1. HABERLER

  2. KİTAP

  3. Kurucu Siyasi Anlatıların İstikrarsızlaşması
Kurucu Siyasi Anlatıların İstikrarsızlaşması

Kurucu Siyasi Anlatıların İstikrarsızlaşması

Tarihi ilerlemeciliğe ve tarihsel belirlenimciliğe karşı çıkan Wendy Brown’un “Tarihten Çıkan Siyaset” kitabını Haksöz-Haber için Asım Öz değerlendirdi.

18 Nisan 2011 Pazartesi 11:43A+A-

KURUCU SİYASİ ANLATILARIN İSTİKRARSIZLAŞMASI

ASIM ÖZ / HAKSÖZ-HABER

Kurucu özellikteki kültürel ve siyasi anlatıların istikrarsızlaşmasının meydana getirdiği durumlar yahut siyasal yön sapmaları bugünün dünyasının çözüme kavuşturmak için çaba sarf ettiği konuların başında yer alıyor. Kolektif değişim siyasetlerin altüst edildiği, altının oyulduğu bir dünya var artık. Bütüncül değişim siyasetleri parçalandı ve entelektüeller nezdinde olsun kitleler düzleminde olsun "başka bir dünya yaratmak" şeklindeki halin yaygın olduğu yetmişli ve seksenli yıllardaki meşruiyetini genel olarak kaybetmiş durumda. Ama buna rağmen büyük anlatılar yaşamımızı etkileyen, biçimlendiren anlatılar olarak bütünüyle kaybolmadı. Zaten mümkünlükler de bu bütünüyle kaybolmayış hâli üzerinden oluşur. Modernliğin ve bilhassa liberalizmin paramparça ettiği bir dünyada yolun nasıl çizileceği sorusu hâlâ- liberal alternatifsizlik söylemine karşın- önümüzde durmaktadır. Çünkü kurucu düşünce olmaksızın toplumsalın ve siyasalın tasavvur edilebilmesi mümkün değildir.

Modernliğin Sorgulanması

Modernliğin ve liberalizmin yapıtaşları arasında teleolojik ve ilerlemeci tarih ilk sırada gelir. Modernlik kendisini söylem düzeyinde meşrulaştırırken karanlık, kanlı, köleci bir dönemin ardından doğmuş olmasını öne çıkarır. Dünyanın başka yerlerinin geri kaldığını modernliğin kalbinin Avrupa olduğu düşünülür. Bu anlatı tarihin nihai olarak bir amacı olduğunu belirtir. Mekan olarak Avrupa üzerinden bütün dünyaya yayılan modernlik aynı zamanda sürekli ilerleme mefhumunu yapılandırır. Modernliğin temel ilkeleri olarak eşitlik, refah, aydınlanma, rasyonalite ve barış on sekizinci ve ondokuzuncu yüzyıldan itibaren farklı düşünürler tarafından ele alınmıştır. Hegel'e göre dünya giderek daha rasyonel,Kant'a göre dünya daha barışçıl, Paine'e göre doğal hukuk ilkelerine daha sadık., Tocqueville'e göre daha eşitlikçi, Mill'e göre daha özgür ve aklını kullanmaya daha yatkın bir hal almaktaydı.Oysa aradan geçen yıllar modernliğin bu ideallerinin kökten sorgulanmasını beraberinde getirdi. Egemen öznenin küreselleşme süreciyle birlikte aşınması, hak temelli özgürlüklerin bürokratik mekanizmaların kontrolü altında bir usulcülüğe dönüşmesi liberalizmin kurucu öncüllerinin de sorgulanmasını beraberinde getirmiştir. Liberal demokrasinin karşısına aldığı komünizmin siyasal bedeninin çözülüşü de bu süreçte etkili oldu kuşkusuz. İşte bu yaşanmışlıklar içinden siyasal alanın mahiyetini tanı koymaya çalışıyor Wendy Brown, Tarihten Çıkan Siyaset kitabında.

