzu önemsiyorsak insanız ve kendimize olduğundan daha çok birbirimize karşı sorumluyuz. Bu yüzden bireyi ve toplumu tekrar kazanmayı istiyorsak, utanmayı, toplumsal hayatı düzenleyen ilkeler arasına geri getirmeliyiz. Haklı gerekçelerle utanmayı öğrenmeli herkes.

HABERE YORUM KAT