
Mandadan askeri yönetime: İsrail sömürgeci bir güç müdür?
Filistin söz konusu olduğunda, yabancılar ister İngilizler, ister İsrailliler ya da ABD olarak görülsün, bugün nehir ile deniz arasında bir ‘koloni’ ilan etmek için bu kriter mükemmel bir şekilde yerine getirilmektedir.
Blake Alcott’un Palestine Cronicle’da yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
Akademi, medya ve siyaset dünyasındaki Siyonizm ve İsrail savunucuları, Filistin'i sınırları dışından yöneten bir ‘ana ülke’ olmadığı gerekçesiyle Filistin'in şu anda ‘sömürge’ olduğunu inkâr etmektedir. Bu çok dar ‘koloni’ tanımı, İngiltere'nin Hindistan, Kenya ya da Kuzey Amerika'yı, Fransa'nın Cezayir ya da Çinhindi'ni vb. yönetmesini örnek almaktadır.
Bu ‘ana ülke’ şablonuna İngiltere'nin yaklaşık 1918'den İsrail'in kendi kendini kurduğu 1948 Mayıs ortasına kadar Filistin üzerindeki Mandası sırasında resmi olarak Sömürge Ofisi (CO) aracılığıyla yönetimi de uymaktadır.
Ancak fetheden yabancının başkentinden yönetilme kriteri önemsizdir ve sömürgeciliğin gerekli bir özelliği değildir. Önemli ve yeterli kriter, yabancıların gelip fethetmesi ve yerli halkın yönetimini ve kendi kaderini tayin hakkını elinden almasıdır. Ve bu kendi kaderini tayin hakkını inkâr etmeye devam etmeleridir.
Filistin örneğinde, dışarıdan gelenler ister İngilizler, ister İsrailliler, isterse de ABD olsun, nehir ile deniz arasında bugün bir ‘koloni’ olarak ilan edilmesi için bu kriter mükemmel bir şekilde yerine getirilmiştir. Dışarıdan pek çok fatihin gelip Filistin'de yerleşmiş olması da Filistin'i bir yerleşimci kolonisi haline getirmektedir, ancak bu makalede fetheden yabancılar tarafından yönetilme boyutuna odaklanmak için bunu büyük ölçüde göz ardı ediyorum.
Sıcak kötü kelime 'sömürgecilik'
Neredeyse herkes kamuoyu önünde sömürgeciliği onaylamamaktadır. Bu durum özellikle siyasi 'sol'da yer alanlar için geçerlidir: Sosyal Demokratlar, ABD Demokratları, Birleşik Krallık İşçi Partililer, ayrıca Yeşiller ve Komünistler. Hepsi de sömürgelerin kötü olduğu ve bugün dünya haritasında meşru bir yeri olmadığı görüşünü savunuyor.
Ama bir dakika, İsviçre Sosyal Demokrat Partisi'nin dış politika sözcüsü Zürihli Fabian Molina, İsrail'in meşruiyeti konusunda bana bir e-postada ne yazdı? Şöyle yazmıştı:
İsrail'in kuruluşu, Filistin'deki eski İngiliz Mandası topraklarında Yahudi ve Arap nüfus arasındaki toprak anlaşmazlığını çözmeye hizmet eden 29 Kasım 1949 [sic.: 1947] tarihli Birleşmiş Milletler bölünme planına dayanmaktadır. Demokratik bir Yahudi Devletinin kurulması, Holokost'un dehşetinden çıkarılan temel derslerden biriydi. Bir anti-faşist olarak İsrail'in var olma hakkını kaya gibi sağlam bir şekilde savunuyorum.
Molina, Filistin'in 1947 öncesi sömürgeleştirilme dönemini tamamen görmezden geliyor, ancak daha da önemlisi onun için yerli Filistinlilerin hiçbir söz hakkı yok. Onlar resmin içinde değiller. Önemli olan tek şey ABD'nin egemenliğindeki BM'nin ne dediği ve Filistin'den çok uzakta, Avrupa'da milyonlarca Yahudi'ye ne olduğudur.
Benzer şekilde, İngiliz İşçi Partisi nasıl olur da sömürgeci bir varlık olan İsrail'in Filistin'de var olmasının doğru olduğunu tekrar tekrar teyit edebilir? Belki de Filistin'le dostluk kuran tek büyük Batılı siyasetçi olan Jeremy Corbyn bile Filistin'in %80'inde bir Yahudi devletinin varlığının doğru olduğu yönündeki Siyonist pozisyonu benimsemiş ve iki devletli ‘çözüm’ istemiştir.