Siyasi bilinç için yeni mihenk taşları sunma peşinde olan Brown, "sol melankoli", siyasetin ahlakı bırakıp "ahlakçılıkla" ikame edilmesi, kendi etkisizliğinin nedenleriyle hesaplaşamamaktan gelen derin vicdan azabı, siyasetin aktörlerini "kurban" veya mağdur rollerinin ötesinde tasavvur edememe aczi, alternatif geliştirmekte beceriksizlik, "fetiş haline gelmiş ve donmuş nesnelere duyulan yaslı, muhafazakâr bağlılık", teori ve siyaset arasında, her ikisinin özerkliklerine de hakkını veren yaratıcı ilişkiler kurmakta başarısızlık konularına odaklanıyor. Ama hepsi bu değil: Brown, siyasetin önünü açacak alternatif bir tarih anlayışı da geliştiriyor. Nietzsche ve Foucault'nun "soykütüksel tarih" anlayışlarını, Derrida'nın hayalet ve adalet kavramları etrafında geliştirdiği tarihsellik stratejilerini ve Benjamin'in geçmişteki kayıpları şimdi'nin siyasi kışkırtmaları olarak gören heterodoks tarih kavrayışını işleyerek, bambaşka bir tarih tasavvurunun ve böyle bir tarihten çıkan etkili bir siyasetin imkânlarını gösteriyor.

Ahlakçılık karşısında ahlakı öne alarak içinde bulunulan müşkül durumdan nasıl çıkılabileceğinin peşinden gittiği "Siyaset Karşıtı Ahlakçılık" aslında sadece geleneksel sol siyaset için değil farklı siyasalar için de geçerli tespitleri içinde barındırmakta. Geleneksel sol siyaset adaletsizliklerle ilgilenmek yerine adaletsizliğin ve tahakkümün rejime içkin olduğunu düşündüğünden meselelerin temeli ile ilgilenmeyi seçmiş iktidarı fethetmek yollu devrim perspektifini önde tutmuştur. Bundan dolayı kapitalizmin veya liberalizmin yapısındaki adaletsizliklere yönelen reformculardan yahut kapitalizmde çatlaklar oluşturma anlayışlarına dudak bükerek farklılaşmıştır. Çekilen acıların kaynağına dolayısıyla kurucu öncüllere yöneltmiştir eleştirilerini. Ama aradan geçen yıllar içinde reel sol yapıların kitlelere sundukları vaadi yerine getiremeyip onları hüsrana uğratmaları liberalizmin ve kapitalizmin hakimiyetini sessizce pekiştirmesini sağlamıştır. Çünkü alternatifler akamete uğramıştır. Peki, ondan sonra ne olmuştur? Sosyalist solun kapladığı alan kimlik, kültür, kültürel çeşitlilik, yeni toplumsal hareketlilik vs siyasetleri ile doldurmuştur. Bütünlük kaybolmuş parçaların muhalefeti ortalığı kaplamıştır. Topyekun değişim arzusu yerle bir olunca, topyekun eleştiri de sönümlenmiş, uyumluluk yeni amentü haline gelmiştir bir bakıma.

