
Esed’in düşüşü ve İran’ın bölgesel stratejisinin iflası
Emine Gözde Toprak, Esed rejiminin çöküşünün İran’ın bölgesel nüfuz ağını ve ideolojik iddialarını fiilen boşa düşürdüğünü ve Tahran’ı etkisizleşen bir bölgesel aktöre dönüştürdüğünü aktarıyor.
Emine Gözde Toprak/Fokusplus
Esed’siz Suriye, Sarsılan Eksen: İran’ın Bölgesel Konumu Nereye Evriliyor?
8 Aralık 2024 sabahı Şam’daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın kapıları açıldığında, yalnızca bir rejim değil, İran’ın kırk yıla yayılan bölgesel stratejisinin en önemli sütunlarından biri de çöktü. Esed’in devrilmesi, Berlin Duvarı’nın yıkılışını andıran bir dönemeçti: İlk bakışta tek bir ülkenin iç meselesi gibi görünen bu gelişme, kısa sürede ulusal sınırları aşarak tüm Orta Doğu’ya, belki ondan da ötesine yayılan siyasal ve jeopolitik kırılmalar üretti. Bu kırılmanın en yoğun hissedildiği yer ise hiç kuşkusuz İran’dı.
İran açısından Esed rejiminin anlamını kavramak için geriye, 2011’deki halk ayaklanmalarının başlangıç anına dönmek gerekir. O tarihten itibaren İran, Esed’in ayakta kalmasını bir tercih değil kendi ulusal güvenliği meselesi olarak kodladı. On yılı aşkın süre boyunca İran, Suriye iç savaşına doğrudan müdahil oldu; ülkenin farklı bölgelerinde askeri üsler kurdu, silah depoları ve üretim altyapıları inşa etti, Lübnan Hizbullahı’na giden tedarik zincirlerini bu topraklar üzerinden ördü. Yerel ve yabancı Şii milislerden oluşan geniş bir vekil ağını Suriye’ye taşıdı, ordunun ve güvenlik bürokrasisinin kritik halkalarında nüfuz kazandı. Şam, bu sayede sadece dost bir başkentin ötesine geçti; İran’ın İsrail’e karşı “ileri savunma hattı”nın kilit taşı, Irak–Suriye–Lübnan hattını birleştiren kara köprüsünün vazgeçilmez parçası haline geldi.
Buna rağmen, İran 2024’ün sonunda rejimin çöküşünü engelleyemedi. Bunun önemli nedenlerinden biri, Tahran’ın Suriye’deki askeri varlığını son yıllarda tedricen azaltmak zorunda kalmasıydı. Esed’in Arap ülkeleriyle yeniden yakınlaşma arayışı, İran etkisinin görünürlüğünü sınırlamayı gerektiriyordu. Öte yandan İsrail’in Ekim 2023’ten itibaren İran hedeflerine ve İran bağlantılı milislere yönelik giderek yoğunlaşan hava saldırıları, Tahran’ı kritik personeli geri çekmeye ve sahadaki varlığını daha sınırlı bir tedbir gücüne indirmeye itmişti. 2024 sonuna gelindiğinde İran’ın Suriye’de tuttuğu askeri mevcudiyet, esasen üslerin ve belirli çıkar alanlarının korunmasına dönük yedek bir güçten ibaretti. Moral ve muharebe kabiliyeti ciddi biçimde aşınmış olan Suriye ordusu ise, İranlı komutanların kendi ifadeleriyle, İran adına savaşabilecek bir enstrüman olmaktan çıkmıştı.

Bu tabloya, Hizbullah'ın Aksa Tufanından itibaren bir yıldır devam eden yoğun çatışmalardan sonra çözülmeye başlamasını da eklemek gerekir. İsrail’le yaşanan yıkıcı savaşın ardından ciddi kayıplar veren Hizbullah, yeni ve ağır bir taahhüt altına girmek istemedi. Iraklı milislerse, olası ABD ve İsrail misillemelerinden çekinerek Suriye sahasına yeniden geniş ölçekli dönüşe isteksiz davrandı. Eksen, kağıt üzerinde varlığını sürdürse de fiiliyatta her bileşenin kendi hayatta kalma hesabını öncelediği gevşek bir koordinasyon düzeyine geriledi. Tam da bu dönemde, Ekim 2024’te İsrail’in İran hava savunma sistemlerini ciddi biçimde zayıflatan operasyonu, Tahran’da İsrail ile doğrudan bir tırmanma korkusunu derinleştirdi. Ek olarak, Ukrayna savaşı nedeniyle Rusya’nın Suriye dosyasını giderek ikincil plana itmesi bu tabloyu belirleyen kritik faktörlerden bir diğeri oldu.
Kısaca çok katmanlı bölgesel ve küresel güç kaymaları Suriye’de değişim/dönüşüm için en uygun ortamı doğurmuştu. Esed rejiminin üç ana hamisi İran, Hizbullah ve Rusya, artık bu rejimi ayakta tutabilecek iradeye ve/veya imkana sahip değildi. Şara liderliğindeki güçler, oluşan bu konjonktürü etkin bir biçimde değerlendirdi.
8 Aralık sonrası İran: Dağılan derinlik, daralan alan
Esed rejiminin devrilmesi, İran’ın bölgesel ittifak ağını ve stratejik derinliğini, kısa vadede telafi edilmesi neredeyse imkansız bir ölçüde zayıflattı. Daha yalın söylersek, Esed rejiminin çöküşü, İran’ın Hizbullah’ı ve bölgesel ağırlığını süratle geri kazanamamasının temel sebeplerinden biri olarak değerlendirilebilir.
Zira coğrafi düzlemde bakıldığında, Suriye, İran’ı Lübnan’daki Hizbullah’a ve Akdeniz kıyılarına Irak üzerinden bağlayan kara koridorunun merkez halkasıydı. Bu hat hem silah sevkiyatını hem de lojistik derinliği mümkün kılıyordu. Savaşın ardından Hizbullah’ın askeri kapasitesi ağır yara almışken, bu kara güzergâhının fiilen ortadan kalkması, İran’ın Lübnan cephesini yeniden tahkim etmesini oldukça güçleştirdi. Tahran eski yoğunluktaki saha varlığını sürdürebilmek için çok daha maliyetli ve riskli rotalara mahkum oldu.
Suriye dosyasının İran açısından yalnızca jeopolitik değil, jeoekonomik bir bahis olduğunu da unutmamak gerekir. Tahran, Çin’in Kuşak ve Yol girişiminde kendisini Doğu–Batı eksenli bir kara ticaret güzergâhının önemli kavşağı olarak konumlandırmak istiyordu. Şam yönetimi ile kurulan yakın ilişki, İran’ın Çin’den Akdeniz’e uzanan alternatif bir hat üzerinde söz sahibi olmasını sağlayacak unsurlardan biriydi. Esed sonrası Suriye’de Ankara, Doha ve Riyad’ın koordineli hamleleriyle şekillenen yeni düzende bu ihtimal giderek zayıflıyor. Türkiye’nin Suriye’nin yeniden inşasında ve güvenlik mimarisinde artan rolü, İran’ı bu ekonomik projelerde ikincil bir konuma itiyor.