Sömürgecilik karşıtı, ikiyüzlü 'sol'un İsrail'in varlığına destek vermesi, ya İsrail İstisnacılığından utanmadığı ya da İsrail'in bir sömürge olduğunu anlamadığı anlamına gelir.
'Sol' Filistin'in - kelimenin tam anlamıyla - sömürge olduğunu fark eder etmez, Filistinlilerin - dünyanın dört bir yanına yayılmış 14 milyon Filistinlinin - kendi kaderini tayin etmesini desteklemesi gerektiğini fark etmek zorunda kalacaktır - bu da İsrail'in demokratik bir devletle değiştirilmesi - ‘dönüştürülmesi’ değil - anlamına gelmektedir. İsrail'in bir apartheid devleti olduğu konusunda fikir birliği olması ne yazık ki ‘sol’ için yeterli olmamıştır; belki doğru sıfat olan ‘sömürge’ de eklenirse uyanırlar.
Gerçeklere dönelim: İngiliz yönetimi
Filistin'in Osmanlılar tarafından sömürgeleştirilmesi 1920 civarında sona erdiğinde, İngiltere yönetimi devraldı. Milletler Cemiyeti'nin baskın üyesi olarak, görünüşte Milletler Cemiyeti adına Filistin'i yönetmek için kendisine kolayca bir ‘Manda’ verdi - ki bu aslında sadece I. Dünya Savaşı'nı kazanan bir avuç ülkeden ibaretti. ‘Manda’ ve Britanya'nın ‘Mandater’ olarak adlandırılması, gerçekte bir sömürge olan şeyi ince bir şekilde gizledi. Bu terimler, 28 Nisan 1919'da Cemiyet Sözleşmesinin 22. Maddesine yazıldıklarında sözlüğe girmiş oldular.
Filistin o zamanlar bir koloniydi çünkü onu yöneten insanlar oranın yerlisi değildi. Ve eğer siz ve atalarınızın bir kısmı ya da tamamı ‘Mandaterlik’ sınırlarıyla tanımlanan bölgede uzun, çok uzun bir süre kesintisiz olarak yaşamışsanız Filistin'in ‘yerlisiydiniz’. Aynı durum tesadüfen İngiltere veya Fransa tarafından yönetilen komşu Mandalar, yani Trans-Ürdün, Lübnan ve Suriye (Filistin dâhil Bilad as-Şam) için de geçerliydi.
Filistin'in, bu durumda gerçekten de uzak bir yerden, Londra'dan yönetilmesi neye benziyordu? Filistin bölgesi ve yerel yönetim aygıtı olarak Kudüs'te kurulan resmi ‘Filistin Hükümeti’, 13 Şubat 1921'den Temmuz 1945'e kadar İngiliz Sömürge Ofisi tarafından yönetildi. Bu sürenin hemen öncesinde ve sonrasındaki birkaç yıl boyunca da sırasıyla George Curzon ve Ernest Bevin tarafından Sömürge Ofisi ile yakın işbirliği içinde Dışişleri Bakanlığı'ndan yönetildi. Birleşik Krallık hiçbir şey saklamıyordu.
Bir dizi ‘Sömürgelerden Sorumlu Devlet Sekreteri’ sadece Malaya ve Hindistan gibi Asya'daki ve Kenya ve Nijerya gibi Afrika'daki siyasi oluşumlar üzerinde değil, aynı zamanda Filistin üzerinde de genel söz sahibiydi. Winston Churchill, Victor Cavendish, J.H. Thomas, Leo Amery, Sidney Webb, Philip Cunliffe-Lister, Malcolm MacDonald, William Ormsby-Gore, George Lloyd, Walter Guiness, Robert Gascoyne-Cecil, Oliver Stanley, George Henry Hall ve Arthur Creech-Jones gibi kesinlikle Arap olmayan isimler vardı.
İngiliz Ulusal Arşivleri'nde Manda'yı araştırırsanız, 1921'den sonra ihtiyacınız olan on belgeden en az dokuzu ‘CO’ (Colonial Office) altında sınıflandırılmıştır; geri kalanı ‘CAB’ (Cabinet), ‘FO’ (Foreign Office) ve ‘WO’ (War Office) altında dağılmıştır.