Siyasi hayat ile entelektüel soruşturma meselesine de değinir yazar.Güncel bir durum için yazmakla güncel bir durum çerçevesinde yazı yazmanın farkına odaklanır. Kuşkusuz burada için ve çerçevesinde sözcükleri belirleyici olmaktadır entelektüelin siyasal karşısındaki tavrı bakımından: "Entelektüel hayatın mevcut siyasal söylemlere ve o söylemlerin ifade ettiği siyasi gereksinimlere boyun mu eğeceğini, yoksa siyasal hayat için entelektüel mesai değeri taşıyabilmesi için sahip olması gereken bağımsız tavrı mı takınacağını gösteren bir farktır bu." Eleştirel düşünceyi konum alıştan, politika belirleyişten veya detaylı eylem projelerinden ayıran bu fark Foucault'nun metinlerinden hareketle yapılır. Ardından Jean-paul Sartre ile tartışan Maurice Merleau-Ponty üzerinden filozoflar için siyasal bağlanmanın makul ölçüsünün ne olduğu konusunu soruşturur. Merleau-Ponty Sartre'a şöyle diyor: "Siyaset hakkında yazmaktan hiç vazgeçmedim… Kore Savaşının başlamasıyla, olaylar olurken kalem oynatmayı bırakma kararı aldım ki bu tamamen farklı bir şey… Gerilim dönemlerinde, vuku bulan her olayda saf tutmak… bir 'kötü niyet' sistemi haline geliyor. Bu dergide (Les Temp moderns) alelacele mevzi almak yerine kapsamlı çalışmalar sunmayı birçok kez önemsememin nedeni de bu… Bu yöntem siyasete sizin sürekli bağlanım yönteminizden daha yakındır. Olayın tuzağını bertaraf etmek suretiyle olay ile ona ilişkin yargımız arasına mesafe koyması bakımından,kendi içinde siyaseti felsefileştiren bir yöntemdir bu." Olayın tuzağını mevcut söylemlerin tuzağı olarak yorumlayan Brown, bunun siyasi hayat üzerine derinlikli olarak düşünmeyi ve ona katkıda bulunmayı amaçlayan entelektüellerin derhal atlaması gereken bir tuzak olarak görmektedir. Siyasi hayat ile entelektüel hayat arasında tümden ayrım yapılması gerektiğini düşünmez Brown. Onun önerdiği şey, siyasi hayatla entelektüel hayat arasında hareketli bir mesafe ve gerilim bulunduğu anda tartışmacı konuşmaya yönelmek gerektiğidir. Birikimli, yaratıcı ve bağımsız entelektüeller siyasi alanı yeniden canlandırabilirler. Böyle olduğunda siyasal alan siyasal ahlakçılıktan entelektüel de vicdan azabının pençesinden kurtulacaktır. Tabii bu ideal kuruculuğun ne kadar örneği vardır sorusu ile varlığını bütünüyle korumaktadır.

Daha İyi Bir Dünya İçin Çalışmanın Anlamı

Soykütüğünü sadece tarihsel bir soruşturma ve siyasi analiz yöntemi olarak değil yeni siyasi istikametler yaratma potansiyeli taşıyan entelektüel bir yönelim olarak düşünüyor. Aynı zamanda ilerlemeci tarih yazımına eleştirel bir bakışın yollarını arıyor. Tabii yazarın içinden konuştuğu dünya materyalist olduğu için gelecek yönelimli her kurucu anlatı bundan nasibini alıyor.

Modernliğin geleneksel pusulalarının, en başta da aşamacı ilerleme kavramının içinin boşluğunun gittikçe daha fazla hissedilmesi ilerlemeci tarih anlatısının pozitivist doğasının yeterince eleştirilmesini sağladı. Tabii bu bir itikat olmaktan çıkamadı. Nitekim Brown güvenirliliğine gölge düşmüş olsa dahi en radikal siyasal aktörlerin dahi, siyasal umut adına ilerleme fikrine bağlı kalmakta olduklarını hatırlatıyor ve öğrencilerinin bu fikirden etkilenmelerini şöyle aktarıyor: "İstisnasız bütün öğrencilerim, "İlerleme fikri olmazsa, daha iyi bir dünya için çalışmanın ne anlamı olur ki?" diye soruyor." Bunun sebebi de şu: Liberalizm ve ilerleme eleştirisinin nihilizmle veya ümitsizlikle, siyasi iyimserliğin ise her halde ilerleme ile özdeşleştirilmesi.

İlerlemenin ruhlarından farklı bir ruhun hüküm sürdüğü siyasallıkta nereden gelip nereye gittiğimiz konusunda liberal aydınların önerebildiği bir büyük anlatı yok mesela. Modernliğin egemenlik mefhumu olsun hak mefhumu olsun ciddi biçimde erozyona uğradı. Siyasal hakikat meselesi sağlam ve engebesiz bir epistemolojik temele dayanmadığında ise ortaya ciddi bir hareket çıkmıyor.

Tarihten Çıkan Siyaset, istikrarsızlaşan kurucu siyasi anlatıları anlamak bakımından önemli ipuçları sunuyor. Yazar siyasi olanı anlamak için kilit önemdeki gösterenler üzerinden hareket ederek içinde bulunulan dönemde ne tür siyasal ve entelektüel imkanların meydana getirilebileceğine dair çıkarımlarda bulunuyor. Siyasi değer ve yargıların temeli olarak ahlak, amacı bakımından özgürlükçü potansiyel taşıyan arzu, düzenlenişi ve mekaniği bakımından mantıkçı olan iktidar, bilginin ve siyasal eylemin temeli olan kanı ve siyasi istikbalin temeli olan ilerleme yazarın kullandığı belli başlı terimler.

