1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Kıtlık ve soykırım Gazze'de toplumu değiştiriyor
Kıtlık ve soykırım Gazze'de toplumu değiştiriyor

Kıtlık ve soykırım Gazze'de toplumu değiştiriyor

Gazze'de yaşayan 16 yaşındaki Ahmed, gecenin üçünde demir bir çekiç ve maket bıçağıyla evinden çıkıyor. Ancak Ahmed ne bir asker ne de bir savaşçı. Tek bir şey peşinde: bir çuval un elde etmek.

24 Haziran 2025 Salı 19:38A+A-

Tareq S. Hajjaj’ın mondoweiss’de yayınlanan yazısını Barış HoyrazHaksöz Haber için tercüme etti.


16 yaşındaki Ahmed Mosabih, kendi yaşında biri için uygun olmayan bir yolculuk için uygun gördüğü şeyleri taşıyordu. Elli santimetre uzunluğunda demir bir çekiç aldı, cebine bir maket bıçağı koydu ve gecenin üçünde tek bir amaçla evinden çıktı: bir çuval un elde etmek.

Ahmed bir gece öncesinden beri bu yolculuk için hazırlanıyordu. Hazır olduğunda şafak vakti, Gazze Şehri'nin batı kesiminden, Tal al-Hawa mahallesinden yola çıktı ve güneybatıya, al-Nabulsi kavşağına doğru ilerledi. Burası Gazze'nin kuzeyine açılan ve yardım kamyonlarının geçtiği bir kapı. Bu kamyonlar Gazze'de faaliyet gösteren tüccarlara, ticari şirketlere ve insani yardım kuruluşlarına ait. Kimin işlettiğine bakılmaksızın, Ahmed'in geçici bir yaşam hattı için tek umudu onlar.

Tal al-Hawa'dan al-Nabulsi kavşağına yolculuk bir saatten biraz az sürüyor. Ahmed, bazı akrabaları ve komşularıyla birlikte vardıklarında, gruplar halinde dağılmış ve yaklaşan herhangi bir kamyon için endişeyle bakan binlerce insanın beklediğini gördü. Herkes yiyecek bulmaya çalışıyordu ama aynı zamanda tehlikelerin de farkındaydılar: İsrail güçlerinin ateş açma olasılığı - ki bu artık günlük bir olay haline geldi - ve bir çuval un almayı başarırlarsa diğer Gazzelilerin hırsızlık ya da soygun tehdidi bulunmakta.

Daha sonra sağ salim döndüğü için büyük bir gurur duyan Ahmed, un bekleyen kalabalığın arasında dururken bu gururu hissetmiyordu ama hayat onu buna zorlamıştı.

Savaş, sosyal yaşamın ayrıntılarını sildi ve geriye yıkımdan ve hayatta kalma çabasıyla yapılan üzücü bir günlük yolculuktan başka bir şey bırakmadı. İsrail destekli ve ABD yönetimindeki Gazze İnsani Yardım Vakfı tarafından işletilen yardım dağıtım merkezlerine her gün zorlu bir yolculuk yapan binlerce Filistinli için gerçek buydu ve İsrail güçleri her seferinde kalabalığın üzerine ateş açarak yeni bir yardım katliamı gerçekleştiriyordu.

Ahmed öğlen vakti elinde bir çuval unla Tel el-Hava'daki sığınağına döndü. Bu onun zaferiydi. Yine de Ahmed'in hayatındaki dönüşümler gıda güvencesinin çok ötesine uzanıyor ve Gazze'nin tüm nüfusu aynı dönüşümden geçti.

Toplumsal dönüşüm: hayatta kalma mücadelesi

Savaş başladığından bu yana Gazze'de yaşayanların büyük çoğunluğu yerinden edilmiş merkezlerde yaşıyor ve her gün asgari yaşam ihtiyaçlarına erişmek için mücadele ediyor. Kıtlık baş gösteriyor, biraz hafifliyor, sonra tekrar ediyor ama bu süre boyunca ölümler hiç durmuyor.

Bu koşullar altında uzun süre yaşamak toplumu değiştirdi. Bombardıman ve imha altında doğan Gazze'de ortaya çıkan yeni toplum, yiyecek ve hayatta kalmak için savaşmaktan ibaret.

“Beni böyle bir yolculuğa çıkmaya iten ne olabilir?” Ahmed düşünüyor. "Sabahın bu kadar erken saatinde kalkıp ölümle dolu bir yolculuğa çıkmama ne sebep olabilir? Serseri bir kurşun beni vurabilir. Ya da belki İsrail ordusunun aç insanların üzerine attığı gibi bir füze."

“Ordudan kurtulup eve dönebilirim ama beni bekleyen bir hırsız bulabilirim,” diye devam ediyor Ahmed. “Bu savaşta öğrendim ki, eğer güçlü değilseniz, ekmeğiniz sizden daha güçlü olanlar tarafından alınacaktır.”

“Bu savaş bizi canavara dönüştürdü,” diyor Ahmed. "Bu asla bizim hayatımız değildi. Bu asla bizim doğamız değildi. Her gün yapmak için uyandığımız şey bu değildi."

