1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Meselemiz Zalime Karşı Mazlumun Yanında Yer Almak Olmalı!
Meselemiz Zalime Karşı Mazlumun Yanında Yer Almak Olmalı!

Meselemiz Zalime Karşı Mazlumun Yanında Yer Almak Olmalı!

Zalime karşı mazlumdan yana olmak hususunda sahip olunması gereken ölçüye değindiği bugünkü yazısında Ömer Lekesiz, dünyanın çeşitli yerlerinde zulme maruz kalanların yanında yer alabilmek için daima uyanık olmak gerektiğini söylüyor.

11 Eylül 2018 Salı 13:45A+A-

Bugün Yeni Şafak gazetesinde “Hak’tan ve Mazlumdan Yana Olmak” başlığıyla yayımlanan Ömer Lekesiz imzalı yazıyı ilgilerinize sunuyoruz:

Başkan Erdoğan’ın yoğun gayretlerine rağmen İdlib konusunda Tahran zirvesinden çıkmayan ateşkes kararının düz yorumu şöyle olsa gerektir: Rusya Rusyalığını, İran İranlığını yaptı!

Bu sözün arkasında ne sitem var, ne de suçlama; ki böyle olsa bile devletler arası ilişkilerde hiçbir karşılığı yok. Üstelik, “temenniyi, duayı, gökten yardım inmesini beklemeyelim artık gerçeklere bakalım” diyen liberal-laikçi dilin revaçta olduğu şu ortamda insani bir değeri de yok.

Ama meseleyi sadelik içinde düşünmek bunu söylemeyi gerektirir; “Rusya Rusyalığını, İran İranlığını yaptı” dediğimiz yerde, gömülü bir tarihin canlanarak harekete geçtiğini görürüz. Tıpkı “çakmak” dediğimiz yerde ateş imgesinin, yanma duygusunun, bir yangın hatırasının harekete geçtiği gibi.

“İdlib’teki insan kıyımının durması için ateş kararını kabul etselerdi Rusya ve İran iyi mi olacaklardı” diye de söylenilebilir elbette. Evet, bir süreliğine de olsa iyi olacaklardı ama bu “bir sürelilik” ihmal edilmemesi gereken tedbirliliğe bitişik olacağından sonuç yine değişmeyecekti.

Bu nedenle, basının “düşman çatlatma” klişesiyle servis ettiği Erdoğan-Putin buluşmalarındaki tebessümlerden, söz konusu sade bakış ve söyleyişle gördüğümüz şey geçmişin ve bugünün acılardan başka bir şey olmayacağı gibi, Ruhani’nin “velfecr okuyan” gözlerinden gördüğümüz de, zekalılığın değil sinsiliğin resminden başka bir şey olmayacaktır.

Bugünün problemi değil ama bugünkü gündemin ilk konusu olması bakımından İdlib, tıpkı bedendeki bir ağrının bedenin kendisini bile unutturacak kadar öne çıkmasıdır. Ki ağrı, bedendeki ağrı noktasının problemi olduğu kadar, sinirsel uyarımların aklı işgal etmesi ve dolayısıyla kendisinden başka bir şeyi düşünülmez hale getirmesi itibariyle de bir akıl problemi haline gelir.

Oysaki bizim, zihnimizin sürekli olarak algılaması gereken onca acıyı düşünerek, aklımıza mukayyed olmamız ve bu manada aklımız başımızda olarak sürekli uyanık ve müdrik bir halde bulunmamız gerekir.

Filhakika, zihni kirleten önce dildir. Çünkü harekete (görünürlüğe) çıkarmadığımız düşünceden sorumlu değiliz; düşüncemizi başkalarıyla paylaştığımız andan itibaren yeni bir teklifin, telkinin, kısaca bir fiilin sahibi olarak ondan sorumlu hale geliriz.

Bu cümleden olarak, mezkur bahiste, “Allah’tan yardım dilemek, dua / beddua yoluyla tepki göstermek mevcut gerçekleri ortadan kaldırmıyor; gerçeğe dönelim, gücümüze, imkanımıza, etkimize göre konuşalım” şeklindeki liberal dilin zihnimizi kirletmesinden kaçındığımız kadar, hem umudu ortadan kaldıran salt teslimiyetçi, ricatçı bir dilin, hem de “Bin yıllık akınlarda çocuklar gibi şendik” çığlıklarıyla tahkim edilen hamasetçi slogancılığın da zihnimizi kirletmesinden kaçınmamız gerekir.

Bu bakış açısının, sahih tutum belirleme, doğru ve isabetli karar verme noktasından bize kazandıracağı ilk (ve en öncelikli) şey, inancımızla bağdaşan bir ölçüyü (yöntemi) edinmek olacaktır. Dünden bugüne bu ölçünün adı, sadece Hak’tan ve mazlum halktan yana olmaktır.

Asıl bu ölçüyü kuşanıp, onu özümüze ve vicdanımıza bitiştirdiğimiz takdirde, Tahran Zirvesi’ndeki İdlib kararında (ya da karasızlığında) Putin ile Ruhani’yi eleştirme ve Başkan Erdoğan’ı övme sebebimiz doğru bir zemine oturacaktır.

Bu durumda, Erdoğan’ın tutumuna olan övgümüz, onun bizim başkanımız ve sadece Türkiye’nin çıkarlarını gözeten adam olmasına hapsolmayacak; bizim Hak’tan ve mazlum halktan yana olan tutumumuzla seçkinleşmiş, farklılaşmış olacaktır.

Bu ölçüdür ki, şu ya da bu devletin mazlum halklar konusunda alabilecekleri olumlu kararların veya tam aksine artmasına katkıda bulunacakları zulmün tahakkukuna göre değişmeyeceği için, bizleri de söz konusu tahakkuk şekline göre alkışçı ya da sövgücü olmaktan kurtaracaktır.

Ve yine bu ölçüdür ki, şer / kötülük bahsinde yükümlü olduğumuz eliyle, diliyle, buğz etmekle kötülüğü önleme aşamalarına bizi raptedecek ve dolayısıyla dualarımız ve beddularımız da, inanca tabi bir tutarlığının öznesi olması bakımından liberal-laikçi dilin hedefi olmayacaktır.

Şükürler olsun ki, şu zor günlerde başımızda Hak’tan ve malzumdan yana olan bir başkan var. Öncelikle fertlere düşen şey olarak söz konusu ölçü, fertlerden yöneticilere ulaşan doğrusal bir hatta sahiptir. Diğer bir ifadeyle fertler olarak önce bizim kuşanmamızla, yöneticilerin etkilenmesine doğru bir seyir izleyecek olan o ölçü, mevcut şartlarda sondan başa doğru bir seyir halindedir. Bunu ölçünün bu zamana mahsus garip tecellisi sayıp, Suriye, Yemen, Filistin / Gazze, Afganistan, Keşmir, Doğu Türkistan, Arakan, Mısır vd. konusunda sürekli uyanık ve buralarda meydana gelen ve gelebilecek olan hadisat için hassas olmak durumundayız.

Hiç tereddüdümüz olmasın, biz Hak’tan ve mazlumlardan yana oldukça Allah bizimle beraber olacaktır.

HABERE YORUM KAT