Tarihten Çıkan Siyaset, bir kriz durumunun ve bu krizi gereğince kavrayıp değerlendirememenin sol siyaseti içine sürüklediği problemleri inceliyor. Krizle kastedilen, tarihin "çığırından çıkması"; belli bir amacı ve doğrultusu olan, "içinde ikamet ettiğimiz, bizi ileri iten veya belirleyen şey olmaktan" çıkması.

Kültürel ve siyasi anlatı çözüldüğünde onun yerini dolduracak bir alternatif üretilemediğinde panik halinde elde olanı koruma mantığı devreye giriyor. Hissedilen bu durumda istikrarsızlığın alternatifi ortaya konulamadığında bir süre sonra kayıp geçmiş üzerinden melankoliye de dönüşebiliyor.

Sosyalist bir entelektüel olarak Wendy Brown, tanı koyma sürecinde öncelikle liberal demokrasinin kendinden menkul meşruiyetini sorguluyor: "Liberal demokrasinin meşruiyeti ilerleme, haklar ve egemenlik gibi belirli anlatılara ve birtakım önkabullere dayanıyorsa, bu anlatı ve önkabuller sorgulanmaya başlandığında ya da mevcut düzeni meşrulaştırmaktan başka bir işe yaramadıkları açığa vurulduğunda ne olur? Kurucu anlatılar ve ayırt edici terimlerdeki bu istikrarsızlaşma ne gibi siyasal kültürler ortaya çıkarır? Bu anlatılar istikrarsızlaşmış ya da parçalanmış halleriyle ne tür siyasetler doğurur? Bu anlatıların çözülmesi, solun ve liberalizmin söylemini, siyasi amaçlarını, olanaklarını ve duyarlıklarını nasıl etkiler? Henüz yerlerini hiçbir şey almadığı halde, bu parçalanmış anlatılarla nasıl yaşıyoruz? Tarihsiz kalmış bir liberalizmin içinden nasıl oluyor da özgürlükçü bir gelecek çağırıyoruz? Liberal hayalin evrensel insanına dayandırılan evrensel adaletin kumaşı paçavraya dönmüş durumdaysa, neye tutunup da daha adil bir toplum umut edeceğiz? Liberalizmi bu yeniden formüle edilmiş amaç artık her neyse ona doğru götüren ilerlemeci tarih inancı olmayınca, söz konusu umutları gerçek kılacak tarihsel hareketin motoru ne olacaktır?"

Felç edici yön sapmaları içinde soldan sorulmuş önemli ipuçları taşıyor bu sorular. İlerlemeci modernliğin son bulduğu günümüzde daha adil bir geleceği tasavvur etme biçimine ve özü gürleştiren pratikler için alçakgönüllü imkanlar sunan bir siyasal bilince karşılık gelebilecek bir bilince odaklanan son bölüm üzerinde düşünülmesi gereken önemli düşünceler ortaya koymakta. Brown, tarihi ilerlemeciliğe ve tarihsel belirlenimciliğe karşı çıkar. Şu konu ise tartışılması bakımından bile dikkat çekici: Tarihyazımının şimdiki siyaset alanına tarihsel bir bilinç taşıyan bir siyasi yönelim geliştirmek için kullanışlı haritalar sağlama konusunda uğradığı başarısızlık. Tarihsel bilinç geliştirmeye katkı sunacak ve tarihsel soruları tüketme ve karara bağlama iddiası taşımayan tarihyazımından beklediği ise bir alacak verecek ilişkisine dönüştürülen tarihi ait olduğu konuma yerleştirir netlikte: "Böylece tarih içinde ikamet ettiğimiz, bizi ileri iten veya belirleyen şey olmaktan gitgide uzaklaşarak, uğruna mücadele ettiğimiz ve adalet pratiklerimizle onurlandırmayı arzu ettiğimiz şey haline gelir."

Wendy Brown

Tarihten Çıkan Siyaset

Çeviri: Emine Ayhan

Metis Yayınları, 2010

224 sayfa

HABERE YORUM KAT

2 Yorum