Buna paralel olarak, Türkiye’nin Levant, Irak ve Güney Kafkasya’daki nüfuz artışı, İran’ın bölgesel hareket alanını daha da daraltıyor. Türkiye’nin ısrarla gündemde tuttuğu Zengezur Koridoru, eğer Türkiye ve Azerbaycan’ın beklentileri doğrultusunda hayata geçirilirse, İran’ı bölgesel transit güzergahların dışına iten bir sonucu beraberinde getirebilir. Böyle bir senaryoda, Esed sonrası Suriye’de nüfuzunu kaybetmiş ve Kafkasya’da da baypas edilmiş bir İran, ticaret ve enerji akışlarının şekillendirdiği yeni bölgesel mimaride daha da yalnızlaşacaktır.
Esed’in düşüşü, politik ve ekonomik alanların ötesine geçerek, İran'ın bölgesel stratejilerini dayandırdığı ideolojik temelleri de aşındırmıştır. Esed rejimi, İran’ın devrimci anlatısında uzun süre merkezi bir sahne işlevi görmekteydi. “Şam düşerse Kudüs düşer” söylemi hem bölgesel angajmanları meşrulaştırmak hem de ekonomik ve insani maliyetleri içeride tolere edilebilir göstermek için kullanıldı. Şam’daki Zeynebiye Türbesi’nin korunması da “direniş ekseninin” kutsal vazifesi olarak sunuldu. Ancak, 8 Aralık 2024 sonrasında Baas rejiminin insanlığa karşı suçlar sicili ve İran’ın bu sicile iştirakinin dünya kamuoyuna berrak biçimde yansıması, Tahran’ın kendisini mazlumların hamisi olarak sunan iddiasıyla sahadaki pratikleri arasındaki uçurumu görünür kıldı ve ‘direniş ekseni’ söyleminin meşruiyetini ciddi biçimde aşındırdı. Bugün ise Şam, “direniş başkenti” değil; Türkiye ve Körfez ülkeleriyle yakın çalışan, İran’dan bağımsız bir yönetimin idare ettiği yeni bir devlet olma yolunda.
Sonuç olarak, 8 Aralık devrimini, İran’ın bölgesel konumunu tek başına baştan sona yeniden tanımlayan bir kopuş olarak değil, bölgede bir süredir işleyen güç dengesi dönüşümüne ivme kazandıran bir eşik olarak okumak daha yerinde olacaktır. Esed rejiminin çöküşü, Tahran’ın hem “ileri savunma” doktrinini hem de Suriye üzerinden inşa ettiği stratejik ve ideolojik derinliği ciddi biçimde geriletmiştir. Bölgesel dosyalarda Türkiye ve Körfez ülkelerinin öne çıkması, Rusya’nın önceliklerinin değişmesi ve İsrail’le yaşanan sert çatışmalar, İran’ı daha maliyetli ve daha riskli bir jeopolitik hatta sıkıştırmış durumda. İran bu noktada bir yandan geriye kalan eksen ağını korumaya ve yeni dinamiklere uyarlamaya çalışırken, diğer yandan ekonomik, sosyal krizler ve artan askeri riskler arasında yeni bir bölgesel statü arayışındadır.
Mevcut göstergeler İran’ın ne radikal bir geri çekilmeye gidebildiğine ne de eski derinliğini aynı araçlarla yeniden tesis edebildiğine işaret ediyor. 8 Aralık, bu açıdan, İran’ın bölgesel rolünün “merkezi güç”ten “sınırlandırılmış aktöre” doğru evrildiği daha uzun soluklu bir dönüşümün ara durağı olarak okunmalı. Bu dönüşümün nihai şeklini ise yalnızca Tahran’daki tercihler değil, Ankara’dan Riyad’a ve Washington’dan Moskova’ya kadar uzanan geniş bölgesel ve küresel denklem birlikte tayin edecek.








HABERE YORUM KAT