Bir yeri fiilen yönetenlerin kas gücü olan silahlı askerler de İngilizdi ya da diğer İngiliz sömürgelerinden geliyordu. Üç Manda dönemi boyunca Filistin'de birkaç yüz bin İngiliz askeri ‘görev’ yaparken, diğerleri de büyük ölçüde yerli Filistinliler tarafından yönetilen polisi yönetti. 1920, 1921, 1928, 1929, 1933, 1937-39 ve 1946'da kısmen şiddet içeren protestoları şiddetle bastırdılar. Sömürgeci güçlerin yaptığı budur - ve 1948'de İngiltere tarafından sömürgecilik sopası teslim edilen İsrail'in siz bu satırları okurken yapmaya devam ettiği şey de budur. (Manda yönetimi sırasında İngiltere'nin kurulmakta olan Siyonist devlete verdiği vazgeçilmez ve geniş kapsamlı yardım başka bir yazının konusudur).
Yönetilen yerli Filistinliler, bir koloniyi ‘Manda’ olarak gizlemeye yönelik bu hokkabazlığın farkındaydı. Sömürgeler Bakanı Churchill'i 22 Mart 1922'de yaptıkları yazılı bir açıklamayla yakaladılar ve ona “Sömürgelerin çoğunluğu [1922] Anayasa taslağına göre Filistin'in sahip olacağı konumdadır” diye yazdığında Filistin'in aslında bir sömürge olduğunu kabul ettiğini gösterdiler.
Avrupalı-Yahudi Siyonistlerin zorunlu göçünün gerçekleri
Filistin'in 14 Mayıs 1948'e kadar bir İngiliz kolonisi olduğu tartışmasızdır. Ancak bundan sonra, nehir ile deniz arasındaki bölgenin çoğunu ve daha sonra tamamını kapsayan yeni bir egemen devlet tek taraflı olarak kurulduğunda bir koloni olarak kaldı mı?
Bu soruya cevap verebilmek için İngiltere'nin kendi devletlerini kurmak amacıyla Filistin'e yerleşmelerine izin verdiği Siyonistlerin tarihine ihtiyacımız var. Asıl gerçek, onların yerli olmadıklarıdır; neredeyse hepsi Avrupalıydı, az sayıda Amerikalı ve Güney Afrikalı da vardı. Yahudi olmaları ya da kurmak için elli yıl çalıştıkları devletin - Avusturyalı Theodor Herzl tarafından Basel'de toplanan ilk Dünya Siyonist Kongresi'nin yapıldığı 1897 yılından itibaren - Yahudi olması önemli değildir. Filistinlilerin (Müslümanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler ve Dürziler) bakış açısına göre, fetih ve sömürgeleştirme, failler Müslümanlar (Osmanlılar gibi) veya Hıristiyanlar (Haçlılar veya İngilizler gibi), Hindular, Tatarlar veya Marslılar olsaydı da aynı derecede vahşi ve adaletsiz olurdu.
Soydaşlarımız oybirliğiyle, yüzlerce kez, İngiltere'ye ve dünyaya bu tür (zorunlu) göçü istemediklerini söylediler. Kendi göç politikalarına karar vermek istediklerini (ve bunun Siyonist göçmenleri içermeyeceğini) söylediler. Temel demografiyi aklınızda tutun: Britanya kontrolü ele aldığında Yahudiler Filistin nüfusunun yaklaşık %8'ini oluşturuyordu - bunların yaklaşık yarısı Siyonizm'le hiçbir alakası olmayan yerli Arap Yahudilerdi - Britanya 1948'de çekildiğinde ise Yahudiler Filistin nüfusunun yaklaşık %32'sini oluşturuyordu (sayıları 600.000 civarındaydı) ve bunların belki de sadece %10'u yerli Yahudilerdi. Neden artış oldu? Londra'daki sömürgeci güç buna zorladı.
Yeni yöneticilerin Avrupalı olduğu, 14 Mayıs 1948 tarihli 'İsrail Devleti Kuruluş Deklarasyonu'nu imzalayanların doğdukları ve göç ettikleri ülkelerden anlaşılmaktadır. Bu kişiler, Filistin'de kesintisiz olarak yaşamış olan sayısız neslin torunları mıydı?