Ahmed eskiden hayatın nasıl farklı olduğunu, evlerin nasıl yiyecekle dolu olduğunu ve toprağın her zaman ekili olduğunu anlatıyor. “Şimdi toprağımız tanklarla, füzelerle ve şehitlerin kanıyla ekili” diyor.

Artık gelecek hakkında düşünme lüksüne sahip değil. Kendisine sorulduğunda “geleceği” ertesi gün olarak tanımlıyor:

“Bugün hayatta kalırsam yarın hakkında konuşabilirim ama onu görecek kadar yaşayacağımın garantisi yok.”

Yok edildiğini bilerek yaşamak

39 yaşındaki Nabil Hammou, bütün gün kaldırımda oturmaktan pantolonunda kalan dairesel toz lekelerinden tanınabiliyor. Bir zamanlar bildiği hayatın bu olmadığından yakınıyor.

Yüksek lisans derecesine sahip bir üniversite mezunu olan Nabil, özel bir şirkette çalışıyordu ancak Şucaiyye'deki evi yıkılınca hayatı altüst oldu ve ardından Batı Gazze Şehri'ndeki al-Wihda Sokağı'ndaki baldızının yanına taşındı.

Yaşadığı zorluklara rağmen Nabil, bombalamadan sonra bir çatı bulduğu ve çadırda kalmadığı için kendini şanslı sayıyor. Yine de utancından sabahtan akşama kadar evden ayrılmak zorunda hissediyor, gününü dışarıda geçiriyor ve sadece geceleri ailesinin yanında uyumak için geri dönüyor.

Ona göre bu günlük fedakârlık, baldızına hak ettiği alanı ve mahremiyeti sağlıyor. Ona gündüzünü veriyor ve gecesini alıyor.

“Bize bakın,” diyor Nabil. "Bazen insanlar yanımdan geçerken beni bütün gün aynı yerde otururken gördüklerinde utanıyorum. Kimse neden burada olduğumu bilmiyor. Bazıları dilenci olduğumu düşünüyor. Diğerleri gidecek yerim olmadığını düşünüyor. Gerçekte ise öyle değil."

Nabil, kendisini ağırlayanlara yük olmamak için sokağı seçiyor. O otururken, yerinden edilenler arasından başkaları da ona katılıyor. Görünüşe göre bu durumdaki tek kişi o değil.

Düzinelerce insan artık günlerini sokaklarda yürüyerek geçiriyor, yapacak bir şeyleri olmadığı için değil, gidecek başka yerleri olmadığı için. Birçoğu geçici olarak akrabalarının yanında aşırı kalabalık evlerde kalıyor ya da aşırı sıcaklarda gündüz barınmaya uygun olmayan çadırlarda yaşıyor. Kendilerini sokaklarda ve kamusal alanlarda buluyor, kendilerine ait olmayan duvarların dışında zaman geçiriyorlar.

Ancak yeni sosyal yapı en belirgin şekilde çadırlarda ortaya çıkıyor. Yerinden edilenler için kurulan kamplarda mahremiyet yok. İnce kumaş parçaları bir aileyi diğerinden ayırıyor ve banyo yapmak ve tuvaleti kullanmak için uzun süre beklemek gerekiyor. Çocuklar açlık içinde doğuyor ve yokluğun karakterize ettiği bir hiçlik içinde büyüyor.

Han Yunus'un kıyıdaki Mevasi bölgesinde, 52 yaşındaki Amina al-Seyyid çadırlarında oturuyor ve gözlemlediği toplumsal değişimleri anlatıyor. “Öldürmek artık rutin hale geldi” diyor. "Birinin şehit edildiğini ya da bütün bir ailenin yok edildiğini duymadan bir saat bile geçmiyor. Çocuklarımızın bilincini şekillendiriyor. Tek konuştukları şey bu."

“Kısa bir süre önce beş yaşındaki oğlum Mevasi Han Yunus'ta bir katliama tanık oldu,” diye devam ediyor. "Bana geldi ve ‘Bir salata! dolusu insan gördüm’ dedi. Bu ifade beni yıktı, olayı anlatış şekli. Dağınık ve parçalanmış bedenleri bu şekilde işledi."

Çocuklarının hayatlarının büyük ölçüde değiştiğini anlatıyor. Günlerinin çoğu kuyruklarda beklemekle geçiyor: ekmek kuyrukları, gıda dağıtım kuyrukları, yardım kuyrukları.

“Hayatları değişti - ya da daha doğrusu çocuklukları sona erdi,” diye açıklıyor Amina. “Artık hepsi sağlayamayacakları şeylerden sorumlular - yiyecek ve güvenlik.”

Amina, çocuklarının her gece korkarak uyuduğunu ve huzur içinde uyuduklarını gördüğü tek bir gün bile olmadığını söylüyor. Ancak en yıkıcı şeyin, aktif olarak yok edilmekte olduğunuzu bilerek yaşamaya devam etmek ve bunu durduramamak olduğunu söylüyor.

“Yok ediliyoruz ve yok edildiğimizi biliyoruz,” diyor Amina. "Dünya bunu biliyor, görüyor. Ama izlemeye devam ediyor."

HABERE YORUM KAT

1 Yorum