1. YAZARLAR

  2. Ferhat Kentel

  3. Maraş’tan ‘silikozis’e insan
Ferhat Kentel

Ferhat Kentel

Yazarın Tüm Yazıları >

Maraş’tan ‘silikozis’e insan

25 Aralık 2010 Cumartesi 13:29A+A-

Aralık ayı Türkiye toplumunun hafızasında korkunç izler taşıyan günler barındırıyor. Ve bu cümle yazıldığı anda acaba korkunç izler taşımayan bir ay var mı acaba diye düşünmeden edemiyor insan...

“19 Aralık katliamı”... 2000 yılında, insanların gözlerinin içine bakarak, alay eder gibi, koskoca bir yalanla adı “Hayata dönüş operasyonu” konulan katliam. Cezaevlerinde açlık grevi yapan insanları “yola getirmek” ve devletin gücünü göstermek için düzenlenen operasyon. Adına gazete denen kâğıtların desteğini alarak, kamuoyunu oluşturmak ve yapılacak katliamı haklı göstermek için sahneye konulan ve onlarca insanı yakarak, ezerek, vurarak gerçekleştirilen vahşet...

Ve hâlâ yalanlarını sürdürmekten vazgeçmeyen o dönemin devletlûları... Soğuk, buz gibi sesleriyle, devleti kurtarmış olmanın gururu ve zerre kadar ıstırap duymayan suratlarıyla...

Aylar öncesinden hazırlanıp, sahneye konan ve 23-24 Aralık 1978’de çoluk çocuk demeden, yüzlerce Alevi’nin yani yüzlerce insanın vahşice öldürüldüğü Maraş katliamı...

Ve aradan yıllar geçtikten sonra, katliam mağdurlarının o kâbus günlerinin unutulmaması, çekilen acıların bir daha yaşanmaması için yaptıkları anma toplantısına musallat olan, saldırmaya yeltenen tosunlar...

Hâlâ insanı, giden canları hissedemiyorlar. Çünkü ölenler onlara göre insan kategorisine girmiyorlar. Tıpkı ABD’li askerlerin Iraklıları öldürürken “biz onları insan olarak görmüyorduk ki” demelerinde olduğu gibi...

Ama hangi etiket altında olursak olalım, insanı insanlıktan utandıran utanç tabloları sadece geçmişten kalan ve capcanlı yaşayan hafızalarımızdan sızmıyor.

Bugün, burada, hemen yakınımızda da, göz göre göre insanların eriyip gitmesini seyredenler bol miktarda mevcut. Çünkü onlar, o ölü bedenleri, ölmekte olan insan bedenlerini görmemenin yollarını icat edebiliyorlar. Onları kestirmeden “insan olarak görmemek dışında, kökeni, doğum yeri, cinsiyeti, dini, düşüncesiyle insan altı kategoriye sokabilecek dünya kadar ideolojik donanıma sahipler.

Farklı dozlarda da olsa, hiçbirimiz muaf değiliz bu “görmemenin” yollarını icat etmekte ya da icat edileni bulmakta... Mesela, pek hoşlandığımız “blue jeanleri” kıçımıza takarken, onları kumlayarak beyazlaştırmak uğruna silikozis hastalığına tutulup canını veren işçi insanlar konusunda olduğu gibi...

Dünyanın en aptalca modalarından biri olan beyazlatılmış blucin (madem sonradan beyazlatacaksın, neden mavi yaparsın bu haltı?) üreticisi işyerlerinin sahibi için, kayıtdışı, kaçak ve sigortasız çalıştırdıkları işçiler “insan” değil; ciğerleri milyonlarca kum tanesiyle dolu olsalar da, sadece para kazandıran bir araç...

Biz peki? Yani beyazlatılmış blucin meraklıları? Muhtemelen biraz düşünüyoruzdur... “Ama beyazlatılmış blucinler de pek güzel canım!” diyerek yani “görmemenin” yollarını bularak, gördüğümüz şeyin etkisini hafifleterek...

Silikozis hastası işçiler ya da hayatta kalabilenler Meclis’ten çıkacak yasayı bekliyorlar, Ankara’da eylem yapıyorlar, “Sakat değil, işçiyiz”, “Adalet istiyoruz, artık ölmek istemiyoruz” diyerek...

Ve “sakat” olarak kabul edildikleri takdirde alacakları ücretler çok daha düşük olacağı için, birkaç kuruş daha fazla kazanmalarını sağlayacak olan “malulen emeklilik” haklarından faydalanmak isterken başka bir meseleyi, bizzat sakat insanların meselesini de getirip, önümüze koyuyorlar.

Evet, hangi durumda insanlar daha da çok “insan altı” kategoriye sokuluyorlar, ölçmek zor. Ama iki hafta önce Kocaeli’de yapılan bir “bilimsel” toplantıyı aktarayım... İl Sosyal Hizmet Kurulu’nun altı ayda bir yapılan toplantısı... Bir “bilim” insanı bir öneri getiriyor...

Şöyle:

“Engelli kadınlara yönelik olarak tecavüz vakaları yaşanmaktadır. Bunların önüne geçilemiyor. Bunun için engelli kadın veya erkeklerin kısırlaştırılması uygun olacaktır. Engelli kadın hamile kaldığında dünyaya yine engelli bir çocuk getirmektedir. Bunun önüne geçilmesi gerekiyor.”

Nasıl? Tecavüzü engelleyecek faaliyetler, önlemler düşünmek yerine, çözümü tecavüze uğrama riski taşıyan insanı kısırlaştırmakta bulan bu cin fikri yüreğiniz kaldırıyor mu?

İnsan? Değer?

Bu yazı gibi onlarcası yazılsa yetmez, insana değer konusunun nerelere kadar uzandığını anlatabilmek için...

Ancak insana insan değerini vermek için verilen mücadele gene bu toplumun içinden çıkıyor.

Sadece şu kesime ya da bu kesime değil, üniversitede her insana özgürlük isteyenler, “Üniversitede Özgürlük İstiyoruz İnisiyatifi” adı altında 25 aralıkta (bugün) Ankara’da “Başörtüsüne özgürlük! Anadilde eğitim!” talepleriyle, 14:00’te Ankara Üniversitesi Cebeci Kampusu’ndan başlayarak bir miting yapacaklar.

Ve de Cumartesi Anneleri Galatasaray Meydanı’nda bugün 300. kez oturacaklar. Hem “kaybedilen” yakınlarının hem de unutmayan hafızlarıyla kendilerinin de insan olduklarını hatırlatmak için...

Yok edilen insanlar, bütün parçalarıyla, sahip oldukları hafızaları, dilleri, dinleri, bedenleriyle bütündüler; her şeyleriyle insandılar ve unutulmayacaklar...

TARAF

YAZIYA YORUM KAT