Hayır. 37 imzacıdan sadece biri Filistin'de (19. yüzyılda Fas'tan göç eden bir ailenin çocuğu olarak Tiberya'da) doğmuştur. Bir diğeri Yemen'de doğmuştur. Sekizi bugünkü Belarus'tan, yedisi bugünkü Polonya ve Ukrayna'dan, üçü bugünkü Moldova ve Litvanya'dan, ikisi o zamanki Galiçya'dan, ikisi Almanya'dan ve birer tanesi de Rusya, Macaristan ve Danimarka'dan göç etmişti. Filistin'in (Asya'da bir yer) 1948'den önceki Siyonist yapılanma döneminde Avrupalılar tarafından iskân edilmediğini söylemek saçmadır. Yapmayı başardıkları şey ise Filistin'i siyasi anlamda sömürgeleştirmek, yani ülkenin siyasi kontrolünü ele geçirmekti.
David Ben-Gurion (Gruen doğumlu), Moshe Sharett (Shertok), Ehud Barak (Brog), Eliezer Ben-Yehuda (Perlman), Avraham Granot (Granovsky), Yitzak Ben-Zvi (Shimshelevich) ve Golda Meir (Myerson) gibi bu sömürgecilerin çoğu Avrupalı soyadlarını bırakıp İbranice soyadlarını aldılar. 1948'den sonra Yakın Doğu ve Kuzey Afrika'dan pek çok kişinin göç etmiş olmasının konuyla ilgisi yoktur: Sömürgeci olmak için Avrupalı olmak zorunda değilsiniz.
Üstelik yerleşimciler, ele geçirilmesi öngörülen Filistin topraklarının tamamının aksine, Petah Tikva (eski adıyla Mulebbis) ya da Kibbutz Sde Boker gibi Siyonistlere ait toprakları işleyen yerleşimciler gibi ayrı ayrı ‘koloniler’ arasında bir ayrım yapılsa bile, projelerini utanmadan ‘kolonyal’ bir proje olarak adlandırdılar. Üstelik bu türden her koloni devletleşme yolunda bir adımdı.
Örneğin, 1896'dan itibaren Alman Maurice de Hirsch tarafından kurulan ‘Yahudi Kolonizasyon Derneği’ Doğu Avrupalıların göç edebileceği toprakların satın alınmasını finanse etmiştir. Fransız Edmond James de Rothschild, fonlarını ve yerleşimlerini (moshavot) JCA'nınkilerle birleştirdi ve 1924'te revize edilmiş bir organizasyon olan ‘Filistin Yahudi Kolonizasyon Derneği’, çoğu Yahudi kolonisini devraldı ve 1957-58'de resmi olarak İsrail devletine devretti.
Mayıs 1898'de Almanya'nın Köln kentinde, Avrupalı Yahudilerin Filistin'e yerleşmesi için yararlı görülen her türlü faaliyeti finanse etmek amacıyla ‘Yahudi Koloni Vakfı’ (‘Jüdische Colonialbank’) kuruldu. Yahudi Ansiklopedisi'ne göre, “Tröstün amaçları... Filistin ve Suriye'deki kolonilerin ekonomik kalkınması ve güçlendirilmesi, kolonilerde ticaret, sanayi ve ticaretin geliştirilmesi, tahvil ve ipotekle borç para verilmesi ve kolonizasyon için avans verilmesiydi...”
18 Temmuz 1917'de Dünya Siyonist Örgütü İngiliz hükümetine savaş sonrası Filistin'de ne istediğini söyledi. Dört ay sonra Balfour Deklarasyonu'nda ve 1919'un ilk yarısında Paris Barış Konferansı'ndaki müzakerelerde tekrarlanan ifadelerle taslakları şöyleydi “Majestelerinin Hükümeti bu ilkenin [Filistin'de Yahudi Ulusal Yurdu'nun kurulması] gerçekleştirilmesi için Filistin'deki Yahudi milliyetine iç özerklik verilmesini, Yahudilere göç özgürlüğü tanınmasını ve ülkenin yeniden yerleşimi ve ekonomik kalkınması için bir Yahudi Ulusal Kolonizasyon Şirketi kurulmasını gerekli görmektedir.” Yani, İngiltere gibi onlar da kendilerini Filistin'i sömürgeleştirmekle tanımlıyorlardı - burada saklanacak bir şey yoktu.
Filistin'de mevcut olan yishuv (İsrail Devleti kurulmadan önce Filistin topraklarında yaşayan Yahudi topluluğunu ifade eder), 14 Mayıs 1948'de resmi sömürgeci devlet haline geldi. Ele geçirdikleri topraklar, daha yeni gözlerini açtıkları topraklardı ve bu da onların yerli olmadıklarının altını çiziyordu. Dünyanın geri kalanında yaşayan ve açıkça yerli olmayan diğer tüm Yahudilere de vatandaş olarak göç etme hakkı verildi.
Sömürgecilik teriminin özü
Dolayısıyla, bir grubun siyasi kontrol (ve belki de kalıcı yerleşim) amacıyla yeni bir toprağa hareketini tanımlamak için kullanılan mükemmel bir kelimeye sahibiz. Ancak Dore Gold gibi Siyonistler (bkz. Jewish Political Studies Review'in 23. sayısındaki ‘The Myth of Israel as a Colonialist Entity’) genellikle kolonileşmeyi iki ek kriterden birini ya da her ikisini de gerektirecek şekilde aşırı dar tanımlayarak ‘kolonist’ sıfatından kaçınmak isterler: 1) bir ‘ana ülkenin’, bilinen Avrupalı sömürgeci güçler modelinde, uzaktan kontrolü elinde tutması ve/veya 2) dış güçlerin, belki de ‘ana’ ülke de dâhil olmak üzere, tabi kılınan topraklardaki yönetimlerinden ticari, çıkarcı veya stratejik olarak kar elde etmesi.
Sömürgeci bir varlık olarak nitelendirilmenin önündeki bu tür engeller sadece olgunun özünden uzaklaştırır: siyasi kontrolün yerli olmayan insanlar tarafından uygulanıyor olması. Nereden, kim tarafından, hangi nedenlerle - ekonomik, ırkçı ya da ‘güvenli bir sığınak’ için - sömürgeleştirilenler için çok az ya da hiç önemi yoktur. Edward Said'in 1979 tarihli ünlü bir makalesinin başlığında belirttiği gibi, Siyonistlerin Filistin'i ele geçirmesi olgusuna “kurbanlarının bakış açısından” bakmalıyız. Her şey söylendiğinde ve yapıldığında, fatihlerin güdüleri ve resmi olarak uzaktaki güçlü bir ülkeye bağlı olup olmadıkları önemsizdir. Dinleri ve etnik kökenleri de öyle. Önemli olan, kişinin kendi topraklarında güç ve kendi kaderini tayin etme hakkını kaybetmesidir.
Benzer şekilde, etnik-dinsel terimlerle değil, daha ziyade tarihsel olarak ve toprak açısından tanımlanan ‘yerli’ terimi, fetih ve yerleşimin gerçekleştiği gerçek zamandan (1917, 1948 veya 2025) koparılamaz. Yani, Siyonistlerin tüm Yahudiler için Filistin'de mevcut siyasi haklara yönelik tarihsel iddiası, binlerce yıldır kesintisiz olarak ülkede kök salmış yerli halkın kendi kaderini tayin etme iddiasından sonsuz derecede daha zayıftır. King-Crane Komisyonu'nun 1919'da ifade ettiği gibi: “Siyonist temsilciler tarafından sık sık dile getirilen, 2000 yıl önceki bir işgale dayanarak Filistin üzerinde ‘hak sahibi’ oldukları iddiası ciddiye alınamaz.”
Britanya'nın otuz yıllık yönetiminin sömürgeci doğasını, ‘sömürgeciliği’ Britanya için maddi ya da başka bir kâra bağlı kılarak tanımlayamazsınız ve İsrail yönetiminin sömürgeci doğasını, göç eden Avrupalıların daha önce tek bir ‘ana’ ülkenin vatandaşı olmadıklarını gözlemleyerek tanımlayamazsınız. Bu tür kriterler sadece siyasi egemenliğin ana meselesinden saptırır.
Mahatma Gandhi'nin bir zamanlar söylediği gibi, “İngiltere nasıl İngilizlere ve Fransa nasıl Fransızlara aitse Filistin de aynı anlamda Araplara aittir.” Hiç kimse İngiltere ve Fransa'nın Filistinli ya da diğer Araplara ait olduğunu iddia etmemiştir ve hiç kimse Filistin'in Avrupalılara, Afrikalılara ya da diğer Asyalılara ait olduğunu iddia etmemelidir. Eğer Filistin'i yönetiyorlarsa, onlar sömürgecidir.
* Blake Alcott, emekli bir marangoz ve ekolojik ekonomisttir. 2010 yılından beri dayanışma aktivistidir ve şu anda Zürih'te yaşamaktadır. Tek Demokratik Devlet'i halk için daha anlaşılır kılmak için çalışan bir STK olan Filistin'deki ODS'nin (Birleşik Krallık) Direktörüdür.








HABERE YORUM KAT